79
baylar. Hem bu açıklamaya gereken değeri vermek yeterli değil, onu yalnız değerlendirmekle kalmayın! Ona apayrı yüksek bir değer verin! Eğer bunu yapmazsanız, eğer bu da yüreği-nizi sarsmadan kulaklarınızın dibinden geçip giderse, o zaman açıktan açığa beni hiçe sayıyorsunuz demektir baylar. Size bu kadar söylerim işte! Öyle bir şey olursa, sizin gibi adamlara bunu açıklamadım diye utancımdan ölürüm! Evet kendimi tabanca ile vururum! Ne yazık ki daha şimdiden görüyorum ki bana inanmıyorsunuz! Sonra artık korku ile:.
— Ne oluyor? Bunu da mı zapta geçirmek istiyorsunuz? diye sordu.
Nikolay Parfenoviç hayretle ona bakıyordu:
— Evet, demin söylediğinizi, yani son dakikaya dek, hâlâ bayan Verhovtzeva'ya gidip bu parayı ondan istemeyi düşündüğünüzü... İnanın, bu bizim için çok önemli bir açıklama, Dimitriy Fiyodoroviç, yani bütün bu olayla ilgili olarak... Hem daha çok sizin için, daha çok sizin için önemli bir şey bu.
Mitya, kollarını iki yana şiddetle vurarak:
— Rica ederim baylar, hiç değilse bunu yazmayın, utanın! Doğrusunu söylemek gerekirse, karşınızda yüreğimi parçalayarak ikiye ayırdım, siz ise fırsattan istifade ederek parmaklarınızı, o yırtılmış olan iki parçanın içinde dolaştırıyorsunuz... Aman yarabbi!
Umutsuzluk içinde, elleri ile yüzünü kapadı. Savcı:
— Canım bu kadar endişe etmeyin Dimitriy Fiyodoroviç! dedi. Şimdi zapta geçirilen her şeyi size okuyacağız. Bunları dinledikten sonra kabul etmediğiniz bir şey varsa, söyleyeceğiniz sözlere göre değiştiririz. Şimdi ise size üçüncü kez olarak, küçük bir sorguyu tekrarlayacağım: Bir kez bez parçasına sarıp diktiğiniz bu paralardan gerçekten hiç kimseye, ama hiç kimseye söz etmediniz mi? Size şunu söyleyeyim ki, bunu düşünmek hemen hemen imkânsız bir şey olarak gö-rünüyor.
— Hiç kimseye, hiç kimseye! dedim ya. Aksini söylerseniz, demek ki sözlerimden hiç bir şey anlamadınız! Beni ra~ hat bırakın!
— Rica ederim, bu konuyu açığa kavuşturmamız gerekiyor, hem de bunu çok daha önce yapmak gerekirdi. Şimdi
kendiniz bir düşünün: Belki on kişinin almış olduğumuz ifadelerine göre, siz kendiniz o üç bin rubleden herkese söz etmiş, hatta bunları harcadığınızı orada burada yüksek sesle söylemişsiniz: Üç binden söz etmişsiniz, bin beş yüzden değil! Bundan başka dünkü paralan ortaya çıkardığınız vakit de gene birçok kişiye, tekrar üç bin ruble ile gelmiş olduğunuzu söylemişsiniz.
Mitya:
— On kişinin değil, yüzlerce kişinin, iki yüz kişinin ifadesini alsanız ne çıkar? Belki iki yüz kişi, belki de bin kişi is.it-miştir bunu!
— Gördünüz mü ya? Hepsi, hepsi tanıklık ediyorlar. Bu «hepsi» sözü bir şey ifade etmiyor mu size?
— Hiç bir şey ifade etmiyor. O zaman yalan söylemiştim. Onlar da, hepsi, sözlerimi tekrarlayarak yalan söylediler.
— Canım, neden böyle «yalan» söylemek ihtiyacını duydunuz? Yalan olduğunu söylüyorsunuz ya.
