Dünya klasikleri : 13



Yüklə 9,99 Mb.
səhifə84/150
tarix18.06.2018
ölçüsü9,99 Mb.
#54169
1   ...   80   81   82   83   84   85   86   87   ...   150
165
anda siz de benimle böyle konuşmaktan biraz utanç yorsunuz... Bunu gözlerinizden okuyorum.
Bunu kurnazca bir tavırla ve garip bir mutluluk içinde gü. lerek söylemişti.
— Bunda utanılacak ne var?
— Peki neden kızardınız? Alyoşa güldü:
— Canım, sizin yüzünüzden oldu, sizin yüzünüzden kızardım!  dedi ve gerçekten kıpkırmızı oldu.   Eh, doğrusunu isterseniz gerçekten biraz utanıyorum, ama neden olduğunu Allah bilir, nedenini anlayamıyorum.
Bunu mırıldanarak,  hatta hemen hemen  utançla söylemişti. Kolya, açıktan açığa büyük bir heyecanla:
— Ah, şu anda benimle konuştuğunuz için nedense utandığınızdan ötürü sizi o kadar seviyorum ki!... Çünkü siz benim gibisiniz!  diye bağırdı.
Yanakları al al olmuştu, gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Alyoşa birden nedense:
— Beni dinleyin Kolya, lâf aramızda size şunu söyleyeyim ki, siz hayatta çok mutsuz bir insan olacaksınız.
Kolya hemen:
— Biliyorum, biliyorum. Siz bunları nasıl önceden bile-
biliyorsunuz!
— Bununla birlikte tüm olarak yaşantıyı seveceksiniz, onu kutsal bir şey sayacaksınız.
— Gerçekten  öyle! Yaşasın! Siz bir peygambersiniz! Ah çok iyi anlaşacağız Karamazov! Biliyor musunuz en çok şuna hayran  oluyorum:  Siz benimle sanki eşitmişiz gibi konuşu yorsunuz. Oysa biz eşit değiliz, hayır değiliz, siz çok daha yük seksiniz! Öyleyken gene anlaşacağız. Biliyor musunuz tüm bir son ay içinde hep kendi kendime:  «Ya birden anlaşıp öm rumuzun sonuna dek dost olacağız, ya da ilk anda anlaşama yacağız ve ölünceye kadar birbirimize düşman olacağız» diye" yordum.
Alyoşa gülerek:
— Böyle söylerken bile tabiî beni sevmeye
dedi.
.
— Seviyordum ya, çok seviyordum sizi, hep haya geçiriyordum!... Hem bütün bunları nasıl da önceden biliyor sunuz? Hah, işte doktor da geldi. Aman Allahım! Her bir şey söyleyecek! Yüzüne baksanıza?...
hayalimden
VII
İLYUŞA
Doktor, odadan artık kürküne sarılmış, baş'ına da kasketini geçirmiş olarak çıkıyordu. Yüzünde öfkeli ve sanki hâlâ üstü başı kirlenir diye korkuyormuş gibi tiksintili bir anlam vardı. Sofaya bir göz gezdirdi ve sert bir tavırla Alyoşa ile Kolya'ya baktı. Alyoşa, kapıdan arabacıya bir işaret yaptı ve doktoru getirmiş olan araba dış kapıya yanaşıp durdu. Yüzbaşı, doktorun peşinden dışarı fırladı ve onun önünde iki büklüm olmuş halde, ezile büzüle, kendisine son bir söz söylemek için durdurdu. Zavallı adamın yüzünde müthiş bir üzüntü vardı, bakışları da korkuluydu:
— Ekselans, ekselans... Gerçekten mi? diye söze başlayacak oldu, ama devam edemedi, sanki zavallı çocuğun kaderi yalnız doktorun  söyleyeceği sözlerle gerçekten  değişebilirmıs gibi, iki elini umutsuzlukla aşağı doğru indirerek son bir yalvarışla ona baktı.
Doktor, her zaman karşısındakine etki yapan, bununla birlikte kayıtsız bir sesle:
— Ne yapalım! Ben tanrı değilim, dedi.
— Doktor... Ekselans... Peki çabuk mu, çabuk mu olacak
bu?
Doktor, her hecenin üzerinde ayrı ayrı durarak:
— Ken-di-ni-zi her-şe-ye ha-zır-la-yın, diyerek  gözlerini
yere indirdi ve eşikten geçip arabaya doğru yürümeye hazırlandı.
Yüzbaşı, korku ile onu bir kez daha durdurdu.
— Ekselans, Allah rızası için! Ekselans... Demek artık hiç şey, hiç ama hiç bir şey onu kurtaramaz öyle mi? Doktor sabırsızlıkla:
m . ~~ Artık bu bana bağlı bir şey değil, dedi. Bununla bir-likte ; Hım, hım...
Şirden duraklamıştı, devam etti:
Eğer, örneğin... Hastanızı şimdi... Hiç vakit yitirmeden,
sözlerini  (doktor  «hemen şimdi, hiç  vakit  yitirmeden»
sözlerini sert olmak şöyle dursun, hemen hemen öfkeli bir tavırla-
söylemişti, o kadar ki yüzbaşı irkildi bile) Si... ra... ku...
birKARAMAZOV KARDEŞLER
166
za... ya gönderebilirseniz... Yeni ve iyi iklim şartlarının etki si altında... Belki de...
Yüzbaşı sanki hiç bir şey anlamıyormuş gibi:
— Sirakuza'ya  demek!  diye bağırdı.
Kolya, doktorun ne dediğini açıklamak için yüksek sesle-
— Sirakuza'ya,  dedi. Bu Sicilya'da bir yerdir. Doktor ona baktı. Yüzbaşı, şaşırıp kaldı.
— Sicilya'ya mı? Ama babacığım, ekselans... Görmediniz mi içerisini! Bizim anneciğimiz, bizim aile ne olacak?...
Bunu söylerken iki elini açmış, evin içerisini işaret ediyordu.
—  Hayır, ailenizi  Sicilya'ya  değil,  ailenizi  Kafkasya'ya, baharın  ilk  günlerinde...  Kızınızı Kafkasya'ya,  eşinizi de... Romatizmalarını göz önünde bulundurarak yine Kafkasya'da içmelere  götürdükten sonra... Hemen Paris'e psikiatri uzmanı doktor Lepelletier'in kliniğine götürmelisiniz. Size, ona verilmek üzere bir mektup verebilirim... O zaman belki durumda bir değişiklik...
Yüzbaşı gene ellerini açarak umutsuzluk içinde keresteden yapılmış çıplak duvarları işaret ederek:
— Doktor, doktor! Durumu görmüyor musunuz? dedi. Doktor hafifçe güldü:
— Orası beni ilgilendirmez. Ben yalnız, siz bana son olarak hangi çarelere baş vurabileceğinizi sorduğunuz için, bu soruya bilimin verebileceği  karşılığı bildirdim, gerisi... Bunu çok üzülerek söylüyorum, ama...
Kolya, doktorun eşikte duran Çıngırak'a biraz endişeli bir tavırla baktığını görerek yüksek sesle:
—  Korkmayın, bay tabip,  köpeğim sizi ısırmaz, dedi.
Sesinde öfkeli bir titreyiş vardı. Doktor yerine «tabip» sözünü sonradan kendisinin de açıkladığı gibi mahsus «ona hakaret etmek düşüncesi ile» söylemişti.
Doktor, Kolya'ya gözlerini hayretle dikerek başını kaldırdı:
— Ne dediniz?
Birden  sanki  kendisinden  hesap soruyormuş  gibi şa'ya doğru döndü:
— Kimdir bu?
Kolya gene sözlerinin üzerinde dura dura:
 
167
__ «Bu» dediğiniz Çıngırak'ın sahibidir, bay tabip! Benim olduğumu merak etmenize ihtiyaç yok. Doktor, «Çmgırak> sözünü anlayamıyarak:
__Çıngırak mı diye sordu?
__ Çıngırak ya! Ne sandınız, peki. Hoşça kalın, bay tabip, Sirakuza'da görüşürüz.
Doktor, birden fena halde öfkelenerek:
— Kimdir bu? Kim? Kim?... diye söylendi. Alyoşa kaşlarını çatarak acele acele:
__ Bizim öğrencilerden biri, doktor! Yaramaz bir çocuk, kusuruna bakmayın, dedi. Krasotkin'e doğru döndü:
— Kolya, susun! diye bağırdı. Sonra, biraz daha sabırsız bir tavırla:
— Kusuruna bakmayın doktor! diye tekrar etti. Nedense artık çileden çıkan doktor neredeyse ayaklarını
yere vurarak:
— Falakaya, falakaya yatırmalı, falakaya!...
Kolya, sarardı, sonra gözleri kıvılcımlar saçarak incecik, iitrek bir sesle:
— Biliyor musunuz bay tabip, benim Çıngırak adamı ısırır da! dedi. İçi Çıngırak.
Alyoşa otoriter bir tavırla:
— Kolya, bir söz daha söylerseniz, sizinle ömrümün sonuna kadar bozuşurum.
Kolya, Alyoşa'yı işaret ederek:
—- Bay Tabip, dünyada Nikolay Krasotkin'e emredebilecek bir tek insan vardır, o da bu adamdır. Onun sözünü din-terim, Allahaısmarladık!
Yerinden fırladı ve kapıyı açarak hızla odaya daldı. Çıngırak da peşinden koştu. Doktor, yıldırımla vurulmuş gibi bir saniye kadar Alyoşa'ya bakarak hiç kımıldamadan durdu, sonra birden tükürdü ve hızla arabaya doğru yürüdü. Gider-ken yüksek sesle:
— Bu ne biçim, bu ne biçim, bu ne biçim şey! Bilmiyo-Ne biçim şey bu! diye tekrarlıyordu.
Yüzbaşı onu arabaya oturtmak için atıldı. Alyoşa ise Kol-peşinden odaya girdi. Kolya,  artık îlyuşa'nın yatağı ndaydı. Uyuşa onu elinden tutmuş babasını çağırıyordu, dakika sonra yüzbaşı da yanına geldi, îlyuşa:168
 
— Baba, baba, buraya gel... Biz... diye müthiş bir heyecan içinde kekeledi, ama belliydi ki söze devam etmeye gücü yoktu, birden iki zayıf kolunu ileri doğru uzattı ve var gücü ile hem babasına, hem Kolya'ya sarılarak her ikisini aynı kucaklayış  içinde birleştirdi, kendisi  de  başını  onlara  dayadı. Yüzbaşı birden sessiz hıçkırıklarla sarsıldı. Kolya'nın da dudaklarıyla çenesi titremeye başladı. İlyuşa, acı acı:
— Baba, baba! Sana o kadar acıyorum ki, baba! diye inledi.
Yüzbaşı:
— İlyuşeçka...  Yavrucuğum...  Doktor  dedi  ki...  İyileşeceksin... Mutlu olacağız hepimiz... Doktor...
İlyuşa:
— Ah babacığım! Yeni doktorun sana benim için ne söylediğini biliyorum... Bunu anlamadım mı sanki! diye bağırdı ve gene var gücü ile ikisini de kendisine doğru çekerek bağrına bastı. Yüzünü babasının omuzuna bastırmıştı.
— Baba, ağlama... Öldüğüm vakit kendine iyi bir çocuk al, bir başka çocuk... Hepsinin arasında en iyisini seç, ona îlyuşa adını ver ve benim yerime onu sev.
Krasotkin birden kızmış gibi:
— Sus kardeşim! Sen iyi olacaksın! diye bağırdı, îlyuşa devam etti:
— Ama beni hiç bir zaman unutma, hiç bir zaman. Mezarıma gel... Hem bak sana bir şey söyleyeyim. Beni seninle gezmeye gittiğimiz o büyük kayanın dibine göm ve akşamlan Krasotkin'le birlikte oraya gel... Yanınıza Çıngırak'ı da alın...  Ben sizi  orada beklerim...  babacığım,  babacığım!...
Sesi kesiliverdi. Her üçü de öyle kucaklaşmış olarak duruyor ve artık konuşmıyorlardı. Ninoçka, oturduğu iskemlede sessiz sessiz ağlıyordu. Anneleri de hepsinin ağladığını görünce hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
— İlyuşeçka, İlyuşeçka!  diye bağırdı. '
Krasotkin, birden İlyuşa'nın kollarından kurtularak acele ile:
— Allahaısmarladık  dostum! Annem beni yemeğe  bekliyor,  dedi. Yazık ki  ona haber vermedim!  Beni çok merak eder...  Ama yemekten sonra gene yanma geleceğim. Bütün gün, bütün akşam senin yanında kalacağım ve sana o kadar çok şey anlatacağım, o kadar çok şey anlatacağım ki! Çın-
 
169
gırak'ı da getiririm, ama şimdi onu götüreceğim, çünkü ben yokken burada ulumaya başlar ve seni rahatsız eder. Haydi Allahaısmarladık.
Bunu söyledikten sonra koşarak sofaya çıktı. Ağlamak istemiyordu. Ama sofada gene de ağlamaya başladı. Alyoşa, onu işte bu halde buldu. Ona ısrarla:
— Kolya, muhakkak sözünü tutmalı ve gelmelisiniz! Yoksa çok üzülecektir, dedi.
Kolya, ağlayarak ve artık ağladığı için hiç utanmadan:
— Muhakkak geleceğim!  Ah daha önce gelmediğim için kendime   öyle  küfrediyorum ki...
Tam o sırada yüzbaşı, odadan, birden rüzgâr gibi dışarı çıktı ve hemen arkasından kapıyı kapadı. Yüzünde çılgın bir anlam vardı, dudakları titriyordu. İki delikanlının karşısında durdu ve iki elini de yukarı kaldırdı. Dişlerini sıkarak deli gibi:
— İyi bir çocuk istemiyorum! Başka bir çocuk istemiyorum, diye fısıldadı. Eğer seni unutursam,   Kudüsüm benim, dilim kurusun...
Sözünü tamamlayamadı. Boğazı düğümleniyormus gibi oldu ve bitkin bir halde tahta bankın önünde yere diz çöktü. Başını, yumruk yaptığı elleriyle sıkıştırdı, garip bir şekilde, arada bir tiz sesler çıkara çıkara hıçkırarak ağlamaya başladı. Bununla birlikte bu tiz seslerin içerden duyulmaması için elinden geleni yapıyordu. Kolya sokağa fırladı. Al-yoşa'ya sert ve öfkeli bir tavırla:
— Allahaısmarladık Karamazov!      Bana  söylediniz ama siz gelecek misiniz? diye bağırdı.
— Akşam muhakkak gelirim.
— Neydi o Kudüs için söylediği? Ne demek istiyordu Allah aşkına?
— Bu İncil'den bir parçadır. Orada şöyle  denilir. «Eğer seni unutursam Kudüs,  (burada «Kudüs» sahip olduğum en değerli şey anlamına geliyor) eğer seni bir başka şeye değişirsem, dilim...»
— Anlıyorum, yeter! Siz de gelin olmaz mı? İçi Çıngırak.
Kolya, artık sert bir tavırla köpeğine seslendi ve iri, hızlı adımlarla eve doğru yürüdü.ONBlRİNCİ KiTAP
AĞABEY. İVAN FİYODOROVlÇ
GRUŞENKA'DA
Alyoşa, Sobornaya meydanına, tüccar karısı Morozova'nın evine Gruşenka'ya gitmişti. Gruşenka, daha sabahleyin erkenden ona Fenya'yı göndermiş ısrarla ona uğramasını istemişti. Alyoşa, Penya'ya sorular sorduktan sonra kadından hanımının bir gün öncesinden bu yana çok derin ve özel bir endişe içinde olduğunu öğrenmişti. Mitya, tevkif edildikten sonraki bu iki ay boyunca Alyoşa, Morozova'nın evine, hem kendiliğinden, hem de Mitya'nın tenbihleri üzerine sık sık uğramıştı.
Mitya tevkif edildikten üç gün kadar sonra Gruşenka, Şiddetli bir hastalığa tutulmuş, ve hemen hemen beş hafta kadar hasta yatmıştı. Bu beş haftanın birini yatağında kendisini bilmeden yatarak geçirmişti. Gerçi şimdi iki haftadır dı-şarı çıkabiliyordu, ama çok değişmiş, zayıflamış ve sararmıştı. Ama Alyoşa'ya göre yüzü daha da güzelleşmişti ve evine girdiği vakit onunla göz göze gelmekten hoşlanıyordu. Genç kadının bakıcında kesin ve özlü bir şey gittikçe güç bulmuş gibiydi. Belliydi ki, ruhunda her şeyi alt üst eden bir değişiklik olmuştu. Şimdi tavırlarında hiç değişmeyen, uysal ama huzur dolu ve artık değişmesi de imkânsız bir kararlılık var-
Kaşlannın arasında    büyük  olmayan  uzunlamasına bir
172
KARAMAZOV KARDEŞLER
çizgi meydana gelmişti ve bu çizgi yüzüne, derin bir düşünce içinde olduğunu gösteren anlamlı, hatta ilk bakışta soğuk bir görünüm kazandırmıştı. Örneğin, eski hafifliğinden artık hiç bir iz kalmamıştı. Bununla birlikte Alyoşa, korkunç bir cinayetle suçlandırılan bir adamın nişanlısı olan zavallı kadının, başına gelen felâkete, (üstelik bu suçlama tam onunla nişanlanacağı sırada yapılmıştı) ve sonradan geçirdiği hastalıkla mahkemenin ileride vereceği kararın tehdidi altında bulunmasına rağmen, gene de gençliğinden ileri gelen eski neşesini yitirmediğini görüyordu.
Eskiden gururla bakan gözlerinde şimdi garip, sakin bir ışık yanıyordu. Bununla birlikte, yüreğinde, sönmek şöyle dursun, hatta şiddetlenmiş olan eski derdi yeniden uyandığı vakit, bu gözlerde, nadir olarak öfkeli kıvılcımlar beliriyor-du. Bu dert hep aynıydı. Gruşenka'nın daha hasta iken sık sık sayıkladığı Katerina İvanovna idi. Alyoşa anlıyordu ki, Gruşenka Mitya'yı cezaevinde ancak bir kez (bunu istediği vakit yapmakta serbest olduğu halde) ziyaret etmemiş olan Katerina İvanovna'dan kıskanıyordu. Tüm bunlar Alyoşa için garip bir görev haline gelmişti; çünkü Gruşenka yüreğinde-kileri yalnız ona açıklıyor, hep ondan öğüt bekliyordu. O ise bazen hiç bir şey söyleyecek gücü bulamıyordu.
Eve derin bir üzüntü ile girdi. Gruşenka eve yeni dönmüştü. Mitya'nın yanından yarım saat önce gelmişti ve Alyoşa genç kadının onu karşılamak için masanın önündeki koltuğundan nasıl çevik bir hareketle fırladığını görünce, kendisini büyük bir sabırsızlıkla beklemiş olduğunu anladı.
Masanın üzerinde iskambil kâğıtları vardı ve kâğıtlar «papaz kaçtı» oynanacak şekilde dizilmişti. Masanın öbür tarafında deri kaplı bir divan üzerine yatak serilmişti ve sırtında bir robdöşambr, başında da keten bir başlık bulunan Maksimov, bu yatağa yarı yatmış bir durumda uzanmıştı. Belliydi ki, hem hasta hem de gücünü yitirmiş bir haldeydi-Öyleyken tatlı tatlı gülümsüyordu. Gidecek yeri olmayan ihti-yarcık, daha o zaman, iki ay kadar önce Gruşenka ile birlikte Mokroye'den döndükten sonra, onun evinde kalmış ve o zamandan bu yana ondan hiç ayrılmamıştı. O gün, yağmurda, çamurda sırılsıklam olmuş ve korku içinde Gruşenka ile birlikte eve gelince, divana oturup, çekingen, yalvaran bir gülümseyişle hiç konuşmadan gözlerini ona dikmişti. Büyük bir
 
173
üzüntü içinde bulunan ve artık hastalığı başlamak üzere olan Gruşenka, evine döndükten sonra ilk yarım saat içinde çeşitli işlerle uğraşırken, onu neredeyse tüm olarak aklından çıkarmıştı, ama sonra birden garip bir şekilde uzun uzun ona bakmış, ihtiyarcık da zavallılığını belli eden şaşkın bir tavırla gözlerinin içine bakarak «hi, hi, hi!» diye gülmüştü.
Gruşenka, .Fenya'ya seslenmiş, ihtiyara yemek vermesini emretmişti. Maksimov, o gün akşama kadar yerinden hiç kımıldamadan oturmuş, hava kararıp da pancurlar kapandığı vakit de, Fenya hanımına:
— Ne  yapacağız hanımefendi?  Yoksa gece yatısına  mı kalacaklar diye sormuştu.
Gruşenka:
— Evet, ona divanın üzerine bir yatak ser, demişti.
Sonradan ihtiyarcığa daha ayrıntılı olarak birçok sorular sorunca, Gruşenka adamcağızın gerçekten o sırada gidecek bir yeri bulunmadığını öğrenmişti. Maksimov: «Velinimetim Bay Kalganov, açıktan açığa artık beni evlerine kabul etmeyeceklerini söylediler ve bana beş ruble hediye ettiler,» demişti.
Üzüntü içinde olan Gruşenka:
— Eh, ne yapalım, kal bari, diye karar vererek, durumunun kötülüğünü anladığını belli eden bir tavırla gülümsemişti.
İhtiyar, onun bu gülümseyişini görünce çok duygulanmış, dudakları titremişti. Neredeyse minnetle ağlamaya başlayacaktı. İşte o günden sonra, ordan oraya giderek her bulduğu yere sığınan ihtiyar adam, Gruşenka'nın evinde kalmıştı. Genç kadın hastalandığı vakit bile oradan çıkıp gitmemişti.
Fenya ile Gruşenka'nın ahçısı olan annesi de, onu kovmamış, ihtiyarı beslemeye ve her gece divanın üzerine onun için yatak sermeye devam etmişlerdi. Hatta Gruşenka, ona alışmıştı bile. Mitya'nın yanından döndüğü vakit, (ki ayağa kalkar kalkmaz, daha iyice iyileşmeden Mitya'yı ziyaret etmeye başlamıştı) üzüntüsünü unutmak için «Maksimuskamın yanına oturuyor, tek derdini düşünmemek için onunla saçma sapan Şeylerden söz ediyordu. İhtiyar adamcağızın bazı şeyler anlatmasını bildiği meydana çıktı. Böylece eninde sonunda Gru-Senka için vazgeçilmez bir arkadaş oldu.
Gruşenka, kendisine her gün değil, arada bir gelen, her zaman da pek uzun bir süre yanında kalmayan Alyoşa'dan
174
KARAMAZOV KARDEŞLER
başka hemen hemen hiç kimseyi kabul etmiyordu. Genç kadının, ihtiyar tüccarı ise o sırada çok hasta idi. Kentte onun için «bir ayağı çukurda» diyorlardı ve gerçekten de Mitya mahkûm olduktan bir hafta sonra öldü. Ölmeden üç hafta önce, yakında ömrünün sona ereceğini hissederek, sonunda, eşleri ve çocukları ile birlikte oğullarını yanına çağırtmış ve artık yanından ayrılmamalarını emretmişti. Gruşenka'ya gelince, ihtiyar adam uşaklarına onu yukarı hiç sokmamalarını emretmiş, eğer gelirse kendisine «beyefendi uzun yıllar neşe içinde yaşamanızı diliyor, ama kendisini artık tamamen unutmanızı istiyor» demelerini tenbih etmişti. Bununla birlikte Gru-şenka, hemen her gün birini gönderip hatırını soruyordu.
Genç kadın iskambilleri elinden atarak sevinçle Alyoşa ile merhabalaştıktan sonra:
— Nihayet geldin! diye bağırdı.   Oysa Maksimuşka artık herhalde hiç  gelmiyeceksin diye beni çok  korkutmuştu!  Ah sana o kadar ihtiyacım var ki! Otur masanın basma, söyle ne istersin, kahve mi?
Alyoşa sofraya oturarak:
— Eh kahve de olabilir, çok karnım acıktı, dedi. Gruşenka:
— İyi ya! Fenya, Fenya kahve getir! diye bağırdı. Kahvem çoktandır kaynıyordu, seni bekliyordu. Fenya, pirojki de getir, ama sıcak olsun. Hayır, dur o pirojkilerle bugün başım belâya girdi. Bunları cezaevine götürmüştüm, ama Mitya hepsini geri fırlattı. Ağzına bile komadı onları inanır mısın? Hatta birini yere attı ve ayaklarının altımda çiğnedi. O zaman da ben ona: «Bunları gardiyana bırakacağım. Akşama kadar yemezsen demek ki yalnız kötülük, yalnız öfke ile beslenen bir adamsın!» dedim ve oradan öylece ayrıldım!  Gene darıldık birbirimize, inanır mısın? Zaten ne zaman gitsem hep kavga ediyoruz.
Gruşenka bütün bunlar» bir çırpıda, heyecan içinde söylemişti. Maksimov hemen ürkekliğe kapılmıştı. Hep gözlerini yere indirerek gülümsüyordu. Alyoşa:
. — Peki bu sefer niçin kavga ettiniz? diye sordu.
— Vallahi bunun böyle olacağını hiç beklemiyordum! Düşün bir kez beni «eski adamımdan» kıskandı.   «Ne diye ona bakıyorsun.  Demek şimdi ona bakmaya başladın öyle  mi?» deyip duruyordu. Hep kıskanıyor, hep beni kıskanıyor! Yiyip
 
175
içmiyor, oturup kıskanıyor beni... Hatta geçen hafta Kuzma' dan bile kıskandı.
— İyi ama o «eskisinin» olduğunu biliyordu, değil mi?
— Sen git ona anlat. Daha başından biliyordu onu. Ama gelgelelim bu gün birden yerinden kalktığı gibi, küfretmeğe başladı. Öyle şeyler söyledi ki, insan tekrarlamaya utanır. Aptal! Ben çıkarken Rakitka yanına girdi. Belki de onu kışkırtan Rakitkadır, ha? Ne dersin?
Gruşenka, bunu dalgın bir tavırla söylemişti.
—  Seni çok seviyor, hep bundan oluyor, çok seviyor da ondan! Şimdi üstelik sinirli de...
— Sinirli olmaz olur mu, yarın mahkemesi olacak. Zaten ben ona yarın için bir şeyler söylemek üzere gitmiştim, Alyoşa. Çünkü, yarın ne olacağını  düşündükçe  tüylerim  ürperiyor! Sen sinirli olduğunu söylüyorsun. Ama ben ne kadar sinirliyim, onu soran yok. Mitya ise hep Polonyalıdan söz edip duruyor! Ne aptal şey! Bak Maksimuşka'dan kıskanmıyor ama!
Maksimov da bir söz söylemek gerekliliğini duyarak:
— Beni de karım çok kıskanıyordu, dedi. Gruşenka, isteksiz bir tavırla güldü:
—  Haydi canım, seni kim kıskanır? Zaten seni kimden kıskanabilirdi?
— Hizmetçi kızlardan, efendim.
— Eee, sus Maksimuşka! Şimdi gülecek halim yok. Düşündükçe öfkem kabarıyor. Plrojki'lere göz atayım deme, vermem sana! Senin için zararlı. Balzam likörü de vermem. Üstelik bir de bununla uğraş: Sanki evim bir düşkünler yurdu.
Gruşenka bunu söylerken gülmüştü. Maksimov, gözleri dolu dolu olmuş bir halde ve ağlamaklı bir sesle:
— Ben sizin yardımlarınıza  lâyık  değilim efendim, ben buna değmem efendim, dedi. İyiliklerinizi benden daha muhtaç olan kişilere yapsanız daha iyi olur efendim.
— Eh, herkes muhtaçtır, Maksimuşka. Hem kim, kimden daha çok muhtaçtır bunu nasıl  anlayacağız?  Hiç  değilse o Polonya'lı olmasaydı bari Alyoşa! O da bu gün durup dururken hastalandı. Ona da gittim. Şimdi işte mahsus ona pirojki Göndereceğim.  Şimdiye kadar  göndermiyordum. Öyle  olduğu kaide, Mitya ona bunları gönderiyorum diye suçladı beni! İşte şimdi mahsus göndereceğim, mahsus göndereceğim! İşte Fen-176
 
ya geldi, elinde de bir mektup var! Eh demedim mi ben size? Gene Polonyalılardan, gene para istiyorlar!
Pan Mussyaloviç, gerçekten olağanüstü uzunlukta ve bin bir dereden su getirerek yazdığı bir mektup göndermişti; bu mektupta Grusenka'dan kendisine üç ruble vermesini rica ediyordu. Mektuba bir de paranın alındığına ve üç ay içinde ödeneceğine dair bir kâğıt iliştirmişti. Bu kâğıtta Pan Vrublevs-kiy'in de imzası vardı. Gruşenka, «eski göz ağrısından» yine aynı çeşit ve gene kâğıtlar iliştirilmiş bir çok mektuplar almıştı. Bu iş Gruşenka'nın iki hafta kadar önce iyileştiği gün başlamıştı. Bununla birlikte, genç kadın biliyordu ki, her iki Pan da hastalığı sırasında sağlık durumunu öğrenmek için evine uğramışlardı. Gruşenka'nın ilk aldığı mektup büyük kâğıda yazılmış, zarfı da soyadı taşıyan büyük bir mühürle yapıştırılmıştı. ÇoK belirsiz ve karışık bir şekilde yazılmıştı. Bu yüzden Gruşenka yalnız yarısını okumuş ve hiç bir şey anlamadan atmıştı. Zaten, o şurada mektup düşünecek durumda değildi.
O ilk mektuptan sonra, ikinci günü bir mektup daha gelmişti. Bu mektupta Pan Mussyaloviç, kendisine en kısa zamanda ödenmek üzere iki bin ruble borç olarak vermesini rica ediyordu. Gruşenka bu mektubu da karşılıksız bıraktı. Ondan sonra artıK bir seri mektup geldi. Her gün bir tane geliyordu. Hepsi de aynı şekilde çok ciddî ve dolambaçlı bir ifadeyle yazılmıştı, ama mektupta borç olarak istenen para gittikçe azalıyordu. Yüz rubleye, 'yirmi beş rubleye, on rubleye düşmüştü. En sonunda da Gruşenka birden her iki Panın da kendisinden sadece bir ruble istediklerini bildiren bir mektup almıştı. Mektuba ikisinin de imzaladıkları bir kâğıt iliştirilmişti.
O zaman Gruşenka birden içinde bir acıma duymuş ve akşama doğru, kendisi bir koşu Pan'a gitmişti. Her iki Poîon-ya'lıyı da korkunç bir fakirlik, hemen hemen bir sefalet içinde bulmuştu. Ne yiyecekleri, ne odunları, ne sigaraları vardı. EV sahiplerine de borç yapmışlardı. Mokroye'de Mitya'dan kumarda kazandıkları iki yüz ruble çabucak eriyivermişti. Bununla birlikte Gruşenka her iki Pan'ın da kendisini kibirli bir tavırla ve sanki hiç kimseye muhtaç değillermiş gibi son derece nezaket kurallarına dikkat ederek, büyük büyük 'sözler ederek karşılamalarına şaşmış kalmıştı. Bunlara yalnız gülmüş
 
177
«eski gözağrısına» on ruble vermişti. Yine o sırada gülerek bu yaptığını Mitya'ya anlatmış, o da hiç kıskançlık duymamıştı. Ama o günden bu yana Pan'lar Gruşenkaya dört elle sarılmışlardı. Her gün ona para istediklerini bildiren mektuplar yağdırıyor, o da her seferinde onlara birazcık para gönderiyordu. İşte o gün Mitya birden müthiş bir kıskançlığa kapılıvermişti.
Gruşenka, gene endişe ile ve acele ederek:
— Ben de aptal gibi, Mitya'ya giderken, ona da bir dakikacık uğramıştım. Çünkü benim «eski Pan'ım» da hastaydı diye tekrar söze başladı. Bunu gülerek Mitya'ya anlatıyordum. Oraya gittiğim vakit, «Benim eski Polonya'n gitar çalıp, eski şarkıları  okumaya  kalkışmasın  mı?  Herhalde  duygulanarak onunla evleneceğimi sanıyor» dedim. Bunu der demez Mitya, bir fırladı, bir küfretti... Öyle mi? Al sana! İşte ben de Pan' lara pirojkiler göndereceğim! Fenya! Kimi gönderdiler? Kim var orada? Kız mı gönderdiler? Al ona üç ruble gönder. Bir de on kadar pirojki al, kâğıda sar, kıza bunları onlara götürmesini söyle. Sen de Mitya'ya Pan'lara pirojki gönderdiğimi muhakkak anlat, e mi Alyoşa?

Yüklə 9,99 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   80   81   82   83   84   85   86   87   ...   150




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin