Tanımı. Dilin birçok tanımı yapılmıştır. Dil, bir yaklaşıma göre, düşüncelerin, sözcük haline getirilmiş sesler aracılığıyla anlatılmasıdır. Ama bu tanım düşünce öğesine fazla ağırlık vermektedir. Dil, düşünce dışında kalan, bilinçsiz varlık alanlarını, duyguları, düşleri de kapsar. Kesin bir tanımdan önce, dilin bazı özelliklerinin belirtilmesi gerekir.
-
Fizyolojik ve zihinsel özürleri olmayan bütün insanlar, çocukluklarında, gırtlak ve ağızlarında bazı organların hareketlerinden doğan sesleri bir sesli iletişim sistemi haline getirmeyi ve öbür insanlarla iletişimlerinde bu sistemden hem işitici, hem de konuşucu olarak yararlanmayı öğrenirler.
-
Farklı sesli iletişim sistemleri yeryüzündeki farklı dilleri oluşturur. Farklı bir dilin ortaya çıkması için gerekli farklılık derecesini çok kesinlikle saptamak olanaklı değildir. Ama bu, örneğin iki Almanın farklı diller konuşması anlamına da gelmez. Eğer bir insan bir başka insanın dilini özel bir öğrenim görmeksizin anlayamıyorsa, bu iki insan farklı diller konuşuyorlardır. Buna karşılık, belirli bir dil içinde anlaşmayı güçleştiren, ama kesin olarak engellemeyen farklılıklara lehçe farklılığı denir.
-
Çoğunlukla insanlar önce bir tek dil öğrenirler. Çocuğun ailesinin ya da doğup büyüdüğü ortamdaki insanların konuştuğu bu dile anadili adı verilir. Bir çocuğun iki dili birden öğrenerek büyüdüğü durumlar enderdir.
-
Bu özellikleriyle dil, insana özgü bir yetenektir. Öteki türlerin de seslerle ya da başka araçlarla birbirleriyle iletişim kurabildikleri bilinmektedir, ama insan dilinin en önemli özellikleri olan çift eklemliliğe, tutumluluğa, sınırsız üretkenliğe ve yaratıcılığa hiçbir hayvan türünün iletişiminde rastlanmaz. İnsanların konuşma konulan sınırsızdır. Dilin kapsayamayacağı hiçbir alan yoktur. Oysa hayvanların iletişim konuları, üreme ve sağ kalma gibi en temel gereksinimlerle sınırlıdır. Papağan gibi insanların yanında uzun süre bulunan kuşların çıkardığı, sözcüklere benzeyen seslerin de iletişim amacı taşımadığı bilinmektedir. Bu tür sesler, canlılardaki öykünme dürtüsünün ürünüdür.
Dilin önemi ve gücü ilk çağlardan beri vurgulanmıştır. Adlandırma, nesnelere ad verme, dilin yalnızca bir yönü olsa da, ilk insanlar için büyüleyici bir değer taşımıştır. Birçok kültürde adlandırma yeteneği, nesneler üzerinde denetim kurmanın, onlara sahip olmanın en kesin yolu olarak görülmüştür. İlkel kültürlerde insanların adlarını yabancılara açıklamaktan kaçınmaları da buna bağlanabilir.
Geçmişte, dilin tanrısal bir kökeni olduğuna inanılırdı. Eski Sami inançlarım yansıtan Eski Ahit'te, Âdem'in dünyadaki yaratıkları Tanrı'nın yardımıyla adlandırdığı anlatılır. Hindu dinine göre de dili, tanrı İndra yaratmıştır. İskandinav mitolojisinde rünik alfabeyi yaratan tanrı Odin'dir. Gene Eski Ahit'in Tekvin bölümünde, başlangıçta bütün dünyanın "dilinin bir, sözünün bir" olduğu belirtilir. Ama insanlar gökyüzüne ulaşacak bir kule (Babil Kulesi) yapmaya kalkışınca, Tanrı onların dillerini böler ve böylece birbirlerini anlamalarım önleyen birçok dil ortaya çıkar. Arap inançlarında da yazıyı ve dili Adem'e veren Tanrı'dır.