— Ben ne bileyim Allah aşkına? Belki de böbürlenmek için... Laf olsun diye... «Bak ne kadar çok para yedi» desinler diye... Hatta belki de o beze diktiğim paralan unutmak için... Evet, asıl bu yüzden... Hay Allah kahretsin... Kaç kezdir bana hep bu soruyu soruyorsunuz! Yalan söyledim diyorum ya! Bitti işte. Bir kez yalan söyledikten sonra, artık düzeltmek istemedim, insan bazan durup dururken neden yalan söyler?
Savcı, etkileyen bir sesle:
— Bir insanın durup dururken neden yalan söylediğini kestirmek çok zor bir şey, dedi. Yalnız o «muska» gibi dediğiniz şey, boynunuzda taşıdığınız o bez parçası büyük müydü?
— Hayır, büyük değildi.
— Örneğin büyüklüğü ne kadardı?
— Bir yüz rubleliği ikiye katlayın, büyüklüğü işte o ka-darflı.
olmaz
Geriye kalmış küçük parçalarını gösterseniz daha iyi
mı? Herhalde üzerinizde bir yerde parçaları vardır.
— Eee... Allah kahretsin! Ne biçim saçmalıklar bunlar? bileyim, nerededir parçaları?
— Rica ederim bize şunu söyler misiniz: O bez parçasını80
KARAMAZOV KARDEŞLER
81
ne zaman, nerede boynunuzdan çıkardınız? Kendi ifadenize göre, eve uğramadınız değil mi?
— Fenya'dan çıkıp Perhotin'e gidiyordum ya, işte yolda boynumdan kopardım o bezi. İçinden de paraları çıkardım.
— Karanlıkta mı yaptınız bu işi?
— Bunu yapmak için mum gerekli miydi? Bir anda, parmağımla koparıverdim işte!
— Elinizde makas olmadan, sokak ortasında ha?
— Galiba meydanın orada. Makasa ne gereklilik vardı? Zaten çürük bir bezdi! Hemencecik yırtıldı.
— Sonra o bezi ne yaptınız?
— Oracıkta atıverdim.
— Nereye attınız?
— Meydana canım. Zaten her şey meydanda oldu! Ne bileyim ben meydanın neresinde? Hem bunu ne diye soruyorsunuz?
— Bu çok önemli bir şey Dimitriy Fiyodoroviç: Eşya olarak bulabileceğimiz tüm deliller sizin lehinizedir. Nasıl oluyor da anlamak istemiyorsunuz? Bir ay önce, bu parayı o bezin içine dikmenize kim yardım etti?
— Hiç kimse yardım etmedi, kendim diktim.
— Siz dikiş bilir misiniz?
— Askerlik yapmış adam dikiş bilir. Hem bu iş ustalık falan da istemez.
— Kumaşı nereden buldunuz? Yani o bezi, paralan içine diktiğiniz bezi nereden buldunuz?
— Benimle alay etmiyorsunuz değil mi?
— Ne münasebet! Şimdi şakanın sırası mı, Dimitriy Fiyodoroviç!
— Hatırlamıyorum bezi nereden aldığımı. Bir yerden al-mışımdır.
— insan bunu hatırlamaz olur mu?
— Vallahi hatırlamıyorum! Belki de çamaşırımdan bir parça yırtmışımdır.
— Çok enteresan! Belki de yarın evinizde içinden o parçayı yırttığınız şey, her neyse, diyelim ki, o gömlek bulunur. O bez nedendi? Pamuklu muydu, keten miydi?
— Ne bileyim ben nedendi? Durun... Galiba onu hiç bir
yerden yırtmadım. Basmadandı... Evet... Galiba paralan ev sahibi kadının başlığının (*) içine diktim.
— Ev sahibinizin başlığı içme mi?
— Evet, ondan yürütmüştüm onu.
— Nasıl yürütmüştünüz?
— Bakın. Gerçekten şöyle oldu. Şimdi iyice hatırlıyorum. Bir gün bez lâzım olmuştu, ben de bir başlık yürüttüm. Belki de mürekkep kalemimi sümek için. Gizlice alıverdim. Çünkü zaten işe yaramayan bir bezdi. Parçalan odamda yerlerde sürünüyordu. İşte o bin beş yüz rubleyi onun içine diktim... Galiba öyle oldu, evet. Parayı o bez başlığın içine diktim. Zaten basmadan yapılmış berbat bir şeydi, belki bin kez yıkanmıştı.
— Bunu da artık kesin olarak hatırlıyorsunuz, öyle mi?
— Kesin olarak mı, değil mi bilemem. Bana öyle geliyor, galiba başlığın içine diktim. Hem öyle de olmasa, vız gelir bana!
— Eğer öyle ise, hiç değilse ev sahibeniz kendisine ait olan o şeyi ortadan yok olduğunu hatırlayabilirdi değil mi?
— Hayır, hiç de hatırlamadı, onu aramadı bile! Eski bir bezdi diyorum size, eski püskü bir bez, beş paralık değeri yoktu.
— Peki, iğneyi ipliği nereden aldınız? Mitya, sonunda kızdı:
— Burada kesiyorum, artık bir şey söylemek istemiyorum. Yeter!
— Gene de o... Dikili bez parçasını meydanın neresine attığınızı böyle büsbütün aklınızdan çıkarmanız da garip.
Mitya, alaylı alaylı güldü:
— Canım, emredin yarın meydanı süpürsünler, belki bulursunuz.
Sonra bitkin bir sesle:
— Yeter baylar! Yeter! dedi. Açıkça görüyorum ki, bana inanmadınız! Hiç bir sözüme, beş paralık önem vermediniz. Ama suç sizde değil, ben de, bunları ileriye sürmemeliy-dim! Ne diye, ne diye sırrımı açıklayarak kendimi küçük düşürdüm sanki! Sizin için bunlar bir alay konusu, gözlerinizden anlıyorum bunu. Beni buna siz sürüklediniz bay savcı!
C) Başlık: O zamanlar hanımların kullandığı başlıklardan.82
KARAMAZOV KARDEŞLER
KARAMAZOV KARDEŞLER
83
Şimdi kendinize zafer şarkıları söyleyin eğer bunu yapabilir, seniz... Allah belânızı versin! Cellâtlar!...
Başını önüne eğdi, elleriyle yüzünü kapadı. Savcı ile sor-gu yargıcı susuyorlardı. Bir dakika sonra Dimitriy başım kaldırarak boş bakışlarla onlara baktı. Yüzünde artık son kerteye gelmiş, giderilmesi imkânsız bir umutsuzluk vardı, Garip bir tavırla susuyor, kendini yitirmiş gibi oturuyordu, Bu arada, işi sona erdirmek gerekiyordu: Hiç ertelemeden tanıkların sorgusuna geçilmeliydi. Artık sabahın sekizi olmuştu. Mumlar da çoktan söndürülmüştü. Sorgu süresince odaya girip çıkmış Mihayıl Makaroviç ile Kalganov, bu sefer gene birlikte çıkmışlardı. Savcı ile sorgu yargıcının da aşırı derecede yorgun bir hali vardı. Başlayan sabah kötüydü, Tüm gök bulutlarla örtülüydü ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Mitya, hiç bir şey düşünmeden pencerelere bakıyordu. Birden Nikolay Parfenoviç'e:
— Pencereden dışarı bakabilir miyim? diye sordu. Öbürü:
— Hay hay, istediğiniz kadar bakabilirsiniz! diye karşılık verdi.
Mitya, kalkıp pencereye yaklaştı. Yağmur pencerenin küçük, yeşile çalan camlarını dövüp duruyordu. Pencerenin tam altında pis bir yol, daha ilerde yağmurun loşluğunda dizi dizi, kara fakir ve çirkin izbeler görünüyordu; yağmurda daha da kararmış, daha da fakir bir halleri vardı. Mitya «Altın saçlı, Febüs'ü» ve onun ilk ışıkları altında nasıl tabanca ile intihar etmeyi düşündüğünü hatırladı. Alaylı alaylı gülümseyerek: «Böyle bir sabah o iş için daha iyi olurdu!» diye düşündü ve birden elini aşağı doğru sallayarak, «cellâtlara» doğru döndü:
— Baylar! diye bağırdı. Artık mahvolduğumu görüyorum, ama o ne olacak? Bana söyleyin o ne olacak? Yalvarırım size söyleyin, yoksa o da benim gibi mahv mı olacak? Ama o suçsuzdur, dün «her şeyden ben suçluyum» diye bağırdığı vakit ne söylediğini kendi de bilmiyordu. Onun hiç şeyde şeyde suçu yoktur! Sizinle burada otururken bütün gece içim içimi yedi... Acaba şimdi onu ne yapacağınızı bana söyleyemez misiniz?
Savcı, belli bir acele ile hemen:
— Bu konuda içiniz rahat etsin, Dimitriy Fiyodoroviç. il
ellendiğiniz hanımı herhangi bir şekilde rahatsız etmek için henüz elimizde hiç bir önemli neden yok. Öyle tahmin edi-' yorum ki, işin bundan sonraki gelişmesi sırasında da aynı şey olacak... Bu bakımdan elimizden ne gelirse, onun için yapacağız: İçiniz rahat etsin.
— Teşekkür ederim baylar! Zaten her şeye rağmen dürüst ve hak gözetir insanlar olduğunuzu biliyordum. Beni bir yükten kurtardınız... Eh, şimdi ne yapacağız? Ben hazırım.
— Evet, biraz acele etmemiz gerekiyor. İşi ertelemeden tanıkların sorguya çekilmesine geçmeliyiz. Bütün bunlar da, muhakkak sizin yanınızda olmalı, bu yüzden de...
Nikolay Parfenoviç savcının sözünü keserek:
— Önce bir çay içsek olmaz mı? Bana öyle geliyor ki, artık bunu hak ettik.
Aşağıda hazır çay varsa (ki Mihayıl Makaroviç de her halde «keyif çayı içmek» için gitmişti) birer fincan çay içilmesine, sonra da «işe devam ederek sonuna dek götürmeye» karar verildi. Asıl kahvaltı ise «yanında mezesi ile birlikte» daha serbest bir saate bırakılacaktı. Aşağıda gerçekten hazır çay bulundu ve hemen yukanya gönderildi. Mitya, Nikolay Parfenoviç'in nezaketle kendisine ikram ettiği bir bardak çayı önce reddetti, ama sonradan kendisi istedi ve kana kana içti. Genel olarak şaşılacak derecede bitkin görünüyordu. Oysa «aslan gibi kuvvetli olduğuna göre, bir geceyi sabaha kadar eğlenerek geçirmesi, hatta en şiddetli sarsıntılardan geçmesi ona ne yapabilir?» diye düşünülebilirdi. Ama kendisi de otur-' maya bile gücü olmadığını, zaman zaman çevresindeki tüm eşyaların kaymaya, gözlerinin önünde dönüp durmaya başladığını hissediyordu. «Biraz daha sürerse, herhalde sayıklamaya başlayacağım» diye düşündü.
VIII
TANIKLARIN İFADELERİ
BEBE
Tanıkların sorgusu başladı. Ama artık hikâyemizi, şimdiye kadar yaptığımız gibi tüm ayrıntıları vererek devam et-z. Bu yüzden, Nikolay Parfenoviç'in çağırtılan her84
KARAMAZOV KARDEŞLER
tanığa, vicdanına dayanarak ve gerçeğe uygun bir şekilde ifade vermesi gerektiğini, sonradan da verdiği bu ifadeyi yemin ederek tekrarlamak zorunda kalacağını nasıl ima etmiş olduğunu anlatmadan geçeceğiz. Her taraftan nasıl ifadesinin zaptını imzalamasını istendiğini ve buna benzer şeyler üzerinde de durmayacağız. Yalnız bir tek şeyi belirtelim: Sorguya çekilenlerin dikkatini en önemli noktanın üzerinde topluyor-lardı. Bu da hep o üç bin ruble sorunuydu. Daha doğrusu Dimitriy Fiyodoroviç buraya, Mokroye'ye bir ay önce, ilk gelişinde yanında üç bin mi yoksa bin beş yüz ruble mi olduğu ve ikinci âlemi yaptığı vakit, gene yanında üç bin mi yoksa bin beş yüz ruble mi bulunduğu soruluyordu.
Ne yazık ki, verilen tüm ifadeler, hepsi Mitya'nın çıkarına aykırı idi. Bir tanesi olsun, onu savunmuyordu. Hatta bazı ifadeler Mitya'nın vermiş olduğu ifadeye tamamen karşıt ve hemen hemen şaşırtıcı yeni faktörler ortaya atmıştı. İlk olarak Trifon Borisoviç sorguya çekildi. Kendisini sorguya çekenlerin karşısına içinde en ufak bir korku duymadan, aksine suçlandırılana karşı sert, somurtkan ve öfkeli bir tavırla çıktı. Böylece karşısındakilere son derece doğru söyleyen, haysiyetine düşkün bir adam olarak göründü. Ağırbaşlı bir tavır takmıyor, az konuşuyor, kendisine soru sorulmasını bekliyor, düşünerek ve kesin bir şekilde karşılık veriyordu. Hiç kararsızlık göstermeden kesin bir tavırla bir ay önce, üç bin rubleden daha az bir para harcanmış olamayacağını, burada bulunan tüm köylülerin «Mitriy (*) Fiyodoroviç»in kendisinden elinde üç bin ruble olduğunu işittiklerine dair ifade vereceklerini söyledi. «Yalnız çingenelere bile dünyanın parasını verdiler. Yalnız onlara bile herhalde bir rubleden fazla düşmüştür.» dedi.
Mitya, somurtkan bir tavırla:
— Belki beş yüz bile vermemişimdir, dedi. Yalnız o zaman saymadım, sarhoştum, keşke saysaydım...
Şimdi sırtı perdelere dönük olarak yan oturuyor, söylenenleri somurtkan bir tavırla dinliyordu. Üzgün, yorgun bir hali vardı. Sanki: «Eeeh, istediğiniz gibi ifade verin, artık hiç bir şeyin önemi yok!» der gibiydi.
Trifon Borisoviç, kesin bir tavırla sözünü yalanladı.
KARAMAZOV KARDEŞLER
85
(*) Mitriy: Mitya isminin değişik şekil.
— Onlara bin rubleden fazla harcamışsınızdır Mitriy Fiyodoroviç! dedi. Boşuna savurdunuz paraları! Onlar ise o savurduklarınızı kaldırıp alıyorlardı. Zaten bunlar insanın gözünden sürmeyi çalan hırsız, dolandırıcı adamlardır. Kovduk onları buradan! Yoksa kendileri gelip ifade vererek sizden kaç para kopardıklarını söylerlerdi. O zaman elinizde bir sürü para bulunduğunu kendi gözümle gördüm. Saymasına saymadım, bana saydırmadınız, bu konuda haklıydınız. Ama göz kararı ile söyleyebilirim, hatırlıyorum ki, bin beş yüz rubleden çok daha fazlaydı... Bin beş yüz ruble de neymiş! Biz de ömrümüzde para nedir gördük, bu konuda söz sahibiyiz...
Bir gün önceki paranın miktarına gelince. Trifon Borisoviç, artık doğrudan doğruya Dimitriy Fiyodoroviç'in arabadan iner inmez üç bin ruble getirdiğini söylemiş olduğunu belirtti. Mitya:
— Artık yeter Trifon Borisoviç! diye itiraz etti. Demek sence açıkça ve kesin olarak üç bin ruble getirdiğimi söyledim öyle mi?
— Söylediniz ya Mitriy Fiyodoroviç! Andrey'in yanında söylediniz! işte Andrey'in kendisi de burada. Daha gitmedi! Onu çağırtın. Orada, salonda korodakilere ikramlarda bulunduğunuz sırada ise açıktan açığa artık altıncı binliği de burada bıraktığınızı bağıra bağıra söylediniz; geçen sefer sarf ettikleriniz de hesaba katılırsa, demek öyle oluyordu. Stepan ile Semyon da duydular bunu. Sonra Piyotr Fomiç Kalganov da o sırada yanınızda duruyordu, belki onlar da bunu hatırlamışlardır...
Altın bin ruble harcandığına dair verilen ifade sorguya Çekenlerin üzerinde olağanüstü bir etki yaratmıştı. Yeni anlatılış hoşa gitmişti: Üç, üç daha altı ediyordu. Demek ki, o zaman üç bin, şimdi de üç bin daha harcanmıştı. Hepsi bir araya toplanınca altı ediyordu, bu apaçık bir şeydi.
Trifon Borisoviç'in işaret ettiği köylülerden Stepan ile Semyon'u, arabacı Andrey'i ve Piyotr Fomiç Kalganov'u sorguya çektiler. Köylülerle arabacı hiç kararsızlık göstermeden, Trifon Borisoviç'in ifadesini desteklediler. Biradan başka özelde, Andrey'in yolda Mitya ile yaptığı konuşma konusundaki sözlerini zapta geçirdiler. Söylediğine göre, Mitya «Ben Dimit-riy Fiyodoroviç öldükten sonra nereye gideceğim acaba, cen-nete mi yoksa cehenneme mi? Acaba öbür dünyada bağışlar-85
KARAMAZOV KARDEŞLER
KARAMAZOV KARDEŞLER
87
lar mı bağışlamazlar mı?» demişti. «Psikolog İppolit Kirillo-viç tüm bunları dudaklarında ince bir gülümseyişle dinledi, sonunda da Dimitriy Fiyodorovic'in öldükten sonra nereye gideceğini sorduğunu belirten ifadenin de «dâva ile ilgili deliller» arasına katılmasını öğütledi.
Çağırtılan Kalganov, isteksiz bir tavırla, kaşlarını çatmış olarak, hırçınlıkla içeri girdi ve savcı ile olsun, Nikolay Par-fenoviç ile olsun, sanki onları ömründe ilk kez olarak görüyormuş gibi konuşmaya başladı. Oysa onlarla eskidenberi tanışıyor ve her gün görüşüyordu. Söze: «Bir şey bilmediğini, bilmek de istemediğini» söyleyerek başladı. Ama altı bin rubleden söz açılınca, kendisinin de bunu işitmiş olduğu anlaşıldı. O sırada Mitya'nın yanında atakta durduğunu açıklamıştı. Ona bakılırsa, Mitya'nın elinde çok para vardı. Ama bu paraların miktarı için: «Bilmiyorum ne kadardı?» dedi. Sonra Polonyalıların iskambil'de hile yaptıklarını kesin olarak belirtti. Ayrıca, tekrar tekrar sorulan sorulara karşılık, Polonyalılar kovulduktan sonra Mitya ile Agrafena Aleksandrovna'nın arasının gerçekten düzeldiğini, hattâ genç kadının kendiliğinden Mitya'yi sevdiğini söylemiş olduğunu anlattı. Agrafena Aleksandrovna'dan sanki genç kadın en yüksek sosyeteden bir hanımefendiymiş gibi ciddi ve saygılı bir tavırla söz ediyordu. Bir kez olsun ondan «Gruşenka» diye söz etmeyi kendine yakıştırmadı. Genç adamın ifade vermekten tiksindiği her halinden belli olduğu halde. İppolit Kirilloviç ona uzun uzun sorular sordu ve Mitya'nın o gece yaşadığı «aşk hikâyesini» tüm ' ayrıntıları ile yalnız ondan öğrendi. Sonunda delikanlıyı bıraktılar, o da gizlemediği bir öfke ile oradan uzaklaştı.
Polonyalıları da sorguya çektiler. Gerçi onlar bulundukları küçük odada yatmışlardı, ama tüm gece uyuyamamış, devlet memurlarının gelişi üzerine de, kendiliklerinden, muhakkak onları da çağırtacaklarını anlayarak çabucak giyinmiş kuşanmışlardı. İçeriye biraz korku duymakla birlikte çok ciddî bir tavırla girmişlerdi. Önemlisi, yani kısa boylusunun on ikinci dereceden emekliye ayrılmış ve Sibirya'da baytarlık eden bir memur olduğu anlaşıldı. Soyadı Pan Mussyaloviç'ti-Pan Vrublevskiy'in ise serbest olarak çalışan bir «dantist», Kusçası bir dişçi olduğu meydana çıktı. İkisi de, odaya girer girmez hemen kendilerini Nikolay Parfenoviç'in soru sormasına rağmen soruların karşılığını bir yana çekilmiş duran Mi-
hayıl Makaroviç'e dönerek vermeye başlamışlardı. Belliydi ki, bilmedikleri için, onu burada en önemli rütbeye sahip ve şef durumunda, bir adam sanmışlardı. Bu yüzden konuşurken ikide bir «Pane Pulkovniku»(*) diyorlardı. Ancak birkaç kez ikaz edildikten sonra ve Mihayıl Makaroviç'in kendisi onlara bir iki söz söyleyince, sorulara karşılık verirken yalnız Nikolay Parfenoviç ile konuşmaları gerektiğini anladılar. İyi, hem de çok iyi Rusça konuşmasını bildikleri anlaşıldı. Yalnız bazı sözleri yanlış söylüyorlardı. Pan Mussyaloviç Grunşenka'ya karşı olan eskiden duyduğu ve şimdiki duygularını heyecanla, gururla açıklamaya koyulacak oldu. Ama Mitya hemen çileden çıktı ve karşısında «o alçağını' böyle konuşmasına izin vermeyeceğini belirterek bağırıp çağırmaya başladı. Pan Mussyaloviç hemen dikkati «alçak» kelimesi üzerine çekti ve bunu zapta geçirmelerini rica etti. Mitya, öfkeden deli gibi oldu:
— Alçaksın ya! Alçak! Bunu da zapta geçirin! Ayrıca şunu da yazın: -bunun zapta geçirileceğini bile bile- gene de işte alçağın biri olduğunu bağırarak söylüyorum! diye bağırdı.
Nikolay Parfenoviç, gerçi bunu da zapta geçirdi, ama bu tatsız olay sırasında takdir edilecek bir işgüzarlık ve işi idarede beceriklilik gösterdi: Mitya'ya sert bir tavırla ikazda bulunduktan sonra işin romantik yönü ile ilgili tüm soruları hemen kesti ve çabucak esasa geçti.
Esasta ise panların verdikleri ifadede soruşturma memurlarının aşırı derecede merakını uyandıran bir şey vardı. O da Mitya'nın Pan Mussyaloviç'in bulunduğu o küçük odada kendisine aradan çekilsin diye üç bin ruble vermeyi teklif edişiydi; bu paranın yedi yüz rublesini nakit olarak hemen vermeyi teklif etmişti, geriye kalan iki bin üç yüz rubleyi ise «ya-rın sabahleyin kentte- veririm> demişti. Üstelik şerefinin üze-rine yemin ederek o sırada Mokroye'de üzerinde bu kadar Para bulunmadığını söylemiş, paraların kentte olduğunu be-
öfke ile parayı muhakkak ertesi günü vereceğini söylememiş olduğunu ileri sürecek oldu. Ama Pan Vrublevskiy ifadesinde ısrar etti. Zaten Mitya'nın kendisi de bir an düündükten sonra, kaşlarını çatarak herhalde her şeyin pan-dediği gibi olduğunu, kendisinin o sırada heyecan için-
(") Polonya dilinde «Sayın Albay..88
KARAMAZOV KARDEŞLER
KARAMAZOV KARDEŞLER
89
de bulunduğunu, bu yüzden de gerçekten öyle söylemiş masının çok mümkün olabileceğini kabul etti.
Savcı, bu ifadeye dört elle sarıldı: Sorgu makamı açıkça anlaşılıyor ki (sonradan belirtildiği gibi) Mitya'nın eline geçen üç bin rublenin bir kısmı ya da yarısı, gerçektea kentte ya da belki burada Mokroye'de herhangi bir yerde sak-lıydı. Böylece Mitya'nın elinde yalnız sekiz yüz rublenin bu-lunmuş olması gibi, sorgu makamı için «nazik bir sorun» da açıklığa kavuşturulmuş oldu. Oysa bu o zamana kadar gerçi tek olarak ileri sürülebilen ve oldukça önemsiz olan, ama ge-ne de bir bakıma Mitya'nın lehine olan bir delildi. Şimdi ise onun lehine olan bu tek delil de elinden alınmış oluyordu.
Savcı, kendisine, «Madem yanınızda ancak bin beş yüz ruble bulunduğunda kendiniz ısrar ediyorsunuz, o halde ertesi günü pana vermek için geriye kalan iki bin üç yüz rubleyi nereden verecektiniz? Şeref sözü vererek vaadettiğiniz bu parayı nereden bulacaktınız?» diye sorunca Mitya, kesin bir tavırla, o «Polonyalı herife» ertesi günü para değil, Çermaş-naya çiftliği üzerindeki hissesini ona devrettiğini belirten resmî bir vesika vermeyi düşündüğünü söyledi. Samsonov ile Hohlakova'ya aynı hisseyi teklif etmişti. Savcı, «bu safça çareye» alaylı alaylı güldü.
— Demek onun nakit olarak iki bin üç yüz ruble yerine o, «hissenizi» almaya razı olacağını sanıyordunuz öyle mi?
Mitya, heyecanla:
— Tabiî razı olacaktı ya! diye kestirip attı. Rica ederim, burada söz konusu olan yalnız iki bin ruble değil ki, bu işten dört, hatta altı bin koparabilirdi; Hemen ordan burdan Polonyalı olsun, yahudi olsun bir sürü avukatçıkları seferber eder ve üç bin ruble almak şöyle dursun ihtiyarın elinden tüm Çermaşnaya'yı alırlardı.
Tabiî, Pan Mussyaloviç'in ifadesini tüm ayrıntıları ile zapta geçirdiler. Sonra da panları serbest bıraktılar. İskambil oynarken yapılan hileden ise söz bile etmediler. Nikolay Par fenoviç, onlara karşı zaten büyük bir minnet duyuyor ve «saçma sapan şeylerle» onları üzmek istemiyordu. Kaldı ki, tüm bunlar sarhoş bir halde iken iskambil oyunu sırasında yapı lan önemsiz bir kavgadan başka bir şey değildi. O gece, az mı içki içilmiş ve yakışık almaz şeyler yapılmıştı... Böyle
olunca da o paralar yani iki yüz ruble olduğu gibi panların cebinde kaldı.
Sonradan, ihtiyar Maksimov'u çağırdılar. Maksimov, ürkek bir tavırla, küçük küçük adımlar atarak geldi; üstü başı karma karışıktı, kendisi de çok üzgün görünüyordu. Tüm bu süre içinde aşağıda Gruşenka'nın yanında barınmış, onunla hiç konuşmadan oturmuştu. Sonradan Mihayıl Makaroviç'in anlattığı gibi «durup durup ona bakarak ağlamış, gözlerini kareli bir mendille silmişti.» O kadar ki, Gruşenka'nın kendisi onu teselli ederek susturmaya çalışmıştı. İhtiyarcık, hemen ve gözlerinde yaşlarla Dimitriy Fiyodoroviç'ten borç aldığı için suçlu olduğunu söyledi, «on ruble aldım efendim, fakir olduğum için efendim» dedi, hem de aldığı parayı geri vermeye hazır olduğunu bildirdi... Nikolay Parfenoviç, ona, borç aldığı sırada Dimitriy Fiyodoroviç'e en yakın yerde bulunduğu için Mitya'nın elinde ne kadar para tuttuğunu herkesten iyi görebileceğini belirterek, o sırada elinde kaç para bulunduğunu sorunca, Maksimov çok kesin bir tavırla «yirmi bin ruble vardı efendim» dedi.
Nikolay Parfenoviç gülümseyerek:
— Peki, siz daha önce hiç yirmi bin rubleyi bir arada gördünüz mü? diye sordu.
— Tabii efendim, gördüm efendim, yalnız yirmi bin değil de yedi bindi efendim, karım, benim köyü rehine verdiği va-fcit görmüştüm. Paraları ancak uzaktan seyretmeme izin vermişti, karşımda böbürlenmek için. Çok kalın bir deste idi efendim, hep renk renk paralardı Dimitriy Fiyodoroviç'in elindeki paraların da hepsi renk renkti...