Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Fyodor Mi-hayloviç Dostoyevski 30 Ekim 1821 günü Moskova'da bir doktor ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi



Yüklə 2,26 Mb.
səhifə15/51
tarix28.10.2017
ölçüsü2,26 Mb.
#17481
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   51

"Rica ederim!" dedi. "Rica ederim! Hiç olur mu!.. Evet, kapatalım artık bu konuyu."

183

Sonra birden Zosimov'a döndü ve az önce yarım kalan konularında konuşmaya başladı.



Pyotr Petroviç, Razumihin'in yaptığı açıklamaya hemen inanacak kadar akıllı çıktı. Aslında kendisi de bir iki dakika sonra kalkıp gitmeyi düşünüyordu. Raskolnikov'a dönerek:

"Umarım" dedi, "su anda başlayan tanışıklığımız, sizce bilinen nedenlerle, daha da güçlenecektir... Size içten sağlıklar dilerim..."

Raskolnikov başını döndürüp bakmadı bile, Pyotr Petroviç sandalyesinden doğruldu:

Bu sırada Razumihin'le konuşmakta olan Zosimov'un sesi duyuldu:

"Onu muhakkak kendisine rehin bırakmaya gelen müşterilerinden biri öldürmüştür."

"Bence de öyle" dedi Razumihin, "Porfiriy gerçi söylemiyor ama, kadına rehin yatıranları sorguya çekiyor..."

Birden Raskolnikov'un sesi duyuldu:

"Rehin yatıranlar sorguya mı çekiliyor?.."

"Evet, ne olmuş?"

"Yok bir şey."

"Peki" dedi Zosimov," rehin yatıranları nasıl buluyorlar?"

"Kimilerini Koh söylemiş, kimilerinin adları rehinlerin sarılı olduğu kâğıtların üzerinde yazılıymış, kimileri de olayı duyunca kendiliklerinden başvurmuşlar..."

"Ama katil besbelli çok becerikli, çok deneyimliymiş... Ne , cesaret! Ne kararlılık!"

Razumihin onun sözünü keserek:

"Işte bu hiç de öyle değil" dedi. "Hepinizi şaşırtan da bu nokta işte! Bence katil ne becerikli, ne de deneyimli, büyük olasılıkla da bu onun ilk işi! Katilin becerikli, deneyimli olduğunu kabul edecek olursak, yanıltıcı sonuçlara ulaşırız. Tam tersine deneyimsiz ve ilk işini yapan bir katil olduğunu düşünürsek, onu felaketten kurtaran şeyin yalnızca bir rastlantı olduğunu görürüz. Ve rastlantılarla neler neler olmuyor bu dünyada! Katil, belki de, karşılaşabileceği engellerin hiçbirini öngörememişti! Öte yandan yaptığı şey ne: tutup on-onbeş rublelik şeylerle, ceplerini doldurmuş, kocakarının sandıklarını, bohçalarını karıştırmış! Oysa komodinin üst çekmecesindeki bir kutu içinde,

184


notlardan ayrı olarak tam bin beş yüz altın ruble duruyor! Bunları kaldırmayı becerememis de, öldürmeyi becermiş! Ne diyorum sana: bu onun ilk işi! İlk işi! Hemen eli ayağı dolaşmış! Yakalanmayışı da ince hesaplar yapmış olmasın değil, rastlantılardan!"

ilinde şapkası ve eldivenleri, ayağa kalkmış olan ve gitmeden önce birkaç akıllıca söz söyleyip iyi bir izlenim yaratmaya bağladığı anlaşılan Pyotr Petroviç gösterişçiliği mantığını bastırmıştı anlaşılan- Zosimov'a dönerek:

Bu sözünü ettiğiniz, geçenlerde öldürülen dul kadın mı?" sordudiye .

Evet" dedi Zosimov," duymuş muydunuz?"

"Nasıl duymam? Hemen yanımızdaki evde..."

"Ayrıntılarını biliyor musunuz?"

