Özellikle, diyelim ki, varlığımızı sanatçıya yakışır bir oyun gösterme hevesi sararsa, içimizde bir sanatçı olarak bir şeyler yaratmak, ortaya bir roman çıkarmak ihtiyacı uyanırsa; hele bir de psikolog olarak Tanrı vergisi sahip olduğumuz zengin yeteneklerimiz de varsa... Daha Petersburg'da iken daha buraya gelirken öğrenmiştim ki, (zaten bunu öğrenmeden de biliyordum) burada hasım olarak uzun bir süredir bu özelliği ile, henüz yeni gelişen hukuk dünyamızda, belirli bir ün kazanmış olan derin görüşlü ve ince bir psikologla karşılaşacağım. Ama psikoloji, derin olmakla birlikte, gene de iki ucu sivri olan bir değnektir. (Halk arasında gülüşmeler oldu.) Evet, tabiî ki, bu basit kıyaslamamdan ötürü beni bağışlarsınız; ben çok güzel konuşmasını bilmem. Bununla birlikte, şimdi savcının konuşmasından rastgele bir örnek alayım. Sanık, gece vakti, bahçede koşarak kaçarken, duvarın üzerine tırmanıyor ve bakır bir havaneliyle, ayağına sarılan uşağını yere seriyor. Hemen sonra da gene bahçeye atlıyor ve tam beş dakika yere serilmiş olanın başında uğraşarak, onu öldürüp öldürmediğini anlamak istiyor. Sayın savcı, sanığın ihtiyar Grigoriy'in yanına, ona acıdığı için atlamış olduğunu söylerken, doğru söylemiş olduğuna bir türlü inanmak istemiyor. «Hayır, öyle bir anda insan bu kadar duygululuk gösterebilir mi, anormal bir şeydir. Aksine sanık yap-
KARAMAZOV KARDEŞLER
411
mış oduğu kötülüğün tek sanığı sağ mı, yoksa ölü mü, bunu anlamak için yere atladı. Böylece de o kötülüğü işlemiş olduğunu ispatlamış oldu. Çünkü bahçeye herhangi bir başka nedenle, içinden gelen bir eğilimle ya da bir duyguya kapılarak atlıyamazdı.» diyor.
İşte, psikoloji budur. Ama aynı psikolojiyi aynı olaya, bu sefer öbür ucundan tutarak uygulayalım, göreceksiniz ki, gene tam anlamıyla mantıklı bir sonuç çıkar. Katil, ihtiyatlı davranmak isteği ile olayın tek sanığı sağ mı, yoksa ölü mü diye anlamak için yere atlıyor. Oysa öldürmüş olduğu babasının çalışma odasında (gene savcının kendi ağzı ile belirttiği gibi) üzerinde içinde üç bin ruble bulunduğu, yazılı, yırtık bir paketin kâğıdını unutarak aleyhinde müthiş bir delil bırakmış oluyordu. «Eğer bu paketi alıp götürseydi, dünyada hiç kimse böyle bir paketin bulunduğunu, içinde para olduğunu, bu paraların da sanık tarafından çalındığını bilmeyecekti.» Bu sözleri savcının kendisi söylemiştir. Demek ki, bir tek şeye ihtiyatlığı yetmemişti. Adamcağız kendini kaybetmiş, korkmuş ve yerde bir delil bırakarak kaçıp gitmişti. Öyleyken bir de bakıyorsunuz, iki dakika sonra bir başka insanı vuruyor, onu öldürüyor ve tam bu sırada içinde en acımak bilmez, en soğukkanlı ve hesabı insana yakışacak bir ihtiyatlılık duygusu uyanıyor!
