Gazetelerden, birinde ağabeyinin işlediği cinayetten sonra korkudan rahip olduğu ve manastıra kapandığı bile yazılıydı. Bir başka gazetede bu yalanlanıyor ve aksine kendisinin Zo-sima dede ile birlikte manastırdaki kasayı kırdıktan sonra «Toz oldukları» 3leri sürülüyordu. Dedikodu gazetesindeki şimdiki haberin başlığı ise «Karamazov'un davasından önce Sko-toprigonyevsk»dı. (Ne yazık ki kentimizin adı budur. Uzun zamandır adını gizledim ama.) Haber kısacıktı ve Bayan Hoh-lakova'dan açıktan açığa söz edilmiyordu. Zaten tüm isimler gizli tutulmuştu . Yalnız, şimdi bu kadar gürültü patırdı ile muhakeme etmeye hazırlandıkları suçlunun, vaktiyle orduda bulunan emekliye ayrılmıış, küstah davranışları ile
l
187
tembel ve köylülerini azat etmemiş bir teğmen olduğu, durmadan gönül işleri ile vakit geçirdiği ve özellikle «yalnızlıktan canı sıkılan bazı hanımların» üzerinde büyük etkisi olduğundan söz ediliyordu. Hatta söylendiğine göre, o canı sıkılan ve hâlâ gençlik taslayan dul hanımlardan biri, kocaman bir kızı olduğu halde, ona o kadar tutulmuştu ki, daha cinayetten iki saat önce, ona tek kendisi ile birlikte altın madenlerine kaçsın diye, üç bin ruble teklif etmişti! Ama canavar, kırk yaşındaki canı sıkılan hanımın güzelliklerine kapılıp onunla birlikte Sibirya'ya sürüklenmektense bu iş için ceza görmeyeceğini sanarak gene üç bin ruble için babasını öldürüp soymayı tercih etmişti. Baştanbaşa söz oyunları ile dolu olan bu yazıda gerektiği gibi, baba katili olmanın, ahlâka aykırı bir-şey olduğu kabul ediliyor, ama sonunda gene de, yeni ortadan kaldırılan serfliğe karşı ateş püskürülüyordu. Alyoşa, yazıyı merakla okuduktan sonra, gazete yaprağını katlayarak onu gene Bayan Hohlakova'ya verdi. Bayan Hohlakova:
— Siz söyleyin, orada yazdıkları ben değil miyim? Ona, hemen hemen bir saat kadar önce, altın madenlerine gitmesini teklif eden bendim, şimdi durup dururken, «kırk yaşındaki hanımın güzellikleri!» diyorlar. Hem sanki ben ona, bunu onun için mi teklif etmiştim? Bunu mahsus yazıyor! Tanrım! «kırk yaşındaki hanımın güzellikleri!» diye yazdığı için onu, benim bağışladığım gibi bağışla... Hem bunu yazan kimdir?... Kimdir bunu yapan biliyor musunuz? Dostunuz Rakitin!
Alyoşa:
— Belki de, dedi. Ama ben bu konuda hiçbir şey işitmedim,
— Odur! Odur! «Belki» demeyin! Ben onu kovdum ya... Olup bitenlerin tüm hikâyesini biliyorsunuz değil mi?
— Bundan böyle sizi ziyaret etmemesini söylemişsiniz, bunu biliyorum. Ama bunu niçin yaptığınızı... hiç değilse sizden işitmedim.
— O halde ondan işittiniz demek! Peki, şimdi bana küfrediyor mu, sövüp sayıyor mu?
— Evet, sövüyor. Ama o zaten herkese söver. Hem neden evinize gelmesini yasak ettiniz? Bunun nedenini bana söylemedi. Zaten onunla nadir olarak karşılaşıyoruz, aramızda bir arkadaşlık yok.188
— Eh, öyleyse size hepsini açıklayayım. Yapılacak başka birşey yok, bari itiraf edeyim. Çünkü, bu işin içinde belki de bir noktada suçluyum. Yalnız en küçük, küçümencik, mini mini bir nokta... O kadar küçük ki, hani hiç yok deseniz olur Anlıyor musunuz yavrum? (Bayan Hohlakova birden garip yaramazca bir tavır takınmış, dudaklarında da sevimli, âmâ aynı zamanda bir şey sakladığını belli eden bir gülümseyiş belirmişti.) Anlıyorsunuz ya! Öyle tahmin ediyorum ki... Özür dilerim Alyoşa, şimdi sizinle bir anne gibi konuşuyorum. Ah, hayır, hayır, aksine, şu anda size tıpkı babammışsınız gibi... Çünkü, «anne» demek buraya hiç uymuyor... Her neyse, tıpkı günah çıkarırken Zosima Dede'ye yaptığım gibi, en doğrusu bu. Öyle demek çok uygun oluyor. Size biraz önce, «rahip> demiştim ya... Her neyse, işte o zavallı genç, dostunuz Rakitin var ya, (aman Allahım, ona hiç mi hiç darılamıyorum! Gerçi kızıyorum, öfkeleniyorum, ama o kadar çok değil) yani sizin anlayacağınız, bu aklı havada olan delikanlı, birden, düşünün bir kez, galiba bana âşık oldu.
Bunu daha sonra, çok daha sonra birden farkettim. Daha başlangıçta, yani bundan bir ay kadar önce, evime daha sık gelmeye başlamıştı. Hemen hemen hergün geliyordu. Gerçi onunla daha önceden de tanışıyorduk ama... Ben hiçbir şey bilmiyordum... Sonra birden, sanki zihnim aydınlanır gibi oldu ve hayretle bazı şeyler farketmeye başladım. Biliyor musunuz? Burada görevli olan ağırbaşlı, cana yakın ve çok değerli bir genci, Piyotr İlyiç Perhotin'i de bundan iki ay önce evime kabul etmeye başlamıştım. Siz de ona kaç kez burada rastladınız. Kendini bilen, ciddî bir gençtir, öyle değil mi? Uç günde bir gelir., Hergün gelmez. (Gerçi hergün de gelse, bundan ne çıkar?) Hem, her zaman öyle güzel giyinmiştir ki-Ben zaten yetenekleri olan, gösterişi sevmeyen gençleri daima överim, Alyoşa! Bu gencin ise hemen hemen bir devlet adamı kadar derin bir zekâsı var, öyle güzel konuşur ki! Muhakka onun için gereken kimselere ricada bulunacağım, muhakka ileride diplomat olabilir. O korkunç gün, beni az kalsın ölüm» den kurtarmıştı evime gelerek...
Dostunuz Rakitin ise, her zaman ayağında öyle
gelirdi ve o çizmeli ayaklarını halının üzerine uzatırdı zün kısası, artık bana bazı imalarda da bulunmaya başlamıştı Hatta birgün, birden burdan giderken, elimi kuvvetle sı
189
O elimi sıkınca, birden ayağım ağrımaya başladı. Zaten Ra-kitin daha önce de evimde Piyotr İlyiç'e rastlamıştı. Hem inanır mısınız, hep onu iğneliyor, kızdırıp duruyor, nedense ona söylenip duruyordu. Bir araya geldiler mi, ikisine bakıyor, içimden gülüyordum. İşte birgün, tek başıma oturuyordum. Hayır, doğru söylemek gerekirse yatmak üzereydim! Evet! Birgün tek başıma yatıyordum, işte bu sırada Mihayıl İvanoviç geliyor ve düşünün bir kez, bana kendisinin yazmış olduğu bir şiiri getiriyor, hasta ayağım için yazılmış kısacık bir şiir... Daha doğrusu benim hasta ayağımı şiir halinde anlatmış. Durun, nasıldı?
O ayacık, o ayacık Hasta olmuştu birazcık...
Öyleydi galiba... Nasıldı?... İşte bakın şiirleri hiç aklımda tutamam! Şurada saklıyorum onu. Herneyse, sonra size gösteririm. Yalnız şunu söyleyeyim ki, çok güzel, çok güzel bir şeydi, hem biliyor musunuz? Yalnız küçük bir ayacıktan söz etmiyordu. Aynı zamanda içinde bir ders vardı, çok güzel bir fikir taşıyordu. Sözün kısası, hâtıra defterim için yazmıştı onu, Eh ben, tabiî teşekkür ettim. Belliydi ki, o da bundan gururlanmıştı. Daha ona henüz teşekkür etmiştim ki, birden içeriye Pîyotr İlyiç girdi. O vakit, Mihayıl İvanoviç'in yüzü birden gece gibi karardı. Piyotr İlyiç'in ona nedense bir engel olarak göründüğünü artık anlıyordum. Çünkü, Mihayıl İvano-'iÇı şiirlerden hemen sonra bir şeyler söylemek istiyordu. Bunu seziyordum. İşte Piyotr İlyiç, tam o sırada içeri girmişti.
Birden Piyotr İlyiç'e şiirleri gösterdim. Yalnız kimin yazdı-Sini söylemedim. Ama kesin olarak inanıyorum ki, evet kesin olarak biliyorum ki, bunu kimin yazdığını hemen anlamıştı. Gerçi kendisi şimdiye kadar bunu açıklamıyor ve bunu o sırada hiç tahmin etmediğini ileri sürüyor ama... biliyorum ki bunu mahsus öyle diyor. Piyotr İlyiç, hemen kahkahalarla «ülmeye ve şiiri eleştirmeye başladı.
~- Berbat bir şiir! Bunu herhalde ilahiyat fakültesi öğ-rencilerinden biri yazmıştır, diyordu.İste
Hem de öyle ateşli, öyle ateşli söylüyordu ki bunları! ° zaman dostunuz kahkahalarla gülecek yerde, birden büsbütün çileden çıktı!... «Aman yarabbi! Birbirlerini döve-diye düşündüm.190
KARAMAZOV KARDEŞLER
KARAMAZOV KARDEŞLER
191
— Bunu ben yazdım, dedi. Şaka olsun diye yazdım, çünkü şiir yazmayı adilik sayıyorum... Yalnız benim yazdığım şiirler güzel şiirlerdir. Sizin Puşkin'e kadın ayağını şiirde dile ge tirdi diye anıtlar dikmek istiyorlar! Oysa, benim şiirlerimin belirli bir yönü var. Siz ise serf çalıştıran bir adamsınız. Siz nerede, hümanist olmak nerede? Siz şimdiki aydınların sahip oldukları duygulardan hiçbirine sahip değilsiniz! Toplumun gelişmesi sizi hiç etkilememiş! Siz bir memursunuz, üstelik rüşvet alıyorsunuz! diyordu.
İşte o zaman artık bağırmağa ve kavga etmesinler diye yalvarmaya başladım. Piyotr îlyiç ise, biliyor musunuz? Hiç de korkak değilmiş! Birden en soylu kişilere yakışır bir tavır takındı. Rakitin'e alaylı alaylı bakıyor, dinliyor ve özür diliyordu.
— Bilmiyordum, diyordu. Eğer bilmiş olsaydım bu şiirleri överdim... Zaten şairlerin hepsi işte böyle sinirlidirler.
Yani, sizin anlayacağınız, en nazik tavırları takındığı halde, öyle bir alay ediyordu ki!... Sonradan kendisi de bana, tüm o sözlerinin alay olduğunu söyledi. Ben ise gerçekten ciddî olarak söylediğini sanıyordum. Yalnız, tıpkı sizin karşınızda olduğum gibi, yattığım yerden şöyle düşündüm: «Şimdi, Mi-hayıl İvanoviç'i evimde, misafirime bağırıp çağırdığı için kapı dışarı edersem, acaba nezakete aykırı mı, yoksa yerinde bir şey mi olur?» İşte, inanır mısınız, yattığım yerde gözlerimi kapamış hep bunu düşünüyordum: «Böyle bir şey soylu bir kadına yakışır mı, yakışmaz mı?» Bir türlü de karar veremi-yordum. Kendi kendimi üzüp duruyordum. Kalbim de çarpıyordu. «Bağırayım mı, bağırmayayım mı?» diye kendi kendime soruyordum. İçimdeki seslerden biri «bağır!», öbür» «hayır bağırma» diyordu. Yalnız, işte öbür ses bunu mez, birden bağırdım ve hemen oracıkta bayılıverdim. ardından gürültü patırtı koptu.
Birden kalkıp Mihayıl İvanoviç'e:
— Bunu size bildirmek benim için acı bir şey ama,
sizi evimde kabul etmek istemiyorum, dedim.
Öylece kovdum işte! Ah, Aleksey Fiyodoroviç! Kötü bir şey yaptığımı kendim de biliyorum, hep yalan söyledim, as lında ona hiç de kızmamıştım, ama işin doğrusu, birden öyle bir sahne olursa, çok güzel bir şey olacak gibi geldi bana Yalnız inanır mısınız? Bu sahne gerçekten tabiî oldu.
Tabii
art*
mağa bile başlamıştım. Hatta ondan sonra birkaç gün daha hep allayıp durdum. Sonradan birgün, öğleden sonra, birden hepsini aklımdan çıkardım. İşte Rakitin, iki haftadır bize hiç «imiyor. Ben de, «Yoksa hiç mi gelmeyecek?» diye düşünüyorum- Daha dün öyle düşünüyordum. Sonra birgün akşama doğru bu «Dedikodu» gazetesi geldi. Onu okur okumaz bir çığlık attım. Bunu başka kim yazabilir? Muhakkak o yazmıştır! O gün eve dönünce oturmuş yazmıştır! Yazdıktan sonra göndermiş, onlar da yayınlamışlardır. Tüm bunlar olalı iki hafta oldu. Yalnız bu söylediklerim berbat şeyler Alyoşa. Hiç de asıl gerekli şeyleri söyleyemiyorum! Ah, ne yapayım! Sözler ağzımdan kendiliğinden dökülüyor. Alyoşa:
— Benim bugün ağabeyime muhakkak zamanında gitmem gerekiyor! diye mırıldanacak oldu.
— Tam üstüne bastınız, tam üstüne bastınız! Şimdi bana hepsini hatırlattınız. Beni dinleyin, «sabit fikir» nedir?
Alyoşa hayretle:
— Ne sabit fikri? diye sordu.
— Hukukî anlamda «sabit fikir». Bağışlanmanıza yol açan bir sabit fikir. Öyle bir sabit fikir ki, sizi hemen bağışlarlar.
— Ne demek istiyorsunuz efendim, anlayamadım?
— Anlatmak istediğim şey şu: O, Katya yok mu? Ah, o ne sevimli, o ne cici varlıktır! Yalnız, kime âşık olduğunu bir türlü bilemiyorum. Geçenlerde bende idi, ama ağzından hiç-bir lâf alamadım. Kaldı ki, şimdi kendisi benimle konuşurken, herseyi hafiften alıyor. Yani sağlığından filân söz ediyor. başka hiçbir şey söylemiyor. Üstelik öyle bir tavır da takını-**• Ben de kendi kendime, «eh varsın öyle olsun, ne hali varsa «örsün!» dedim... Ha, o sabit fikri söyleyecektim: İşte o doktor
da geldi, siz doktorun geldiğini biliyor muydunuz? Bilmez da musunuz? Hani deli doktoru var ya, o işte! Canım onu siz getirtiniz ya. Daha doğrusu, siz değil, Katya getirtti! Her-
şeyin altından da hep Katya çıkıyor!
İşte bakın, şöyle oluyor: Adamın biri var, hiç de deli de-liyorBirden aklıma bir sabit fikir takılıyor. Kendini bi-liyor
ne yaptığının farkında. Öyleyken zihninde bir sabit fikir var Şimdi yeni kanunlar bu «sabit fikir» sorununu or-taya çıkardılar. Yeni kanunların bir iyiliği bu. Doktor bana akşam. hani o altın madenleri var ya, onu sordu. Yani:192
«Mitya'nın durumu o zaman nasıldı?» diye soruyordu! «o anda kafasında sabit bir fikir var mıydı, yok muydu?» Gelmiş, bağırıp çağırmaya başlamıştı. «Para, para, bana üç bin verin, üç bin verin!» diye bağırıyordu. Sonra gitti ve durup dururken cinayet işledi. Belki de hep: «Öldürmek istemiyorum, öldürmek istemiyorum!» diye düşünüyordu. Ama birden elinde olmayarak gidip öldürdü. İşte bu yüzden onu bağışlayacaklardır. Tek kendi kendisine karşı koyduğu, öyleyken öldürdüğü için.
Alyoşa biraz sertçe bir tavırla:
— Canım, o öldürmedi ki! diye kadının sözünü kesti. Gittikçe daha çok huzursuzluk ve sabırsızlık duymağa başlamıştı.
— Biliyorum, cinayeti işleyen o ihtiyardır. Grigoriy'dir. Alyoşa:
— Nasıl Grigoriy? diye bağırdı.
— Odur, odur! Grigoriy'dir. Dimitriy Fiyodoroviç ona bir darbe indirmişti ya, işte o zaman adam yattığı yerde bir süre kalmıştır. Sonra da kalkmış kapının açık olduğunu görmüş, içeriye girmiş ve Piyodor Pavloviç'i öldürmüştür...
— İyi ama neden? Neden?...
— Kafasına bir «sabit fikir» geldiği için, Dimitriy Fiyodoroviç, kafasına bir darbe indirmiş. O da ayılınca bu «sabit fikirce kapılmış, gidip adamı öldürmüş. Kendisinin öldürmediğini söylemesine bakmayın, belki de hatırlamıyor bile. Yalnız bakın: Katilin Dimitriy Fiyodoroviç olması çok daha iyi olur. Hem de herhalde öyledir. Siz bu işi Grigoriy'in yaptığını söylediğime bakmayın. Bunu herhalde Dimitriy Fiyodoroviç yapmıştır. Böylesi çok daha iyi! Hay Allah! Yani «oğulun babayı öldürmesi iyidir» diye söylemedim bunu. Bu işi övüyor değilim! Aksine çocuklar ana babayı saymalıdırlar. Ama gene de katilin Dimitriy olması daha iyi, çünkü o zaman ağlamanız gereksiz. Çünkü o kendini bilmeyerek, daha doğrusu herşeyi bilerek, ama içinde olup bitenleri anlayamıyarak işlemiştir bu cinayeti!
Evet, bağışlasınlar onu! Onu bağışlamaları o kadar in" sanca bir şey qlur ki! Hem böylece herkes yeni kanunların iyiliklerini görür. Ben ise bunun öyle olduğunu bilmiyorduni-Oysa diyorlar ki, bu eskiden beri böyleymiş. Ben bunu dün öğrenince, o kadar şaşırdım ki. Bu yüzden sizi çağırmaları için
193
birini göndermek istedim. Hem eğer, onu bağışlarlarsa, mahkemeden sonra onu doğru buraya, yemek yemeğe getireceksiniz. Ahbaplarımı çağırırım. Yeni kanunların şerefine içeriz. Bunun tehlikeli birsey olacağını sanmıyorum. Hem zaten bir çok misafirler davet edeceğim. Bu bakımdan, eğer herhangi bir şey olursa, onu heran dışarı çıkarabilirler. Sonradan kendisi herhangi bir kentte bir sulh yargıcı ya da, bir başka şey olabilir. Çünkü, felâket geçirmiş insanlar herkesten daha iyi yargı verebilirler.
Hem zaten şimdi kimin bir sabit fikri yoktur ki? Herkesin bir sabit fikri vardır. Kaç örneği görülmüştür: Adara oturuyor, şarkı söylüyor, sonra birden hoşuna gitmeyen bir şey örüyor, tabancasını kaptığı gibi önüne geleni vuruyor. Sonra da onu bağışlıyorlar. Bunu kısa bir süre önce bir yerde okumuştum. Doktorlar da onaylamışlar bunu. Zaten doktorlar şimdi hep onaylıyorlar, hep bir şeyleri onaylıyorlar. Hem bun-da ne var ki? Benim Liza'nın zihninde bile bir sabit fikir var. Daha dün akşam onun yüzünden ağladım. Üç gün önce de gözyaşı döktüm, onun yüzünden. Ama bugün anladım, zihninde düpedüz bir sabit fikir var. Ah, Liza, beni o kadar üzüyor ki! Bence tam anlamıyla aklını kaçırmış. Neden durup dururken sizi çağırdı? O mu sizi çağırdı, yoksa siz kendiliğinizden mi ona geldiniz?
Alyoşa kesin bir tavırla kalkacak oldu.
— Evet, beni çağırmıştı. Zaten şimdi onun yanına gideceğim, dedi.
Bayan Hohlakova birden ağlamaya başlayarak:
— Ah, sevgili, biricik Aleksey Fiyodoroviç! Bu .işte belki de en önemli olan başka bir nokta daha var! diye bağırdı. Tanrı bilir ya, gerçekten size güvenerek Liza'nın sizinle kokuşmasına izin veriyorum! Onun annesinden gizli olarak sizi Yırtmış olması hiç önemli değil. Ama ağabeyiniz, özür dile-rim İvan Fiyodoroviç'e güvenemem! Kızımın onunla arka-daşlık etmesine öyle rahatça göz yumamam. Gerçi onu hâlâ Şövalye ruhu taşıyan bir genç adam olarak kabul ediyo-rum, ama... Düşünün bir kez, durup dururken Liza'ya da Aramış. Oysa benim bundan hiç haberim yoktu!
Alyoşa derin bir hayretle:
— Nasıl? Ne dediniz? Ne zaman? diye sordu.194
KARAMAZOV KARDEŞLER
KARAMAZOV KARDEŞLER
195
Artık oturmuyor ve Bayan Hohlakova'yı ayakta dinliyor du.
— Size anlatacağım. Galiba zaten sizi bunun için çağır. dım. Hoş, artık sizi niçin çağırdığımı bile kesin olarak bile-miyorum ya! Bakın şöyle oldu: İvan Fiyodoroviç, Moskova'dan dönüşünden bu yana iki kez beni ziyaret etti. Birincisinde sadece bir ahbap olarak görüşmek için gelmişti. İkinci kez ise, bundan kısa bir süre önce geldi. O gün Katya bendeydi, o da Katya'nın bizde olduğunu öğrenmiş, onun için gelmişti. Tabiî onun bizi böyle sık sık ziyaret etmesini beklemiyordum. Çünkü, vous comprenez, cette affaire et la mort terrible de votre para(*), bundan ötürü, zaten işinin başından aşkın olduğunu biliyorum. Yalnız birden öğreniyorum ki, bize yine uğramış, hem de bana hiç uğramadan doğrudan doğruya Li-za"yı ziyaret etmiş. Bu iş, beş altı gün önce olmuş. İvan Fiyodoroviç gelmiş, beş dakika oturmuş ve çıkıp gitmiş. Bunu tam üç gün sonra Glafira'dan öğrendim. Ziyaret bu yüzden birden dikkatimi çekti. Hemen Liza'yı çağırdım. Ama o bana güldü: «İvan Fiyodoroviç uyuduğunuzu sanıyordu, bana da sizin sağlık durumunuzu öğrenmek için uğramıştı.» dedi.
Gerçekten de öyle olmuş. Yalnız Liza, aman Allahım Liza, beni ne kadar üzüyor! Bakın bir gece, birden (bu, siz bize son olarak gelip gittikten dört gün sonra olmuştu) kriz geçirdi. Çığlıklar, tiz sesler, sizin anlayacağınız, tam bir isteri krizi! Bende neden hiçbir zaman öyle isteri krizi olmuyor? Ertesi günü bir kriz daha, sonra da üçüncü günü ve dün akşam, evet dün akşam kendini bir sabit fikre kaptırdı. Bana birden durup dururken:
— Ben İvan Fiyodoroviç'den nefret ediyorum ve bundan böyle onu evimize kabul etmemenizi istiyorum! diye bağırdı.
Bu beklenmedik istek karşısında ne yapacağımı şaşırdım-Böyle değerli ve bu kadar bilgisi olan, ayrıca böyle bir fe lâket geçirmiş (çünkü tüm bu hikâyeler ne de olsa mutsuzluktur, mutluluk sayılmaz değil mi?) bir gence durup dururken evimin kapısını ne diye kapayayım?
Liza, birden bu sözlerime kahkahalarla gülmeğe başla, • hem de hakareti! bir tavırla! Eh ben de sevindim: «Onu güldurdum ya, artık krizleri geçer» diye düşündüm. Hem za
(*) Anlıyor musunuz, bu iş ve babanızın feci ölümü.
ben de iznim olmadan yaptığı o garip ziyaretler yüzünden, jvan Fiyodoroviç'ten bir açıklama yapmasını isteyerek, bize artık gelmemesini söylemek istiyordum.
Ama bugün birden işitiyorum ki, Liza uyandığı vakit Yul-ya'ya kızmış ve düşünün bir kez, kadının yüzüne bir tokat atmış. Bu vahşice bir şey! Ben kendi hizmetçi kızlarıma «siz» diyorum. Hem Liza, bir saat kadar sonra birden Yuiya'ya sarılıyor, ayaklarını öpüyor. Bana da birini gönderip bundan böyle bana artık hiç gelmiyeceğini, hiçbir zaman benimle görüşmek istemediğini bildiriyor. Ama ben, ayağımı sürüye sürüye ona gittiğim vakit üzerime atıldı, yüzümü gözümü öpmeye, ağlaya ağlaya öpmeye başladı. Sonra da aynı şekilde, hiçbir şey söylemeden beni odasından dışarı çıkardı. Böylece ben de hiçbir şey öğrenemedim. Şimdi sevgili Aleksey Fiyodoroviç, bütün umutlarım sizde. Tabiî, çünkü kaderim sizin elinizde! Sizden açıkça rica ediyorum, Liza'ya gidip herşeyi öğrenin. Ancak siz başarabilirsiniz bunu, sonra da gelip bir ana olarak bana herşeyi anlatın. Çünkü anlıyor musunuz? Eğer bu iş böyle sürüp giderse, Öleceğim! Ya düpedüz öleceğim, ya da evden kaçıp gideceğim. Artık dayanamam! Benim de bir sabrım var. Ama bu sabır tükenebilir. O zaman... İşte o zaman felâketler olacak!
Bayan Hohlakova, o sırada içeriye giren Pivotr İlyiç Per-hotin'i görünce tüm yüzü ışık saçarak:
— Ah, çok şükür sonunda geldiniz, Piyotr İıyiç! diye bağırdı. Geç kaldınız, geç kaldınız! Eh söyleyin ne oldu? Oturun, söyleyin bakalım, kaderi bağlayacak son sözü söyleyin! Ne
'yor o avukat? Aleksey Fiyodoroviç, nereye gidiyorsunuz?
— Ben Liza'ya gidiyorum.
Ha, evet! Öyleyse unutmayın! Sizden rica ettiğim şeyi
unutmayın olmaz mı? Bu bir hayat memat meselesi! Bir kader sorunu!
Ama Alyoşa elinden geldiği kadar çabuk, oradan çıkmaya ça-
lışarak Tabiî unutmam, eğer elimden gelirse... Ama o kadar geçiktim ki.
Bayan Hohlakova peşinden:
«hayır, sonradan muhakkak, muhakkak uğrayın bana! elimden gelirse» demeyin, yoksa ölürüm! diye bağırdı. Alyoşa artık odadan çıkmıştı.196 KARAMAZOV KARDEŞLER
III
KÜÇÜK BİR ŞEYTAN
Alyoşa. Liza'nın odasına girince, genç kızı daha yürüye-mediği zamanlarda, onu gezdirdikleri tekerlekli koltuğun üzerinde, yan yatmış bir durumda gördü. Liza, onu karşılamak için yerinden bile kımıldamadı. Ama keskin, içini okumak isteyen bakışı Alyoşa'ya saplandı. Bu bakı; biraz hasta olan bir insanın bakışını andırıyordu. Genç kızın yüzü de solcun ve sarımtırak bir renkteydi. Alyoşa üç gün içinde ne kadar değişmiş olduğuna hatla ne kadar zayıfladığına şaştı kaldı. Genç kız elini ona uzatmamıstı. Alyoşa kendiliğinden onun elbisesi üzerinde hareketsiz duran incecik, uzun parmaklarını öptü. sonra hiç konuşmadan karsısına oturdu.
Liza sert bir tavırla:
— Biliyorum, cezaevine gitmek için acele ediyorsunuz, dedi. Öyleyken annem sizi iki saat yanında tuttu. Hemen de beni ve Yulya'yı anlatmıştır!
Alyoşa:
— Nereden bildiniz? diye sordu.
— Kapıdan dinledim! Neden öyle dik dik bakıyorsunuz? Kapıdan dinlemek istedim, dinledim işte. Bunda kötü bir şey yok ki. Bağışlanmam için de yalvarmıyorum.
— Bir şeye mi sıkıldınız?
— Tersine, çok sevinçliyim. Yalnız simdi gene otuzuncu kezdir kendi kendime eşiniz olmayı reddetmekle ne kadar iyi ettiğimi düşünüyordum. Siz koca olacak adam değilsiniz! Diyelim ki sizinle evlendim, sonra birden sizden daha çok seveceğim birine götürmeniz için elinize bir mektup verdim, öyle bir şey olsa siz onu alır ve muhakkak o adama götürürsünüz, üstelik onun karşılığım da alıp bana getirirsiniz. Kırk yaşına da bassanız, gene böyle benim mektuplarımı getirip götürmeye devam edersiniz...
Birden kahkahalarla gülmeye başladı. Alyoşa, gülümseyerek:
— Sizin içinizde, öfkeli ama, aynı zamanda içten gelen bir şey var, dedi.
— İçten olması sundan ileri geliyor: Sizden utanmıyorum da ondan. Sizden utanmak şöyle dursun, utanmak isteğini de
KARAMAZOV KARDEŞLER
197
duymuyorum. Asıl sizin karşınızda, asıl sizden utanmak istemiyorum. Alyoşa, size karşı neden saygı duymuyorum? Sizi çok seviyorum oysa! Eğer saygı duysaydım, hiç utanmadan öyle konuşmazdım değil mi?
— Evet.
— Peki, sizden utanmadığıma inanıyor musunuz?
— Hayır, inanmıyorum.
Liza, gene sinirli sinirli güldü. Acele ile hızlı hızlı konuşuyordu :
— Ağabeyiniz Dimitriy Fiyodorovic'e, cezaevine şeker gönderdim. Alyoçâ, ne kadar yakışıklı olduğunuzu biliyor musunuz? Sizi çok seveceğim, çünkü, sizi çabucak sevmeme izin. verdiniz!
— Siz beni bugün buraya neden çağırdınız, Liza?
— Size bir isteğimi bildirmek arzusunu duyuyordum. Birinin benimle evlenmesini, sonra işkence etmesini, aldatmasını, beni bırakıp buradan başka yere gitmesini istiyorum. Mutlu olmak istemiyorum!
— Demek karışıklığı sevmeğe başladınız öyle mi?
— Ah, karışıklık istemiyorum. İçimde hep bir evi ateşe vermek isteğini duyuyorum. Hayalimde canlandırıyorum bunu: Eve nasıl yaklaşacağımı, onu yavaşça nasıl yakacağımı düşünüyorum, ama muhakkak yavaşçacık, yavaşçacık, olmalı. İtfaiyeciler söndürmeye çalışsınlar ama ev gene de inadına çatır çatır yansın!... Ben ise kimin yaktığını bileyim, ama susayım. Ah, saçmalık! Ne kadar can sıkıcı şeyler bunlar!
Tiksinerek elini salladı. Alyoşa yavaşça:
— Desenize, zengin yaşıyorsunuz?
— Fakir olmak, daha mı iyi?
— Daha iyi ya.
— Bunu size ölen o rahip söylemiştir. Ama doğru bir şey degil ki! Ben zengin olayım, varsın ötekiler fakir olsun! Ben şeker, kaymak yiyeceğim, kimselere de bir şeycik vermeyece-ğim Ah, söylemeyin, hiçbir şey söylemeyin. (Bunu küçük elini sallayarak söylemişti, oysa Alyoşa ağzını bile açmamıştı.) Siz zaten daha önceden de tüm bunları söylediniz, artık herşeyi ezbere biliyorum. Hep can sıkıcı şeyler. Eğer fakir olursam, birini öldürürüm. Zengin olursam da gene belki birini öldü-receğim. Ne diye oturayım sanki? Oysa ben, biliyor musunuz,