18. yüzyılda, özellikle Alman romantizm felsefesinde "kökenler" kavramının önem kazanmasıyla dilin doğuş ve gelişme koşullan konusu bir kez daha gündeme gelmiştir. Ancak dilin hangi koşullar altında ortaya çıktığı ve ilk dillerin neye benzediği soruları bugün henüz tam anlamıyla açıklığa kavuşturulamamıştır; çünkü şu ya da bu biçimde dilin doğuşu, Homo sapiens'in ortaya çıkışıyla eşzamanlıdır. Oysa bugün var olan ilk yazılı belgeler en çok 5 bin yıl öncesine gitmektedir. İnsanlar dil üzerine düşünmeye başlayınca, dilin düşünceyle ilişkisi de kaçınılmaz olarak gündeme gelir. Aristoteles'e göre "Konuşma, zihnin yaşantılarının temsil edilmesidir". Aristoteles'in bu tanımı, yakın zamanlara değin bütün bir Batı düşünce geleneği üzerinde etkili olmuştur. 17. yüzyılın usçu felsefesi de dil konusunda benzer bir görüş öne sürer. Konuşma, düşüncenin bu amaç için yaratılmış göstergelerle ifade edilmesidir ve düşüncenin farklı yönlerini ifade etmek için de farklı sözcük türleri ortaya çıkmıştır. Düşünce öğesine ağırlık tanıyan bu usçu yaklaşımın sakıncası şudur: Düşünce kavramının kapsamını ya fazla geniş tutmakta ve böylece içeriğini de bulanıklaştırmakta ya da fazla daraltarak dilin birçok işlevini dışarıda bırakmaktadır. Oysa günlük yaşamda dilin dar anlamıyla düşünceleri açıklamaktan başka işlevleri de vardır. Bu yaklaşım, bir başka açıdan, Condillac ve Herder gibi 18. yüzyıl düşünürlerince de eleştirilmiştir. Usçu felsefe, dilin daha önce
149 dil
var olan düşünceleri anlatan bir araç olduğunu savunur. Oysa Herder'e göre dilden önce, dilden bağımsız bir düşünce olamaz. Düşünce de dille birlikte ortaya çıkmıştır. Bu açıdan, farklı dillerin farklı düşünce yapılarına denk düştüğünü söylemek yanlış olmaz. İnsanlar ve kültürler arasındaki farklılık, bir bakıma diller arasındaki farklılıktır.
Dilin bilimsel tanımı, ancak 19. yüzyılda F. de Saussure gibi dilcilerin çabalarıyla çağdaş genel dilbilimin kurulmasından sonra yapılabilmiştir. Dil temelde, bir kavramla bir ses imgesinin (o sesin zihindeki karşılığının) birbirine bağlanmasından doğar. Bu bağlanma, doğal ve zorunlu değil, saymaca bir bağdır. Örneğin "köpek" kavramı için İngilizler dog. Almanlar Hund, Fransızlar chien seslerini kullanırlar. Bununla birlikte, kavram-ses imgesi bağının aynı toplumun üyeleri için zorunlu olması gerekir; yoksa toplumsal anlaşma olamaz. İnsan dilini bütün hayvan dillerinden ayıran iki temel özellik vardır. Önce, insan dili, hayvan dilleri gibi kalıtım yoluyla değil, toplumsal çevre içinde öğrenim yoluyla elde edilir. Kuşaktan kuşağa farklı koşullar içinde gerçekleşen bu öğrenim süreci içinde dil de değişikliğe uğrayabilir. İnsan dilinin çeşitliliğine karşılık hayvan dillerinin değişmezliği, bu iki edinim biçimi arasındaki farkın sonucudur. İkinci olarak, insan dilinin öğeleri olan göstergeler, son derece küçük parçalara ayrılabilir. Bu küçük parçaların değişik biçimlerde birleştirilmesiyle yeni dil öğeleri, yeni anlamlar, yeni sözcükler doğar. Hayvan dillerinde böyle bir bölünme ve eklemlenme özelliği yoktur. Kısaca söylemek gerekirse, dil toplumsal yaşamın hem ifadesi, hem de varlık koşuludur; hem sonuçtur, hem neden.
Dostları ilə paylaş: |