"Bildiğimi söyleyemem ama burada beni başka bir nokta ilgilendiriyor, daha doğrusu asıl ve büyük sorun. Sözünü etmek lazım, şu son beş yılda aşağı tabakalarda suç işleme oranının iyiden iyiye artmış olması, sağda solda durmadan yapıldığını duydüğümüz soygunlar, kundaklamalar falan değil... Beni asıl şaşırtan, cinayetlerin yüksek tabakalar arasında da buna koşut olarak artışıdır. Şurada bir üniversite öğrencisinin güpegündüz yol ortasında bir posta arabasını soyduğunu duyarız; ötede, toplumsal konumu yönünden yüksek bir yeri olan kimi insanlar ise para basarlar. Moskova'da, içborçlanma tahvillerinin sahtelerini yapan koca bir çete yakalanır ve çetenin elebaşısı olarak da karşımıza üniversitede tarih öğretim üyesi olan biri çıkar.

lana ülkelerden birinde parası için ve bilinemeyen başka birtakım nedenlerle elçilik sekreterimiz öldürülür... Derken şimdi de bu faizci kocakarı... Bence onun da katili yüksek tabakadan biridir, çünkü mujikler altınlarını rehine koymazlar. Oyleyse toplumumuzun aydın kesimi arasındaki bu yaygın ahlaksızlığın nedeni ne?"

Zosimov:

"Ekonomik değişmelerin çokluğu..." diye başlayacak oldu,

la Razumihin sözü onun ağzından kaparak:

"Nedeni ne mi?" dedi.'İyiden iyiye kökleşmiş olan tembellik, başka ne olacak!.."

"Nasıl yani?"

187


"Sizin şu Moskova'daki tarih öğretim üyesi, niçin sahte tahvil bastığı sorusuna ne yanıt vermiş biliyor musunuz? 'Herkes bir yoldan zengin oluyordu, ben de bu yoldan çabucak zengin olacağımı düşündüm.' Sözlerini tıpkısı tıpkısına hatırlayamıyorum ama düşünce buydu: havadan, çabucak zengin olmak... Çalışıp çabalamadan..! Bir kez hazır yemeye, başkasının emeğine yaslanıp asalak geçinmeye alışılmaya görsün, işte böyle saati gelince herkes hünerini göstermeye başlar...

"Öyle ama ya ahlak? Sonra, nasıl diyeyim, kurallar..."

Raskolnikov atılarak:

"Ne diye çırpınıp duruyorsunuz? " dedi. "Tam sizin kuramınıza göre olmuş!"

"Nasıl benim kuramıma göre?"

"Az önce bize verdiğiniz vaazdaki düşüncelerinizin sınırlarını biraz daha genişletin, nasıl insanları boğazlamak hakkına bile sahip olacağınızı görürsünüz..."

"Insaf artık!"

Lujin bu sözleri bağırarak söylemişti. Bu arada Zosimov:

"Hayır, öyle değil!" diye atıldı.

Raskolnikov'un yüzü sapsarı kesilmişti, üst dudağı titriyor, güçlükle soluk alıp veriyordu.

"Her şeyin bir ölçüsü vardır" dedi Lujin kasıntılı bir tavırla. "Ekonomik düşünceler insanlara henüz cinayet davetiyesi çıkarmıyor, hem varsayılım ki..."

Raskolnikov, karşısındakini aşağılamanın verdiği sevinç titreşimlerinin de duyulduğu öfkeli bir sesle onun sözünü yeniden kesti:

"Nişanlınızdan evlenme teklifinize evet cevabı aldığınızda, en çok onun yoksul oluşuna sevindiğinizi, onu dilediğinizce yönetmek ve size borçlu olduğunu ikidebir başına kakmak için yoksul aileden kız seçmiş olmakla uygun bir iş yaptığınızı söylediğiniz doğru mu?.."

Lujin öfkeden tirtir titreyerek:

"Sayın bayım! Sayın bayım!" dedi; dili dolanıyor, sözcükleri birbirine karıştırıyordu:

"Benim düşüncelerimi çarpıtıyorsunuz!

