Din ve toplum. Toplumsal bir olgu olarak din, öncelikle toplum yaşamındaki düzensizlik ve çatışma eğilimlerine bir düzen getirme çabasıyla ilişkilendirilebilir. Kişisel ve toplumsal bunalımların sürekliliği, insan kavrayışını aşan bir gizem ve anlamsızlık duygusu, bu nesnel eğilimlerin dışavurumudur. Toplumların bunalımları aşabilmek ya da hafifletebilmek amacıyla geliştirdiği düşünsel, hukuksal, ahlaksal ve büyüye dayalı sistemler, gerçekliğin sürekli aşındırıcı direncini aşamadığı sürece bir noktada etkisiz kalır. Buna karşılık dinler, belirli bir toplumsal grubun temel bunalımlarım ve anlamlandırma sorunlarını, yaşanan gerçekliği "öteki" gerçeklik yönünde aşarak tanımladığı, bu sorunlan hafifletmenin temel yollarını belirlediği ve bütün çabalara karşın bunalımların önünün alınamamasına bir açıklama getirdiği inanç ve davranış bütünleri olarak görülebilir. Din sosyolojisinde Fransız okulunun kurucusu sayılan Emile Durkheim (1858-1917) bu bağlamda dinin, "bilimin ötesine geçmek ve bilime zamanından önce son sözünü söyletmek" zorunda olduğunu belirtir. ABD'li sosyolog Talcott Parsons'a (1902-79) göre, insan deneyiminin en genel kategorileri olan istekler, değer yargıları ve kavramsal düşünce, sırasıyla her birinin olumsuzlaması olan acıdan, haksızlıktan ve yanlıştan korunabilmek için dinsel davranışı kendiliğinden doğurur.
Din, işlevsel bakımdan, bir ölçüde çelişen iki tür gereksinmeye karşılık verir. Bir yandan toplum düzeyinde sürekliliğin ve istikrarın korunması, bireysel davranışların önceden kestirilebilmesi, bireylerin bunalım koşullarındaki olası yıkıcı tepkilerinin denetlenebilmesi gerekir. Bireyler düzeyinde ise gerilim, suçluluk, boğuntu ve hüsran duygularının üstesinden gelinebilmelidir. Ama toplumda bütünleşmeyi pekiştiren süreçler, bireyleri yeni özverilere zorlayarak boğuntu duygusunu daha da güçlendirebilir; buna karşılık bireyler de kurtuluşu toplumsal düzeni sarsacak yollarda arayabilir.
Dinin gerçekte birbirini bütünleyen bu iki karşıt işlevi, dinsel örgütlenmenin ya da dinsel birliğin değişik türlerinde yansımasını bulur. Hiyerarşik biçimde örgütlenmiş dinsel kurumlar (örn. Hıristiyanlıkta kilise) ilke olarak bütün toplumla örtüşmeyi, dolayısıyla en ileri bütünleşmeyi amaçlar; bu nedenle öğretiye uygun doğru davranış biçiminden çok, biçimsel ayin kurallarına ve inanç ilkelerine ağırlık verir. Alman kilise tarihçisi Ernst Troeltsch'e göre Hıristiyanlıkta kilise, devletle ve egemen sınıflarla bütünleşerek, toplumsal düzenin ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştür. Buna karşılık mezhep ve tarikat biçimindeki dinsel örgütlenmeler, ilke olarak, başat iktidar yapılarının dışında kalmış grup ve bireylerin gereksinmelerini karşılamaya dönüktür. Hiyerarşik bir örgütlenmenin bulunmadığı ve din bağının, doğuştan belirli bir toplumun üyesi olmakla kendiliğinden örtüştüğü dinler ise (büyük ölçüde İslam, bir ölçüde Yahudilik, Budacılık, Hinduizm) din birliğinin ne ölçüde "kurumlaştığı" ya da ne ölçüde "yatay- laştığı" bakımından incelenebilir. Örneğin genellikle kurumlaşmamış sayılan, yatay birliğin ağır bastığı Hindu dininin tarihindeki belirli dönemlerde örgütlü, bir ölçüde hiyerarşik bir ruhban düzeni (Brahmanlık) egemen olmuştur. Budacılığın Theravada
163 din
kolunun ağırlıkta olduğu ülkelerde de (örn. Tayland) sangha (keşiş örgütlenmesi) karmaşık bir kilise yapısını andınr.
