— Bak hele! Her neyse, bu da açıklama sayılır! Ama ben iyi yürekliyim, sana burada da yardım edebilirim. Dinle, sen beni değil, ben seni yakaladım! Ben sana gene, senin uydurduğun ve artık unuttuğun bir hikâyeyi, mahsus bana inanasın diye anlattım.
— Yalan söylüyorsun! Sen beni var olduğuna inandırmak için karşıma çıktın.
— Tabii ya, ama kararsızlık, huzursuzluk. inanmakla inanmamak arasında bocalama ve savaş, bu bazen diyelim
ı senin gibi vicdanlı bir insan için öyle bir işkencedir ki, ası-intihar etmek bile bundan iyidir. Ben asıl bana birazcık inandığını bildiğim için, sana bu hikâyeyi anlatarak, senin içinde, artık kesin olarak biraz inançsızlık uyandırdım. Ben seni inanmakla inanmamak arasında dolaştırıp duruyorum. Bunda da kendime göre bir amaç güdüyorum. Bu yeni bir metodtur: Çünkü, artık bana olan inancını tüm olarak yitirdiğin anda, hemen gözümün içine baka baka be-joı bir rüya olmadığımı, gerçekten var olduğumu ileri sür-başlayacaksın. Artık seni tanıyorum; işte bunu ileri anda amacıma ulaşmış olacağım! Oysa, benim yüksek bir amacım var. İçine mini mini bir inanç to-humu attım mı, bu tohumdan koca bir meşe ağacı çıkar. hem de öyle bir meşe ağacı ki, üzerine tüneyip, «çölde çile dolduran dedelerden, ya da günahsız kadınlardan» biri ol-isteğini duyarsın. Çünkü, sen bunu gizli gizli çok, hem
(*)' Bitkilerden yapılan Haçlar.
daha292
KARAMAZOV KARDEŞLER
de pek çok istiyorsun. Çekirge yiyecek, ruhunun selâmeti için çöllerde sürükleneceksin!
— Demek sen benim ruhumun kurtuluşu için uğraşıyorsun, öyle mi alçak?
— Hiç olmazsa bir gün iyilik etmek gereklidir, değil mi ya? Gene öfkeleniyorsun, görüyorum ki öfkeleniyorsun!
— Seni soyratı seni! Söyle, o çekirge yiyenleri ve çıplak çöllerde dolaşarak vücutları yosun tutanları hiç baştan çıkarmaya çalıştın mı?
— Yavrum, zaten ömrüm boyunca başka bir şey yapmadım ki! Böyle birine yapıştın mı, tüm dünyayı, tüm yıldızlan unutursun. Çünkü öyle bir ruh, artık çok kıymetli bir elmastır. Böyle bir ruh bazen tüm yıldızlara değer! Bizim kendimize göre bir hesabımız vardır. Böyle bir ruhu yenmek çok değerli bir şeydir! Ama bunlardan bazıları, gelişme bakımından, belki buna inanmazsın ama. senden hiç aşağı kalmazlar. Onların ruhuna da baktığım vakit, bazen aynı anda, öyle bir inanç ve öyle bir inançsızlık uçurumu görürüm ki, bana o insan bir kıl payı kadar daha ileri gidecek olsa, aktör Gorbunov'un dediği gibi, «tepetaklak> aşağı düşe-cekmiş gibi gelir.
— Peki, sonra ne oluyordu, burnun kırılmış olarak uzaklaşmak zorunda kalıyordun, değil mi?
Misafir, bilgiç bir tavırla:
— Dostum, daha geçenlerde hasta bir marki'ye (herhalde onu da bir uzman tedavi ediyordur) günah çıkarırken din hocası olan bir cizvit papazının söylediği gibi, «bazen büsbütün burunsuz kalmaktansa, biraz burnu kırılmış olarak çekilip gitmek daha iyidir!» Papaz o marki'ye bunu söylerken, ben de yanında idim; Çok tatlı bir şey olmuştu. Hep göğsünü yumruklayıp duruyordu. Peder ise, bin dereden su getirerek, «oğlum, herşey Yaradanın bizim bilemeyeceğimiz iradesine göre olur ve bazen görünen bir felâket, peşinden görünmemekle birlikte, büyük bir iyilik getirir. Eğer acımak bilmeyen kader, sizi burunsuz bıraktıysa, bunda çıkarınız şu dur ki, artık ömrünüzün sonuna kadar hiç kimse sizin İçin «burnu kırıldı» diyemez.» diye karşılık veriyordu. Adamcağız umutsuzluk içinde, «kutsal pederim, bu bir teselli değ» ki!» diye bağırdı. «Ömrümün sonuna dek her gün burnum kırılsaydı, razı olurdum, yeter ki burnum yerinde kalsın !>
KARAMAZOV KARDEŞLER
293
peder içini çekerek ona şu karşılığı verdi: «Oğlum, insan tüm iyilikleri birden istememeli, bu böyle durumlarda bile, bizi unutmayan Tanrrya karşı bir isyandır. Çünkü, şimdi ömrünüzün sonuna dek, burnunuzun kırılmasına memnun olacağınızı söylediğinize göre, istediğiniz hemen o anda yerine getirilmiş oluyor: Çünkü, burnunuz yok olunca, aynı zamanda burnunuz kırılmış gibi oluyor.» İvan:
— Tuh, amma aptalca bir şey!
— Dostum, ben sadece seni güldürmek istiyordum. Bu cisvit-lere özgü bir mantık zinciridir ve yemin ederim ki. bütün bunlar harfi harfine sana söylediğim gibi olmuştur. Bu olay meydana geleli çok olmadı, ama beni çok uğraştırdı. Zavallı genç aynı gece eve dönünce, tabanca ile intihar etti; son dakikaya kadar yanından ayrılmadım... Hele cizvitlerin o günah çıkarma kulübeleri yok mu. onlar gerçekten hayatımın hüzünlü anlarında benim en sevimli eğlencelerimdir. Bak. sana bir olay daha anlatayım, daha geçenlerde oldu. İhtiyar bir pedere Normandiya'lı, yirmi yaşlarında sarışın bir kızcağız geliyor. Güzel mi güzel, eti budu yerinde, bir içim su! Eğilmiş, kulübedeki deliğe doğru pedere günahını fısıldıya-rak söylüyormuş. Peder:
— Ne diyorsunuz kızım? Gene yeniden mi günaha girdiniz? diye yüksek sesle sormuştu. «Oh, Santa Maria. Neler işitiyorum. Demek aynı adamla değil, iyi ama, bu daha ne kadar devanı edecek?... Siz hiç utanmıyor musunuz?...» Günah işlemiş olan kız derin bir vicdan azabı içinde ağlıya-rak: «Ah Mon pere! Ça lui f ait tant de pîaisir et a moi si Peu de peine!»(*)
Düşün bir kez, öyle bir karşılık vermiş! Artık o zaman ben bile aradan çekildim: Çünkü, onda konuşan Doğa'nın kendi sesiydi. Artık öyle demek gerekiyor. Bu ise, günahsız olmaktan daha iyi bir şey! O zaman ona günah işletmekten hemen orada vazgeçtim, neredeyse çekilip gidecektim. Ama hemen sonra geri dönmek zorunda kaldım. İşitiyorum ki, pe-der deliğin öbür tarafından kıza o aksanı için randevu ve-riyor. Oysa ihtiyar, kaya gibi sapasağlam adamdı! O bile
C) Ah, sayın pederim, bu ona öyle büyük bir zevk, bana da o kadar zahmet veriyor ki! anlamında.294
KARAMAZOV KARDEŞLER
bir anda düştü işte! Doğa, Doğa'nın gerçeği ona baskın ti! Gene ne burun kıvırıyorsun? Gene mi kızıyorsun? hoşuna gideyim diye, ne yapacağımı bilemiyorum!
İvan, kendi hayalinin yarattığı bu varlık karşısında da yanamıyacağını hissederek acı ile:
— Bırak beni. bir türlü kurtulamadığım bir kâbus gibi şakaklarımı zonklatıyorsun! dedi. Canımı sıkıyorsun! Bar.â acı çektiriyorsun. Seni buradan kovmak için neler vermez. dim.
Centilmen etkili bir sesle:
— Tekrar ediyorum, isteklerinde ölçülü ol! Benden «yüce ve mükemmel» bir şey bekleme. Göreceksin ki. seninle dostça anlaşacağız, doğrusunu söylemek gerekirse, sen, karşısına kırmızı bir ışık içinde, «etrafı çınlata çınlat a, ısıl ışıl» bir halde, kanatlarının uçları ateşten hafifçe kavrulmuş olağanüstü bir varlık olarak değil de, basit bir görüntü içinde çıktım diye bana kızıyorsun. Bir kez estetik duyguların zedelendi. İkinci olarak da gururun yaralandı, kendi kendine: «Nasıl oluyor da benim gibi yüksek bir insana, öyle adi bir şeytan görünüyor?»- diye soruyorsun. Evet, ne olursa olsun, sende Belinskiy'in bu kadar alaya aldığı romantik bir yön var.
Eh ne yapalım delikanlı? Bak. demin sana gelirken, şaka olsun diye, karşına, frakının üzerine: «Aslan ve Güneş» nişanın: takınmış bir emekli devlet müşaviri olarak çıkmak istiyordum. Ama doğrusu korktum, çünkü öyle birşey yapmış olsaydım, sen bu sefer göğsüme kutup yıldızını, ya da Sirius'u değil de, «Aslan ve Güneş;,- nişanını takt.m diye kı zacaktın. Bu yüzden vazgeçtim. Hep de benini aptal olduğumumu söylersin. Ama vallahi, kendimi seninle kıyaslamak iddi asında değilim. Faust'un karşısına çıkan Mefistofeles, kotü luk etmek istediğini belirterek kendini tanıtmıştır, öyleyken yalnız iyilik etmiştir. Ama bu yalnız onu ilgilendirir. Ben bambaşka bir şekilde davranırım.
Belki de tüm doğada gerçeği seven ve içtenlikle iyilik et mek isteyen tek insan benim! Haç üzerinde can veren, lam» kucağında haça gerilerek idam edilmiş olan haydudun ruhunu taşıyarak, gökyüzüne uçtuğu vakit, ben
daydım. Meleklerin sevinçli çığlıklarını işittim. İlâhiler yan ve «Hosannah!» diye bağıran melekleri duydum, onlar
KARAMAZOV KARDEŞLER
295
butun gökyüzünü ve tüm Evreni sarsan coşkun bağrışmaları kulağıma kadar geldi. Kutsal olan ne varsa, herşeyin üzerine yemin ederim ki, ben de onların korosuna katılmak ve hepsi ile birlikte, «Hosannah! diye bağırmak istiyordum! BU ses neredeyse göğsümden kopmak, dudaklarımdan dökülmek üzereydi... Biliyorsun ki, çok duygulu ve güzel şeyler karşısında çabuk etkilenen bir varlığım. Ama mantığım (yaratılışımın en mutsuz yönü de zaten odur) beni o sırada gereken ölçüler içinde tuttu. Böylece o anı kaçırdım! Çünkü, aynı anda, «Hosannah! diye bağıracak olursam sonra ne olacak?» diye düşündüm. O zaman dünyada herşey sönecek ve artık hiç bir olay olmayacaktı.
İste ancak bu görev duygusu ve içinde bulunduğum sosyal durum yüzünden, o güzel ana katılmak isteğini içimde bastırarak, gene pislikler arasında olmak zorunda kaldım. İyilik etmek şerefini biri tüm olarak kendine alıyor. Bana ise yalnız kötülük etmek imkânı kalıyor. Ama ben, başkasının sırtından şanlara ve onurlara kavuşmayı kıskanmam! Hiç kıskanç değilim! Ama tüm evren içinde, bütün dürüst insanlar arasında neden bir ben lanetlere uğramağa, hatta bazılarının beni tekmelemelerine mahkûm oldum? Çünkü, insan şeklinde dünyaya indiğim vakit, bazen öyle davranışlarla da karşılaşıyorum.
Biliyorum, bu işte bir sır var. Ama bu sırrı bana bir türlü açiklamak istemiyorlar. Çünkü ben o zaman neyin ne olduğunu anlayırca Hosannah!» diye avazım çıktığı kadar bağıracağım, o vakit dünyada var olması zorunlu olan olum-suzluk yok olacak ve tüm dünyada herseye aklı selim üstün geleceğiz: o zaman da. tabii her şey, hatta gazetelerle dergiler bile oradan kalkacaklar! Çünkü artık hiç kimse oniara abo-ne olmayarak. Sanki, eninde sonunda barısı kabul edece--'Ru. o hikâyedeki adam gibi kendi katrilyonumu geçtikten sonra. o sırrı öğreneceğimi bilmiyor muyum? Ama şimdilik, bu oluncaya kadar sıkıntı çekeceğim ve o güne dek istemeye istemeye görevimi yerine getireceğim: Bir tek kisi kurtul-^ diye binlerce insanı mahvedeceğim! Eyüp gibi dürüst olan bir tek insan elde etmek için. kaç ruhu mahvetmek, Kaç kişinin ününü lekelemek gerekiyor bir bilsen! Kaldı ki
Hazreti Eyüb'ü bahane ederek, bir vakitler benimle ne
kadar kötü bir şekilde alay etmişlerdir!296
KARAMAZOV KARDEŞLER
Hayır, daha sır açıklanmadığına göre, benim için iki çeşit gerçek vardır: Biri, oradaki, onların ve henüz tüm olarak bilinmeyen gerçek. Öbürü de benim, kendi gerçeğim Bunlardan hangisi daha iyidir, şimdilik bilinmiyor... Ne o? Uyudun mu yoksa?
İvan öfkeyle:
— Uyumak ne demek? dedi. Şimdiye dek, yaratılışımda ne kadar saçma, çoktandır yaşıyarak denediğim ve zihnimde öğüttükten sonra çöp diye bir kenara attığım şey varsa, hepsini bana yeni birşeymiş gibi sunuyorsun.
— Demek gene beğendiremedik kendimizi! Oysa ben, senin hiç değilse edebi bir ifade şekliyle olsun, gönlünü ce-leceğimi sanıyordum. O gökyüzündeki «Hosannah-ı anlattığım vakit, hiç de fena olmadı değil mi? Sonra da hemen, a la Hcine»(") alaycı bir tavır takınmam da güzel oldu, değil mi?
— Hay Allah! Ben hiç bir vakit kimseye öyle uşak olmadım! Nasıl oldu da kendi hayalim senin gibi uşak ruhlu birini yarattı?
— Dostum ben çok sevimli, çok cana yakın bir Rus beyzadesini tanıyorum: Kendisi genç bir düşünürdür, aynı zamanda edebiyatı ve zarif şeyleri çok seven bir adamdır. İlerde ün salacak «Büyük Engizitör» isimli şiiri yazdı. Bunları söylerken, hep onu düşünüyordum.
İvan birden utancından kıpkırmızı kesilerek:
— «Büyük Engizitör»den söz etmeni yasak ediyorum! diye bağırdı.
— Peki, ya «Coğrafyada Bir İhtilâbe ne dersin? Hatırlıyor musun? Ah, işte o gerçekten bir şiirdir.
— Sus yoksa seni öldürürüm!
— Beni mi öldürürsün? Hayır, özür dilerim, artık söyleyeceğim! Zaten buraya sana bu zevki sunmak için geldim. Ah, yaşamak için içi titreyen, heyecanlı ve genç dostlarımın hayal kurmalarından o kadar hoşlanırım ki! Daha geçen bahar, buraya gelirken: «Orada yepyeni insanlar vardır, bu insanlar herşeyi yıkmayı ve işe yeniden yamyamlıktan başlamayı düşünüyorlar» diye karar vermiştim. Aptallar, bana sormadılar! Bence hiç bir şeyi yıkmaman, sadece insanlığın
(*) Alman şairi Helne'nin dediği gibi...
KARAMAZOV KARDEŞLER
297
içinde yaşıyan Tanrı düşüncesini yok etmeli. İşte işe oradan başlamalı diyordum genç dostum! Evet oradan, oradan işe başlamalı... O insanlar, hiç bir şeyi göremeyen birer körden başka bir şey değildirler. Bir kez insanlık Tanrı'yı reddettikten sonra, (ki inanıyorum böyle bir çağ, coğrafyadaki çağlara paralel olarak muhakkak meydana gelecektir) o zaman yamyamlığa ihtiyaç kalmadan, tüm eski dünya görüşleri ve en önemlisi eski ahlâk anlayışları kendiliğinden yıkılacak ve yerine yenileri gelecektir.
İnsanlar, yalnız bu dünyada kendilerine sevinç ve mutluluk verecek olan ne varsa, yani yaşamak, bu dünyada kendilerine neleri verebilecekse, yalnız onları elde etmek için birleşeceklerdir. İnsan, ruh bakımından bir Tanrı, bir Titan gururuna ulaşacak, o zaman dünyaya bir Tanrı-insan gelecektir. İşte bu insan artık doğayı sınırsız bir şekilde, kendi iradesi ve bilimi ile yenerek, her an öyle yüksek bir zevk duyacak ki, duyacağı bu zevk yanında eskiden cennette duyacağını hayal ettiği tüm zevkler sıfıra inecektir. Her insan, ölümlü olduğunu, ölümsüzlük diye bir şey olmadığını bilecek ve ölümü gururla, sakin bir ruh hali içinde, bir Tanrı gibi heyecanlanmadan kabul edecektir. Gururlu olduğu için anlayacaktır ki, yaşamın bir an kadar kısa sürmesine isyan etmenin bir yaran yoktur. Bu yüzden de insan, kardeşlerine karşı artık içinde hiç bir intikam arzusu duymadan sevgi duyacaktır. Sevgi, hayatın yalnız bir anında, yalnız o an için insanı tatmin edecektir, ama onun bir anlık olduğunu kavramak bile, insana, eskiden, öbür dünyadaki ölümsüz sevgiyi düşünerek, geniş bir nehir gibi akan yaşantısından çok daha büyük bir heyecan verecek, tüm varlığını alevlendirecektir... diyor ve buna benzer, bunun gibi daha birçok şeyler söylüyordu. Çok hoş doğrusu!
İvan iki eliyle kulaklarını kapamış, gözlerini yere dikmiş, kımıldamadan oturuyordu, ama tepeden tırnağa tiril tiril titremeye başlamıştı. Misafir devam etti:
— Genç düşünürüm, şöyle düşünüyordu: «Asıl sorun şu-öur: Günün birinde böyle bir çağ gelebilir, değil mi? Eğer öyle bir çağ gelirse, herşey artık çözümlenmiş ve insanlık sonunda sağlam bir temele oturmuş olacaktır. Ama insandın derinlere kök salmış budalalığı göz önünde bulundurulursa, herhalde bu sağlam temele oturma işi daha bin yıl Gecikecektir; böyle olunca daha şimdiden gerçeği sezen bir
298
KARAMAZOV KARDEşLER
insanin tam anlamiyla keyfinin istedigi gibi, yeni ölçülere göre yasamaya baslamasına izin verilmeli. O halde böyle bir insanin neyi isterse yapmasi uygundur. Bu kådan da ye-terli degil: O cag hic bir zaman gelmese bile, Tanri ve ölum-siizluk diye birşey bulunmadiğına göre, yeni insanin tüm evren icinde tek olarak da olsa bir Tanri - insan olmasina izin verilebilir. Böylecc kendisi tabii artik yeni bir rütbeye kavusmus olarak, gerekirse. hic yüregi sizlamadan, eski köle insani sınırlandırılan tum ahläk sınırlarını aşacaktir. Tanri icin yasa diye bir şey yoktur! Tanri nereye ayak atarsa, orasi artik Tanrıya ait bir yer olur! §imdi ben nereye ayak basar-sam, orasi ilk olarak ayak basilmis. bir yer olacaktir...» Her-şey hos görülebilir. O kadar iste! Tüm bunlar cok sevimli seyler; yalniz, madem sahtekarlık yapmak istedin, o halde neden gercegi bir ceza olarak kabul etmeli, degil mi ya? Ama ne yaparsın Bizim modern Rus'lar öyledir: Ceza ol-madan sahtekarlık yapmaya cesaret edemez. Gercege o kadar aşıktir...
Misafir, kendi sözlerinin giizelligine kapildigini belli ede-rek gittikce daha yüksek sesle ve arada bir ev sahibine alaylı bir gözle bakarak konuşuyordu; ama sözunü bitiremedi: Ivan, birden masanın üzerinden bir bardak yakaladi, kolunu kal-dirarak bardagi var gucü ile konusmacının üzerine firlatti.
Öburii divandan firlayarak cay damlaciklarını üzerinden temizlemeye calisti.
— Ah, mais c'est bete enfinl(*) diye bagirdi. Şuna bakin! lutherin hokkasını hatirladi galiba! Hem beni kendi ru-yası olarak kabul ediyor, hem de bardaklan ruyasinın iizerine firlatiyor! Tam kadinca bir iş! Zaten ben, sadece ku-laklanm kapiyormussun gibi davrandigini, aslında sözleriv mi dinledigini seziyordum...
Birden disardan pencerenin camına vuruldu. Ivan Fiyo doroviç divanin üzerinden firladi. Misafir:
— isitiyor musun? Gidip açsan daha iyi olur! diye di. Bu gelén kardeşin Alyoşa'dir, sana beklenmedik, ilgi kici bir haberi var. Bunu sana ben söyluyorum!
Ivan çilgın gibi:
(*) Iyi ama. bu aptalca bir şey!
KARAMAZOV KARDEşLER
299
— Sus, yalanci! diye bagirdi. Ben gelenin Alyoşa oldu-gunu senden önce biliyordum. Onun geldigini sezmiştim. Geldigine göre, tabii «bana verilecek bir haberi vardir!»
— Açsana kapiyi ona! Acsana! Disarida tipi var. Di-sardaki kardesin Mr. sait-il le temps qu'il fait? C'est a ne pas metre un chien dehors...{**)
Vuruslar devam ediyordu. Ivan pencereye dogru koşa-cak oldu. ama birden ayaklarmda ve kollarında bir kesiklik hissetti. sanki kiskivrak baglanmisti. Var gücü ile baglarim koparmak istiyormus gibi geriliyordu ama, baglarim bir tiir-lii koparamiyordu. Penceredeki vuruslar gittikce şiddetleni-yordu. Sonunda baglar birden koptu ve Ivan Fiyodorovic divanin üzerinde irkilerek sicradi.
Vahsi bakislarla cevresine bakindi. Her iki mum da ne-redeyse sönmek iizereydi. Biraz önce misafirinin üzerine firlattigi bardak karsisında, masanın uzerinde duruyordu. Karsi duvarda ise hic kimse yoktu. Biri cama israrla vur-rnaya devam ediyordu ama, artik bu vuruslar hiç de biraz önce rüyada duydugu gibi siddetli degildi. Aksine cok ölcülü vuruslardi. Ivan Fiyodoroviç:
Rüya degildi! Hayir yemin ederim ki rüya degildi! Demin olup bitenler gercekten oldu, diye bagirdi.
Pencereye dogru atilip cami acti. Avazi ciktigi kadar kardeşine:
— Alyosa, sana gelme dedim ya! diye seslendi. Bir-iki kelimeyle söyle, ne istiyorsun? Yalniz iki kelime söyleye-
ceksin. isitiyor musun?
Alyoşa, avludan karşilik verdi:
— Bir saat önce Smerdyakov kendini asmiş!
Ivan:
— Kapiya gel, şimdi aciyorum kapiyi sana, dedi ve ka-
pıyı Alyosa'ya agmaya gitti.
(*) Beyefendi dişarda havanın nasil oldugunu blliyorlar mi? Bu havada bile dişan atilmaz.
300 KARAMAZOV KARDEŞLER
«BUNU O SÖYLEDİ!»
Alyoşa içeri girince İvan Fiyodoroviç'e bir saat kadar önce evine Mariya Kondratyevna'nın geldiğini ve kendisine Smerdyakov'un intihar ettiğini haber verdiğini söyledi. Kadın, «odasına semaveri alıp götürmek için girmiştim. Bir de baktım duvarda kendini çiviye asmış, öyle asılı duruyor» demişti. Alyoşa'nın: «Gerekenlere haber verdiniz mi?» sorusuna kadın, hiç kimseye haber vermediğini söylemiş, «Önce doğru size koştum, yolda koşa koşa geldim» demişti. Alyoşa'-mn anlattığına göre, kadın delirmiş gibiydi. Tepeden tırnağa yaprak gibi titriyordu.
Alyoşa onunla birlikte, koşa koşa evlerine gittiği vakit, Smerdyakov'u hâlâ olduğu yerde asılı görmüştü. Masanın üzerinde «Kimseyi suçlamamak için hayatıma kendi elimle ve isteyerek son veriyorum» diye yazılı bir kâğıt vardı. Alyoşa kâğıdı olduğu gibi masanın üzerinde bırakmış, oradan doğru zabıta memurluğuna giderek herşeyi haber vermişti. Sözlerini bitirdikten sonra İvan'ın yüzüne dik dik baktı:
— Oradan da doğru sana geldim! diye sözünü bitirdi. Hem zaten olup bitenleri anlattığı sürece, sanki İvan'ın
yüzündeki anlamda çok şaştığı bir şey varmış gibi, ondan hiç gözlerini ayıramamıştı. Birden:
— Ağabey, herhalde çok hastasın! diye bağırdı. Bana sanki söylediğimi anlamıyormussun gibi bakıyorsun.
İvan düşünceli bir tavırla ve Alyoşa'nın bu bağırışını işitmemiş gibi:
— İyi ki geldin! dedi. Hem ben onun kendisini astığını biliyordum.
— Kimden öğrenmiştin?
— Kimden öğrendiğimi bilmiyorum. Ama biliyordum iş" te. Sahi nereden biliyordum? Ha, evet. O söylemişti. Demin söyledi...
İvan odanın ortasında duruyor, hâlâ aynı düşünceli tavırla yere bakıyordu. Alyoşa elinde olmayarak çevresine ba~ kındı:
— «O» dediğin kim?
301
İvan başını kaldırdı ve sessizce gülümsedi:
— Tüymüş! Senden korktu, senin gibi zararsız bir insandan. Sen tertemiz bir meleksin, Dimitriy sana «melek» diyor. Melek... Yedi kanatlı meleklerin coşkun sevinç çığlıklarının uğultusu... yedi kanatlı melek nedir? Belki de tüm bir yıldız yığınıdır. Belki de o yıldız grubu da, sadece kendine göre kimyasal yapısı olan bir molekülden başka bir şey değildir... Aslan ve Güneş yıldız grubu vardır, biliyor musun?
Alyoşa korku içinde:
— Ağabey, otur! diye söylendi. Divana otur Allah aşkına. Sayıklıyorsun, yastığın üzerine uzan, hah şöyle! Başına ıslak bir havlu koyayım mı? Belki kendini daha iyi hissedersin, ha?
— Şurada iskemlenin üzerindeki havluyu ver, demin oraya atmıştım.
Alyoşa:
— Burada öyle birşey yok. Merak etme, havluların nerede olduğunu biliyorum. İşte burada, dedi ve odanın öbür ucunda, İvan'ın tuvalet masasının bulunduğu yerde daha kullanılmamış bir havlu buldu.
İvan, garip bir tavırla havluya baktı; bir anda herşeyi hatırlamıştı. Divanda doğrularak:
— Dur! dedi. Ben bir saat önce, aynı havluyu gene oradan alıp suyla ıslattım. Onu başıma koydum, sonra da şuraya fırlattım... Peki, nasıl oluyor da şimdi kuru oluyor? Ortada başka bir havlu yoktu ki?
Alyoşa:
— Sen bu havluyu başına mı koydun? diye sordu.
— Evet, bir saat kadar önce başıma koyup, odada dolaştım... Mumlar neden öyle sönmeye yüz tutmuş? Saat kaç?
— On ikiye geliyor. İvan birden:
— Hayır, hayır, hayır... diye bağırdı. Bu rüya değildi. Buradaydı o! Şurada oturuyordu, surdaki divanın üzerinde. Sen pencereye vurduğun sırada, üzerine bardağı atmıştım... Bak, işte şu bardağı... Dur, daha önceden de uyumuştum.
bu rüya, rüya değildi. Daha önce de öyle olmuştu. Şim-rüyalar görüyorum Alyoşa. Ama bunlar jüya değil, uya-görüyorum onlan, yürüyorum, konuşuyorum, duyu-302
KARAMAZOV KARDEŞLER
303
yorum... öyleyken uykudayım. Ama kendisi burada oturuyordu. Burada idi, işte şu divanın üzerinde... öyle aptal şey ki Alyoşa!
İvan bunu söylerken birden güldü, sonra da odada dolaşmaya başladı. Alyoşa üzüntüyle:
— Aptal olan kim? Sen kimden söz ediyorsun Allah aşçına ağabey?
— Şeytan'dan! Bana musallat oldu. Gelip duruyor, iki kez geldi, hatta üç kez sayılır. Sanki kendisi kanatlarının uçları kavrulmuş, gürültü patırtı ederek, ışıl ışıl karşıma çıkan bir iblis olarak değil de, bir şeytan olarak çıktığı için kendisine kızıyormuşum gibi benimle alay ediyordu. Ama zaten, iblis değil ki, yalan söylüyor! Başkasının adını kullanıyor! Kendisi adî, ufak bir şeytandan başka birşey değil. Hamama bile gidermiş, düşünsene! Kendisini soysan, herhalde altında Danimarka cinsi bir köpeğinki gibi, dümdüz, neredeyse bir arşın uzunlukta kızıl bir kuyruk görürsün... Alyoşa buz gibi olmuşsun, çay ister misin? Ne dedin? Soğuk mu? İster misin söyleyeyim yeniden ısıtsınlar? C'est â ne pas mettre un chien dehors...(*)
Alyoşa, bir koşu musluğa kadar gitti, havluyu ıslattı, İvan'ı gene yalvararak oturttu ve ıslak havluyu başına sardı. Kendisi de yanına oturdu. İvan tekrar:
-r- Bana demin Liza için ne demiştin? diye söze başladı.
Konuşmaktan hoşlanmaya başlamıştı:
— Liza hoşuma gidiyor. Onun hakkında sana kötü birşey söyledim. Ama yalandı, ondan hoşlanıyorum... Yarın Kat-ya için korkuyorum. En çok ondan korkuyorum. İlerisi için-Yarın beni terk edip, ayaklarının altında çiğneyecek. Sanıyor ki, ona olan kıskançlığımdan ötürü Mitya'yı felakete sürüklüyorum! Evet öyle düşünüyor! Oysa hiç öyle değil! Yarın haç var, darağacı değil. Hayır, kendimi asmıyacağım. Biliyor musun Alyoşa? Başıma ne gelirse gelsin, intihar edemem! Adilikten midir nedir? Ama korkak değilim, yaşamaya susamış olduğum için yapamam bunu! Smerdyakov'un kendisini asacağını nereden biliyordum? Ha evet, bunu bana «O» söylemişti.
(*) Bu havada köpek bile dışarı atılmaz.
Alyoşa:
— Demek birinin burada oturmuş olduğuna kesin olarak inanıyorsun öyle mi?
— Şuradaki divanda, köşede oturuyordu. Onu kovsaydın iyi olurdu. Ha! Zaten onu kovan da sensin ya! Sen girdiğin anda, ortadan kayboldu. Senin yüzün hoşuma gidiyor Alyoşa. Yüzünden hoşlandığımı biliyor musun? «o» dediğim var ya! İşte «O» benim, Alyoşa! Benim öz varlığım odur işte. Bende adi, alçakça ve nefret edilecek ne varsa, odur işte! Evet, ben «romantik» bir insanım O da bunu farketti... gerçi bana romantik diyenler iftira etmiş oluyorlar. Kendisi çok aptal, ama bu aptallığı ile kazanıyor işte. Hem çok kurnazdır da. Tilki gibi kurnazdır. Beni ne ile, nasıl çileden çıkaracağını çok iyi biliyordu. Hep beni kendisine inandığımı söyleyerek kızdırıyordu. Bu sözleri ile de, kendisini dinlemeye zorladı. Beni bir çocuk gibi kandırdı. Bununla birlikte bana kendi hakkımda gerçek olan birçok şeyler de söyledi. Ben bunları kendi kendime hiçbir zaman söyleyemezdim.