188

Beni bağışlayın, ama kulağınıza çalınan, daha doğrusu size yetiştirilen bu söylentilerin gerçekle hiçbir ilgisi bulunmadığını söylemek zorundayım. Ve ben... bunu söyleyenin kim olduğunu... kısacası bu iğneleme... tek kelimeyle anneniz...Aslında bütün üstün niteliklerine rağmen ben onun biraz heyecanlı ve romantik yapıda bir insan olduğunu zaten anlamıştım... Ama yine de sorunu böylesine çarpıtabilecek bir hayalgücüne sahip olduğunu düşünmekten de çok, çok uzaktım... Ve son olarak da son olarak da..."



Yastığında hafifçe doğrulan ve kor gibi yanan gözlerini Lujin'e diken Raskolnikov:

"Son olarak da ne olur biliyor musunuz?" diye bağırdı.

"Ne olurmuş?" dedi Lujin, duraksadı, aşağılanmış bir insan görüntüsü içinde beklemeye başladı. Birkaç saniye süren bir sessizlik oldu.

"Şu olur ki, eğer annem hakkında tek kelime daha sözetmek cesaretini gösterirseniz, bir vuruşta merdivenlerden yuvarlarım sizi!"

Razumihin:

"Ne oluyorsun yahu!" diye bağırdı.

Lujin sararmıştı, dudaklarını ısırarak, tane tane:

"Demek öyle!.. " dedi; olanca gücüyle kendini tutmaya çalışıyor, ama yine de tıkanır gibi oluyordu. "Aslında daha bu odaya adımımı attığım anda sizin bana karşı ne denli nefret dolu olduğunuzu anlamıştım, ama yanılmamış olduğumu iyice görmek için girip oturdum. Bir hastanın ve bir akrabanın pek çok kusurlarını bağışlayabilirdim, ama şimdi... sizi ... hiçbir zaman..."

Raskolnikov:

"Ben hasta değilim!" diye bağırdı.

" Bu daha da kötü!"

" Defolun buradan!"

Lujin zaten gitmek üzereydi, masayla sandalye arasından geçiyordu. Razumihin ona yol vermek için bu kez ayağa kalkmıştı. Hiçkimseye bakmadan, hatta epeydir hastayı rahat

189


bırakması için kendisine işaretler yapıp duran Zosimov'a bile selam vermeden çıkıp gitti. Kapıdan çıkarken sırtını kamburlaştirmış, kendini sakınmak istercesine de şapkasını omuzları hizasına kaldırmıştı. Sırtının kamburu korkunç bir aşağılanmayı da yanısıra götürüyormuş gibi bir etki bırakıyordu.

Şaşıran Razumihin basını sallayarak:

"Olur mu yahu, hiç böyle şey olur mu? " diye söylenip duruyordu.

Raskolnikov öfkeden kuduracak gibiydi:

" Bırakın beni, kimseyi istemiyorum!" diye bağırdı. "Bırakın beni, işkenceciler! Hiçbirinizden korkmuyorum! Artık kimseden, kimseden korkmuyorum! Defolun başımdan! Yalnız kalmak istiyorum, yalnız, yalnız, yalnız!"

" Gidelim" dedi Zosimov, Razumihin'e başıyla işaret ederek

"Insaf yahu, onu nasıl böyle bırakabiliriz?"

" Gidelim", diye diretti Zosimov ve dışarı çıktı. Razumihin bir an düşündükten sonra ona yetişmek için arkasından koştu.

Merdivenlerden inerken Zosimov:

"Sözünü dinlemeyip orda kalmamız daha kötü olurdu" dedi, "kesinlikle sinirlenmemeli..."

"Nesi var?"

"Olumlu yönde bir uyartı gerek ona şimdi... Az önce ne güzel toparlamıştı kendini!... Biliyor musun, bir şeyler var kafasında! Hiç değişmeyen, sürekli acı veren bir şeyler... Ben asıl bundan korkuyorum! Bu kesinkes böyle!"

"Sakın şu adam, bay Pyotr Petroviç olmasın?"

"Konuşmalarından anladığıma göre, Pyotr Petroviç Rodya'nın kızkardesiyle evlenmek üzere ve Rodya tam hastalığının öngününde bu konuyla ilgili bir mektup almış.

"Evet! Tam da gelecek zamanı bulmuş adam! Belki de bütün işleri altüst etti. Dikkat ettin mi, Rodya herşeye karşı kayıtsızdı, konuştuğumuz hiçbir konuya katılmadı, yalnız biri dışında: cinayetten konuşulurken sanki kendini kaybediyordu."

"Evet evet ben de farkettim! Hem ilgilendiriyor, hem de korkutuyor bu olay onu. Tam hastalandığı gün, hani karakolda çok ürkmüş olsa gerek; düşüp bayılmış!"

190

"Akşama bana bunu biraz daha ayrıntılarıyla anlatsana, benim de sana anlatacaklarım var. Bu çocuk beni çok ilgilendiriyor! Yarım saat kadar sonra yoklamaya gideceğim... Sanırım ateşi yükselmez..."



"Sağolasın! Ben de bu arada Paşenka'nın yanında oturur, Nastasya aracılığıyla da hastanın durumunu izlerim..."

Odasında yalnız kalan Raskolnikov, gitmekte hâlâ ağırdan alan Nastasya'ya sabırsızlıkla ve sıkıntıyla baktı.

"Bir çay ister misin?" diye sordu Nastasya.

"Sonra! Yatıp uyumak istiyorum! Yalnız bırak beni..."

Tir tir titreyerek duvardan yana döndü; Nastasya çıktı.

VI

Nastasya çıkar çıkmaz yerinden kalktı, kapıyı çengelledi, az önce Razumihin'in gösterdiği ama sonra yeniden sarıp sarmaladığı paketi çözdü, elbiseleri çıkardı, giyinmeye başladı. Tuhaf şey: tümüyle sakinleşmiş gibiydi; az önceki yarı çılgın sayıklamalarından da, şu son zamanlarda içini saran paniğe eğinik korkularından da eser kalmamıştı. Tuhaf ve beklenmedik bir sakinleşmenin ilk dakikalarını yaşıyordu. Hareketleri kesin ve açıktı, sağlam bir kararlılığın izlerini taşıyordu. "Bugün, hemen bugün!..." diye mırıldanıyordu kendi kendine. Hâlâ güçsüz olduğunu anlamakla birlikte, dinginliğe, sabit fikre varan bir ruhsal gerginliğin verdiği güven duygusunu, gücü duyuyordu. Sokakta ayakta duramayıp düşeceğini de sanmıyordu. Tepeden tırnağa yeni giysilerine büründükten sonra, masada duran paralara bir gözattı, biraz düşündü, sonra hepsini cebine indirdi. Yirmi beş ruble kadar birşeydi. Razumihin'in giysiler için harcadığı paranın artanı olan bozuk beşlikleri de aldı. Sonra yavaşça kapının çengelini kaldırdı, odasından çıktı. Merdivenlerden inerken kapısı ardına kadar açık olan mutfağa bir gözattı: Nastasya arkası kapıya dönük, eğilmiş, ev sahibi kadının semaverini yelliyordu. Hiçbir şey duymamıştı. Zaten kalkıp dışarı çıkabileceği



191

kimin aklına gelebilirdi ki? Bir dakika sonra sokaktaydı.

Saat sekiz sularıydı, güneş ha battı ha batacak. Ortalık eskisi gibi boğucu sıcaktı; ama o, şehre bulaşmış bu tozlu, pis kokulu havayı derin derin içine çekti. Başı hafif döner gibi oldu; sapsarı yüzünde yabanıl bir gücün ışıltısı dolaştı. Nereye gideceğini bilmiyordu, düşünmemişti bile bunu; bildiği bir tek şey vardı:

"Bütün bunlara hemen bugün, şu anda bir son vermesi gerekti, yoksa eve dönmeyecekti; çünkü artık böyle yaşamak istemiyordu". Ama nasıl son verecekti? Hiçbir düşüncesi yoktu bu konuda. Aslında düşünmek de istemiyordu. Düşünce denen şeyi kovmuştu kafasında; acı veriyordu düşünceleri ona. Bildiği, hissettiği bir tek şey vardı: şöyle ya da böyle, her şey değişmeliydi; umutsuzlukla, tuhaf bir inançla ve kararlılıkla, "değişsin de, nasıl değişirse değişsin" diye tekrarlayıp duruyordu.

Eski bir alışkanlıkla, her zamanki gezinti yollarından yürüyerek Samanpazarı'na yöneldi. Ama Samanpazarı'na varmadan, köprüye giden sokağın ordaki bir tuhafiye dükkanının önünde, içli bir romans çalmakta olan siyah saçlı genç bir laternacı gördü. Laternacı, kaldırımda, hemen önünde duran on beş yaşlarında bir kıza eşlik ediyordu. Kızın üzerinde sokak kadınlarında görülen türden giysiler vardı: kıl dokuma geniş bir eteklik, üzerinde bir İspanyol salı, elinde eldivenler, başında da tüyleri ateş rengi hasır bir şapka... Hepsi de eski püskü şeylerdi. Sokak kadınlarının o çatlak, ama oldukça hoş ve gür sesiyle, çevredeki esnafın vereceği birkaç köpeği gözleyerek romans okuyordu. Raskolnikov kızı dinlemekte olan birkaç kişinin yanına sokuldu, biraz dinledi, sonra bir beş köpeklik çıkarıp kızın avucuna sıkıştırdı. Kız birden şarkıyı en tiz, en içli yerinde bıçakla kesmiş gibi durdurdu, laternacıya dönerek sert bir sesle, "yeter!" dedi, ikisi birlikte ilerdeki dükkana doğru yürüdüler.

Raskolnikov birden yanıbasında duran ve kendisi gibi laterna dinlemekte olan yaşlıca bir adama döndü ve:

"Sokak şarkılarını sever misin? " diye sordu.

Görünüşüne bakılırsa işsiz güçsüz biri olduğu anlaşılan adam yabanıl, şaşırmış gözlerle Raskolnikov'a baktı. Raskolnikov'sa, sokak şarkılarından değil de bambaşka şeylerden sözediyormuş gibi:

"Ben severim" dedi. "Hele de soğuk, karanlık ve nemli güz akşamlarında, hani gelip gecen herkesin yüzünün yeşile çalan bir sarılıkta ve hasta gibi göründüğü ıslak güz aksamlarında, laterna esliğinde söylenen bu sokak şarkılarını çok severim. Ya da dingin, lapa lapa kar yağan rüzgârsız kış akşamlarında, -hele bir de karların, arasından sokak lambaları ışıldıyorsa- bu şarkılar çok daha doyumsuz olur... Biliyor musunuz?.."

Hem kendisine sorulan sorudan, hem de Raskolnikov'un görünüşünden ürken adam:

"Bilmiyorum efendim, özür dilerim!.." dedi ve yolun karşısına geçti.

Raskolnikov dümdüz yürüdü ve Samanpazarı'nda Lizaveta'yla konuşan karı-koca satıcının tezgahlarının bulunduğu köşeye çıktı. Ama ihtiyarlar yerlerinde yoktu. Raskolnikov yeri tanıyınca duraksadı, çevresine bakındı, bir uncu dükkanın kapısında esneyip duran kırmızı gömlekli bir delikanlıya yanaşıp:

"Şu köşede karısıyla birlikte satıcılık eden biri vardı, değil mi?" diye sordu.

Delikanlı onu şöyle bir süzdükten sonra:

"Herkes satıcı olabilir" dedi.

"Adı neydi o adamın?"

"Vaftiz edilirken ne ad taktılarsa, o."

"Yoksa sen de mi Zaraysk'lısın? Hangi ildensin?"

Delikanlı onu bir kez daha süzdü:

"Bizimki il değil, ilçedir saygıdeğer efendim. Kardeşimin bir kez gitmişliği vardır, ama ben hiç görmedim, hep evde otururdum. Bu nedenle beni bağışlamanızı dilerim, soylu efendimiz!"

"Şu ilerdeki meyhane mi?"

"Hayır, otel-restoran efendim, bilardosu da var; sonra... Prensesler de bulunur..."

Raskolnikov meydanı geçti. İlerde, köşede büyük bir mujik kalabalığı vardı. Raskolnikov mujiklerin yüzlerine baka baka, kalabalığın en yoğun olduğu yere doğru ilerledi. Nedense, önüne gelenle konuşmak için sonsuz bir istek duyuyordu. Ama

193


mujiklerin ona dikkât bile ettikleri yoktu, öbek öbek toplaşmışlar, çene çalıyorlardı. Raskolnikov biraz düşündükten sonra, sağa sapıp, kaldırım boyunca "V'ye doğru yürüdü. Meydanı geçer geçmez küçük bir ara sokakta buldu kendini...

Küçük bir dirsekle Samanpazarı meydanını Sadovaya ile birleştiren bu ara sokaktan önceleri de sık sık geçerdi. Son zamanlarda, üzüntülü olduğu günlerde, "daha çok acı duymak için" buralarda dolaşmayı ister olmuştu. Şu anda ise hiçbir şey düşünmeden sapmıştı sokağa. Alt katı tümüyle meyhane ve meze-içki satan dükkanlarla dolu olan büyük bir apartman vardı burada. Sırtlarında yalnızca bir entari, başları açık, "ev kılığıyla" birtakım kadınlar apartmandan çıkıyor, kaldırım üzerinde çeşitli yerlerde, özellikle de bir-iki basamakla inilebilen bodrum katlarındaki eğlence yerlerinin girişlerinde kümeleniyorlardı. Böyle anlarda buralardan müthiş bir gürültü yükseliyor, gitar sesleri, şarkılar, naralar tüm sokağı tutuyordu. Otel-restoranın kapısı önünde büyük bir kadın kalabalığı vardı. Kimi basamaklara, kimi de doğrudan doğruya kaldırıma oturmuştu. Üçüncü bir grupsa ayakta duruyor ve gevezelik ediyordu. Bunların yanında, elinde sigara sarhoş bir asker dolaşıyor, sövüp duruyordu; meyhanelerden birine girmek isteyen, ama hangisine gireceğini unutmuş bir hali vardı. İki serseri sövüşüp kavga ediyor, körkütük sarhoşun biri ise boylu boyunca yere devrilmiş, yuvarlanıyordu. Raskolnikov kalabalık kadın kümesinin yanında durdu. Alçak sesle konuşuyordu kadınlar; sırtlarında basma entari, ayaklarında terlik vardı; hepsinin başı açıktı. Kiminin yaşı kırkları aşmış, kimisi daha on yedisindeydi. Hemen tümünün gözleri şiş ve çürüktü.

Aşağıdan gelen şarkı sesleri, bağırıp çağırmalar Raskolnikov'un nedense ilgisini çekmişti...

Birinin kahkahalar, çığlıklar arasında, gitar esliğinde söylenen tiz bir şarkıya topuk vurup tempo tutuğu ve delicesine hora teptiği duyuluyordu. Raskolnikov dışardan kapı ağzına doğru uzanmış, kederli, düşünceli bir yüzle ve dikkatle şarkıyı dinliyor, kalabalık arasından içeriyi görebilmeye çalışıyordu. Şarkıcı incecik sesiyle,

194

Şirin, tatlı sevgilim, Boşuna dövme beni!



diye inleyip duruyordu. Raskolnikov sanki bütün sorunu buymuş gibi, şarkıyı dinlemek için dayanılmaz bir istek duydu. "Ben de girsem mi?" diye düşündü. "Nasıl da gülüyorlar! Hepsi sarhoş! Ben de içip sarhoş olsam?"

"Tatlı beyefendi, içeri girmez misiniz?"

Kapı ağzında duran kadınların arasından biri henüz bozulmamış, çınlamalı bir sesle Raskolnikov'a sesleniyordu. Raskolnikov dönüp baktı: genç bir kadındı bu, hatta şu kadın kalabalığı içinde insana tiksinti vermeyen belki de tek kadındı.

"Şuna bak! Hem de güzelmiş!" diye mırıldandı.

Kadın gülümsedi, iltifat çok hoşuna gitmişti.

"Siz de güzelsiniz!" dedi.

"Ne kadar da zayıf!" dedi kadınlardan biri. "Sanki hastaneden yeni çıkmış!"

Bu sırada kalın kumaştan önü açık bir kaftan giymiş bir mujik yanaştı yanlarına; hafif sarhoştu ve kurnaz kurnaz gülümsüyordu:

"Gören de general kızları sanır, ama hepsinin burnu kısa ve kalkık! Ama çok neşeli şeyler doğrusu!.."

"Madem ki geldin, geç içeri!"

"Geçeceğim tatlım!"

Mujik içeri girdi. Raskolnikov yürümeye başladı.

"Baksanıza, beyefendi!"

Deminki kızdı, Raskolnikov'un ardından sesleniyordu.

"Ne var?"

Kız utandı:

"Tatlı beyefendi, sizinle her zaman birkaç saatimi geçirmeye hazırım... Ama nedense su anda sizden utanıyorum. Bir kadeh bir şey içebilmem için bana altı kopekçik verir miydiniz?"

Raskolnikov elini cebine atıp rastgele çıkardığı paraları kıza uzattı. On beş köpekti verdiği.

Kız:

195


"Ah ne iyi yürekli baymış!" dedi.

"Adın ne senin?"

"Duklida diye sorarsınız."

Kalabalıktaki kadınlardan biri başıyla Duklida'yı göstererek:

"Daha neler!.." dedi. "Nasıl böyle para isteyebiliyor, anlayamıyorum! Ben olsam utancımdan ölürdüm..."

Raskolnikov kadına ilgiyle baktı: otuz yaşlarında vardı, çiçekbozuğu yüzü yara bere içinde, üst dudağı şişti. Duklida'yı kınarken gayet sakin ve ciddiydi.

Raskolnikov yeniden yürümeye başladı. "Acaba nerede okumuştum?" diye düşünüyordu bir yandan da, "Idam mahkûmunun biri ölümünden bir saat önce, yüksek bir dağın tepesinde, ancak iki ayağının sığabileceği kadar daracık bir yerde yaşaması gerekse; cevresindeyse uçurumlar, okyanuslar, sonsuz karanlıklar, fırtınalar ve sonsuz bir yalnızlık olsa, yine de o bir avuç yerde ömrü boyunca, binlerce yıl, sonsuza dek yaşamayı, o anda ölmeye yeğleyeceğini söylemiş. Tek ki yaşasın! Yalnızca yasasın! Aman tanrım, bu nasıl gerçek böyle! Bu nasıl gerçek! İnsan ne alçak yaratıkmış!" Raskolnikov bir dakika kadar durup düşündü, sonra "Bunun için insana alçak diyen de alçaktır!" diye ekledi.

Bir başka caddeye çıkmıştı. "A-a, Kristal Palas! Razumihin'in geçenlerde sözünü ettiği yer! Yalnız, ben bir şey yapmak istiyordum, neydi acaba? Ha, okuyacaktım!.. Zosimov gazetelerden öğrendiğini söylemişti..."

"Kristal Palas"ın birkaç bölmeden oluşan çok geniş, hatta oldukça temiz restoranına girerek:

"Gazeteniz var mı?" diye sordu.

Restoran kalabalık değildi. İki üç müşteri çay içiyordu. Uzaktaki bölmelerden birinde dört kişilik bir grup şampanya içiyordu. Raskolnikov aralarında Zamyatov'u tanır gibi oldu. Ancak uzaktan, iyi görülmüyordu. "Varsın olsun!" diye düşündü.

Garson: , "Votka mı emredersiniz?" diye sordu.

196

"Çay ver. Sonra gazeteleri getir, şöyle beş gün kadar eskilerinden başlayarak... Votka parasını sana bahşiş olarak veririm..."



"Emredersiniz. Işte bugünküler. Votka da emreder misiniz?"

Eski gazeteler ve çay geldi. Raskolnikov koltuğuna rahatça yerleşip aramaya başladı: "Izler-izler* -Aztekler - Aztekler - Izler - Bartola - Massimo** - Aztekler - Izler... Tuh! Allah kahretsin! Ah, işte! Bir kadın merdivenlerden düşmüş - bir tüccar içmekten çatlayıp ölmüş - Peski'de yangın - Petersburgkaya'da yangın -Yine Petersburgkaya'da yangın*** - İzler - İzler - İzler - İzler - İzler - Massimo ... Hah, işte!"

Sonunda aradığını bulmuştu; okumaya başladı. Satırlar gerçi gözünün önünde dansediyor gibiydi, ama yine de bütün "haber"i okudu, ayrıntıları öğrenmek için hırsla sonraki günlerin gazetelerine sarıldı. Telaş ve sabırsızlıkla sayfaları çevirirken elleri titriyordu. Birden, birinin masasına oturduğunu farketti. Baktı: Zamyotov'du: yüzükleri, altın zinciri, düzgün bir çizgiyle ikiye ayrılmış biryantinli, siyah, kıvırcık sacları, sık yeleği, hafif eski redingotu ve gömleğiyle Zamyotov... Görünüşü hiç değişmemişti. Neşesi yerindeydi. Ya da en azından neşeli ve içten bir gülüşü vardı. Esmer yüzü içtiği şampanyadan hafifçe pembeleşmişti. "Nasıl! Siz burada mısınız!" Sanki Raskolnikov'u uzun yıllardır tanıyormuş gibi şaşkınlıkla söylemişti bunları.

"Oysa Razumihin daha dün hâlâ kendinize gelemediğinizi söylüyordu. Şu işe bakın! Ben de sizin ziyaretinize gelmiştim..."

İzler İvan İvanovic : 1860'larda nüktedanlığıyla Petersburg'ta çok ünlenen ve yine Petersburg'ta bir eğlence bahçesinin sahibi olan kişi. (Çev.) Bartola, Massimo, Aztekler: Moris adlı bir açıkgöz girişimcinin gösteriler yapmak üzere Avrupa'dan Rusya'ya getirdiği iki cüce. O zamanki gazetelerde yeraldığına göre, bu iki cüce Avrupa'ya da Meksika'dan getirilmişlerdi ve Aztekler soyundan gelmekteydiler. İngiltere Kraliçesi Viktorya ile III. Napolyon'un himayesi altında bulunan biri kız, biri erkek cüceler, sarayda gösteri yapmaları için Petersburg'a özel olarak getirilmişlerdi. 1865 yılında Petersburg'da ardarda yangınlar çıkıyor ve gazeteler bunlara

geniş yer ayırıyordu. (Çev.)'

197

Raskolnikov onun masasına geleceğini biliyordu. Gazeteleri katlayıp kaldırarak ona döndü., sinirli bir sabırsızlığı yansıtan alaycı bir gülümsemeyle:



"Geldiğinizi biliyorum" dedi. "Söylediler. Çorabımı arayıp bulmuşsunuz!.. Biliyor musunuz, Razumihin sizin için deli diyor; birlikte Laviza İvanovna'ya gitmişsiniz, hani su, onca kaş göz işaretinize rağmen durumu bir türlü anlamayan Barut teğmenin çıkıştığı kadın... Hatırladınız mı? Oysa bunda anlaşılmayacak ne var, durum apaçık ortada, öyle değil mi?.."

"Amma, gevezeymiş"

"Kim, Barut mu?"

"Hayır, arkadasınız Razumihin."

"Doğrusu iyi yaşıyorsunuz bay Zamyotov En güzel yerlere para ödemeden giriyorsunuz. Deminki şampanya kimdendi?"

"Biz kendimiz... kendimiz içtik... Neden birinden olsun?!"

"Ücret olarak! Her şeyden yararlanırsınız siz!" Raskolnikov gülümsedi, Zamyotov'un omuzuna vurarak: "Önemli değil, güzel çocuk, hiç önemli değil!" diye ekledi. "Hem kötü niyetle söylemiyorum bunu ben, hani sizin su karakoldaki memurun, kocakarı davası dolayısıyla Mitka'yı döverken söylediği gibi: "Size olan sevgimden, şakacıktan" söylüyorum..."


Yüklə 2,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin