Dış lastik bak lastik



Yüklə 2,3 Mb.
səhifə4/324
tarix03.01.2022
ölçüsü2,3 Mb.
#48986
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   324
dışadönüklük, İsviçreli psikiyatri bilgini Cari Jung'un kuramına göre, dikkat ve ilgi çekme güdüsü ile dış uyaranlara (özellikle başka insanlara) yanıt verme eğiliminin biçimlendirdiği kişilik özelliği. Aşırı dışadö- nük kişi, toplumca benimsenme dürtüsüyle eylem ve düşüncelerinde bağımsızlığını yitirerek, toplumun yargılarına aşırı bağımlı ve saldırgan duruma gelebilir. Jung'dan sonraki araştırmacılar, hiç kimsenin tümüyle dışadönük ya da içedönük olarak tanımla- namayacağını ve insanların büyük bölümünün Jung'un bu iki tiplemesi arasında yer aldığını öne sürmüşlerdir. Karş. içedö- nüklük.

"Oduncu", Maurice de Vlaminck'in dışavurumcu anlayışla gerçekleştirdiği bir yağlıboya çalışması, 1905

Anadolu Yayıncılık Arşivi
dışavurumculuk, ekspresyonizm olarak da bilinir, aşırı öznellikle şiddetli duygulara yer veren ve herhangi bir alanda anlatım olanaklarının sınırını zorlayan sanat akımı. 1900-35 arasında özellikle Orta Avrupa'da gelişen akım, doğayı ve toplumu nesnel bir bakış açısıyla betimlemeye karşı çıkarak, öznel ya da içsel gerçeğin yansıtılmasını savunmuştur. Özellikle Almanya'da sanat

dallarının hepsinde etkili olmuş, sanatta, hem de toplumda kabul edilmiş biçim ve geleneklere bir başkaldırı niteliği taşımıştır. Alman dışavurumcuları ordu, okul, ataerkil aile ve imparatorluk gibi kurumların yerleşik otoritesine karşı çıkmış, toplum dışına itilmiş yoksulların, ezilmişlerin, akıl hastalarının, sokak kadınlarının ve eziyet edilen gençlerin yanında yer almışlardır. Akım, özellikle yaratıcı yetenekteki sanatçılara yeni bir düzenin ve yeni bir insanın yaratılmasında öncülük yapma gibi yüce bir görev yüklemiştir.

Eski dönemlere ait sanat ürünlerinde, naif ve ilkel sanatta ve çocuk resimlerinde ilk belirtileri görülen dışavurumculuk, en yetkin ve güçlü anlatıma görsel sanatlarda kavuştu. Çizgi ve renk doğadan bağımsız kılınarak duygusal tepkileri yansıtmak amacıyla olabildiğince özgür bir biçimde kullanıldı.Kalın boya hamuru, yoğun renk, karşıt değerler ve biçimleri bozma (deformas- yon) hem Fransız, hem de Alman dışavurumculuğunun en tipik özellikleri oldu. Örneğin Fransa'da fovistler, van Gogh, Gauguin, Seurat ve Cezanne gibi dört büyük ard izlenimcinin doğalcılık karşıtı eğilimlerini benimsediler. Henri Matisse,

dışık 112



Albert Marquet, Maurice de Vlaminck, Andre Derain, Raoul Dufy, Kees van Dongen ve Georges Rouault'dan oluşan fovistlerin, 1905-10 arasında Salon des In- dependents (Bağımsızlar Salonu) ve 1905- 14 arasında Salon d'Automne'da (Güz Salonu) açtıkları sergilerde yer alan parlak renkli resimleri, burjuva Fransız toplumuna birer saldırı gibiydi (bak.
fovizm). Aslında Rouault'un dışındaki öbür fovistler ruhsal bir bunalımı yansıtmaktan çok, yeni renk uyumlarının peşindeydiler. Dışavurumculuk akımı içinde kısa bir süre yer alan başka Parisli sanatçılar arasında Pablo Picasso, Georges Braque, Robert ve Sonia Delau- nay, Joan Mı'ro ve Marc Chagall vardı. En sürekli ve ısrarlı Parisli dışavurumcu ise, geliştirdiği yoğun duygusal anlatım ve çılgınca bir boyama düzeninin egemen olduğu üslubuyla Chaim Soutine idi. Dışavurumculuk bir akım olarak Almanya'da I. Dünya Savaşı öncesinde gelişmeye başladı. 1905'te Dresden'de kurulan ve Ernst Ludwig Kirchner, Erich Heckel, Kari Schmidt-Rottluff, Max Pechstein, Emil Nol- de gibi sanatçılardan oluşan Die Brücke(*), yaşama ve sanata yeni bir yaklaşım biçimi yaratmak için oluşturulmuş, "cemaat" benzeri bir gruptu. Norveçli dışavurumcu Ed- vard Munctı'un hastalıklı, karamsar resimleri, Nietzsche, Walt Whitman ve August Strindberg gibi şair ve yazarların yapıtları, bu grup üzerinde güçlü etkiler bıraktı. Die Brücke ressamları kaba ve ilkel vahşi renkler, kalın, bazen çapaklı, yer yer de eski Alman ağaç baskılarım anımsatan çizgiler kullandılar. Bir yandan da ağaç baskı sanatını yeniden canlandırarak bu teknikle oymabaskılar yaptılar. Resimlerinin çoğu kabaca bir adiliğin ve çağdaş yaşamdan duyulan umutsuzluğun ifadesiydi; ya da bu yapıtlar, Nolde'de olduğu gibi ilkel bir anlatım aracılığıyla tinsel arayışı yansıtıyordu. Der Blaue Reiter(*) adlı grubun ilk üyeleri Rus Vassili Kandinsky ve Alexey von Jaw- lensky ile Alman Franz Marc, Gabriele Münter, August Macke ve İsviçreli Paul Klee idi. Topluluk olarak çağdaş yaşamın çelişkile- riyle Die Brücke kadar daha az ilgilenmiyorlar, daha çok sanatın biçimsel sorunlarına yöneliyorlardı. Oldukça esnek kurallarla bir araya gelmişlerdi ve resimlerinde doğanın arkasındaki tinsel gerçeği ortaya çıkarmayı amaçlıyorlardı. Grubun önderi Kandinsky, renk ve çizgi aracılığıyla insanın tinsel yanlarını ortaya çıkaran çalışmaları ile temsili olmayan, salt soyut sanatın itici gücünü oluşturdu. Viyanalı Egon Schiele ile Oskar Kokoschka da dışavurumculuğun gelişmesine önemli katkılar yapan sanatçılardı. Edebiyatta dışavurumculuğu önemli derecede etkileyenlerden biri, gelecekçi İtalyan yazan Marinetti'ydi. Çeşitli bildirge ve yazılan Herwarth Walden'in Berlin'de çıkardığı haftalık Der Sturm dergisinde yayımlanan ve 1912-13'te Berlin'deki toplantılarda ya- pıtlannı okuyan Marinetti, dışavurumcu yazarların gelişiminde önemli bir rol oynadı. Marinetti'nin, kısa ve kopuk tümcelerle dile getirdiği, duygu ve heyecan yüklü tartışmalarından etkilenen Alman şair August Stramm, önceki yapıtlarını bir yana bırakıp bir dizi ad, birkaç sıfat ve eylem kullanarak yeni bir şiir üslubu geliştirdi. Dış öğelerden arındırılmış bu yoğun şiir, duygunun özüne varabilmek için anlatı ve betimlemeyi ortadan kaldıran dışavurumcu resmin sözel karşılığıydı. Der Sturm dergisi çevresinde toplanan Else Lasker-Schüler, Georg Trakl, Georg Heym ve Gottfried Benn gibi şairler, Stramm'ın yapıtlannı örnek aldılar.

Bu şairlerin çoğunun temel özelliği, renkli imgeler kullanmaları ve çağdaş kent yaşamındaki yozlaşma üzerinde durmalarıydı. Daha sonraki dışavurumcu edebiyatın başlıca konusu, kuşaklar arası çatışma ve yeni insanın doğuşu oldu. Bireyin kural tanımaz bir otoriteye karşı verdiği mücadeleyi güçlü eğretilemelerle anlatan Franz Kafka'nın Die Verwandlung (1915; Değişim, 1959), Der Prozess (1925; Duruşma, 1960/Dava, 1968) ve Das Schloss (1926; Şato, 1966) adlı yapıtları, kısa zamanda klasikler arasına girdi. Öte yandan Praglı yazar Franz Wer- fel'in duygusal şiirlerden oluşan Der Welt- fruend (Dünya Dostu) adlı kitabı, coşkulu bir insanlık ve kardeşlik çağrısını dile getiren ve I. Dünya Savaşı'nın görülmemiş vahşeti sırasında bile süren bir edebi geleneği başlattı.

Franz Marc, August Macke, August Stramm ve Georg Trakl gibi birçok yetenekli genç ressam ve şair, I. Dünya Savaşı'n- da öldü. Aralarında Kirchner'in de bulunduğu bazılarıysa ruhsal çöküntü içine girdiler. Ama dışavurumculuk güçlendi ve 1918 Alman Devrimi'ni izleyen dönemde, resmî kültür akımı haline geldi. Toplu çalışma ve parasal destek gerektiren tiyatro, opera ve sinema gibi sanat dallarında savaştan sonra doruğuna varırken, görsel sanatlardaki yenilikler ya büyük ölçüde durakladı ya da Georg Grosz'un keskin taşlamalarla dolu çizimlerinde ve Max Beckmann'm güçlü resimlerinde olduğu gibi toplumsal eleştiri amacıyla kullanıldı.

1918'de Berlin'de sahnelenen Ernst Tol- ler'in Die VVandlung (Dönüşme) adlı oyunu, tiyatro alanında dışavurumculuğun başlangıcı oldu. Yapıt, daha sonraki birçok dışavurumcu oyunda olduğu gibi, yazarın ikinci kişiliğini canlandıran ve çeşitli aşamalardan geçerek vardığı aydınlanma noktasında, halkın devrim yolunda ilerlemesine önderlik eden bir baş karakter üzerinde yoğunlaşıyordu. Olay örgüsünden ve psikolojik karakter incelemelerinden çok dile önem verilmiş çok lirik bir üslup kullanılmıştı.

1920'lerde Almanya'da sık sık sahnelenen İsveçli August Strindberg'le Alman Frank Wedekind'in yapıtları, dışavurumcu tiyatronun gelişimini etkiledi. Özellikle Wede- kind, aile kurumuna yönelttiği saldırılarla konu açısından, yoğun diliyle de üslup açısından dışavurumculuğun öncülerinden oldu.

Dışavurumcu oyunların çoğunda, çocukla- nn ana babalarını suçladıklan, sık sık saldırıya ve öldürmeye varan şiddet eylemlerine de başvurarak bağımsız bireyler olduklarını kanıtlamaya çalıştıkları sahneler yer alıyordu. Baş karakter (ya da yazarın kendisi), genellikle uzun monologlarla ruhunu açığa vuruyordu. Bu monologlarda açık ifadelerden çok dışavurumcu bir "çığ lık"ın duyulabilmesini sağlayacak, kesin olmayan bir dil kullanılıyordu. Aileyi ya da toplum kurallarına boyun eğen kişileri temsil eden ikincil karakterler ise genellikle birer kukla olmaktan öteye gitmiyordu. Önemli Alman dışavurumcu oyun yazarları arasında Cari Sternheim, Ernst Toller, Georg Kaiser, Reinhard Sorge, Walter Hasenclever, Reinhard Goering ve Fritz von Unruh vardır. Almanya dışında dışavurumcu teknikler kullanan yazarlar arasında ise ABD'li Eugene O'Neill ve Elmer Rice sayılabilir.

Dışavurumcu sahne tekniklerinden büyük ölçüde etkilenen ilk filmler, başkişinin öznel iç dünyasını dekor aracılığıyla iletmeye çalıştı. Bunlann en ünlüsü olan Das Kabi- nett des Dr. Caligari'de (1919; Dr. Caligari' nin Muayenehanesi) deli bir adam, deli bir kadına, akıl hastanesine gelişinin öyküsünü kendi kurduğu biçimiyle anlatıyordu. Dekor olarak kullanılan biçimleri çarpıtılmış sokaklar ve evler, bir delinin dünyasını yansıtıyordu. Öteki karakterler, özel makyaj ve giysiler kullanılarak soyut görsel simgelere dönüştürülmüştü. Film çok etkili oldu ve aşırı görselliğe dayanan üslubu

Robert VVİene'nin dışavurumcu bir anlatım kullandığı Dr. Caligari'nirı Muayenehanesi adlı filmden bir sahne, 1919

Ana Yayıncılık Arşivi


Caligaricilik olarak adlandırıldı. Ama bu üslup temaları açısından kısıtlıydı; kısa bir süre sonra yerini Fritz Lang, Paul Leni ve F. W. Murnau gibi yönetmenlerin daha romantik özellikler taşıyan dışavurumcu üslubuna bıraktı. Kuzey ülkelerinin mitlerini ve peri masallarını araştıran bu yönetmenler, ürkütücü ve büyüleyici Alman köylerini, şatolarını ve ormanlarını dekor olarak kullandılar.

Besteci Arnold Schoenberg'i, Kan- dinsky'yle olan dostluğu ve Der Blaue Reiter yıllığına katkısından dolayı dışavurumcu olarak değerlendirenler varsa da, müzikte dışavurumculuk en doğal anlatımını operada bulmuştu. Paul Hindemith'in, Kokoschka'nm ilk dışavurumcu oyunlardan sayılabilecek Mörder; Hoffnung der Frauen (1919; Kadınların Umudu Cinayet) adlı yapıtından yola çıkarak bestelediği opera ve August Stramm'ın Sancta Susanna'si (1922; Azize Susanna) dışavurumculuğun müzik alanındaki ilk örnekleriydi. Dışavurumcu operanın en seçkin örneklerini Wozzeck ve Lulu ile Alban Berg verdi. 1920'lerin ortalarındaki düş kırıklığı ortamında gücünü yitiren dışavurumculuk, 1933'te, Naziler iktidara geldikten sonra da kesin bir yenilgiye uğradı. Dışavurumcu yapıtların hemen tümü yozlaşmış sanat (entartet) ürünleri olarak damgalandı. Dışavurumcu yayınlar ve oyunlar yasaklandı, yazarların çalışmasına bile izin verilmedi. Dışavurumcu sanatçıların çoğu Almanya dışına, birkaçı da ABD' ye gittiler.


Yüklə 2,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   324




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin