*
Seyyid Ahmet Kesrevi
Tarihçi, halkbilimci ve hukukçu olan Seyyid Ahmet Kesrevi, 30 Eylül 1890 tarihinde Tebriz’de doğmuş, 11 Mart 1946’da Tahran’da öldürülmüştür. Azerbaycan Türklerinden, tanınmış bir Pan-İranist’tir. “Tarih-i Hicdeh Sâle-i Azerbaycan/ Azerbaycan’ın Onsekiz Yıllık Tarihi”, “Tarih-i Meşrûta-yi İran/ İran Meşrutiyet Tarihi (1905-1911 yılları arası İran Meşrutiyet inkılabının tarihi incelenmektedir)”, “Şehriyarân-ı GümNam/ Unutulmuş Hükümdarlar”, “ÂzeRi, yâ Zebân-ı BAstan-ı Azerbaycan/ AzeRi, yahut Azerbaycan’ın Kadim Dili (İngiliz Kraliyet Tarih Enstitüsü tarafından ödüllendirildi)”, “Namhâ-yı Şehrhâ ve Dehhâ-yı İran, Defter-i Evvel ve Duvvum/ İran’ın Şehir ve Köylerinin Adları, Birinci ve İkinci Defter”, “Tarihçe-i Şir u Hurşîd/ Aslan ve Güneşin Tarihi”, “Tarihçe-i Çupug ve Ğalyân”, “Şeyh Safi ve Tebâreş/ Şeyh Safi ve Onun Soyu” … gibi eserleri vardır.
Kitaplarında, İran ve Azerbaycan’ın Eski ve Ortaçağ tarihi ve toponimisinden bahsetmektedir. Eserlerinde Pan-İranizm akımı çok güçlüdür. Kesrevi’ye göre, Selçuklu Türkleri’nden başlayarak, Kacar Türk hanedanın tahtan uzaklaştırılıp Pehlevilerin iktidara gelişine kadar geçen zaman, İran’ın kayıp ve karanlık yüzyıllarıdır. Sosyal-siyasi görüşleri “Kesrevizm” adı altında 1930’lu yıllardan başlayarak, düalist karakter taşımıştır. Toplumun ortak hukuka sahip, küçük mülkiyet sahiplerinden oluşması ve toprağın kullananlara ait olması görüşünü taşıyordu. Eserlerinde Azerbaycan’a özel yer ayırsa da, problemlerin izahında Fars milliyetçiliği nokta-i nazarından hareket etmiştir. “Ari ırk, tek din ve tek bayrak”ın dışında İran’da ne varsa ayaklar altına alınması gerektiğini savunmuştur. Ona göre, Azerbaycanlılar eğer Zerdüşt’ün vatanında yaşamak istiyorlarsa, Türkçe’yi bırakıp, Farsça konuşmak zorundadır. Türkçe, Zerdüşt’ün torunları olan Azerbaycanlılara yakışmamaktadır. (A.S.Ansiklopediyası, s.255-256)
Güney Azerbaycan Türkleri’nin Farslaştırılması yönündeki ideal ve faaliyetleri nedeniyle, İran Türkleri’nin tepkisini çekmiş ve Türk halkına ihanetle suçlanmıştır. Güçlü bir ilim adamı olmasına rağmen, ortaya koymaya çalıştığı subjektif tezleri İran yönetimlerince ciddiye alınmış, O ve fikirdaşları yüzünden Türklerin Faslaştırılması için akla-hayale gelmeyen uygulamalara girişilmiştir. Onun izinden giden Kesreviciler/ Pan İranistler yüzünden İran Türkleri büyük zulümlere maruz kalmıştır.
Kesrevi’nin çok sayıdaki eserinin yanı sıra, Sûfîliği eleştirdiği “SûfîgeRi/ Sûfizm”, Bahailiği eleştirdiği “BahaîgeRi/ Bahaizm” ve Şiiliği eleştirdiği “ŞiigeRi/ Şiizm شيعيگرى ” isimli eserleri bulunmaktadır. “ŞiigeRi/ Şiizm” isimli kitabı, ilgi çekici hikâyelerden oluşmaktadır.
Bunlardan birisi, öldükten birkaç yıl sonra kemiklerinin Irak/ Necef’te defnedilmesi için oğluna vasiyette bulunan yoksul bir İranlı adamcağızın hikâyesidir:
Gün gelir bu garip dünyasını değiştirir. Birkaç sene sonra oğlu mollaya giderek, babasının vasiyetini anlatır. Molla efendi, vasiyeti yerine getirmesini söyler. Vafalı evlât, babasının kemiklerini bir torbaya koyar, eşeğine biner ver elini Irak. Sınırda, gümrük memurları niçin Irak’a geldiğini sorar. Babasının vasiyeti gereği kemiklerini Necef’te defnedeceğini anlatır. Gümrük memurları; Irak hükümetinin bundan böyle ülkeye kemik girişini yasakladığını söyler ve geri çevirir.
Memleketine geri döner, molaya giderek serancamını anlatır. Molla, üzülmemesini, her problemin bir çözümünün bulunduğunu belirtir. Babasının kemiklerini havanda dövmesini, eşeğin yiyeceği arpadan bir miktar ayırıp, kemik tozları ile karıştırarak ayrı bir torbaya koymasını, Necef’a varınca bu torbayı defnetmesi halinde vasiyetin yerine getirilmiş olacağını söyler.
Adamcağız tekrar yola koyulur, ancak bir menzillik yoldan geri dönerek mollanın yanına gelir. Molla; Hayırdır inşallah! yeni yola çıktın, hemen geri dönmüşsün, yoksa vasiyeti yerine getirmekten vaz mı geçtin? diye sorar. Hayır, vazgeçmedim. Ancak, babamın kemiklerinin tozunu karıştırdığım arpayı yanlışlıkla eşeğe yedirmişim, şimdi ne yapayım? diye hayıflanmaktadır. Molla efendi, merak etmemesini, eşeğin arkasına bir torba bağlamasını, eşek Hacetini gördükten sonra bu torbayı Necef’te defnetmesini söyler.
Adamcağız, mollanın dediklerini yerine getirir. Necef’e gider, kabristanda eşeğin hacetini defnederken Irak polisi tarafından yakalanır, kutsal mekânı tahkir suçlaması ile tutuklanır.
Kesrevi’nin “ŞiigeRi” isimli kitabı, kahverengi karton kapaklı, 121 sayfadır. Basım yeri ve tarihi konusunda bilgi verilmemiştir. Kitapta işlenen konular şöyledir:
-be-Hanendegân: Okuyuculara
-GofTar-ı Yekum-ŞiigeRi Çegûne Peydâ Şod: Birinci Söz-Şiizm Nasıl Ortaya Çıktı?
-GofTar-ı Düvvum-Hordehâ-yı ki ŞiigeRi Tevân Girift: İkinci Söz-Şiilik’teki Müphem Hususlar Açıklanabilir.
-GofTar-ı Süvvum-Ziyanhâ-yı ki ez-În Kiş ber-Mîhİzed: Üçüncü Söz-Bu Eksikliklerin Sebep Olduğu Bazı Olumsuzluklar
-GofTar-ı Çahârum-Zor Gûyîhâ-yı Mollayân Mîkonend: Dördüncü Söz-Mollaların Sebep Olduğu Bazı Zorbalıklar
-Pâsuh-u Delîl “Hayhuy” Nîst: Ortaya Atılan Delillerin Cevabı “Hayhuy” Olamaz.
Kesrevi’nin Öldürülmesi
Fedâiyân-ı İslam, Seyyid Mücteba NevvAb tarafından 1945 yılında Tarhran’da kurulmuştur. NevvAb Safevi, 1923 yılında Mir-Levhî adıyla bilinen aşırı mutaassıp bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Aile adını, “NevvAb-ı Safevi/ Safevilerin Vekili” olarak değiştirmiştir. Bunun amacı, Safevi hanedanı ile aynı dinî kimliği taşımaktı. Safeviler, XVI. yüzyılda Şiiliği İran’ın resmi dini yapmışlardı. Ailenin çok güçlü dinî bağları vardı. Baba tarafından Hz. Muhammed’in soyundan, anne tarafından Safevi hanedanından geldiklerini iddia ediyorlardı. NevvAb, ilkokulu Tahran’da okudu. Babası öldüğünde sekizinci sınıfı tamamlamıştı. Okulu terketti ve Anglo-Iranian Petrol Şirketi’nde çalışmaya başladı. Kısa süre sonra işinden ayrılarak, eğitim görmek üzere Irak’ın Şii dinî merkezi olan Necef/ Necefül-Eşref kentine gitti ve medrese talebesi oldu.
NevvAb, İran’ın tanınmış aydınlarından tarihçi Ahmet Kesrevi’nin çalışmalarından ilk defa Necef’te haberDar oldu. Kesrevi’nin kitap ve makaleleri geleneksel Şiiliğe muhalifti. Diğer Aryaistler gibi dinin, İran toplumunun hastalığının baş sorumlusu olduğunu düşünüyordu. Kesrevi, çalışmalarının birinde, Şiiliği tarihi seyir içerisinde ele almış, gerçeklerin yanlış yorumlanması ve çarpıtılması yoluyla, Şiiliğin İranlıları yanlış yola götürdüğü sonucuna varmıştır:
“Şiilik, akıl ile ters düşmesine ek olarak, bu sahada kabul edilemeyecek bir olgudur. Ayrıca anlamlı bir hayatın yaşanmasına da engel teşkil etmektedir.
(…)Bu mezhep, takipçilerinin doğru yoldan çıkmasına ve gerçek dinden uzaklaşmalarına yol açmıştır. Şiiler, kendilerini ‘Kurtarıcılar grubu’ olarak adlandırırlar. Kendi mezheplerinden başka bir şey de tanımazlar. Ancak gerçek, bu iddia edilenin tam tersidir. Hakikatte onlar dinin tamamen dışındadırlar”. (Kesrevi, 1945, s.45)
NevvAb, Kesrevi’nin ulema karşıtı ve muhafazakâr olmayan görüşlerinden ötürü şaşkın ve kızgın olarak, dinî bir kıyafetle Necef’ten Tahran’a döndü. Bu gezisinde, yazarın şahsının, çalışmaları kadar müfsit olup olmadığını keşfetmeyi amaçlıyordu. (İbrahiMiyan, 1969, s.134) NevvAb, Tahran ziyareti için Necef’teki Şii ulemadan mali destek almıştır. Tahran yolunda Kesrevikarşıtı çeşitli konuşmalar yapmış, Abadan Camii ve sokaklarında halka vaaz vermiş ve konuşmalar yapmıştır. NevvAb, -Kesrevi’nin görüşlerini kökünden kazımak için kurulmuş bir organizasyon olan “Dinsizlerle Mücadele Cemiyeti”nde faaliyet gösteren din adamlarıyla ilişki kurdu. Bu grubun desteği ile çeşitli tartışmalarda Kesrevi’yi hedef alan konuşmalar yaptı. Kesrevi’nin kötülüğünden ve menfi telkinlerinden yana tam olarak ikna olduğunda, Tahran din adamlarınlarının tanınmış şahsiyetlerinden Hace Şeyh Muhammed Hasan Talagani’nin verdiği parayla alınan silahla Kesrevi’ye suikast yapmayı planladı. Mayıs 1945’te ilk suikast teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı. Yaralanan Kesrevi, gözü dönmüş saldırganın kendisini takip etmesine rağmen yakındaki bir hastaneye kaldırılmıştı.
Tutuklanan NevvAb, yandaşlarınca toplanan kefalet parasının yatırılmasından kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Bir süre sonra “Fedâiyân-ı İslam/ İslam fedaileri” isimli örgütün kurulduğunu ilan eden NevvAb’ın imzaladığı bir bildiri Tahran’da dağıtıldı. Bildirinin saldırgan üslubu, Kur’an âyetlerine cömertçe yer verilmiş olması, gelecekteki fedaiyan yayınları için konu başlıklarını oluşturuyordu. Bütün dünya Müslümanlarını silkinmeye, canlı olmaya ve haklarını yeniden kazanmaya çağırıyordu.
Kesrevi’ye karşı yapılan ikinci suikast planı daha sistemli şekilde hazırlandı. Mart 1946’da Kesrevive sekreteri, Adalet Bakanlığı binasında NevvAb’ın takipçisi Hüseyin ve Ali Muhammed İmami tarafından öldürüldü. İki saldırgan, “Allahü ekber!” nidaları ile kurbanlarını kanlar içerisinde bırakmıştı.
Saldırganlar, kısa süre içerisinde yakalanıp tutuklandı. NevvAb ise, cezalandırılma tehlikesinden kurtulmak için önce Meşhed’e, ardından Irak/ Necef’e gitti. İmami kardeşlerin mahkemesi havayı iyice gerginleştirdi. Sonuç olarak, suçsuz olduklarına hükmedildi(!). Şii uleMa sınıfının ve çarşı esnafının kayda değer baskısı, İmami kardeşlerin salıverilmesinde büyük pay sahibiydi. Ayetullah Hacc Ağa Hüseyin Rumî’nin üst düzey devlet yetkililerine şöyle dediği rivayet edilir: “Kesrevi’nin öldürülmesi, namaz kılmak gibi zorunlu bir eylemdir. Ayrıca harhengi bir fetva alınması da gerekmemektedir. Hz.Peygamber’e ve Ehl-i Beyt’e hakaret eden herkesin kanı helâldir”. Tahran çarşısında hazırlanan bir bildiride, Kesrevi’nin öldürüldüğü günü “Yeni bir İslam bayramı ve tarihin şanlı bir günü” olarak nitelendiriliyordu.
Fedâiyân-ı İslam kayıtlarında, Kesrevi’nin katli, örgütü siyasetin ön saflarına taşıyan bir Milad/ başlangıç olarak anılmaktadır. fedaiyan’ın, “Menşûr-i BirâdeRi/ Kardeşlik Yayını” adını taşıyan gazetede yayınlanan “Yabancı, Her Zaman Yabancıdır” başlıklı makalede, Kesrevi’nin öldürülmesi olayı, övücü sözlerle ele alınıyordu.
Dergiye göre; “İlk olarak Ş. 1324/ 1946 yılında kıvılcımlanan bu ateş, İngiliz emperyalistlerinin en büyük oyuncağı, Müslümanları hiziplere ayırmayı kendine görev edinmiş Ahmet Kesrevi’nin hayatına son veren bir yangın olmuştur. Kesrevi’nin beynine sıkılan kurşun, İngilizleri bir süre için geri çekilmeye zorlamıştır”.
NevvAb Tahran’a dönünce, Ayetullah Ebül-Kasım Kaşani ile tanıştı. Onunla 1946 Ağustosunda, 1951 yılı Mayıs ayına kadar devam eden bir ittifak kurdu. Kaşani, Temmuz 1946’da hükümet karşıtı eylemlerinden dolayı tutuklandığında, fedaiyan-ı İslam, Ayetullah’ın serbest bırakılması için yoğun çaba gösterdi. Başbakan Ahmed Kavam/ Kavamüs-Saltana’nın 05 Dey 1326/ 1947’de hükümetten düşürülmesi ile birlikte serbest bırakıldı. Serbest bırakılması, fedaiyan-ı İslam ve Kaşani taraftarlarının önderlik ettiği kamu protestoları ve gösterilerin başlangıcı için bir işaret oldu. Gösteriler, Filistin’deki Yahudi terörünün lânetlenmesinden tutun, petrolün millileştirilmesine destek vermeye kadar uzanan farklı sahalarda düzenleniyordu.
Tahran’da Mayıs 1948 tarihinde Filistinli Araplar için düzenlenen büyük bir gösteride, fedaiyan-ı İslam-Kaşanî koalisyonu binlerce aktif iştirakçi topladı. Bir grup genç fedaiyan-ı İslam üyesi, şu sözlerle başlayan şiir okudu: “Biz İran’ın gençleriyiz/ İslam’ın fedaileriyiz”. Filistin’deki Siyonistler, halk tarafından tel’in edilmişti. Filistin’e, İslami dava uğruna savaşmaya gitmek üzere gönüllüler toplanmıştı. Beşbin kişi gönüllü olarak imza verdikten sonra, fedaiyan-ı İslam İran hükümetince gençlerin Filistin’e gitmesine izin verilmesini isteyen bir bildiri yayınladı. Bildirinin bir bölümünde, “Cesur İslam fedailerinin temiz kanları, Müslüman Filistinli kardeşlerine yardım etmek için kaynıyor” ifadesi bulunmaktaydı. Hükümetin bu talEbi kabul etmemesi, fedaiyan’ın Filistin taraftarlığı şeklinde oluşan aktivite safhasını sona erdirdi.
Şubat 1949’da Şah Muhammed Rıza Pehlevi’ye suikast girişiminde bulunuldu. Saldırganların bağlantıları konusunda çeşitli bilgiler vardı. Suikastten, resmi olarak İran Komünist Partisi “Tudeh” sorumlu tutulmuş ve parti kapatılmıştı. Ancak saldırgan, dini bir gazete olan “Perçem-i İslam/ İslam Sancağı” isimli yayın organına ait gazeteci kartına sahipti. Kaşani, bu komploda parmağının bulunduğu gerekçesiyle onaltı ay süre ile Suriye ve Lübnan’a sürgüne gönderildi. fedaiyan ise, Kaşani ile ittifakından ötürü zanlılar listesindeki yerini aldı. (http://www.haksözhaber.net-22.08.2009/; Dünya İslam Dergisi, sayı: 6, Bahar 1991)
12.Terminoloji
A
-â, -Na: Sıfattan soyut isim yapar. “gerMa”: sıcaklık; “ferahNa”: genişlik.
-Ab, -ob, -o: İran dillerinde, “su” demektir.
-abad, -var: Yer, mesken ve yerleşim birimi bildirir. “Mamur, bayındır” anlamı taşır. Alîabad, Esedabad, Hacıvar, Emirvar.
Abbasi: 1.Dört Şahilik para birimi. 2.Büyük Şah Abbas dönemine ait gümüş sikkeler için kullanılmaktadır.Yakın döneme kadar bu gümüş paralar kullanılmıştır.
Türkiye’de de, Cumhuriyet kurulduktan sonra altın ve gümüş Osmanlı paraları, özellikle altın lira, yarımlık, çeyreklik ve pul altınlar ile Mecidî gümüş paralar 1960-1965’li yıllara kadar kırsal kesimde, özellikle Ege’de ticari faaliyetlerde geçerliliğini korumuştur.
Abdullah Han Zarğâm’üd-Dövle Kaşkaî: Ş. 1308/ 1929 yılında Kaşkayı İlhanı olmuştur. Darab Han’ın oğludur. Babası Darab Han’ın diğer tayfa ileri gelenleriyle mücadelesinden ötürü, yönetimi döneminde büyük problemler yaşamıştır. (http://elxan.blogspot.com)
Acur/ Acır/ Ecir: Ecirlu/ Acirlu/ Âcerlu/ Acurlu, Azerbaycan’ın Kızılbaş Türkmen tayfalarındandır. İran, Türkiye ve Azerbaycan Cumhuriyeti ve diğer Türk yurtlarında “Ecirli/ Ecirlu” adını taşıyan tayfa ve yerleşim birimleri mevcuttur. Bunlardan bir grup, Isfahan’ın kuzeyine yerleşmiştir. Erdebil Şahsevenleri arasında büyük bir Âcirlu/ Ecirlu tayfası bulunmaktadır. Âcirlular, kadim Ağaç-eri’lerin ardılıdır. -Hacı-Hacelu, -Muğanlu, -Talış-Mikâillu ve -Kacarlar/ Kacerler gibi Kızılbaştırlar. Türkçe olan bu kelimenin, Farsça “tuğla” anlamına gelen “âcur” ile bağlantısı yoktur.
Âdine: Cuma günü.
AfrAsyab: Peşneg’in oğlu, Tur’un torunu. Turan padişahı, Keyanî şahlarının çağdaşı. Uzun yıllar İranlılarla savaştı. (Hasan Amîd, s.1230)
agsu/ Aqsu/ aksu: Beyaz su. Terim olarak, ana yataktan ayrılan nehir kolu için kullanılır.
ahund: Özellikle Türkler arasında (Batı Türkistan, Azerbaycan Cumhuriyeti, Güney Azerbaycan ve Kazan) yüksek rütbeli ilim ve din adamlarına verilen bir unvandı. Timurlulardan itibaren medrese muallimi karşılığı olarak da kullanılmıştır. Daha sonraları düşük rütbeli din adamları için kullanılmaya başlamıştır. Günümüzde böyle bir dini rütbe yoktur.
Akkala: Eski Pehlevidej kenti. (Gülistan BV)
alay: Tayfa, güruh, grup ve cemaat. Osmanlılar, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nde bu kelime taburdan büyük askerî birliği ifade için kullanmıştır.
AlemDar Han Keşkûlî Kaşkaî: Meşrutiyet’in ilk şehididir. Şirazlılar ona “Meşrutiyet’in AlemDarı” adını takmıştır. (http://elxan.blogspot.com)
Ali dergâhı: Azerbaycan’da Alevi/ Kızılbaş dergâhlarına verilen isim. Türkiye’deki karşılığı “Cemevi”dir. Dergâhta; üstte Hz. Ali’nin, alt solda Hz.Hasan’ın, sağında ise Hz.Hüseyin’in resimleri asılıdır. Azerbaycan’da Alevi dedelerine “Şeyh” denir. Bkz.→Hanegâh/ Hângâh
Ali Şems Maşınçî (Fabrikatör): 1892 yılında Tebriz’de doğdu. Küçük çaplı bir dokuma fabrikasının sahibiydi. Geçmiş dönemde Komünist Parti İran kompatımanı ile ilişki kurmuş ve finans desteği sağlamıştır. Sovyet Rusya’ya karşı tarafsız bir yaklaşıma sahipti. Azaldlık Cephesi üyesidir. (Cәmil Hәsәnli, XII. Bölüm)
Ali Şebüsteri (Hacc Mirza): 1898 yılında Şebüster’de tüccar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İran ordusunda yarbay olan oğlu İran’ın güneyinde görev yapmaktaydı. Geçimini taşınmaz mülk ve bağının kira geliri ile sağlardı. Meşrutiyet ve Hıyabani hareketine fiilen katılan eski demokratlardan olan yazar ve siyaset adamı Şebüsteri, Tebriz’de Azaldlık Cephesi’nin başkanlığını yürüttü. Azerbaycan Millî Hükümeti’nde, Millî Meclis Başkanlığı yaptı. Mir Cafer Pişeveri ve Sadık Padegan ile birlikte “Tebriz Üçlüsü” olarak anılmıştır. (Cәmil Hәsәnli, XII. Bölüm)
Amuderya: Türkistan’daki Ceyhun nehri.
-ân, -yân, -lan: İran dillerinde gramatik yönden çoğul bildirir. Türkçe’deki karşılığı “-lar, -ler”dir. Bazı durumlarda “yer, mekân” anlamını da verir: şah→Şahan/ şahlar; seg→segân/ köpekler; zen→zeNan/ kadınlar; Turân→TuraNiyan; İran→İraNiyan; Türk →Türkân; Rum/ Rumî→Rumîyân; Afşar→AfşAryan/ Afşarlar; Mutemedî→ Mutemedîyân/ İtimat edilenler. (Aile adı)
-âr: Hafifletilmiş mastarın sonuna gelir. HaRiDar: alıcı; furûhTar: satıcı; girifTar: tutulmuş, tutkun; peresTar: hemşire, hasta bakıcı, tapan; gofTar: söz, şiir.
Âreş-I: İran destanlarında adı geçen Menuçehr zamanının pehlivanı. Ok atmada Mahir idi. Destana göre, Menuçehr ve Turan Hakanı AfrAsyab arasında geçen savaşta, atılacak okun düştüğü yerin İran ile Turan arasında sınır kabul edilmesine karar verildi. İran Pehlivanı Âreş, Tabaristan’ın Amul kentinden bir ok attı. Ok Merv’e ulaştı. Âreş, Keykubâd’ın ikinci oğlu, KeyKavus’un ise kardeşidir.
Âreş-II/ Areşlu (Türkçe, Araş/ Araşlu عرشلو ; Farsça, Areşlu): Areşlu, Afşar il/ ulusu tayfalarından biridir. Bu adı eşsiz halı dokumalarından almışlardır. Araşlu / Erişlu/ Erişli, Türkçe “Eriş/ eriç, arğaç/ argaç” kaynaklıdır. Afşar oymakları, hem İran-Turan efsânesinde geçen “Âreş Pehlivan”, hem de Afşar ilinin bir tayfası olması nedeniyle Âreş/ Areş (Araş) adını erkek çocuklarına isim olarak koymaktadırlar. Günümüzde İran Afşarları arasında çok yaygın erkek adlarındandır.
AvRaman/ OraMan/ HuRaman: Kürdistan’da mıntıka adı. HuRaman ve OraMan/ da denir. (Hasan Amîd, s.1231)
Adl’üd-Dövle Mirza REbi KEbiRi: Merağa 1889 doğumlu. Tudeh Partisi İl Başkanı, maliyeci. Azerbaycan Millî Hükümeti Posta ve Telgraf Bakanı (Post ve Telegraf Veziri).
Ayaz: (Ayaz Oymaq) Sultan Mahmut Gaznevî’nin kölesi. Zekâsı ile padişahın gözdesi idi. (Hasan Amîd, s.1231)
âyetullah: Hüccetül-İslam’dan bir üst seviyede, fetva verEbilen din adamı.
âyetullahül-Uzma: Fetva verme yetkisine sahip, kendine bağlı cemaatı bulunan merci-i taklid de denen üst seviyede din adamı.
Azadîhah Özgürlükçü, hürriyetperver.
B
Baba Yerleri: Batı Azerbaycan Bölge Valiliği merkezi Urumiye kentine 5 km uzaklıktaki Bend köyü bitişiğinde “Baba Yerleri” olarak bilinen bahçede Osmanlı Türkleri’ne ait bir şehitlik bulunmaktadır. Bend köyü, Urmiye’nin mesire yerlerindendir. Cuma günleri Urumiye halkı arabalarıyla buraya gider, oğlanlar kız, kızlar da oğlan beğenir. Bu mesire yeri, mutlu evliliklere vesile olur. (Azeri Türkçesi Dil Kılavuzu, s.25)
Babul: Bârfurûş kenti. (Mazenderan BV)
Babulser: Meşhedser kenti. (Mazenderan BV)
Bağdat: Kentin unvanları; Medinetüs-Selam (EyyuBi, İlhanlı, Celayir ve Safevi dönemleri) ve Darül-EMare’dir. (EyyuBi, İlhanî, Celayir ve Safevi dönemleri)
Bahadır Han Kaşkayi: Söhrab Han Kaşkayi’nin oğludur. Muzaffereddin Şah Kacar trafından “Bahadırüs-Saltana” unvanı ile taltif edilmiştir. Kahraman bir şahsiyettir. Laristan Beglerbegi Hacc Rüstem Han ile mücadelesi Şair Mezun tarafından destanlaştırılmıştır. (http://elxan.blogspot.com)
Bahşdar: Nahiye müdürü.
bâlâ: Genellikle yerleşim birimlerinin sonuna gelir. “Yukarı ve üst” anlamına gelir. Bir yerleşim biriminin, diğerine göre yukarıda veya üstünde olduğunu ifade eder.
-bân, -vân, -vâne, -bud, -bed: saye/ gölge→sâyebân/ gölgelik; merz/ sınır→ merzbân/ hudut memuru, sınır muhafızı; muğ→muğbed, mubed/ Zerdüşt rahibi, mubedân-ı mubed→Rahiplerin rahibi, baş rahip.
bank-ı Keşaverzî: Ziraat bankası.
Bârfurûş: Babul kenti. (Mazenderan BV)
bayan/ bayanlu: 1.“Bayan” kelimesi, Türkçe-Moğolca bir kelime olup, “Zengin, kudretli ve güçlü” demektir. Bu kelime, kadim Avar, On-Ogur, Uygur Türkleri ile diğer Altay kavimleri dillerinde de aynı anlamda kullanılmış ve kullanılmaktadır. “Bayan”, Uygur Türklerinin ulu hakanı, “Zengin, şehzade” manasına gelen “Bayançur” lakabı olarak kullanmıştır. “Bayan” kelimesini, “Bugban” şeklinde Rusça’da da görmekteyiz. Slav dilerinde, ayrıca Macaristan ve Balkanlarda “vali” karşılığı “ban” olarak kullanılmıştır. “Bayan” unvanı, Türk tayfası olan Oğuz “Bayandur/ Bayındır/ Bayındur/ Bayandır”larda kullanılmıştır. Buradaki “dur/ dır” çoğul ekidir. “Çavuldur”, “Bahadur/ Bahadır” vb. “Bay” kelimesi de aynı kaynaklıdır. 2.İran’da kullanılan Türk etnonim ve toponimlerinden.
-be, -bâ: Türkçe’deki “-lı, -li…” eki ile yapılmış sıfatların kurulmasına yarar: bâ-haber: HaberDar, bâ-Safa: Temiz, hoş, safalı; bâ-hûş: Akıllı, zeki.
beg: Bey.
beglerbegî: Beylerbeyi. beglerbeg/ beglerbegi hakkında bkz.→Farsça’ya Geçmiş Türkçe Kelimelere Örnekler
Bektaş: 1.Harezm padişahlarınından birinin adı. 2.Türk pehlivanlarından. 3.Bektaşî tarikatının kurucususunun adı. (Hasan Amîd, s.1233) Bektaş hakkında bkz.→Farsça’ya Geçmiş Türkçe Kelimelere Örnekler
bele buRi/ bele burun: Türk aşiretlerinde, damat evinin gelin kızı isteme sırasında dünürlük geleneği seramonisi.
Belh: Eski “Bebâ” kenti. (Arap, Sasani, Emevi, Abbasi ve Gürgânî dönemleri)
Beylerbegî Afşar: (Afşar) Beylerbeyi/ Beylerbegî. Nadir Şah Afşar, huzuruna kabul ettiği beylerine şöyle derdi: بيگلرآقا خوش گلديز / Begler Aga hoş geldiz! (Seyyid Ali Mirniya, Îlât ve Tavâyif-i Deregez, s.89)
Belde-i Tayyibe: Hemedan kentinin eski unvanı.
Bender Enzeli: Eski Bender Pehlevi kenti. (Gilan BV)
Bender Ferahnaz: Lahican kentine bağlı Hasan-Kiyâde kentinin eski adı. Halen Bender-Kiyâşehr. (Gilan BV)
Bender Pehlevi: Bender-Enzeli kentinin eski adı. (Gilan BV)
Bender-Şah: Bender-Türkmen kentinin eski adı. (Gülistan BV)
Bender-Şahpur: Halen Bender-Humeyni liman kenti. (Huzistan BV)
Berda’: Azerbaycan’da yerleşim birimi. (İlhanlı dönemi)
Bername: Program.
Bezm-i Kubad: Sasani dönemi Mezopotamya şehirlerinden. (Emevi dönemi)
-Bi, -Na: Türkçe’de “-sız, -siz, -suz, -süz” ile yapılan sıfatların karşılığıdır. Farsça’da isimlerin başına gelir. Bi-edeb: Edepsiz veya Bi-hayâ, utanmaz; Bi-dâniş: Bilgisiz; Na-dân: Cahil, Na-merd: Korkak, alçak, sözünden dönen; Bi-Namus: Namussuz.
bihdaşt: Sağlık.
Bi-kâr: İşsiz, işi gücü olmayan.
Bime: Sigorta.
Dostları ilə paylaş: |