Din sosyolojisinin en önemli kuramcılann- dan Max Weber (1864-1920) üst ve alt sınıflara özgü dinsel yaklaşımlar arasındaki karşıtlığı da vurgular. Weber'e göre üst sınıfların dinsel yaklaşımı, yeryüzündeki kötülüğü Tanrimn mutlak iyiliği ve doğruluğu ile özürlendirmeye çalışır, yeryüzünde varlıklı grupların kayırılmasını gerekçelendi- ren inanç ilkeleri ile ayinlere ağırlık verir. Oysa toplumun güçsüz kesimleri acı çekmeyi yücelten, hatta kurtuluş yolu sayan, yeryüzünde kazanılan başarıları küçük gören öğretilere bağlanma, Hinduizm ve Bu- dacıhkta olduğu gibi yeniden doğuş ülküsünü yüceltme eğilimindedir. Dinsel gruplar içindeki çatışmalar genellikle bu toplumsal karşıtlıkları yansıtır. Örneğin Yahudiliğin ilk dönemlerinde peygamberler ile kuralcı dinsel önderlerin çatışması, yarı göçebe çobanlar ile yerleşik çiftçiler, topraksızlar ile toprak sahipleri, zanaatçılar ile soylular arasındaki çatışmaların bir yansımasıdır.
Öte yandan dinlerin inanç ilkeleri, simgesel anlatım biçimleri ve tapınma kuralları, özellikle halk kültürünün özgün yapılarıyla iç içe geçtikçe seçmeci ve karma bileşimler de ortaya çıkabilir. Hemen hiçbir dinin, tarih boyunca yayıldığı bütün ortamlarda, bütün öğeleriyle bağdaşık bir sistem özelliğini koruduğu söylenemez. Durkheim'a göre hiçbir din tek bir düşünceye, uygulandığı koşullann farklılığına karşın özünde değişmez kalan tek bir ilkeye bağlanamaz. Her din, birbirinden ayrı ve görece tekilleşmiş parçaların oluşturduğu bir bütündür. Gene her din, her biri belirli bir özerklik kazanmış değişik kültlerin birliğinden oluşur.
Dinin toplumsal işlevleri arasında aile yapılarının korunması da büyük önem taşır. Bütün toplumlarda cinsel davranışı, üreme etkinliğini, statü dağılımını ve bireyin toplumsallaşması sürecini düzenleyen kültürel çerçeveler, başka yapıların yanı sıra dinsel kurumlarca da gözetilir. Akrabalık düzeninin toplumsal örgütlenmenin odağı olduğu toplumlarda bu, özellikle geçerlidir. Bu tür bazı toplumlarda ailelere özgü tanrılar ve atalara tapınma, dinsel yaşamın ağırlıklı boyutunu oluşturur. Günümüzde birçok toplumda, aile üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen ahlak kuralları genellikle dinsel yaptırımlara bağlanır. Aile biriminin ağırlığının görece azaldığı toplumlarda da bireyin toplumsallaşması sürecinde dinsel öğeler önemini korumaktadır. Günümüzde de aynı dinsel topluluk içinden eş seçimi yaygındır ve ailenin temel yapısı dinsel normlarla desteklenmektedir.
Dinin ekonomik yaşam üzerinde çok yönlü etkileri vardır. 20. yüzyılın başında Weber'- in, Kalvenciliğin aşırı tutumlu, ekonomik kazancı kişisel zevkler için harcamayı yadsıyan iş ahlakı ile hızlı kapitalist gelişme arasında bağ kurmasından bu yana, dinin ekonomik gelişme ve kalkınmayla ilişkisi üzerinde birçok genelleme ortaya atılmıştır. Aynca ibadet zamanları ile bayram, yortu ya da şenlik günleri pek çok toplumda çalışma sürelerini ve temposunu belirleyen etmenler arasındadır. Hindu kast sisteminde meslek seçimi dinsel kurallarla belirlenir. Birçok toplumda mal ve hizmetlerin ekonomik değeri, değerin dinsel tanımından da etkilenir. Hak ve haksızlık ölçülerini belirleyen dinsel kurallar servet dağılımını etkiler. Öte yandan dinsel örgütlenmeler, bunların etkinlikleri ve dinsel yapı inşaatları bazı toplumlarda maddi kaynakların önemli
din 164
bölümünü soğurabilmektedir. Değişik toplumlarda genel ekonomik verimlilik düzeyi ile dinsel amaçlı maddi kaynak harcamalarının genellikle ters orantılı olduğu gözlenmektedir.
Dostları ilə paylaş: |