Dünya klasikleri : 13



Yüklə 9,99 Mb.
səhifə17/150
tarix18.06.2018
ölçüsü9,99 Mb.
#54169
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   150
— Değersiniz Lise. Ben bugünlerde   manastırdan büsbütün çıkacağım. Dışarıdaki insanlara   karışınca, evlenmem gerekir; bunu çok iyi biliyorum. Zaten «o» da bana bunu emretti. Öyle olunca kendime eş olarak sizden daha iyi birini bulabilir miyim? Hem beni sizden başka kim eş olarak alır? Ben bunları daha önce düşündüm. Birincisi siz beni daha çocukluğumdan tanıyorsunuz, ikincisi, sizde bende hiç bulunmayan birçok yetenekler var. Siz benden daha neşeli bir insansınız; asıl önemlisi, benden daha günahsız bir varlıksınız. Oysa ben şimdiye kadar birçok, birçok şeylere bu-laşmışımdır... Ah, siz bunun ne olduğunu bilemezsiniz! Ben bir Karamazov'um! Herşeye gülseniz, herşeyi şakaya  boğsanız,   hattâ   benimle  alay   etseniz   bile, bundan ne çıkar? Aksine benimle alay edin,  bundan öyle memnunluk duyarım ki! Siz gülerken bir küçük kız gibi gülüyorsunuz, ama «Ben çile çeken bir insan gibi gülüyorum» diye düşünüyorsunuz...
— Nasıl çile çeken bir insan gibi? Nasıl yani?
— Evet Lise, bakın demin bir soru sormuştunuz, «Ruhunu sanki anatomi incelemesi yapar gibi incelediğimiz o zavallıya karşı  içimizde bir küçümseme  yok mu?» demiştiniz. Bu çile çeken bîr insanın sorabileceği bir sorudur... Anlıyor musunuz? Bunu bir türlü anlatamıyorum, ama böyle sorular aklına gelen bir insanın kendisi acı çekebilen, acı duyan bir insandır. O tekerlekli iskemlede otururken, şimdi bile herhalde birçok şeyleri düşünmüşsünüzdür...
Lise, mutluluktan zayıflamış, garip bir şekilde al-çalmış incecik bir sesle:
— Alyoşa, elinizi verin bana! Neden onu ikide bir elimden çekiyorsunuz? diye söylendi. Size bir şey soracağım Alyoşa: Manastırdan çıkınca hangi kostümünüzü giyeceksiniz? Gülmeyin, kızmayın, bu benim için önemli, çok önemli bir şeydir.
— Daha hangi kostümü giyeceğimi düşünmedim. Lise. Ama hangisini isterseniz, onu giyerim.
— Koyu mavi, kadife bir ceketiniz, beyaz pike bir yeleğiniz, başınızda da kül rengi yumuşak fötr bir şapka olsun istiyorum... Söyleyin, dün benim sizi sevmediğime inandınız mı? Hani dünkü mektubu yazdığımı inkâr ettiğim zaman?
— Hayır, inanmadım
— Ah, siz dayanılmaz bir insansınız! Sizi  kimse yola getiremez!
— Bakın, size söyliyeyim: beni şey... galiba beni sevdiğinizi biliyordum, ama mahsus beni sevmediğinize inanmış göründüm. Bunları söylemeniz size daha kolay gelsin diye...
. — Daha kötü ya! Hem daha kötü, hem de hepsinden daha iyi bir şey. Alyoşa, sizi öyle seviyorum ki. Müthiş bir şey bu! Demin, siz gelmeden önce, kendi kendime tahminler yürüttüm: «Ondan dünkü mektubu isterim, bana onu sakin sakin çıkarıp verirse (ki böyle bir davranış ondan her zaman beklenebilir) o zaman beni hiç sevmiyor, hiçbir şey duymuyor, yalnız budala ve sevgime değmeyen bir çocuktur. Eğer böyleyse ben de mahvoldum demektir.» Ama siz mektubu hücrede bırakmıştınız. Bu bana cesaret verdi işte: Onu sizden geri isteyeceğimi sezdiğiniz için hücrede bıraktınız, doğru değil mi? Onu geri vermemek için değil mi? Bildim değil mi? öyle oldu değil mi?
— Ah Lise! Hiç de sandığınız gibi olmadı, mektup şimdi de yanımda, demin de yanımdaydı, şu cebimde. Bakın işte!
Alyoşa gülerek mektubu çıkarıp onu Lise'e uzaktan gösterdi:
— Yalnız onu size vermem! Elimdeyken bakın.
— Nasıl? Demek demin bana yalan söylediniz; bir rahip olan siz yalan söylediniz...
Alyoşa da gülüyordu:
— Belki de yalan söylemişimdir; mektubu size geri vermemek için!
Birden büyük bir heyecanla:
— Bu mektubun benim için büyük bir değeri var, diye ekledi.
Gene kızarmıştı:
— Artık onu hiç kimseye, hiçbir zaman vermem! Lise ona hayran hayran bakıyordu. Tekrar:
— Alyoşa! diye fısıldadı.   Kapıya bir baksanıza: Annem oradan dinlemiyor mu?.
— Peki Lise, bakarım. Yalnız bakmasam daha iyi olmaz mı, ha? Niçin annenizin böyle adî bir davranışta bulunacağından şüphe edelim?
Lise öfkelendi:
— Adî davranış ne demek? Hangi adî davranıştan söz ediyorsunuz? Kapının öbür tarafından kızının sözlerini dinliyorsa, bu onun hakkıdır.   Adî bir davranış değildir, inanın bana Aleksey Fiyodoroviç, ben de anne olduğum vakit, benim de böyle bir kızım   olursa, ben de ne olursa olsun, onun konuştuklarını   kapılardan dinleyeceğim.
— Ciddî mi söylüyorsunuz Lise? Ama bu hiç iyi bir şey değil...
— A!. Bunda ne kötülük var. Allah aşkına? Eğer. alelade bir sosyete dedikodusunu gizlice dinleseydim, o zaman adilik olurdu. Burada ise kendi kızı. genç bir adamla bir odaya kapanmış... Bakın Alyoşa, şunu aklınıza koyun ki. evlendiğimiz gün sizi de gözetlemeğe başlıyacağım. Bütün mektuplarınızı açıp, hepsini okuyacağım... Bundan haberiniz olsun!
Alyoşa:
— Evet, tabiî, öyleyse... diye mırıldanıyordu. Yalnız bu iyi bir şey değil.
— Allah Allah!.. Ne kadar da yüksekten bakıyorsunuz bana! Alyoşa, sevgili Alyoşa, ne olur daha bastan kavga etmiyelim. İyisi mi, size gerçeği olduğu gibi söyliyeyim : Tabiî ki, kapılardan içerde konuşulanları dinlemek çok kötü bir şeydir. Bu bakımdan haksızım tabiî. Haklı olan sizsiniz. Öyleyken gene de kapılardan, dinliyeceğim konuştuğunuzu!
Alyoşa güldü:
— Dinlerseniz, dinleyin. Benim hiçbir kötü davranışımı yakala yamıyacaksınız.
— Alyoşa benim sözümü dinleyecek   misiniz? Bu konuda da önceden anlaşmamız gerekiyor.
— Seve seve dinlerim Lise, bundan   şüpheniz olmasın.  Yalnız en önemli   konularda  dinlemem.   En önemli konularda, benimle aynı düşüncede olmasanız bile ben gene de ödevim neyi emrediyorsa, onu yaparım.
— Öyle olmalı ya. Bunu   söylediğiniz için şunu belirteyim ki, ben sizin gibi yalnız en önemli konularda değil, herşeyde size boyun eğeceğim ve şu anda size bunun böyle olacağına yemin ediyorum. Herşeyde, ömrümün sonuna kadar boyun eğeceğim.
Lise, bunu heyecanla bağırarak söylemişti:
— Hem de bu bana mutluluk verecek,  mutluluk verecek. Yalnız bu kadar da değil, yemin ederim ki. sizin neler konuştuğunuzu gizli   gizli   dinlemiyeceğim, hiç bir zaman! Hiç bir mektubunuzu gizlice okumıya-cağım, çünkü siz haklısınız, ben değilim! Hem, sizin neler konuştuğunuzu gizlice dinlemek için can atacağım, bunu biliyorum; öyleyken gene de bunu yapmıya-cağım, çünkü siz bunu kibar olmayan bir davranış sayıyorsunuz.
"Siz şimdi benim için âdeta Tanrı oldunuz... Hem, dinleyin, şimdi size bir şey soracağım Aleksey Fiyodo-roviç: Neden bugünlerde hep öyle hüzünlü durdunuz?
Dün de, bugün de öyleydiniz. Biliyorum sizi uğraştıran işlerle, üzüntüleriniz var. Ama görüyorum ki siz bunlardan başka apayrı, garip bir üzüntü içindesiniz. Belki de gizli bir dert bu, öyle değil mi? Alyoşa üzüntüyle:
— Evet Lise, benim gizli bir derdim de var, dedi. Madem bunu hissettiniz demek beni seviyorsunuz.
Lise, sesinde çekingen bir yalvarışla:
— Nedir sizin bu derdiniz? Neye üzülüyorsunuz? Bana söylemez misiniz? diye sordu.
Alyoşa ne söyliyeceğini şaşırdı:
— Sonra söylerim. Lise... sonra. Şimdi söylersem, Belki anlaşılmaz. Zaten belki de söylemesini bile beceremiyeceğim.
— Biliyorum ki, ağabeyleriniz sizi üzüyorlar. Onlardan  başka  bir  de  babanıza  mı   üzülüyorsunuz yoksa?
Alyoşa düşüncelere dalmış gibi:
— Evet, ağabeylerime de... diye söylendi. Lise birden:
— Ben İvan Fiyodorovic ağabeyinizi sevmiyorum, dedi.
Alyoşa. onun bu açıklamasını oldukça   şaşırarak karşıladı, ama üzerinde durmadı.
— Ağabeylerim   kendilerini   mahvediyorlar, diye devam etti. Babam da öyle. Üstelik başkalarını da ken-. dilleriyle birlikte felâkete sürüklüyorlar. Bu işin içinde geçenlerde peder Paisiy'in belirttiği gibi, Karamazov'-ları hayata bağlayan bir «güç" var. Bu bizi  dünyaya bağlıyan karşı gelinmez, hiçbir yön verilmez bir güçtür. Ama bu güç Tanrı'dan mı geliyor? Bunu bilmiyorum. Yalnız-sunu   biliyorum ki, ben de bir Karamazov'um. Ben bir rahibim.  < Rahip» mi dedim?   Söyleyin, sizce ben gerçekten bir  rahip miyim Lise? Demin, söz arasında, siz de benim bir "rahip» olduğumu söylemiştiniz.
— Evet, söyledim.
— Öyle ama, bakın belki de ben Tanrı'ya inanmıyorum!
Lise, yavaşça ve onu kırmamağa çalışarak:
— Siz mi inanmıyorsunuz? Ne oldu size böyle? dedi...
Ama Alyoşa buna karşılık vermedi. Kendisinden beklenmeyen bu sözlerde aşırı derecede gizli, aşırı derecede kendi kişiliğine bağlı, hattâ kendisinin de iyice kavrayamadığı; öyleyken ona üzüntü verdiği muhakkak olan bir şey vardı:
— işle şimdi, bütün bunlardan başka benim dostum olan biri, dünyadaki insanların en üstünü hayata gözlerini kapıyor. O" insanla birbirimize ne kadar bağ]s olduğumuzu, ruhlarımızın ne kadar kaynaştığını bir bilseniz Lise! Öyleyken iste artık yalnız kalıyoruz... Size geleceğim, Lise! Bundan böyle hep beraber olalım
— Evet hep birlikte olalım, beraber olalım! Bundan böyle ömrümüzün   sonuna kadar   ayrılmayalım Dinleyin; beni öpebilirsiniz, buna izin veriyorum...
Alyoşa onu öptü:
— Haydi şimdi gidebilirsiniz. İsa yardımcınız ol-
sun!...
Genç kız onu haçla kutsadı:
— Çabuk «O nün yanma gidin! Daha sağken yetişin ona. Anlıyorum ki, sizi alıkoymakla insafsızlık etmişim. Bugün, hem «O» nun için hem de sizin için dua edeceğim! İkimiz mutlu olacağız Alyoşa! Mutlu olacağız, değil mi?
— Belki de, Lise...
Alyoşa Lise'nin yanından ayrıldıktan sonra Bayan Hohlakova'nın odasına gitmeyi uygun bulmadı. Ona veda etmeden evden çıkmak üzereydi. Ama daha kapıyı açıp dışarıdaki merdivene doğru yürürken, birdenbire nereden çıktığı belli olmayan, Bayan Hohlakova ile karşılaştı. Alyoşa daha söylediği ilk sözden onun ken-
disini orada mahsus beklediğini anladı. Bayan Hohlakova ona doğru atılarak:
— Aleksey Fiyodoroviç, bu korkunç bir şey! Bunlar çocukça ve saçma şeyler: Hepsi saçma! İnşallah öyle bir şeyi hayalinizden geçirmiyorsunuz... Saçma, saçma, saçma! dedi.
— Sakın bunu ona söylemeyin.  Sonra sinirlenir, bu da şu anda onun için zararlı olur.
— îşte bu duyduklarım aklı  başında bir gencin, akıllıca sözleridir. Bu sözünüzü şöyle anlıya bilirim değil mi? Siz hasta olduğu için, ona acıdığınızdan ötürü kendisi ile anlaştınız. İsteğine karşı gelmekle onu darıltmak istemiyorsunuz öyle değil mi?
Alyoşa kesin bir tavırla:
— Yok canım, ben onunla gerçekten, ciddî olarak konuştum, dedi!
— Bu işte ciddilik  olamaz!  Bu akıl  alacak şey değil!   Bundan böyle artık sizi  evimize bir daha almam! İkincisi buradan gideceğim, onu da götüreceğim, bunu böyle bilin!
Alyoşa:
— Ama neden? dedi. Bu işe daha o kadar çok va-fcit var ki; daha belki bir buçuk yıl beklemek zorunda Kalacağız.
— Ah, Aleksey Fiyodoroviç! Burası tabiî doğru. Böylece bir buçuk yıl içinde onunla daha bir defa darılır, ayrılırsınız. Ama ben öyle mutsuzum, öyle mutsuzum ki; bütün bunlar saçma da olsa, bu iş beni mahvetti. Şimdi ben son sahnede Famusov rolündeyim. Siz Catskiy'siniz. O Sofia'dır. Hem bakın ben mahsus ko-şup buraya, merdivene çıktım; sizinle konuşmak için. Oysa kaderi bağlayan olay, orada, merdivende iken oldu. Herşeyi işittim. Az kalsın bayılacaktım. Demek ki bu gece olup biten bütün o korkunç şeylerin, bütün o isteri krizlerinin nedeni buydu! Kıza sevgi, annesine ölüm! Buyrun cenaze törenine! Şimdi ikinci birşey var :
Hem de en önemli olanı budur. Lise'in size yazdığı o mektup neydi? Bana gösterin onu, hemen gösterin!
— Hayır, hayır gösteremem! Şimdi siz bana sunu söyleyin : Katerina İvanovna nasıl? Bunu muhakkak öğrenmeliyim.
— Halâ yattığı yerde sayıklıyor; Daha kendine gelmedi. Teyzeleri de burada. Yalnız »Ah, vah» edip duruyor, bir de benim karşımda kuruluyorlar. Hertzenstube ise, gelir gelmez o kadar korktu ki. ona ne yapacağımı, o adamı nasıl kurtaracağımı bilemedim. Doktor çağırtmayı bile düşündüm. Benim arabamla götürdüler onu. Sonra herseyin üzerine tüy diker gibi, durup dururken bir de siz ortaya çıktınız. Gerçi biliyorum, bütün bunlara daha bir buçuk yıl var. Ama yüce olan ne varsa onun hatırı için, ölüm döşeğinde yatan   «dedenizin» başı için bana o mektubu gösterin Aleksey  Fiyodoro-viç! Bir anne olarak bana gösterin onu! İsterseniz onu parmaklarınızın  arasında tutun.   Mektubu  elinizden okuyayım!
— Hayır, göstermem Katerina   Osipovna! Lise'in kendisi izin verse bile onu size gene göstermem. Yarın geleceğim, o zaman isterseniz sizinle birçok şeyleri konuşuruz. Ama şimdilik Allahaısmarladık!.
Alyoşa bunu söyledikten sonra, merdivenden koşarak sokağa indi
II GiTAR ÇALAN SMERDYAKOV
Zaten vakti de yoktu. Daha Lise ile vedalaştığı sırada aklına bir şey gelmişti. Düşündüğü şuydu: Acaba o sırada herhalde ondan saklanan ağabeyi Dimitriy'i yakalamak için nasıl bir kurnazlık yapmalıydı? Vakit artık erken değildi. Saat üçe geliyordu. Alyoşa bütün varlığı ile bir an Önce ölüm döşeğindeki büyüğüne kavuşmağa can atıyordu; ama ağabeyi Dimitriy'i görmek ihtiyacı herşeye üstün geliyordu. Alyoşa'-rıin zihninde her an meydana gelmeğe hazır, kaçınılmaz ve Korkunç bir felâketin olacağı kanısı gittikçe güçleniyordu.
Bu felâket neydi? Ağabeyine hemen o anda neyi söylemek istiyordu? Belki bunu kendisi de bilmiyordu ..Varsın velinimetim yanında bulunmadığım bir sırada hayata gözlerini kapasın» diye düşündü. Hiç olmazsa, ömrümün sonuna dek, kendimi »belki ağabeyimi kurtarabilirdim, öyleyken kendi yuvama bir an önce dönmeyi düşünerek yanından geçip gittim» diye suç-lamıyacağım. Zaten öyle davranırsam, «Onun yüksek öğütlerine göre davranmış olacağım.»
Plânı, ağabeyi Dimitriv'i hiç beklemediği bir sırada yakalamaktı. Bu da şöyle olacaktı: Bir akşam önce olduğu gibi çitin öbür tarafına geçmeli, bahçeye gitmeli, o kameriyenin altına gidip pusuda beklemeliydi. «Eğer orada değilse, o zaman Foma'ya da, ev sahibi kadınlara da bir şey söylemeden orada saklanmalı ve kameriyenin içinde hiç olmazsa akşama kadar beklemeli» diye düşünüyordu. »Eğer eskisi gibi Gruşenka'nın gelişini gözetliyorsa, büyük bir ihtimalle, kameriyeye gelecektir.»
Sözün kısası Alyoşa, plânın ayrı ayrı noktaları üzerinde pek durmuyordu, ama o gün manastıra gitmemek zorunda kalsa bile, onu uygulamağa karar vermişti... Herşey engelsiz olup bitti! Alyoşa çitin öbür tarafına, hemen hemen bir akşam önceki yerden geçti ve gizlice çardağa doğru gitti. Kendisini görmelerini istemiyordu. Ev sahibi kadın da, Foma da (eğer kendisi orada ise) ağabeyinin tarafını tutabilir, Dimitriy'in emirlerini dinleyebilirlerdi; öyle olunca da Alyoşa'yı bahçeye bırakmayabilir, ya da arandığını, sorulduğunu Dimitriy'e tam o sırada bildirebilirlerdi.
Kameriyede kimse yoktu. Alyoşa bir akşam önceki yerine oturup beklemeye başladı. Çardağı gözden geçirdi; çardak nedense şimdi ona bir aksam öncesinden çok daha harap görünüyordu: bu sefer onu eski PÜSKÜ bir yer olarak görüyordu. Kava o akşamki gibi açıktı Yeşil masanın üzerinde, herhalde o akşam etrafa dökülen konyakla dolu kadehten kalmış yuvarlak bir ia göze çarpıyordu.
Alyoşa'nın aklından can sıkıcı bir bekleyiş sırasında, her zaman olduğu gibi, boş boş, işe yaramaz düşünceler gelip geçiyordu; örneğin: kendisi şimdi oraya girince, neden tam o bir akşam önceki yere oturmuştu? Niçin başka bir yere oturmamıştı? Sonunda içinde biı hüzün duydu. Endişe verici »bilinmeyen» den ötürü hüzün içindeydi. Ama oraya oturalı daha bir çeyrek saat olmamıştı ki, birden çok yakında bir yerden, birinin gitar üzerinde akortlar yaptığı duyuldu. Gitarı çalan Alyoşa'dan hemen hemen yirmi adım ötede oturuyordu, ya da oraya o anda yerleşmişti; daha uzakta değildi. Fundalıkların arasında bir yerdeydi.
Alyoşa'nın zihninde birden bir anı canlandı. Bir akşam önce ağabeyinin yanından ayrılırken, çardaktan çıkacağı sırada, fundaların arasında, bahçe duvarının yanında solda, yeşil renkte, alçak bir bahçe bankı görür gibi olmuştu. İşte şimdi, konuklar herhalde onun üzerinde oturmuşlardı. Ama kimdi bu konuklar? Birden bir erkek sesi duyuldu. Biri kendi kendine gitarla eşlik ederek, sözleri kırıta kırıta söylüyormuş gibi uzata-uzata, falsolu falsolu şarkı söylüyordu:
Dayanılmaz bir güçle Bağlıyım sevgilime Tanrı bağışlasın bizi Onu ve beni. Onu ve beni. Onu ve beni.
Ses kesildi. Ton, tam bir «uşak tenoruydu», şarkının okunuşu da, okuyanın bir uşak olduğunu belli ediyordu. Birden bir başka ses, bu sefer bir kadın sesi, şefkatle sanki bunları söyleyen utanıyormuş gibi ama aynı zamanda nazlı nazlı:
— Neden uzun bir süredir bize gelmiyorsunuz, Pa-vel Fiyodoroviç? Neden bize hep öyle yüksekten bakıyorsunuz?
Erkeğin sesi gerçi nezaketle ama inatçı ve kesin bir güvenle:
— öyle bir şey aklımızdan geçmez! dedi. Belliydi ki, erkek kendini kadından üstün görüyer-
du. Kadın ise gönül çelmeğe çalışıyordu. Alyoşa: «Erkek galiba Smerdyakov,» diye düşündü. «Sesinden öyle anlaşılıyor. Hanım da herhalde buradaki küçük er sahibi kadının, Moskova'dan gelen kızıdır. Uzun kuyruklu rop giyen ve Marfa İgnatyevna'dan çorba almağa gelen kadın var ya, galiba o işte!» Kadının sesi tekrar duyuldu :
— Ben her türlü şiiri severim, yeter ki sözleri birbirine uygun olsun. Neden devam etmiyorsunuz?
Erkeğin sesi gene şarkı söylemeğe başladı:
Tacı var çarımın Sağ olsun sevgilim Tanrı bağışlasın Onu ve beni! Onu ve beni! Onu ve beni!
Gene kadını sesi duyuldu :
— Geçen sefer daha güzel olmuştu, dedi. Taç için şarkı söylerken! «Sevdiceğim sağ olsun!» demiştiniz. O zaman daha tatlı oluyordu : Bugün herhalde öyle dedeyi unuttunuz!...
Smerdyakov:
— Şiir saçma bir şeydir, diye kestirip attı.
— A, hiç olur mu, ben şiirciklere bayılırım.
— Evet, şiir dediğimiz, gerçekte saçmalıktan başka birşey değil. Siz de bir düşünün; dünyada hiç kafiye ile konuşan insan var mı? Eğer hepimiz, hükümetin emri ile de olsa kafiyeli konuşmağa   başlasaydık. çok şeyler söyliyebilir miydik? Efendim? Şiirde iş yok, Ma-riya Kondratyevna!
Kadın gittikçe daha cilveli bir sesle :
— Herşeye nasıl böyle akıl erdiriyorsunuz? Nasıl oldu da her konuda böyle üstün bilgilere sahip oldunuz?
— Eğer kader bana daha çocukluktan o oyunu oynamasaydı, daha neler yapardım! Daha neler bilirdim! O zaman piç olduğum için, beni «pis kokulu Lizaveta» dünyaya getirdiği için, âdi bir adam olduğumu söyliye-ni, düelloya davet edip tabanca ile öldürürdüm! Oysa onlar Moskova'da da bunu durmadan başıma kakıp duruyorlardı. Dedikodusu, Grigoriy Vasilyeviç  sayesinde buradan Moskova'ya yayılmıştı... Grigoriy  Vasilyeviç beni aristokrasiye karşı baş kaldırıyorum diye kınıyor. «Sen Aristokrasinin kara koyunusun» diyor. Diyelim ki, gerçekten kara koyunum. Ne yapalım! İmkân olsaydı, dünyaya hiç gelmemek için, beni ana  rahminde iken öldürmelerine bile razı olurdum. Pazarda söylerlerdi... Anneniz bile kendisine özgü o büyük nezaketsizliği ile bana «Onun başında koca bir saç kümesi ile dolaştığını, boyunun da iki arşından azıcık fazla» olduğunu anlatmağa kalkıştı. Neden «azıcık» diyordu sanki? Herkesin dediği gibi «îki arşından bir az fazla» diyemez miydi? Herhalde o sırada gözleri dolu dolu olarak konuşma isteğini duymuştu. Ama sunu da söylemek gerekir ki, böyle gözleri dolu dolu konuşmak mujiklere özgü bir duygululuk belirtisidir. Oysa Rus mujiği kültürlü bir insan kadar duygulu olabilir mi? Cahil olduğu için hiç-
bir duygusu olamaz onun! Ben daha çocukluktan o ..azıcık» sözünü işittim mi, neredeyse kendimi duvara çarpacak hale gelirdim. Bütün Rusya'dan nefret ediyorum ben, Mariya Kondratyevna!
— Eğer orduda görevli bir subay adayı, ya da gencecik bir süvari subayı olsaydınız, öyle demezdiniz. Kılıcınızı çektiğiniz gibi tüm Rusya'yı savunmağa başlardınız.
— Ben orduda görevli bir süvari subaycıgı olmayı istemek şöyle dursun, aksine tüm askerlerin yok edilmesini isterim!
— O zaman düşman gelince kim bizi savunacak?
— Zaten savunmak gerekli değil ki! Sekiz yüz on ikide, Fransız imparatoru I. Napoleon   Rusya'ya büyük bir sefer yaptı, kendisi bugünkü imparatorun babasıdır. İşte o zaman o Fransızlar bizi boyundurukları altına alsalardı, iyi olacaktı.  Böylece akıllı bir millet, oldukça aptal bir milleti   boyunduruğu altına   almış, kendisine bağlamış olurdu. O zaman bambaşka bir düzen olacaktı...
— Peki, onlar kendi ülkelerinde iken bizimkilerden daha mı iyiler sanki? Ben bizim o kibar gençlerimizden bir tanesini olsun, o İngilizlerden üç tanesine bile değişmem!
Mariya Kondratyevna bunu sevgi dolu bir sesle söylemişti. Her halde bu sözlerini söylerken de en tatlı bakışları ile bakıyordu.
— Orası herkesin  kendi  zevkine  kalmış bir şey efendim.
— Hem siz kendin'z de, tıpkı bir yabancı gibisiniz. Tıpkı en soylu yabancılardan biri gibisiniz. Bunu size utancımı yenmeğe çalışarak söylüyorum!
— İşin doğrusunu öğrenmek   isterseniz, şunu da belirteyim ki, ahlâksızlıkta bizimkiler de, onlar da birbirlerine benzerler... Hepsi âdidirler. Aralarında yalnız ŞU ayırım vardır: Oradaki rugan çizmeler içinde, bizdeki âdi herif ise, fakirlik içinde pis bir koku yaya yaya dolaşır, üstelik bunda bir kötülük görmez. Rus milletine, Fiyodor Pavlovıç'in çok doğru söylediği gibi dayak atmalı; gerçi Fiyodor Pavloviç, o oğullan yüzünden kaçığın biri oldu, ama sözü doğru...
— Ama siz Ivan Fiyodoroviç'e karşı saygı duyuyor-muşsunuz... Bunu kendiniz söylemiştiniz.
— Öyle ama beyefendi benim için »Pis kokulu bir uşak..'.» dediler. Beni isyan edebilecek biri sayıyorlar; ama bu konuda yanılıyorlar. Cebimde şöyle bir para olsaydı, buradan çoktan giderdim. Dimitriy Piyodoroviç davranışları ile de, aklı ile de, fakirliği ile de tüm uşaklardan  daha kötüdür.  Hem de hiç bir iş yapmasını bilmez: Buna rağmen gene de herkesten saygı  görür. Diyelim ki, ben bulaşıkçıdan başka bir şey değilim, ama mutlu bir insanım; çünkü canım isterse  Moskova'da Petrovka'da bir kafe-restoran açabilirim.   Çünkü ben spesialite yemekleri bilirim. Oysa onlardan hiç biri, yabancıları bir tarafa bırakalım, onlardan hiç biri özel bir servis yapmasını   bilmezler.   Dimitriy  Fiyodoroviç'in ayağında donu yok. Öyleyken, en birinci kontun oğlunu düelloya çağırsın, adam onunla düello etmeğe razı olur. Oysa, Dimitriy Fiyodoroviç'in benden üstün yönü ne ki? Benden aşırı derecede aptal olması mı? Oysa hiç gereği yokken, ne kadar para batırmıştır!
Manya Kondratyevna birden :
— Karabilir, düello ne güzel bir şeydir... dedi.
— Ne bakımdan?
— İnsana korku da, cesaret de verir, hele gencecik iki subay ellerinde tabanca ile bir kadın için birbirlerine ateş ederlerse!... Tam tablolardaki gibi. Ah, genç kızların düello seyretmelerine izin verselerdi ne iyi olurdu! Ben bir düelloyu seyretmeyi o kadar isterdim ki!...
— İnsan kendisi nişan alıyorsa iyi, yok eğer başkası onun suratına nişan alıyorsa o zaman işte berbat birşey olur. Öyle bir şey olursa yerinizi bırakıp kaçarsınız. Mariya Kondratyevna!...
— Yol: canım, siz kaçar mısınız?..
Ama Smerdyakov karşılık vermek lütfunda bulunmadı. Bir dakikalık bir sessizlikten sonra gene bir akor duyuldu ve falsolu ses şarkının son bölümünü okuyarak havada dalgalandı:
Ne büyükse de çabam
Uzaklaşırım ben ondan.
Keyfederim, tad alırım yaşamdan
Başkente gider, yerleşirim orada
Üzülmem artık.
Çekmem hiç dert
Aklımdan geçmez benim dert çekmek artık!
Bu sırada beklenmedik bir şey oldu. Alyoşa birden aksırdı; bankta oturanlar hemen sustular. Alyoşa kalktı, onların bulunduğu yöne gitti. Bu gerçekten Smerd-yakov'du; şık giyinmiş, pomatlar sürünmüş, saçlarını hafifçe kıvırmış, ayaklarına rugan ayakkabılar geçirmişti. Gitar bankın üzerindeydi. Kadın da, ev sahibi kadının kızı Mariya Kondratyevna'ydı. Üzerinde, eteğinde iki arşınlık bir kuyruğu bulunan açık mavi bir rop vardı; daha genç bir kızdı, hem de çirkin değildi, ama yüzü yusyuvarlaktı ve müthiş çilliydi.
Alyoşa elinden geldiği kadar sakin :
— Ağabeyim Dimitriy çabuk gelecek mi? diye sordu.                               '            .
Smerdyakov, banktan ağır ağır kalktı; Mariya Kondratyevna da öyle yaptı. Smerdyakov alçak sesle ve kayıtsız bir tavırla sözlerin üzerinde dura dura :
— Benim  Dimitriy Fiyodoroviç'ten   nasıl  haberim olabilir? Yanlarında bekçilikle görevli olsaydım, o zaman başka! dedi.
Alyoşa:
— Canım, ben yalnız '«acaba biliyor musunuz?» diye sordum, dedi.
— Gelişleri konusunda hiçbir şey bilmiyorum, bilmek de istemiyorum.
— Oysa bana ağabeyim, bizim evde olup biten her şeyi ona bildirdiğinizi, hattâ Agrafena Aleksandrovna'-nın ne zaman geleceğini haber vermeyi kendisine vaa-dettiğinizi bile söyledi.
Smerdyakov, ağır ağır ve hiç çekinmeden gözlerini ona doğru kaldırdı. Yüzüne ısrarla bakarak :

Yüklə 9,99 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   150




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin