Dış lastik bak lastik



Yüklə 2,3 Mb.
səhifə23/25
tarix08.04.2018
ölçüsü2,3 Mb.
#47893
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   25
diş minesi bak. mine

diş sıkışması bak. aerodontalji

dişbudak, zeytingiller (Oleaceae) familyasının Fraxinus cinsinden, genellikle kışın yapraklarını döken 70 kadar ağaç türünün ortak adı. Odunu ve güzel görünümü nedeniyle değerli olan bu ağaçlar Kuzey Yarıkü- re'de yaygındır. Karşılıklı dizilmiş tüysü yaprakları tek sayıda, ender olarak da tek bir yaprakçıktan oluşur; meyveleri kanatlı ve tek tohumludur. Gövde kabuğu kuvvet ilacı olarak kullanılan bir glikozit (fraksin) içerir. Genellikle göze çarpmayan çiçekleri erdişi ya da tek cinslidir; bazı türlerde taçyapraklar bulunmaz.

Avrupa'dan Kırım ve Kafkasya'ya kadar geniş bir dağılım gösteren adi dişbudak (F. excelsior), Türkiye'nin Trakya, Kocaeli ve Karadeniz yöresinde bulunur. Yüksekliği yaklaşık 30 m'yi bulan bu ağacın 7-11 yaprakçıklı, mavimsi yeşil renkli yaprakları vardır. Ağır ve sert odunu mobilya ve spor aletlerinin yapımında kullanılır. Anayurdu

Adi dişbudağın (Fraxinus excelsior) meyve ve yaprakları

A to Z Botanical Collection - EB İne




Güney Avrupa olan çiçekli dişbudak (F. ornus) da Türkiye'nin hemen bütün kıyı bölgelerinde yaygındır. Boyu 21 m'ye kadar yükselebilen ağacın güzel kokulu, beyaz çiçekleri ve genellikle yedi yaprakçıktan oluşan yaprakları vardır. Süs bitkisi ve yakacak olarak değerlendirildiği gibi, gövdesinden akan özsudan da müshil olarak kullanılan kudrethelvası(*) elde edilir. Türkiye'nin çeşitli orman bölgelerinde çok sık rastlanan sivri meyveli dişbudak (F. oxycar- pa) adi dişbudağa çok benzer. Kuzey Amerika'nın güneybatısında yetişen ve 8 m'ye kadar boylanabilen F. cuspidata'nm bileşik yaprakları 3-9 yaprakçıklıdır. Anayurdu Himalayalar olan, 30 m yüksekliğindeki F. floribunda'nm yapraklarında 7-9 yaprakçık bulunur; çiçekleri de 30 cm uzunluğunda çiçek salkımları oluşturur. Bileşik yapraklarında 5-9 yaprakçık bulunan Amerika dişbudağı (F. americana) fazla boylanmaz.



F. uhdei, 18 m yüksekliğinde, geniş tepeli ve yapraklan 5-9 yaprakçıklı bir ağaçtır. Ilıman iklim ağacı olan F. velutina'nva boyu 13 m'ye ulaşır ve yapraklarında üç-beş dar yaprakçık bulunur.

Dişçi Mektebi, diş hekimi yetiştirmek üzere Türkiye'de kurulan ilk yüksekokul.

Dişçi Mektebi'nin kurulması, ilk kez Tıp Fakültesi Muallimler Meclisi'nin 22 Kasım 1908'de yaptığı bütçe önerisiyle gündeme geldi. Okul ertesi yıl Tıp Fakültesi dekanı Cemil Paşa'nm (Topuzlu) ve Halid Şazi'nin (Kösemihal) çabalarıyla kuruldu ve 6 Ekim 1909'da İstanbul'un Kadırga semtinde Mek- teb-i Tıbbiye-i Mülkiye'nin eski binası olan Menemenli Mustafa Paşa Konağı'nda öğretime açıldı. Okul müdürlüğüne de Halid Şazi getirildi. Eczacı, Kabile (Ebe) ve Hastabakıcı mektepleri de bu binada bulunduğundan okulun ilk adı Darülfünun-ı Os- mani Tıp Fakültesi Eczacı ve Dişçi, Kabile ve Hastabakıcı Mektepleri idi. Öğretim süresi üç yıl olan Dişçi Mektebi ilk mezunlarını 1911'de verdi. 1925'te Beyazıt Devlet Kütüphanesinin yanındaki binasına taşındı. 1933 Üniversite Reformu'nda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Diş Hekimliği Yüksekokulu adını aldı ve öğretim süresi dört yıla çıkarıldı. 1964'te Tıp Fakültesi'nden ayrılarak İstanbul Üniversitesi'ne bağlı ayrı bir fakülte haline getirildi.



dişçik, geniş bir jeolojik zaman dilimi içinde oluşmuş deniz kayaçlannda bulunan ve konodont(*) adıyla bilinen dişe benzer küçük fosillerin üstündeki çıkıntılı yapılardan bir bölümünün ortak adı. Dişçikler, konodontların üstündeki konimsi çıkıntılara (konidişçik) benzemekle birlikte, genellikle bu oluşumlardan daha küçük. Biçim ve yapılan da çok çeşitlidir: İğne, diken ya da testere dişi biçiminde, bazen birbirleriyle kaynaşacak kadar yakın, bazen de ayrı ayrı gözlemlenebilecek kadar aralıklı olabilir. Bazı konodontlarda hiç dişçik bulunmaz. Bu durumda konodont hemen hemen tek bir konidişçikten oluşmuştur. Dişçiklerin biçimi, sayısı ve yerleşme düzeni, değişik tipten konodontlann ayırt edilmesini sağlayan tanıtıcı özelliklerinden biridir. Bazı tiplerde dişçikler düz bir çizgi boyunca uzanan tek ya da birkaç sıra halinde dizilmiştir. Bazıla- nnda ise kıvnmlı bir çizgiyi izler ya da dallanmış bir yerleşme gösterir. Dişçikli konodontların ilk örnekleri, genellikle üstünde ana konidişçik ile dişçik dizisinin bulunduğu bir çubuk biçimindedir. Daha yakın çağlara tarihlenen örneklerde ise, ana konidişçik ile dişçik dizisinin iki yanında geniş ve düz bir yüzey bulunur.

dişçilik bak. diş hekimliği dişeti, dişin boyun bölümünü ve çevresindeki diş yuvası kemiğini sıkıca saran mukoza. Yeni çıkmaya başlayan dişlerin ağız boşluğuna doğru uzamasından önce, ağzın içini döşeyen mukoza hafifçe kabarıp yükselerek dişeti yastıkçıklarım oluşturur. Dişlerin çıkması tamamlandığında, dişeti, her dişin boyun bölümünü çember gibi çepeçevre sarar. Dişlerin gömülü olduğu diş yuvası kemiğine, aynca dişin sement ve mine katmanlarına kalın bağdoku lifleriyle sıkıca yapışmış olan dişeti, kan damarları açısından zengin bir dokudur.

Sağlıklı dişetleri pembe renkte, dokusu sıkı ve benekli, ağnya, sıcaklığa ve basınca az duyarlıdır. Dişetleri ile kırmızı renkteki diş yuvası mukozasını, dişlerin çevre çizgisini izleyen tarak dişi gibi girintili-çıkıntılı bir çizgi ayırır. Dişetinin, dişlerin çevresindeki kenarlan serbesttir ve bitişik dişlerin arasındaki boşluğa doğru küçük çıkıntılar (dişeti memecikleri) biçiminde uzanır. İçte, diş çevresi zarının (periodontium) lifleri dişeti- ne girerek, dişetinin dişlere sıkıca bağlanmasını sağlar.

Dişetinin renginin ve duyarlılığının değişmesi, dokusundaki benekçiklerin kaybolması dişeti iltihabının ilk belirtileridir. İltihaplanan dişetleri gevşer, genellikle şişer ve kolayca kanar. Yer yer dokusu ölür, yaralar açılır, ağız pis kokar ve iltihap ilerlemişse ateş yükselir. Vincent hastalığı olarak bilinen ülserleşmiş dişeti iltihabından, Borrelia cinsinden spiroketler ile Fusobacterium cinsinden bakterilerin sorumlu olduğu sanılmaktadır. Bütün vücudu etkileyen enfeksiyonlar, alt ve üst çene dişlerinin iyi kapanmaması, çene kemiğine kaynamış dişler, hatalı diş protezleri, alerji tepkimeleri ve vitamin eksiklikleri, özellikle candida cinsi mantarlar dişeti iltihabına ortam hazırlayabilir. Uçuk virüsünün (Herpes sim- plex) ağız dokulanna yerleşmesi de, bütün dişetleri ve ağız mukozasının iltihaplanmasına, ağızda beyaz pulsu levhacıklann ve içi su dolu kabarcıkların oluşmasına yol açan çok ağrılı bir hastalıktır.

dişi eğreltiotu (Athyrium filix-femina), Aspleniaceae (bazı sınıflandırmalara göre Aspidiaceae) familyasından, süs bitkisi olarak yetiştirilen tüylü eğreltiotu türü. Ilıman

Dişi eğreltiotu (Athyrium filix - femina) A to Z Botanica! Collection - EB Inc.


bölgelerin nemli ve yan gölgeli alanlarında yetişen bitkinin yaklaşık 75 cm uzunluğunda ve 25 cm genişliğindeki yaprakları, gövdenin çevresinde kümeler oluşturarak büyür. Saçaklı ve zarımsı bir koruyucu kılıfla örtülü olan spor kümeleri (sorus) atnalı biçimindedir.



dişiorgan, pistil olarak da bilinir, çiçeğin dişi üreme organı. Çiçeğin tam ortasında

201 dişli

yer alan dişiorgan, içinde tohumtaslakları- nın bulunduğu şişkin bir bölüm olan yumurtalık (ovaryum), yumurtalıktan çıkan bir boyuncuk (stilus) ve çiçektozlarını yakalamak üzere genellikle yapışkan bir yüzey olan çeşitli biçimlerdeki tepecik (stigma) bölümlerinden oluşur.

Dişiorganın bileşimi ve biçimi, taksonomik ilişkilerin belirlenmesinde önemli bir etkendir. Bir çiçekte, örneğin zambakta olduğu gibi tek bir dişiorgan ya da düğünçiçeğinde olduğu gibi birden çok sayıda dişiorgan bulunabilir, dişiorgan ya da dişiorganlar, çiçeğin en ortasındaki ginosiyum bölümünü oluşturur. Her dişiorgan, bir ya da daha fazla sayıda, kıvnlmış yapraksı yapılar olan meyveyaprağından (karpel) oluşur. Meyve- yaprağı, tohumtaslağı taşıyan, değişikliğe uğramış bir yapraktır. Itırşahide olduğu gibi tek bir meyveyaprağından oluşan dişiorgan- lara basit, hardalda olduğu gibi iki ya da zambakta olduğu gibi üç ya da daha çok sayıda, kısmen ya da tamamen birleşmiş meyveyaprağından oluşan dişiorganlara bileşik dişiorgan denir.

Bir çiçek, her biri tek meyveyaprağından yapılmış iki ya da daha çok sayıda dişiorgan içeriyorsa apokarp, iki ya da daha çok sayıda meyveyaprağının birleşmesiyle oluşmuş tek bir dişiorgan içeriyorsa sinkarptır.

dişli, döner bir mile eklenmiş dişli bir çarktan oluşan makine parçası. Dişleri birbiri içine geçmiş çiftler halinde çalışan dişliler, dönme hareketini ve momenti (burma kuv




veti), kaymaya yol açmaksızın bir milden ötekine aktarırlar. Bu türden bir dişli takımındaki çarklann dişleri çember biçiminde açılmışsa, yani dişliler dişli çarklar duru- mundaysa, millerin dönme hızlarının ve momentlerinin birbirine oranı sabittir. Eğer dişler, çembersel olmayan bir gövde üzerinde açılmışsa, millerin karşılıklı hız ve moment oranları değişir.

Çoğu dişliler çemberseldir. Hareketin bir milden ötekine sürekli bir biçimde, düzgün ve sabit bir hız oranında iletilebilmesi için, birbirini kavrayan dişlerin değme yüzeylerinin özel bir profilde biçimlendirilmiş olması gerekir. Dişli takımının daha az sayıda diş içeren küçük dişlisi (pinyon) devindirici mile bağlıysa, dişli çifti hızı azaltıcı ve momenti artmcı işlev görür; eğer pinyon, hareketin iletildiği milin üzerinde bulunuyorsa, bu kez dişli çifti hız artırıcı ve moment azaltıcı etkide bulunur. Örneğin, hareketin iletildiği dişlinin (çark) diş sayısı, pinyonunkinin iki katıysa, çarkın momenti pinyonun momentinin iki katı, buna karşı- dişli balinalar 202

lık, pinyonun hızı çarkın hızının iki katı olur.

Dişlilerin bağlandığı miller, birbirine olduğunca yakın konumda olmalıdır, ama karşılıklı konumlanmaları açısından hemen her uzamsal ilişkiye sahip bulunabilirler; doğrultulan paralel olabilir ya da olmayabilir, kesişebilir ya da kesişmeyebilir. Millerin bütün bu düzenleniş biçimlerine bağlı olarak, dişlilerin üstleneceği işlevler de değişir. Paralel miller, dişleri boylamasına düz ve millerin eksenine paralel olan (düz dişli) ya da vida biçiminde burulmuş (helisel dişli) silindirik dişlilerle birbirine bağlanabilir. Doğrultuları kesişen miller ise, dişleri kesik koniler üzerinde açılmış olan konik dişlilerle bağlanır. Paralel olmayan ve kesişmeyen miller genellikle bir sonsuz vida ve dişliyle bağlanır. Kesişsin ya da kesişmesin, paralel miller arasındaki açı çoğunlukla diktir (90°).

Temelde bir vida olduğundan, sonsuz dişlinin tek bir dişi vardır. Öte yandan pinyonun, paralel mil dişlileriyle (düz ve helisel) sürekli ilişkide olabilmesi için, en az beş dişinin bulunması gerekir. Bu nedenle, tek bir dişli çiftinde yüksek bir hız oranının elde edilebilmesi için, bir sonsuz vida ile bir dişli yeterlidir. Millerin paralel olması zorunluy- sa, yüksek bir hız oranının tutturulabilmesi için, birkaç dişli çiftinin seri olarak kullanılması gerekebilir. Ayrıca bak. diferansiyel.



dişli balinalar (Odontoceti), Cetacea takımının, çoğu denizlerde, yalnız birkaçı tatlı sularda yaşamaya uyarlanmış çok sayıda memeli türünü içeren alttakımı. Yedi familya içinde sınıflandınlan bu hayvanların ağzında, çubuklu balinalardaki gibi boynuzsu çubuklar değil gerçek dişler bulunur. Hemen hemen eşbiçimli olan dişler birçoğunda körelmiş, bazılannda sayısı iyice azalmıştır (tek dişi olan erkek denizgergedanı gibi); ama bazı türlerde diş sayısı 300'ü bulur.

Dişli balina türleri ve grupları üzerine ayrıntılı bilgi için bak. ak balina; denizgergedanı; gagalı balina; kaşalot; katil balina; musur; yunus.

dişlidil bak. radula

dişlikök, turpgiller (Brassicaceae) familyasının, Dentaria cinsinden, 10 kadar çokyıllık otsu bitki türünün ortak adı. Kuzey ılıman bölgelerde doğal olarak yetişen bu bitkile

Dişlikök (Dentaria laciniata) Joan E. Rahn - EB Inc.


re, dişli ya da pulsu kökleri nedeniyle "dişlikök" denilmiştir. Dört taçyaprağı bulunan beyaz, pembe ya da leylak renkli çiçekleri gövdenin ucunda kümeler oluşturur. Kuzey Amerika'nın nemli ormanlarında yetişen D. diphylla'nm, her biri üç geniş yaprakçıktan oluşan bir çift gövde yaprağı vardır. Aynı yerlerde yetişen D.laciniata' nin, çevrel olarak dizilmiş üç gövde yaprağı bulunur; yaprakların her biri, kenarları dişli üç ince yaprakçıktan oluşur. Anadolu'da yaygın olan D.bulbifera'mn kökleri ishale karşı kullanılır.



dişlisazancık, Atheriniformes takımının Cyprinodontidae familyasından, başta Afrika ve Yenidünya'nın tropik bölgeleri olmak üzere tüm yeryüzüne dağılmış, ince uzun gövdeli birkaç yüz balık türünün ortak adı. Tatlı, tuzlu ve acı sularda yaşayabilen bu balıklara, bazı çöllerdeki sıcak su kaynakla- nnda bile rastlanır. Uzunlukları genellikle 15 cm'yi bulursa da türlerin bir bölümü çok daha küçüktür. Hayvan ve bitki ayırımı yapmaksızın suyun yüzeyinde beslenirler, Dişlisazancıklar, aynı takımdan akrabaları olan ve lepistes (gupi), moli, plati, kılıçkuy- ruk gibi çok tanınmış akvaryum balıklannı içeren Poeciliidae(*) familyasının üyelerine çok benzer. Aralanndaki temel fark. Poeci- liidae üyelerinin canlı yavru doğurarak, bütün dişlisazancıkların ise yumurtlayarak çoğalmasıdır. Geçici su birikintilerinde yaşayan türler yumurtalannı dipteki çamurla- nn arasına gömer ve kışın kuruyan gölcük, yazın yeniden suyla doluncaya kadar yumurtaların gelişmesi durur. Güney Amerika ve Afrika'da dağılmış olan bu türlerin yaşam çevrimi genellikle bir yıl içinde tamamlanır.

Dişlisazancıkların birçok türü göz alıcı renklerinden ötürü akvaryumlarda beslenir. En tanınmış cinsleri, başta lir kuyruk olmak üzere bazı akvaryum balıklannı içeren Ahp- yosemiorı, Epiplatys, Rivulus ve Aphanius' tur; bu son cinsin Aphanius fasciatus ve A. dispar türleri Batı ve Orta Anadolu'daki acı ve tatlı sularda da yaşar. A. burduricus ise yalnız Burdur Gölünden tanınan bir türdür. Daha iri balıklara yem oldukları için beslenme zincirinin önemli bir halkası sayılan dişlisazancıklar ayrıca olta yemi olarak kullanılır ve sivrisinek larvalarıyla beslendikleri için bu böceklerle mücadelede büyük yarar sağlar.

California kıyılarında ve ABD'nin batısındaki bazı tuz göllerinde yaşayan Cyprino- don cinsinden dişlisazancıkların soyu tükenmek üzeredir.

dişotu (Ammi visnaga), hiltan, kilir ya da kürdanotu olarak da bilinir, maydanozgiller (Apiaceae ya da Umbelliferae) familya-

Dişotu (Ammi visnaga)

Turhan Baytop Koleksiyonu




sından biryıllık otsu bitki. Yakındoğu'da, Afrika'nın kuzeyinde ve Türkiye'de (Trakya, Batı ve Güney Anadolu) yaygın olarak yetişir. Meyvelerinin saplan kürdan gibi kullanıldığı için bu adla anılan, yaklaşık 100 cm yüksekliğindeki bitkinin parçalı yapraklan ve beyaz çiçekleri vardır. Meyveleri 2 mm uzunluğunda, hafif sivrilmiş oval biçimli ve esmer renklidir. Bu keskin kokulu ve acımsı meyveler çok eskiden beri bazı yörelerde kalp damarlarını genişletici, idrar ve gaz söktürücü, öksürük kesici, taş ve kurt düşürücü ilaç olarak kullanılır. Gene Yakındoğu ülkeleri ile Türkiye'de yetişen yabani dişotu (A. majus) 25-100 cm yükseklikte, beyaz çiçekli otsu bir bitkidir; ortalama 1,5-2 mm uzunlukta, kokusuz meyveler verir.