Her neyse, ziyam yok, ziyanı yok, diyelim ki öyle oldu. Zaten psikolojinin inceliği de buradadır: Bazı koşullarda insan, bir Kafkas kartalı gibi kana susamış ve keskin bakışlı iken, hemen ondan sonraki anda köstebek gibi ürkek ve kör olur. Ama eğer duvardan sadece acaba aleyhimde tanıklık yapacak tek adam sağ mı diye öğrenmek için yanı başına atlayacak kadar kana susamış ve acıma bilmez derecede so-ğukkanlıysam, o halde ne diye bu yeni kurbanımın başında belki de yeni yeni tanıkların dikkatini çekmek ihtimali varken, tam beş dakika kadar uğraşıp didineyim? Neden mendilimi ıslatıp, yerde yatan adamın başındaki kanı şileyim? Sonradan aynı mendil benim aleyhime delil olarak kullanılsın diye mi? Hayır! Eğer herşeyi hesaba katıyorsak ve acıma bilmeyecek derecede katı yürekliysek, yere atladıktan sonra baygın yatan uşağın başına bir kez daha, sonra bir kez daha aynı havanla vurup işini bitirmemiz, tanığı ortadan kaldırmamız böylece yüreğimizdeki tüm endişeleri sil-412
KARAMAZOV KARDEŞLER
memiz daha doğru olmaz mıydı? Hem sonra aleyhimde tanıklık yapacak adam sağ mı, değil mi diye bakmak için yere atlıyorum, hem de aynı yerde yolun üzerinde bir başka delili, iki kadının evinden almış olduğum o bakır havane-lini bırakıyorum. Oysa, o iki kadın her zaman için sonradan bu havanelini tanıyabilir ve onu kendi evlerinden almış olduğuma tanıklık edebilirlerdi. Hem de onu yolun üzerinde unutmuş olmam, dalgınlıktan ya da kendimi bilmeyecek bir durumda bulunduğumdan ötürü düşürmüş olmam da söz konusu olamaz. Evet, işte silâhımızı uzağa fırlatıyoruz. Öyle olmuştur diyorum, çünkü o bakır havaneli Grigoriy'in yere serildiği noktadan on beş adım kadar ilerde bulunmuştur. O halde sorarım size: Neden öyle davrandık? Bu sorunun asıl karşılığı şudur: o havanelini fırlattık, çünkü yüreğimiz yanmıştır; çünkü bir insanı, ihtiyar bir uşağı öldürdük. Bu yüzden umutsuzluk içinde kendi kendimize lanet ederek o havanelini bir cinayet âleti olduğu için, öfkeyle fırlatıp attık. Başka türlü olmasına imkân yoktur. Onu böyle var gücümüzle uzağa fırlatmamızın başka nasıl bir nedeni olabilir? Eğer içimizde bir insan öldürdüğümüz için pişmanlık ve acıma duyuyorsak, demek ki, babamızı öldürmüş değiliz. Eğer babamızı öldürmüş olsaydık, yere serdiğimiz insana acıyarak duvardan aşağıya atlamazdık. O zaman içimizde bambaşka bir duygu olurdu. Acımaya vakit bile bulamazdık. Yalnız kendimizi kurtarmayı düşünürdük. Bunun tersini söylemeye imkân yoktur.
Tekrar ediyorum: daha önce cinayet işlemiş olsaydık, uşağın kafatasını iyice parçalardık. Başında beş dakika uğraşıp durmazdık. İçimizde acıma ve temiz bir duygu uyandıy-sa, sadece daha önce vicdanımız lekelenmediği için öyle olmuştur. Demek ki, bu artık başka çeşit bir psikoloji oluyor. Sayın jüri üyeleri, şimdi karşınızda mahsus psikolojiye başvuruyorum; amacım sadece, size, psikolojinin yardımıyla her çeşit sonuca varmanın mümkün olduğunu göstermektir. Bütün sorun, o psikolojinin kimin elinde bulunduğundadır. Psikoloji en ciddî insanlarda bile bir roman yaratmak isteğini uyandırır. Hem de bu, kendiliğinden olur, yani demek istiyorum ki, aşırı derecede psikoloji yapmanın, bazı bakımlardan onu kötüye kullanmanın zararı olur.
Burada gene halk arasında savcı ile alay eden ve avü-
KARAMAZOV KARDEŞLER
413
katı destekleyen gülüşmeler duyuldu. Savunma avukatının tüm konuşmasını ayrıntılarıyla ele almayacağım. Yalnız içinden bazı yerleri, en önemli noktaları alacağım.
XI
ORTADA PARA DA YOKTU, HIRSIZLIK DA YAPILMAMIŞTI
Savunma avukatının konuşmasında, herkesi hayrette bırakan bir nokta vardı: bu da o uğursuz üç bin rublenin varlığını kesin olarak inkâr edişi, böylece ortada hırsızlık diye bir şeyin bulunmayışını ileri sürüşüydü.
Sözlerine:
— Sayın jüri üyeleri! diye başladı. Ele aldığımız davada önceden bir yargısı olmayan ve yeni konuya değinmiş her insanı şaşırtacak karakteristik bir özellik var. O da bir hırsızlık yapıldığı ileri sürüldüğü halde çalınmış olan şeyin ne olduğunu elle tutulur bir şekilde ispat etmenin imkânsızlığıdır. Çalman şey nedir? Diyorlar ki, para çalınmış. Evet, üç bin ruble çalınmış. Ama bakalım bu paralar gerçekten var mıydı? Bunu hiç kimse bilmiyor. Siz de düşünün: ortada üç bin ruble olduğunu nasıl öğrendiniz? Bunları gözleriyle kim gördü? Paraları gören ve üzerine yazı yazılmış bir pakete yerleştirildiğini açıklayan tek kişi Smerdyakov'dur. Bunu daha felâket meydana gelmeden önce, sanığa ve kardeşi îvan Fiyodoroviç'e bildiren de yine odur. Bayan Svetlova da bunu öğrenmiştir. Ama bunların her üçü de, bu paraları kendi gözleri ile görmemişlerdir. Paralan gene yalnız ve yalnız Smerdyakov görmüştür. Ama burada karşımıza bir soru çıkıyor: Eğer böyle bir para bulunduğu ve Smeröyakov'un onu gördüğü doğru ise, o zaman acaba onu son olarak ne zaman görmüştür? Ya efendisi bu paraları yatağının altından almış ve Smerdyakov'a haber vermeden çekmecesine koymuşsa? Dikkat ediniz, Smerdyakov'un söylediğine göre paralar, yatağın altında, şiltenin içindeydi. Demek ki, sanık onları şiltenin altından çekip almak zorundaydı. Öyleyken yatak hiç de bozulmamıştı. Bu nokta titizlikte zapta geçirilmiştir.414
KARAMAZOV KARDEŞLER
Peki, nasıl oluyor da sanık, bunu yatağı hiç bozmadan, üstelik elleri hâlâ kanlı olduğu halde, tam da o gün yatağa serilmiş olan, tertemiz, incecik çarşafları hiç kirletmeden yapabilmiştir? Ama bize: «peki ya yerdeki paket ne oluyor?» diye soracaklar. İşte, asıl bu paket üzerinde durmaya değer.
Biraz önce, sayın üstadımız bu paketten söz ederken, birden kendiliğinden, işitiyor musunuz sayın baylar, kendiliğinden, cinayetin Smerdyakov tarafından işlenmiş olduğunu ileri sürmenin saçma bir şey olacağını söylerken: «Bu paket olmasaydı, kâğıdı bir delil olarak yerde kalmasaydı, hırsız onu birlikte götürmüş olsaydı, dünyada hiç kimsenin böyle bir paketten ve içinde para bulunduğundan haberi olmazdı, kimse bu paraların sanık tarafından çalınmış olduğunu da bilmeyecekti.» dedi, o vakit hayretler içinde kaldım.
Demek, sanığın hırsızlıkla suçlanmasına yol açan şey kendi ağzıyla bile açıklamış olduğu o üzerinde yazı bulunan bir parça kâğıttır. «Başka türlü olsaydı, kimse hırsızlık olduğunu, hatta belki de ortada bir para bulunduğunu bilemeyecekti.» diyorlar. İyi ama, o kâğıt parçasının yerlerde sürüklenmesi, daha önce içinde bir para bulunduğuna ve bu paraların çalındığına delil olabilir mi? Bana «ama paraların pakette olduğunu Smerdyakov gördü» diyerek karşılık veriyorlar. Peki, Smerdyakov bu paraları son kez olarak ne zaman görmüştür? Ne zaman? Benim sormak istediğim şey bu işte. Ben Smerdyakov'la konuştum. Kendisi bana bu paraları felâketten iki gün önce görmüş olduğunu söyledi! İyi ama örneğin şöyle bir düşünmeme engel olacak bir şey var mı? Ya, ihtiyar Fiyodor Pavloviç. evinde kapıyı içerden kilitleyerek oturduğu sırada, sevdiği kadını sabırsızlık içinde, sinirli sinirli beklerken, yapılacak bir şey bulamayıp, birden paketi çıkararak açmaya karar verdiyse? Ya: «Belki de paketi görünce inanmaz, ama bir deste içinde otuz yüzlük görürse, herhalde daha çok etkilenir, ağzının suyu akar,» diye düşündüyse? Bir an için öyle oldu diyelim. Diyelim ki, zarfı parçalıyor, içinden paralan çıkarıyor, zarfı da, tabiî artık delil bırakmamak korkusu olmadan, serbest davranan bir ev sahibi hareketiyle yere atıyor. Söyleyin, sayın jüri üyeleri, böyle bir tahminde bulunmaktan, böyle bir olayın meydana gelmiş olduğunu ileri sürmekten daha akla yakın bir şey olabilir mi? Neden böyle bir şey imkânsız olsun? Eğer, buna
KARAMAZOV KARDEŞLER
415
benzer herhangi bir şey olmuşsa, o zaman hırsızlık yapıldığı suçlaması kendiliğinden ortadan kalkıyor. Madem ortada para yoktu, o halde hırsızlık da yapılmamıştır. Bu paketin içinde daha önce para bulunduğunu gösteren bir delil olarak yerde kaldığı ileri sürülüyorsa, neden ben tam aksini ileri sürmeyeyim? Neden paketin artık içinde bir şey bulunmadığı için yerde olduğunu, paranın daha önceden ev sahibinin kendisi tarafından alındığını ileri sürmeyeyim?
Diyeceklerdir ki: «Peki ama, eğer parayı Fiyodor Pavlo-viç'in kendisi almışsa, o halde bu para nerde? Evet, onu evinde arama yapılırken bulamadıklarına göre, nerdedir? Bir kez, hemen söyleyeyim ki, çekmecesinde paranın bir kısmı bulunmuştur. İkincisi Fiyodor Pavloviç onları daha sabahleyin almış olabilirdi. Hatta nereye kullanacakları konusunda daha bir gün önceden emirler vermiş, onları birine teslim etmiş, birine göndermiş, sözün kısası düşüncesini, daha doğrusu hareket planını temelinden değiştirmiş olabilir ve bu konuda önceden Smerdyakov'a bilgi vermeyi gereksiz bulabilirdi. Böyle olunca yani böyle bir tahmini ileri sürebilirsek, o zaman bu kadar ısrarlı ve bu kadar kesin olarak, sanığın cinayeti hırsızlık amacıyla işlemiş olduğu ve böyle bir hırsızlığın gerçekten yapıldığı nasıl söylenebilir? Böyle tahminler ileri sürersek, romanlara konu olacak hikâyeler uydurmuş oluruz. Bir şeyin çalınmış olduğunu iddia etmek için, her-şeyden önce o şeyi göstermek, ya da hiç olmazsa kesin olarak, daha önce var olduğunu ispatlamak gerekir. Oysa, söz konusu olan şeyi hiç kimse görmemiştir.
Geçenlerde Petersburg'da genç bir adam, hemen hemen çocuk denecek, on sekiz yaşlarında bir işportacı, güpegündüz elinde baltayla bir sarraf dükkânına girdi ve alışılmamış tipik bir cüretle dükkânın sahibini öldürerek, bin beş yüz rubleyi çaldı. Beş saat kadar sonra, kendisini yakaladılar. Üzerinde yalnız on beş rublesi eksik olan bütün parayı buldular. Bin beş yüz rubleden ancak on beşini o arada sarfet-meye vakit bulmuştu. Ayrıca cinayetten sonra dükkâna dönen satıcı polise çaldığı paranın ne çeşit olduğunu da bildirdi. Yani aralarında kaç tane ne renk banknot olduğunu, kaç tane mavi, kaç tane kırmızı kâğıt para vardı, ne kadarı altındı, hepsini tek tek açıkladı. Tevkif edilen katilin üzerinde de aynı çeşit paralar bulunmuştu. Üstelik katil içtenlikle cinayeti kendisinin işlediğim ve bu paraları alıp götür-416
KARAMAZOV KARDEŞLER
düğünü açıklamıştı. İşte, benim delil dediğim şey,, budur sayın jüri üyeleri! Bu olayda paraları görüyor, onlaıra elle dokunabiliyorum ve artık öyle bir paranın olmadığımı söyleyemiyorum. Oysa, bu davada öyle mi ya?
Ama söz konusu olan bir insanın hayat memat meselesidir. Bir insanın kaderidir. Diyeceklerdir ki: «İyi ama, kendisi aynı gece âlem yapmış paralan har vurup, inarman sa-vurmuştu. Bin beş yüz rublesi olduğu meydana çıkmıştı. Bu paraları nereden aldı?» İyi ama, işte topu topu bin beş yüz ruble var ortada. Paranın öbür yarısını bulmalarıma, meydana çıkarmalarına imkân yok. Bu da gösteriyor ki, belki de sanığın üzerindeki paralar hiç bir zaman, hiç bir pakete konmamış paralardır. Zamanı hesap edersek, (ki bu da dakikası dakikasına yapıldı) daha önce yapılan soruştuırmada, anlaşıldı ki, sanık hizmetçilerin yanından koşarak çıktıktan sonra memur Perhotin'in evine gitmişti. Kendi evime uğramamıştı. Zaten başka bir yere de gitmemişti. Ondanı sonra hep göz önünde bulunmuştu. Böyle olunca, üç bin nubleden bin beş yüz rubleyi ayırıp da, kentte herhangi bir yere saklamasına imkân yoktu. İşte para bulunmadığı içindir ki, sayın savcı, sanığın bunları Mokroye köyünde herhangi bir yerde sakladığını ileri sürdü. Sakın sanık bu paraları Udolph şatosunun bodrumlarından birine saklamış elmasım? Ama bu biraz hayali aşan, oldukça romantik bir tahmini olur, değil
nü?
Şuna da dikkat etmenizi rica ederim: eğer 'bu ileri sürülen tahmin, yani paraların Mokroye'de saklanıdığı düşüncesi yanlış çıkarsa, sanığın hırsızlık ettiğine dair ileri sürülen suçlama da boşta kalmış olur. Çünkü o zaman, o bin beş yüz ruble nereye gitmiştir? diye sorulacaktır. Madem sanığın hiç bir yere uğramadığı ispat edilmiştir, o halde bu paralar nasıl bir mucizeyle ortadan yok olmuştur? işte biz böyle uydurmalarla şu anda bir insanın hayatını mahvetmeye hazırlanıyoruz! Diyeceklerdir ki: «Ne olursa olsun!! Sanık üzerinde bulunan bin beş yüz rubleyi, nereden bulmuş olduğunu söyleyemedi. Bundan başka herkes o geceye dek p>arası bulunmadığını biliyordu.» Peki öyle olduğunu kim biliyordu? Sanık, üzerinde bulunan paraları nereden almış olduğunu açıkça ve kesin olarak söyledi. Bana kalırsa sayın jüri üyeleri, bana kalırsa, söylediğinden daha akla uygun bir şey olamaz.
KARAMAZOV KARDEŞLER
417
Hatta sanığın karakterine ve içinde bulunduğu ruh haline bundan daha çok uyan bir şey bulunamaz. Savcılık makamı, kendi uydurduğu roma.ndan çok hoşlanmıştır: ama sanığın sözlerini kabul etmemiştir: Nişanlısı tarafından kendisine bu kadar utanç verici bir1 şekilde teklif edilmiş olan paraları, kabul eden zayıf iradeli bir adam, bu paraların yarısını ala-mazmış da, onu bir bez parçasına koyup dikemezmiş de, dikmiş olsa bile o bez parçasının dikişini iki günde bir söküp açarmış da, paraları yiüzer yüzer alırmış da böylece hepsini bir ay içinde tüketirmiş de... Hatırlayınız, tüm bunlar, hiç bir itiraz kabul etmez bir sesle söylenmişti.
Peki ya herşey hiç de bu uydurduğunuz roman gibi olmamışsa, ya o uydurduğunuz romanda canlandırdığınız tip bambaşka ise? Asıl sorun burada iste! Gözlerimizin önünde bambaşka bir tip canlandırdınız. Belki de sözlerime itiraz ederek: «Sanığın felâketten bir ay önce bayan Verhovtze-va'dan almış olduğu tüm o üç bin rubleyi Mokroye köyünde bir çırpıda, sanki elinde bir tek kuruşmuş gibi sarfettiğini belirten tanıklar var. O halde bu paraların yarısını ayıramazdı!» diyeceklerdir. Peki ama kimdir bu tanıklar? Bu tanıkların sözlerinin ne derece doğru olduğu zaten mahkemede meydana çıkmıştır. Ayrıca başkasının yuttuğu lokma, insana daima büyük görünür. Son olarak da şunu söyleyebilirim: bu tanıklardan hiç biri bu paraları kendisi saymamış, sadece göz kararı ile o kadar olduğunu sanmıştır. Tanık Maksi-mov, sanığın elinde yirmi bin ruble olduğunu belirterek ifade vermedi mi? Görüyorsunuz ki, sayın jüri üyeleri, psikoloji iki ucu sivri bir değnektir. Bu bakımdan izin verirseniz, ben bu değneğin öbür ucumu uygulayayım, bakalım ortaya ne çıkacak?
Felâketten bir ay önce sanığa postayla gönderilmesi için Bayan Verhovtzeva tarafından üç bin ruble veriliyor. Yalnız burada şunu sorabiliriz:: bu paraların burada demin açıklandığı gibi böylesine küçük düşürücü bir tavırla, böylesine rezil edici bir şekilde verildiği doğru mu acaba? Bayan Ver-hovtzeva'nın bu konudaı vermiş olduğu ilk ifade, hiç de öyle değildi. İkinci ifadesinde ise, sadece kulağımıza öfkeli sesler, intikam çığlıkları, çoktandır gizli tutulan bir nefretin çığlıkları geliyordu. Ama bayanın birinci ifadesinde doğruyu söylememiş olmasa, bize ikinci ifadesinin de belki doğ-418
KARAMAZOV KARDEŞLER
ru olmadığı sonucunu çıkarmak hakkını veriyor. Sayın savcı, bu gönül macerasına «değinmek istemiyor, buna cüret etmiyor.» (kendisi öyle dedi.) Varsın öyle olsun. Ben de ona değinmeyeyim. Yalnız izin verin şunu belirteyim ki, eğer çok sayın Bayan Verhovtzeva gibi temiz ve ahlâklı bir bayan, evet, onun gibi bir bayan, diyorum; birden mahKemede doğrudan doğruya sanığı mahvetmek amacıyla, birinci ifadesini değiştirmeyi göze alıyorsa, bellidir ki verdiği bu ifade tarafsiz değildir, serinkanlılıkla verilmiş bir ifade de sayılamaz. İntikam almak amacıyla davranan bir kadının, birçok şeyleri abartılmış olarak ileri sürebileceğini söylemek hakkını bize tanıyacaklar mı? Evet, asıl, teklif etmiş olduğu bu paralan, böylesine utanç verici, rezil edici bir tavırla verdiği konusunda durumu mahsus abartmış olabilir. Aksine bence bu paralar kabul edilebilecek bir şekilde, Özellikle sanık gibi hiç bir şeyin üzerinde ciddî olarak durmayan bir erkeğin, daha rahat kabul edebileceği bir şekilde teklif edilmiştir. Asıl önemlisi de şudur: Sanık bunları kabul ederken yaptığı hesaba göre, babasının kendisine borçlu olduğu üç bin rubleyi yakında alacağını düşünüyordu. Bu belki ciddî olmayan bir davranıştır. Ama işte asıl ciddî bir insan olmadığı içindir ki. babasının bu paraları kendisine vereceğini, onları muhakkak alacağım, böyle olunca da Bayan Verhovtzeva'nın kendisine verdiği kadar bir parayı posta ile gönderebileceğini ve böylece borcunu ödeyebileceğini düşünüyordu.
Ama sayın savcı hiç bir şekilde, sanığın suclandırıldığı gün, evet, aynı gün almış olduğu paraların yarısını ayırıp bir bez parçasına dikmiş olduğunu kabul etmek istemiyor: «Bunu yapacak karakterde değildir, bu tür duyguları olamaz» diyorlar. Ama daha önce kendileri Karamazov'un cömert bir insan olduğunu bağıra bağıra söylemiş, birbirine karşıt iki kutuptan söz etmiştir. Oysa Karamazov gerçekten böyle iki yönlü, varlığında iki kutbu birleştiren bir varlıktır. O kadar ki, eğer başka bir yönden herhangi bir şey onu şaşırtacak olursa, çılgınca eğlenmek ihtiyacına zincir vura-mayacak bir halde olsa bile, birden kendini tutabilir. Oysa, o başka yön dediğimiz, bir aşktı. Evet, tıpkı barut gibi birden alev alan yeni bir aşktı. Bu aşk için paraya ihtiyacı vardı, Hem de sevgilisiyle eğlenmek için olduğundan çok daha fazla paraya ihtiyacı vardı. Genç kadın ona, «seninim, Fiyatlar Pavloviç'i istemiyorum!» dediği anda, onu alıp götü-
KARAMAZOV KARDEŞLER
419
recekti. O halde bunu yapabilmek için paracı olmalıydı. Bu eğlenmekten çok daha önemliydi: Karanıazov, bunu anlamıyor muydu sanki? Evet, onu hastalık derecesinde üzen asıl bu düşünceydi. Bu bakımdan bu paraları her ihtimale karşı yanında bulunsun diye ayırıp saklamasında şaşılacak ne var? Ama işte zaman geçiyor ve Fiyodor Pavlovic sanığa, üç bin rubleyi vermiyor. Tersine işitildiğine göre, aynı paraları sanığın sevgilisini avlamak için kullanmaya karar veriyor. Sanki: «Eğer Fiyodor Pavlovic parayı vermezse o zaman Katerina İvanovna karşısında hırsız durumuna düşeceğim!» diye düşünüyor. İste o zaman, bir bez parçasının içine dikili olarak boynunda taşımaya devam ettiği parayı gidip Bayan Ver-hovtzeva'nın önüne koyarak ona «ben alçağın biriyim ama. hırsız değilim,» demek aklına geliyor.
Demek ki. bu bin beş yüz rubleyi göz bebeği gibi saklaması, bezi söküp içinden parayı almaması, yüzer yüzer de olsa'onu sarfetmemesi için, elimizde şimdi iki neden var. Sanığın namuslu bir insan olabileceğini neden kabul etmek istemiyorsunuz? Hayır, sanıkta namus duygusu vardır. Diyelim ki yanlış, çok defa onu hataya düşüren bir namus anlayışı vardır. Ama bu duygu kendisinde vardır, hem de isnat ettiği gibi tutku derecesindedir. Yalnız iste durum gittikçe daha karışık bir hal alıyor. Kıskançlık yüzünden çektiği üzüntüler, dayanılmayacak bir dereceyi buluyor ve sanığın ateşler içinde yanan zihninde, gittikçe daha çok acı veren, daha üzü-cü bir şekilde iki soru ortaya çıkıyor: «Parayı Katerina İva-novna'ya vereyim mi? Verirsem o zaman Gruşenka'yı hangi paralarla götüreceğim?» Eğer, tüm o ay içinde, bu kadar azgınlık etmiş, içip içip sarhoş olmuş ve meyhanelerde gürültü patırdı çıkarmışsa, bu belki de acı çekmesinden, çektiği bu acıya dayanamamasından ileri geliyordu! Bu iki sorun, en sonunda zihninde öyle şiddetli bir hal almıştır ki, sanık umutsuzluğa düşmüştür. Küçük kardeşini, bu üç bin rubleyi son bir kez istemek üzere babasına gönderiyor. Sonra da karşılığı beklemeden zorla kendisi eve girip, tanıkların gözü önünde ihtiyara dayak atıyor. Bu işten sonra, artık kimseden para bekleyemezdi! Dayak yiyen baba, para vermezdi. Aynı günün akşamı sanık, göğsünü dövüyor, tam göğsünün üst kısmını, o bez parçasının bulunduğu yeri yumrukluyor ve kardeşine yemin ederek, alçak olmadığını ispat eden bir çaresi olduğunu, ama bu çareden yararlanamayacağını, buna420
KARAMAZOV KARDEŞLER
moral gücünün, karakter sağlamlığının yetmeyeceğini, bu vüzden gene de bir alçak olarak kalacağım söylüyor! Savcılık makamı, Aleksey Karamazov'un bu kadar temiz yüreklilikle, bu kadar içten, hazırlıksız ve mantıklı bir şekilde verdiği ifadeye neden inanmıyor? Neden? Niçin beni, paraların, bilmem hangi tahta aralığında, Udolphe şatosunun bodrumlarının bilmem neresinde saklı olduğuna inanmaya zorluyor? Sanık aynı akşam, kardeşi ile konuştuktan sonra, o uğursuz mektubu yazıyor. İşte, sanığın hırsızlık ettiği konusunda ileri sürülen en büyük, en önemli delil budur! Mektupta «Tüm insanlardan isteyeceğim, başkaları vermezlerse, gidip babamı öldüreceğim ve yatağının altında, pembe bir kurdele ile bağlı paketteki paraları alacağım. Yeter ki İvan gitsin!» diyor. Bu da, tam bir cinayet planıymış. Cinayeti o istememişse, kim işlemiş olabilir? diye soruluyor. Savcılık makamı: «Tıpkı yazıldığı gibi oldu!> diye bağırıyor. Ama bir kez, mektup, sarhoşluk halinde ve onu yazan şiddetli bir üzüntü içindeyken yazılmıştı. İkincisi, sanık paketten söz ederken gene de Smerdyakov'un sözlerini tekrarlamış oluyor. Çünkü kendisi paketi görmemiştir. Üçüncüsü, mektup yazılmış olmasına yazılmıştır, ama acaba olup bitenler, yazıldığı gibi mi olmuştur? Bunu nasıl ispat edeceğiz? Sanık, yastığın altından paketi aldı mı? Paralan buldu mu? Hatta ortada gerçekten böyle bir para var mıydı? Hem sanık oraya koşarken para almaya mı gitmişti? Hatırlayın, hatırlayın! Sanık rüzgâr gibi oraya koşarken, hırsızlık etmek için gitmemişti! Sadece o kadın onu üzüntülere koyan kadın nerdedir, bunu öğrenmek için gitmişti. Demek ki, iş plana göre, yazıldığı şekle uygun olarak olmamıştı. Yani sanık hırsızlık etmeyi önceden tasarlamamıştı. Birden koşarak gitmişti, hiç bir şey düşünmeden, kıskançlıktan çılgına dönmüş bir halde! Diyecekler ki: «Evet, ama, gene de oraya koşup geldikten ve cinayeti işledikten sonra, paraları aldı!» Yalnız, sonunda şunu da belirtmek gerekir, cinayeti işledi mi, işlemedi mi? Hırsızlık etmekle suçlandırılmasına öfkeyle itiraz ediyorum: Çalman şeyin ne olduğunu kesin olarak göstermeye imkân yoksa, bir insan hırsızlık etmekle suçlan-dırılamaz! Bu bir hukuk prensibidir. Şimdi bakalım, hırsızlık etmediği halde, cinayeti işleyen gene o mudur? Bu ispat edilmiş bir şey midir? Sakın, bu da bir uydurma olmasın?
KARAMAZOV KARDEŞLER