dişsiz balinalar bak. çubuklu balinalar

dişsizler bak. Edentata



Dithmarschen, Danca ditmarsken, Jut- land Yanmadasının batı kıyısında, Eider ve Elbe ırmaklan arasında yer alan bölge. Bugün Almanya'nın Schleswig-Holstein eyaleti içindedir. Tarihte adından ilk kez 9. yüzyılda söz edilen Dithmarschen, Elbe'nin kuzeyindeki üç Sakson bölgesinden biriydi. 1144'teki bir halk ayaklanmasında kontunun öldürülmesinden sonra bir süre Saksonya dükü ile çekişen Bremen başpiskoposunun yönetimine girdi. 1434'te bağlı papazlıkların oluşturduğu merkezî yargı organı, zamanla 48 naipten oluşan bir yönetime dönüştü ve 1447'de göreneğe dayalı yasalar yazıya geçirildi. 1473'te Kutsal Roma-Ger- men imparatoru III. Friedrich, Dithmar- schen'i Danimarka kralı I. Christian'a tımar olarak verdiyse de, Danimarka krallarının, bu topraklardan yararlanma girişimleri Hemmingstedt'te kötü bir yenilgiye uğramalarıyla noktalandı (Şubat 1500). 1580'de bölge krallığa bağlı Güney Dithmarschen ile düklüğe bağlı (Gottorp) Kuzey Dithmarschen olarak ikiye bölündü; 1773'te bütün bölge Danimarka kralının yönetimine geçtiğinde de bu yönetsel ayrım sürdü. Danimarka krallan altında yan bağımsız bir statüsü olan Dithmarschen, 1867'de Schles- wig ve Holstein ile birlikte Prusya'ya katıldı.

dithyrambos, Yunanistan'da İÖ 7. yüzyılda Şarap Tanrısı Dionysos onuruna yapılan şenliklerde, "şarap şimşeğiyle çarpılmış" birinin yönetiminde çalınıp söylenen doğaçlama şarkı. Apollon'un onuruna söylenen daha ağırbaşlı paian'm(*) karşıtıydı. İÖ 600 dolaylarında edebi bir tarz olarak belirmeye başladı; şair Arion'un(*) bu tarihte bu tür şarkılar yazdığı, bunları adlandırarak Korinthos'taki Dionysos Şenlikleri yarışmalarında resmen sunduğu kabul edilir. Şenliklerde 50 yetişkin erkek ve oğlan çocuğundan oluşan korolar kamış flütlerin eşliğinde Dionysos sunağı çevresinde dans ederek şarkı söyler, öndeyişi okuyan kişi de onları yönetirdi.

İÖ 6. yüzyıl sonlarında dithyrambos biı edebi tür olarak yerleşmişti. Bu türde yapıt verenlerin en ünlüsü Pindaros'un öğretmenlerinden olduğu söylenen Hermioneli La- sus'tu (d. y. 548). Dithyrambos'un altın çağı, genel olarak Yunan korolu lirik şiirinin doruğa ulaştığı döneme rastlar; Simoni- des, Pindaros ve Bakkhylides bu türde yapıtlar vermiştir. Simonides ile Pindaros' unkiler hakkında bilinenler azsa da Bakkhylides'in iki dithyrambos'unun tamamı, birkaçının da uzunca parçaları günümüze ulaşmıştır. Bakkhylides'in 18'inci Od'u, koro ile solocu arasında bir diyalog içermesi bakımından olağandışı bir örnektir. Anlatının dramatik etkisini artırmak yolundaki bu girişim, zamanla klasik dithyrambos'un yerini niçin daha canlı tragedya yöntemlerine bıraktığını açıklayabilir.



Dithyrambos şairleri İÖ 450'den başlayarak, gitgide daha şaşırtıcı dil ve müzik oyunlarına başvurdular. Sonunda türün adı eskiçağ eleştirmenlerinin gözünde "şişirilmiş," "abartılmış" anlamına gelmeye başladı.

Modern şiirde gerçek dithyrambos'lara ender rastlanır.



Dittersdorf, Kari Ditters von, asıl adı (1773'e değin) karl ditters (d. 2 Kasım 1739, Viyana - ö. 24 Ekim 1799, Schloss Rothlhotta, Neuhof, Bohemya), kemancı ve besteci. Çalgı müziği yapıtlarından başka Singspiel(*) biçiminin oluşmasını sağlayan hafif operalar yazmıştır.

Çocukken çok yetenekli bir kemancıydı. On iki yaşında Sachsen-Hildburghausen prensinin orkestrasında düzenli olarak çalıyordu. Daha sonraları Viyana'da opera orkestrasında çaldı. Gluck'la arkadaş oldu ve 1761'de onunla birlikte Bologna'ya gitti. Orada kemancı olarak büyük ün kazandı. 1765'te Grosswardein piskoposunun orkestra yönetmeni oldu. Piskoposluk sarayında kurduğu özel sahne için ilk operası Amore in musica'yı (Müzikte Aşk) yazdı. İlk oratoryosu Isacco'ya da bu dönemde besteledi. Piskoposa bağlı sanatçıların Küçük Perhiz sırasında da hafif operalar sahnelemeyi sürdürmesi skandala yol açtı. İmparatoriçe Maria Theresia'nm sert eleştirileri ile karşılaşan piskopos, 1769'da orkestranın işine son verdi. Ditters 1770 dolaylarında Silez- ya'daki Johannisberg'de gene bir din adamının, Breslau prens-piskoposu Kont Schaff- gotsch'un hizmetine girdi. Bu dönemde, aralarında II viaggiatore americano'nun da (1770; Amerikalı Gezgin) bulunduğu 11 komik opera ve Davidde penitente (1770; Tövbekâr Davud) adlı bir oratoryo besteledi. 1773'te Viyana'da soyluluk unvanını ve Dittersdorf adını aldı. Aynı yıl Esther adlı oratoryosu seslendirildi. 1779 dolaylarında yakın bir dostluk kurduğu Haydn onun operalarını, çok gelişmiş bir müzik çevresi olan Esterhâzy prenslerinin sarayına tanıttı. Dittersdorf 1783'te Viyana'da Mozart'la birlikte yaylı çalgılar dörtlülerinde çalmaya başladı. Bu dönemden sonra çok sayıda yapıt verdi. 1786'da Giobbe adlı oratoryosunu seslendirdi. Ayrıca çeşitli operalar besteledi. Bunlardan Doktor und Apotheker (1786; Doktor ve Eczacı), Hie- ronymus Ktıicker (1789) ve Das rote Kapp- chen (1790; Kırmızı Şapkalı Kız) büyük başarı kazandı. Özellikle Doktor und Apotheker Alman Singspiel türünün klasik örnekleri arasına girdi. Dittersdorf çok sayıda çalgı müziği yapıtı da besteledi. 1795'te Piskopos Schaffgotsch ölünce küçük bir



Dittersdorf, Karl Traugott Riedel'in oymabaskı çalışması

Österreichische Nationalbibliothek, Viyana


emekli aylığı bağlanarak işten çıkarıldı. Yoksul düşmüş ve sağlığı bozulmuş bir durumda, Bohemya'daki Neuhof'ta bulunan Schloss Rothlhotta'da, Baron Ignaz von Ştillfried'in hizmetine girmeyi kabul etti. Ölüm yatağında yazdırdığı otobiyografisi içerik bakımından fazla basit kalmakla birlikte, 18. yüzyıl müziği araştırıcıları için çok önemli ve ilginç bir kaynaktır.



Dittersdorf, Viyana klasik okulunun ilk bestecilerindendir. Senfonilerinin çoğu oldukça ilgi çekicidir. Keman konçertoları incelenmeye değer özellikler taşır. Arp, flüt, klavsen, kontrbas ve başka çalgılar için yazdığı konçertolar da seslendirilmekte, plak kayıtları yapılmaktadır. Yaylı çalgılar dörtlülerinden bazıları, Haydn'ınİciler kadar derin ya da Boccherini'ninİciler kadar çekici olmasa da, özgün yapıtlardır. Bir opera bestecisi olarak Dittersdorf, hafif, tasasız ve bazen de duygusal Singspiel'leriyle anılır.

Dittoniyen Kat, Avrupa'nın kuzeybatısında Devoniyen Dönemde (y. 395-50 milyon yıl önce) oluşan Eski Kırmızı Kumtaşları bölümü. Dovntoniyen Kat kayaçlarının üstünde ve Brekoniyen Kat kayaçlarının altında yer alan Dittoniyen Kat adını, İngiltere' deki Ditton Priors bölgesinde saptanan yüzey oluşumlarından alır. Dönüşümlü olarak marn (kireçli kil) ve kumtaşı katmanlarından oluşan Dittoniyen Kat yaklaşık 370 m kalınlığındadır. Kumtaşları tümüyle renkli (kırmızı, mor, san, yeşil) ve çoğunlukla kalkerlidir (kalsiyum karbonatça zengin). Günümüzde rastlanan yataklarda görülen dalga izleri, çamur çatlaktan ve yağmur damlalannın izleri, Dittoniyen kayaçla- rın sığ sularda yığıldığına ve zaman zaman yüzeye çıktığına işaret eder. Galler'in sınır bölgelerinde, konglomeralar, kumtaşlan ve miltaşları, 15 m kalınlığında birbirini dönüşümlü olarak izleyen katman dizileri oluşturur. Bu yataklar büyük olasılıkla, dolambaçlı akarsu kanallarının ürettiği birikinti (alüvyon) ovası üzerinde tortulların birikmesi yoluyla oluşmuştur. Dittoniyen kayaç- lar, Psammosteus cinsi balığa benzeyen ilkel omurgalılar fosilleriyle ayırt edilir.

Diu, Hindistan'ın batısında, Goa, Daman- Diu birlik toprağına bağlı il ve il merkezi kasaba. Diu kasabası Umman Denizindeki Kambay Körfezinde, Gucerat eyaletinin Saurashtra kıyısı açıklarındaki bir adada kuruludur. Uzunluğu yaklaşık 11 km, genişliği 3 km olan ada, görkemli Se Matriz Katedrali ve doğal güzellikleriyle ünlüdür. Kasaba, 1534'te Portekizlilerin eline geçti ve 1961'e değin Portekiz kolonisi olarak kaldı. Hindistan yönetimine geçişte kanlı çatışmalara sahne oldu. Diu, Goa 1987'de Hindistanın bağımsız bir eyaleti olana değin Goa, Daman ve Diu birlik toprağının parçasıydı. Bacra (hintdarısı) ve hindistancevizi başlıca ürünleridir. Sanayi dalları arasında balıkçılık, gıda işleme ve tuz sayılabilir. Adada bir havalimanı vardır. Nüfus (1981) kasaba, 8.020; il, 30.421.

diüretik bak. idrar söktürücü

Di vakar apandita, asıl adı divakara (d. 1040, Kamboçya - ö. y. 1120), dinsel ve yönetsel görevlerde dört Kamboçya kralına (II. Harshavarman, VI. Jayavarman, I. Dharanindravarman ve II. Suryavarman) hizmet etmiş Brahman. Adının parçasını oluşturan pandita (bilge rahip) unvanını sonradan almıştır.

Fırsatları değerlendirmeyi çok iyi bilen Divakarapandita art arda gelen saray darbelerinde sağ kalmayı başardığı gibi, her yeni hükümdarın gözüne girmeyi de becerdi. II. Suryavarman, dünyanın en büyük dinsel yapılarından ve eski Khmer (Kam-

203 divan

boçya) uygarlığının en büyük ürünlerinden biri olan Angkor Wat tapınağının yapımını, Divakarapandita'nın isteği üzerine başlattı. Angkor Wat'ta, Divakarapandita anısına dikilmiş bir anıt da bulunur.



Divali (Sanskrit dilinde dipavali: "ışık dizisi"), Hindistan'ın en önemli dinsel şenliklerinden biri. Hindu takvimindeki Aşvina ayının karanlık yarısının 13. günüyle Kartti- ka ayının aydınlık yarısının 2. günü arasındaki (Miladi takvime göre ekim sonlarında) 5 gün boyunca kutlanır. Bolluk tanrıçası Lakshmi onuruna (Bengal'de Tanrıça Kali onuruna) düzenlenen Divali geleneği özellikle tüccarlar arasında yaygındır.

Şenlik sırasında, topraktan yapılmış küçük kandiller evlerin ve tapınakların korkuluk- lanna dizilir, dere ve ırmaklara salınır. Böylece, Rama'nın (Hindu Tanrısı Vişnu' nun bedenleşmesi) Ayodhya'ya dönmesi ve 14 yıllık bir sürgünden sonra kral olarak taç giymesi anılır. Asıl şenlik günü olan dördüncü gün, Vikrama takvimine göre yeni yılın başlangıcıdır. O gün tüccarlar dinsel törenler düzenler ve yeni hesap defterleri açarlar. Şenlik süresince en yeni elbiseler giyilerek ziyaretler yapılır, armağanlar verilir, evler süslenir. Bir sonraki yılın şanslı geçmesi umuduyla kumar' oyunlan özendirilir ve Tanrı Şiva ile Parvati'nin anısına Kailasa Dağında zar oyunları oynanır.

Çoğunluğunu tüccarlann oluşturduğu Cay- nacılar arasında da Divali şenliklerinin önemli yeri vardır. Caynacılıkta Divali günü, 24. Tirthankara (tarihin her döneminde Caynacılığı insanlığa tebliğ ettiğine inanılan kurtarıcı) olan Mahavira'nın (Büyük Kahraman) Nirvana'ya (tinsel kurtuluş) ulaştığı gündür. Kandiller, Mahavira'nın ölümüyle yok olan kutsal bilginin ışığını simgeler.

divan, âşık edebiyatında aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılan ve besteyle okunan şiir türü. Divanlar gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde olabilir. Gazel biçimindekilerin musammat ve ayaklı (ya da yedekli) tipleri de vardır. Bir tür müstezat olan ayaklı divan, dizeler arasına "fâilâtün fâilün" ziyadesi eklenerek oluşturulur.

Azerbaycan âşıkları arasında "divani" olarak adlandırılan 14 heceli bir şiir türü ve aynı adlı bir âşık havası vardır. Bu hava, Anadolu âşıkları arasında da yaygınlık kazanmış, âşık fasıllarında çalınıp söylenmiştir.



divan, klasik Türk müziğinde dindışı sözlü formlardan biri. Divan en az üç kıtalık bir şiir üstüne bestelenir. Kıtalar birbirinden aranağmeyle aynlır. Her kıtanın başına genellikle "ah", "yâr" gibi bir terennüm sözcüğü eklenir. Divanlarda kıtalardan biri yer yer ritimsiz okunacak biçimde; bir başkası da, doğaçlama izlenimi vermesi için bütünüyle ritimsiz olarak bestelenmiştir. Bu formun en ünlü örnekleri Nevres Paşa'nın "Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş" (şehnaz) ve "Hasretle bu şeb gâh uyudum, gâhi uyandım" (uşşak) diye başlayan divanlarıyla, Suphi Ziya Özbekkan'ın "Dün gece ye's ile kendimden geçtim" (hicaz) diye başlayan divanıdır. Muhayyer makamındaki, bestecisi bilinmeyen ve "Ok gibi, hublar beni yaydan yabana attılar" diye başlayan divan da çok ünlüdür.

divan, İslam devletlerinde idari yargı, maliye, askerlik ve yönetimle ilgili işleri yürüten kurul ve dairelere verilen ad.

Hz. Ömer döneminde (hd 634-644) ortaya çıkan ilk divanda, ganimetlerden pay alma- divan 204



ya hak kazanan askerlerin adları kaydedilirdi. Daha sonra ise divana kayıtlı olanlara, ele geçirilen toprakların sahiplerinden alınan vergilerden maaş verilmekteydi. Devletin toprağa dayanması sürecinin bir parçası olan bu maaşlar babadan oğula da geçiyordu. Muaviye döneminde (661-680) divan hesap, posta ve haberleşme işleriyle ilgili bir kuruluştu. Abbasilerde hem en yetkili yönetim organı, hem de devletin yazışma, yargı, kayıt ve arşivle ilgili işlerini yürüten daire ve kurullar bu adla anılıyordu. Büyük Selçuklularda ve Anadolu Selçuklularında divanlar, öbür İslam devletlerinde- kine benzer işlere bakardı. Ama Anadolu Selçuklu divanları birer kuruldan çok, devlet dairesi niteliğindeydi. İran'da yaklaşık 19. yüzyıla değin divan genel olarak merkezî hükümet anlamında kullanıldı. Hint-Türk İmparatorluğu'nda (1556-1707) divan, temelde hükümetin mali işlerine bakardı. Eyaletlerde bu kuruma bağlı başka divanlar vardı. Osmanlılarda divan (Divan-ı Hüma- yun[*]) devletin en yüksek merkez kuruluydu. Önceleri padişahın, sonra genellikle sadrazamın başkanlığında toplanırdı. Tanzimat'a değin sadrazamın ve daha alt derecedeki devlet görevlilerinin başkanlık ettikleri başka divanlar da varlıklarını sürdürdü. Tanzimat'tan sonra oluşturulan divanlar ise yargı ve denetim kurullarıydı. Eyaletlerde valilerin de birer divanı vardı. Aynı bölgede birbiriyle bağlantılı köylerin oluşturduğu küçük kadılıklara da divan denirdi. Nahiye konumundaki bu yönetim birimleri kapsadıkları köy sayısına göre "dörtdivan", "se- kizdivan" gibi adlarla anılırdı. Osmanlı Devleti'nde devlet yönetimiyle ilgili önemli defter ve kütüklerin yanı sıra hükümdar tahtına divan dendiği de olurdu. Saray ve konaklardaki toplantı salonları ve büyük mekânlar ise divanhane olarak adlandırılırdı. Bu odalar çepeçevre minder ve yastıklarla döşenmişti. Divan sözcüğünün bugünkü anlamı da (oturulacak yer) buradan gelmektedir.

divan, divan edebiyatı şairlerinin, şiirlerini belli bir düzen içinde topladıkları kitap. Önceleri, herhangi bir konu üzerine yazılmış yapıt demek olan divan sözcüğünün (örn. Divarıü Lügati't-Türk) bu anlamı zamanla daralmış ve şiirlerin yer aldığı antoloji anlamında kullanılmaya başlamıştır. Daha sonraları ise bir şairin bütün şiirlerinin toplandığı yapıta divan denmiştir. Zamanla (14. ve 15. yy'lar) divanlarda şiirler belli bir düzen içinde sıralanmaya başladı. Buna "divan tertibi", böyle divanlara da "mürettep divan" denirdi. Tam bir divanda sırasıyla kaside (tevhid, münacat, na't, medhiye), tarih (tarih düşürme), musammat, gazel bölümleri, en sonda da lugazlar, muammalar, müfredler, azadeler yer alır. Divanda gazeller, uyak ve rediflerinin son harfinin Arap alfabesindeki sırasına göre ("eliften başlayıp "ye"ye kadar) sıralanır. Her harfte en az bir şiir olması şarttır. Ama bu kurala uymayan şairler de olmuştur. Ayrıca bak. divançe.

divan edebiyatı, Türklerin 13-19. yüzyıllar arasında Anadolu'da yarattıkları, İslam kültürünün ortak özelliklerini yansıtan, geniş ölçüde Arap ve Fars edebiyatının etkisini taşıyan yazılı edebiyat. Türklerin İslam dinini kabul ettikleri ilk dönemlerden başlayarak Orta Asya'da (önceleri Uygurcanın, daha sonra da Çağataycanın yayıldığı bölgelerde) ve Azerbaycan'da aynı nitelikleri taşıyan bir edebiyat ortaya çıkmışsa da, divan edebiyatı tanımlaması genellikle Anadolu'da oluşan edebiyat için kullanılır.

Türleri. Divan edebiyatı dindışı ve dini- tasavvufi olmak üzere iki ana kolda gelişmiştir. Şiir ve düzyazı alanındaki en eski örnekler 13. yüzyıldan kalmış olmakla birlikte, divan edebiyatının doğuşunun daha eskilere gidebileceğini gösteren ipuçları da

Ahmed Paşa, Âşık Çelebi Tezkiresi'ndeki bir minyatürden ayrıntı, 16. yy; Millet Kütüphanesi, istanbul

Ara Güler


vardır. Başlangıcından beri şiir düzyazıdan daha önde gelmiş, daha hızlı gelişmiştir. Bunda, şiirin hüner göstermekte daha elverişli bir alan olmasının rolü vardır. Divan şairi, söz ve anlam sanatlarını kullanarak, yeni mazmunlar(*) bularak okuyucuyu daha kolay etkiler. Düzyazı alanındaysa farklı bir durum göze çarpar; halk için yazılan kitaplarda öğretici yan ağır bastığından sanatlı anlatımlara ilgi duyulmamıştır. Buna karşılık belagat(*) kuralları çerçevesindeki düzyazılarda anlam bir yana itilmiş, hüner gösterme ön plana çıkmıştır.

Divan edebiyatı yazarlarının beslendikleri kaynaklar başta dinsel inançlar olmak üzere İslami ilimler, İslam tarihinin önemli olayları, tasavvuf, Hint-İran kökenli söylenceler, peygamber kıssaları ve evliya menkıbeleri, çağın bilimleri (örn. kimya, simya, hikmet, hey'et), günlük olaylar, gelenek ve göreneklerdir; ayrıca terimler, deyimler, atasözleri vb ile zenginleşen dildir. Divan şiirinde aşk büyük bir yer tutar. Aşk hem tasavvufi, hem de dünyasaldır. Tasavvufa bağlanan şairin amacı, mutlak güzellik olan Tanrı'yı bulmaktır. Tanrısal aşk maddi aşkla başlar. Bir güzele âşık olan şair, duygularını daha sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka dönüştürerek, Tanriya kavuşmak için çabalar. Aşkı din dışı bir anlayışla işleyen şairlerin şiirlerinde, tapınılacak bir varlık olan kadın önemli bir yer tutar. Bu tür şiirlerde kadın, âşığını sürekli biçimde üzer ve yaşamdan bezdirir.

Dil konusunda büyük ölçüde Arapçayla Farsçanın etkisinde kalan divan edebiyatında sözcük çok önemlidir. Her sözcük tam anlamıyla ve yerli yerinde kullanılmalıdır. Divan edebiyatı anlatım açısından belagat kurallarına bağlıdır ve sanatçılar ustalıklarını gösterebilmek için bunlara olabildiğince uymaya dikkat etmişlerdir. Şairler teş- bih(*), istiare(*), hüsn-i talil(*), iham(*), kinaye(*), leff ü neşr(*), tecahül-i arif(*), telmih(*), mecaz(*), mecaz-ı mürsel(*), teşhis ü intak(*) vb söz ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün bir şiir oluşturmaya çalışmışlardır. Bu nedenle şiirin estetik kurallarına uymak, çoğu zaman konudan önemli tutulmuştur.

Divan şiirinin ölçüsü aruzdur. Aruzda açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendiie- rine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler seçtikleri kalıba mutlak olarak uymak zorundadır.

Divan şiirinin konu bakımından birçok türü vardır. Dindışı şiirde başlıca türler bahariye, cemreviye(*), dariye(*), fahriye(*), iy- diye, medhiye(*), mersiye(*), gazavatna- me(*)-, sakiname(*), hamamname(*), sahil- name(*), kıyafetname(*), surname(*), lu- gaz(*), muamma(*), hicviye(*), hezli- yat(*), tarih düşürme(*) ve şehrengizdir(*). Dini-tasavvufi şiirde ise tevhid(*), müna- cat(*), na't(*), maktel-i Hüseyin(*), miraci- ye(*), hilye(*), mevlid(*), kırk hadis(*), menakıbname(*) başlıca türlerdir. Dindışı düzyazı alanında tezkire(*), tarih düşür- me(*), seyahatname(*), siyasetname(*), münşeat(*), sefaretname(*); dini-tasavvufi düzyazı alanında ise evliya tezkiresi(*), kısas-ı enbiya(*) ve siyer(*) başlıca türlerdir. Hem düzyazı, hem şiir olarak ürün verilmiş türlerin başında hikâye gelir. Bunların dinsel ve destansal olanlarının yanında tek ya da çift kahramanlı aşk hikâyeleriyle temsili hikâyeler de çokça yazılmıştır.

Divan şiiri nazım biçimleri bakımından da hayli zengindir. Şiirde bütünlük amaçlanmadığından konu birliği beyitte yoğunlaşmıştır. Beyit dışında konu birliği olan nazım biçimleri rubai(*) ve kıtadır(*).

Divan şiirinin nazım biçimleri beyit ve bend olmak üzere iki ana kola ayrılır. Beyit temeline dayananlar da aynı ve ayrı uyaklı olmak üzere ikiye ayrılır. Aynı uyaklıların



Âşık Çelebi, Âşık Çelebi Tezkiresi'nden bir minyatür, 16. yy; Millet Kütüphanesi, istanbul



Ara Güler


başlıcaları gazel(*), kaside(*) ve müstezad- dır(*). Ayrı uyaklı tek nazım biçimi ise mesnevidir(*). Bendlerden oluşan nazım biçimleri de, tek bendli ve çok bendli olarak ikiye ayrılır. Tek bendliler rubai ve tu- yuğ(*), çok bendliler ise musammat ana başlığı altında toplanan murabba(*), şar- kı(*), muhammes(*), tahmis(*), tardiye, taştir, müseddes(*), tesdis, müsebba, tesbi, müsemmen, tesmin, muaşşer(*), taşir, ter- kib-i bend(*) ve terci-i benddir(*). Bunun dışında müfred (tek beyit) ve azade de (tek mısra) anılabilir.



Gelişimi. 13-15. yüzyıllar arasında divan şiirinde en önemli gelişme Farsçadan yapılan çevirilerdir. Bu dönemde Sadi, Nizamî vb şairlerin şiirlerinin çevrilmesiyle divan şiirinin özellikleri büyük ölçüde belirlenmeye başlamıştır.

Hoca Dehhani (13. yy) maddi aşk ve şaraptan söz eden şiirler yazmış, buna karşılık Nesimî tasavvuf düşüncesini işlemiştir. Kadı Burhaneddin (ö. 1398) tasavvuf şiirleriyle divan şiirinin kurucuları arasında yer alır. Aynı biçimde Şeyhî de tasavvuf şiiri geleneğinin öncülerindendir. Bu dönemde Ahmed-i Dâi (15. yy) Türkçe- nin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur.

15. yüzyıl sonlarıyla 16. yüzyıl başlarında saray çevresinin ilgi ve desteğini kazanan divan şiiri gerçek kimliğini bulmaya başlamıştır. Ahmed Paşa (ö. 1496/97) ve Necati Bey (ö. 1509) bu dönemde sivrilen şairler olmuşlardır. 16. yüzyılda farklı eğilimler ortaya çıkmıştır. Türki-i basit (yalın Türkçe) adı verilen bir akım içinde yer alan Edirneli Nazmî (ö. 1555) ve Tatavlalı Mahremi (ö. 1535/36) divan şiirini yenileştirmeye çalış- mışlarsa da çek başarılı olamamışlardır. Bu yüzyılda Zâtı (ö. 1546) güzel buluşlarıyla ön plana çıkmış, divan şiirinin en büyük şairlerinden biri sayılan Fuzulî (ö. 1556) lirik aşk şiirlerinin en yetkin örneklerini vermiştir. Hayali Bey (ö. 1557) zengin bir düş gücüyle süslü özentici bir şiire ilgi duymuş, Bâkî (ö. 1600) söz ve anlam oyunlarıyla süslediği şiirleriyle divan şiirinin büyük ustalarından biri olmuş ve "sultanü'ş-şuara" (şairler sultanı) adını haketmiştir. Bu dönemin öbür ünlü şairlerinden Bağdatlı Ruhî (ö. 1605/06), çevresindeki ahlaksızlık ve ikiyüzlülükleri alaycı bir üslupla eleştirmiştir. 17. yüzyılda Neft (ö. 1635) de kaside ve hicivleriyle kendini göstermiştir. Şeyhülislam Yahya (ö. 1644) yalın bir dilin egemen olduğu gazelle- riyle dikkati çekmiş, Nailî-i Kadim de (ö. 1666) titizlikle seçilmiş sözcüklerle kurduğu gazellerinin özgünlüğüyle sivrilmiştir. Sebk-i hindi (yadırgatıcı benzetmelerin ve düş oyunlarının egemen olduğu şiir dili) akımının öncüsü olan Neşatî'nin (ö. 1674) şiirlerinde ince bir işçilik göze çarpar, Nâbî (ö. 1712) ise yapıtlarında daha çok düşünceye önem vermiştir. 18. yüzyılın ünlü şairi Nedim (ö. 1730), şiirlerinde döneminin yaşantısını büyük bir başarıyla yansıtmıştır. Sebk-i hindi akımının en büyük ustası sayılan Şeyh Galib ise (ö. 1799) ağır bir dille tasavvuf konusunu işledi.

18. yüzyılın ikinci yansı ve 19. yüzyılın ilk yansında Osmanlı toplumunun Batı'ya açılmasıyla yeni bir edebiyat geleneği oluşmaya başladı. Bu dönem şairlerinden Enderunlu Vâsıf (ö. 1824), Nedim etkisinde bir halk şiiri anlayışına yönelirken, İzzet Molla (ö. 1829) genellikle tasavvuf konulannı dile getirdi. Encümen-i Şuara'dan (şairler topluluğu) Leskofçalı Galib (ö. 1867) ve Hersekli Ârif Hikmet (ö. 1903) gene tasavvuf konulannı klasik bir dille işlemiş, Yenişehirli Avnî (ö. 1884) genellikle tasavvufa yönelen, kimi zaman da büyük bir karamsarlığı yansıtan şürlere ağırlık vermiştir.

Düzyazı, divan edebiyatında üç tür halinde gelişmiştir: Yalın düzyazı, süslü düzyazı, orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kuran tefsirleri, hadis açıklamala- n bu türde yazılmıştır.

Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıcayı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysî (ö. 1628) ve Nergisî (ö. 1635) vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkiredir(*). Bu türün ilk klasik örneğini 16. yüzyılda Âşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatin Efendi'ye değin sürmüştür.



Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ye içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din kitaplan bu türde yazılmıştır.

divan sazı, Türk halk müziğinde bağlama ailesinden çalgıların meydan sazından sonra en büyük boylusu. Ortalama 75 cm'si sap, 45 cm'si tekne olmak üzere, toplam boyu 120 cm kadardır. Teknenin derinliği 25-26 cm, genişliği 22-23 cm kadar olur. Akordu, cura bağlamanınkinden (ya da daha yaygın adıyla bağlamanınkinden) bir oktav daha pes olduğundan davudi bir ses verir. İkişerli ya da üçerli üç takım tel takılır. Alttakiler la (110 frekanslı), ortadakiler onun dörtlüsü olan re, üsttekiler ise, alttakilerden dört derece daha pes olan mi sesine akortlanır. Günümüzde, uzunhavalardan önce yapılan doğaçlamalarda (açışlarda) kullanılan divan sazının, eskiden "çöğür" adıyla saray müziğinde de kullanıldığı sanılmaktadır.

divançe, küçük divan. Divançelerin düzeni de genellikle divanda olduğu gibi kaside, tarih (tarih düşürme), musammat, gazel ve kıta sırasını izler. Ama bir divançede bu bölümlerden en az biri eksik olur. Divançe belli türleri seven şairin bilinçli seçmesi olabildiği gibi, bir şairin divan dolduracak kadar şiir yazamadan ölmesi nedeniyle de oluşabilir. Divan edebiyatının ünlü şairi Figanî'nin (ö. 1532) divançesi bu türdendir. Ayrıca bak. divan.

divanhane, geniş anlamıyla hükümdann tahtının bulunduğu salon; daha dar anlamıyla Anadolu'nun bazı yörelerinde evin odala- nnın arasında, bazen bir yüzü bahçeye açık olarak düzenlenen büyük mekân. Ayrıca bak. sofa.

Divan-ı Ahkâm-ı Adliye, Osmanlı Devle- ti'nde meşruti yönetime geçiş denemelerinin ilk meclislerinden sayılan yüksek yargı kurulu. Nizamnamelerle talimatların hazırlanması, yüksek devlet görevlilerinin yargılanması, devletle kişi arasındaki uyuşmazlıkların çözümü ve danışmanlık gibi hizmetleri yürüten Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adli- ye'nin 1868'de iki ayn meclise aynlmasıyla kuruldu. Yasa ve tüzükleri hazırlama görevi Şûra-yı Devlet'e bırakılırken, Divan-ı Ah- kâm-ı Adliye temyiz (yargıtay) ve istinaf mahkemelerinin görevîerini üstlenen ceza ve hukuk dairelerinden oluşan, devletin son yüksek yargı kurulu olarak görevlendirildi. Divan-ı Ahkâm-ı Adliye aynı zamanda ilk modern Osmanlı yargı kuruluydu. Vilayet- lerdeki meclis-i temyiz-i hukuk, meclis-i kebir-i cinayet adlı mahkemelerin en üst mercii sayılan Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'nin bir görevi de devletle kişiler arasındaki uyuşmazlıkları "hakkaniyet" ilkesiyle çözmekti. Meşrutiyet kurumu olma özelliği de bu yetkisinden kaynaklanmaktaydı. Yönetime karşı özerkti ve çalışmaları 1 Nisan 1868 tarihli Nizamname-i Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ile 16 Mart 1870 tarihli Nizamname-i Dahili adlı iki tüzükle belirlenmişti. 1869'da Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Nezareti adı altında örgütsel yapısı genişletildi. 1870'te de Adliye ve Mezahib Nezareti adı altında bir bakanlık haline getirildi. Yaklaşık iki yıl varlığını sürdüren Divan-ı Ahkâm-ı Adliye, Yargıtay'ın kökeni kabul edilmiştir.

Divan-ı Ali, Anadolu Selçuklulannda ve Osmanlılarda yönetsel ve yargısal kurul.

Anadolu Selçuklu Devleti'nin en büyük kurulu olan Divan-ı Âlâ ya da Divan-ı Âli'ye (Yüce Divan) hükümdar başkanlık



Yüklə 2,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin