NEDEN ?..
DÜNYA VE AHİRET SAADETİ İÇİN ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK ŞARTTIR
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
ÖNSÖZ
Sevgili kardeşlerim,Allah’ın dini; insanların dünya ve ahiret saadetine ulaştıracak olan bir saadet davetiyesidir, bir saadet recetesidir ve bir saadet garantisidir.
Eger bugün İslam ülkelerinde bu saadet yoksa insanlarInda hem kendi içlerinde hem başkalarıyla olan münasebetlerinde huzursuzluk yaşıyorlarsa ki bu bir gercek değimli?
O zaman Allah’ın dini yaşanmıyor.Peki kimin dini yaşanıyor?
Herkes kendi dinini yaşıyor.Allah’uteala rum suresinin 31. ve 32.ayetlerinde “Allah’a ulaşmayı dileyin ve takva sahibi olun müşriklerden olmayın ki o müşrikler, fırka fırka oldular şubelere ayrıldılar,her fırka kendi ellerindekilerle ferahlanıyorlar”buyruluyor
Allah’ın dini İslam dır tevhid dinidir fırkalar varsa Allah’ın dini yaşanmıyor demektir.O zaman kendi dinlerini yaşıyorlar demektir.
Peygamber(sav)efendimiz hadisi şerifinde “Öyle bir zaman gelecekki islamın ismi kur’anın resmi kalacaktır.Mescidler mamur olacak ama içlerinde HİDAYETTEN eser bulunmayacaktır”buyuruyor.
İşte şimdi o dönemi yaşıyoruz.Adımız Müslüman kendimiz değiliz,mescidler çok güzel ama içinde namaz kılanlar hidayette değiller.
Neden böyle söylüyoruz?
Çünkü,hayatımıza kur’an ı değil EMANİYYE (el yazması kitapları bakara/78,79) yi tatbik ediyoruz.Emaniyye de bize HİDAYET’in manası “DOĞRU YOLDUR”diyor ve beş şartla sınırlandırılmış dinin gereklerinden biri veya tamamı yani beş şart, yerine getirilirse HİDAYETE erilir diyor.Ve ŞEYTAN’IN ekmeğine yağ sürülüyor,onun emri yerine getiriliyor.(nisa/118,119,120)
Peki HİDAYET’in gercek anlamı nedir?
ALLAH ‘A ULAŞMAKTIR,RUH’UN ÖLMEDEN EVVEL ALLAH’A ULAŞTIRILMASIDIR.(Kitabın içeriğinde ispatlanmıştır)
İşte bu kitapta Allah’utealanın yardımı mürşidimizin himmetiyle”kur’an ı sahabe gibi hayatına tatbik eden mürşidimizden öğrendiğimiz kur’an hakikatlarıyla;
Dünya hayatını yaşarken insan ruh’unun Allah’a ulaşmasının,
*Var olduğunu.
*Farz olduğunu
*Ve bunun sadece “bizim kalben Allah’a ulaşmayı dilememizle gercekleşeceğini.”
İsbatlamaya çalıştık.
Dileğimiz Allah ın yardımı ve bütün mürşidlerin himmetleriyle bütün insanların bunlardan ibret alarak hayatlarına tatbik edip sahabe gibi dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmalarıdır.
Not: Kitabın içeriğinde aynı ayetler tekrarlanmıştır.Bu o konunun rahatca anlaşılabilmesi içindir.
Allah hepinizden razı olsun FERHAT BAŞTUĞ
*******
İÇİNDEKİLER
1-Saadet nedir ?
2-Allah’a ulaşmanın farz olduğu ve davet edenler
3-Allah’ın emirleri
4-Haşyet sahibi olmak
5-İstikametlenmek
6- Münib,Enab olmak
7 -Evvab olmak
8- Masiyr
9- Mülaki olmak
10- Hidayet
11-Takva
12-Amilussalihat
13-İman
14-İrşad
15- İslam
1.SAADET NEDİR
Saadet,kişinin iç dünyasında,dış dünyasında (başkalarıyla olan ilişkilerinde) ve Allah ile olan (Allah’ın emir ve yasaklarına uyma) ilişkilerinde sulh ve sükunun devamlı oluşudur.
Neden devamlı diyoruz?- Çünkü nefs’imizin arzuları doğrultusunda elde ettiklerimiz,bize kısa bir mutluluk sağlar sonra tekrar huzursuzluk bizi sarar.Örneğin çok arzu ettiğimiz bir otomobile sahip olduğumuzda mutlu oluruz,bir müddet sonra daha iyisine daha yenisine sahip olmak isteriz.Bu da bize “artık bu otomobilin bizi mutlu etmediğini”gösterir.
İç dünyamızdaki mutsuzluğun sebebi nedir?
Hepimiz üç ayrı cesetten müteşekkiliz.Fizik vücudumuz.Nefs’imiz ve Ruh’umuz.
Nefs,başlangıçta üzerinde 19 kötü afet (Cehalet,Cimrilik,Dedikodu,Fitnefesat,Gururkibir,Hırsşehvet,Hasetdüşmanlık,İptilalar,İsyan,Kinnefret,Küfür,Mürailik,Nankörlük,Öfke,gayz,Sabırsızlık,Vefasıszlık,Yalan,
Zan ve Zulüm) bulunan bundan dolayı da kötülüğü şiddetle emreden,Şeytanın vesvesesine açık olduğu için AKIL’a devamlı kötülüğü müşavere eden (telkin eden) bir negatif özelliğe sahiptir.Ruh ise Allah’ın kendinden ihsan ettiği (içimize üflediği) için hiçbir zaman kötülüğe karışmayan AKIL’a devamlı iyiliği,güzelliği müşavere eden,nefs’in her hatasında da o’na azap etme yetkisine (halk arasında vicdan azabı olarak bilinen) sahip olan pozitif bir özellikle mücehhezdir.Fizik vücut,nefs ve ruhun verdiği müşavereyi değerlendiren AKIL’ın yönettiği cesedimizdir.
İşte iç dünyamızdaki huzursuzluk,nefs’imizin yaptığı her hatanın arkasından ruh’un verdiği azabın neticesidir.
Dış düyamızdaki huzursuzluk,yine nefs’imizin kötü afetleri yüzünden başkalarına karşı yaptığımız yanlış davranışların neticesinde onlardan gelen tepkilerden,aynı zamanda o yanlışlığın karşılığında ruh’un nefs’e yaptığı azaptan veya bizim için bir imtihan olan bizim irademizin dışında Allah’ın takdir ettiği veya müsaade ettiği nefsimizin hoşlanmadığı olaylardan dolayıdır.Halbuki bu olaylar bizim için birer hayırdır eger sabredebilirsek.
Allah ile olan ilişkilerdeki huzursuzluk,yine nefsimizdeki afetler nedeniyle Allah’ın emirlerini yerine getirmekte, yasaklarından kacmakta başarılı olamayız bu yüzden günah yükleniriz.Hem o günahın hem de bu yanlışlıklar sebebiyle ruhumuzun nefs’imize verdiği azap neticesidir.
Ozaman belliki, her şey NEFSİN ISLAHINA bağlı.Nefs’in ıslahına parelel afetler azalacak dolyısıylada huzursuzluk ta azalacak.Ne zaman ıslah tamamlanırsa afetler yok olacaktır o zaman huzur bütünüyle yaşanacaktır.
İşte bütün bunların izahı her dönemde beraberimizde var olan ve bize “bir mutluluk davetiyesini,bir mutluluk recetesini ve bir mutluluk garantisini içeren”Allah’ın kitabındadır.
Allah’uteala yunus suresinin 57.ve 58. ayetikerimelerinde”göğüslerinizdekilere bir ŞİFA olmak için size Allah’tan bir öğüt bir vaaz dır,Allah’ın FAZLI ve RAHMETİYLE FERAHLANSINLAR”buyuruyor.
YUNUS – 57-58 : Yâ eyyuhen nâsu kad câetkum mev'ızatun min rabbikum ve şifâun limâ fîs sudûri ve huden ve rahmetun lil mu'minîn(mu'minîne). Kul bi fadlillâhi ve bi rahmetihî fe bi zâlike felyefrehû, hûve hayrun mimmâ yecmeûn(yecmeûne).
Ey insanlar! Size, Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana (nefsinizin kalbindeki hastalıklara) şifa ve mü'minlere hidayet ve rahmet gelmiştir. De ki: “Allah'ın fazlı ve O'nun rahmeti ile artık ferahlasınlar (sevinsinler). O, onların topladıkları şeylerden (dünya mallarından) daha hayırlıdır.”
Fazıl ve rahmet ne için? Nefs in tezkiyesi,nefs’in ıslahı için.
NUR - 21 : Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir) Alîm'dir (en iyi bilendir).
Bunun başlangıcı da HİDAYET i arzu etmek yani Allah’a ulaşmayı dilemektir cünkü hidayet,Allah’a ulaşmaktır.
RAD - 27 :..kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
... De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
ŞURA - 13 :..kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
... Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
BAKARA - 120 :..kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
... De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah'tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
AL-İ İMRAN - 73 : Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tiâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dininize tâbi olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet (insan ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşması), (Allah'ın kendisine ulaştırması)s Allah'ın hidayetidir, size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.”. Yoksa onlar, Rabbinizin huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîmdir (en iyi bilendir).
Maide suresinin 105.ayetikerimesinde mutsuzluğun gidrilmesinin nefs in tezkiyesiyle ulaşılan hidayet olduğu acıklanıyor.
MAİDE - 105 : Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi (enab,münib olan) kendine hidayet edeceğini garantilemiş Allah’uteala.Hidayete ermek için Allah’ın doktorları (mürşidler,resuller) tarafından verilen receteler uygulandığında başlayan AMİLUSSALİHAT (nefsi ıslah edici ameller-tezkiye işlemi) o kişiyi hidayete erdirecek ve HUZURSUZLUK, nefs’in ıslahı parelelinde gittikce azalarak bir gün yok olacaktır.
YUNUS - 9 : İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı Rab'leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.
TAHA - 82 : Ve innî le gaffârun li men tâbe ve âmene ve amile sâlihan summehtedâ.
Ve muhakkak ki Ben, (mürşidin önünde 12 ihsanla) tövbe edenler ve (ikinci defa) âmenû (kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan mü'min) olanlar ve salih amel (zikir) yapanlar (nefsi ıslâh edici amel işleyenler) için mutlaka Gaffar'ım (onların günahlarını sevaba çevirenim). Sonra onlar, (Benim tarafımdan) hidayete erdirilir (ölmeden önce ruhları Allah'a ulaştırılır).
ALLAH’IN MUTLULUK DAVETİ,MUTLULUK RECETESİ VE MUTLULUK GARANTİSİ;
Allah’utela serbest iradeli kıldığı insanları ve cinleri dünya hayatında da ahiret hayatında da mutlu kılmak ister.Onlara Adem as’dan itibaren gönderdiği peygamberler vasıtasıyla onların mutluluk davetiyelerini,mutluluk recetelerini ve mutluluk garantilerini içeren kitapları göndermiş.Ama şeytan onları ya ortadan kaldırmış ya tahrif etmiş.Fakat Şeytan,kur’annın tahrif edilmeyeceğine dair Allah’ın garantisi olduğunu bildiği için(hicr/9) de onun yerine EMANİYYE adı verilen elyazması kitapları(bakara/78,79-nisa/119,120) devreye koyarak insanların dünya ve ahiret mutluluğunu engellemiş.
Nedir bu mutluluk davetiyesi ?
YÛNUS-62,63,64:E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi? Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah'ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.
ZUMER/10:Kul yâ ıbâdıllezîne âmenûttekû rabbekum, lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(hasenetun), ve ardullâhi vâsiah(vâsiatun) innemâ yuveffas sâbirûne ecrehum bi gayri hisâb(hisâbin).
De ki: "Ey âmenû olan kullar, Rabbinize karşı takva sahibi olun! Bu dünyada ahsen olanlar için bir güzellik vardır. Ve Allah'ın arzı geniştir. Ama sabredenlere ecirleri hesapsız ödenir."
Bu davetiyeleri bize tebliğ eden (Peygamber’ler,Kavim Resulleri,Mürşid’ler ve onlara tabi olan Mü’minler) vasıtsıyla.
AL-İ İMRAN/193,194: Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri). Rabbenâ ve âtinâ mâ vaadtenâ alâ rusulike ve lâ tuhzinâ yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), inneke lâ tuhliful mîâd(mîâde).
Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz'e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik (davetçiye tâbî olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.
Rabbimiz! Resullerin vasıtasıyla bize vaad ettiğin şeyleri bize ver ve kıyamet günü bizi rezil ve perişan etme. Muhakkak ki sen vaadinden dönmezsin.
FUSSİLET/30:İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimul melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bil cennetilletî kuntum tûadûn(tûadûne).
Muhakkak ki: “Rabbimiz Allah'tır.” deyip, sonra (da) istikamet üzere olanlara (Allah'a yönelip dîni ikame edenlere) melekler inerler: “Korkmayın ve mahzun olmayın. Ve vaadolunduğunuz cennetle sevinin!” (derler).
AHKÂF/13:İnnellezîne kâlû rabbunallâhu summestekâmû fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki onlar “Rabbimiz Allah'tır.” dediler. Sonra onlar (Allah'a) istikamet üzere oldular. Artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun olmazlar.
Rabbimiz Allah deyip Allah’a istikametlenmek,yani hedefe yönelmek.Hedef ne? –ALLAH Allah’a ulaşmak için bir gayretin sahibi olmak.Bu sadece kalben “ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK”Allah bu dileği hemen işitir ve bilir gereğinide yapar kendine mutlaka ulaştırır.
ANKEBUT/5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Sonra Allah onlara recetelerini verir.
YUNUS/57,58:Yâ eyyuhen nâsu kad câetkum mev'ızatun min rabbikum ve şifâun limâ fîs sudûri ve huden ve rahmetun lil mu'minîn(mu'minîne). Kul bi fadlillâhi ve bi rahmetihî fe bi zâlike felyefrehû, hûve hayrun mimmâ yecmeûn(yecmeûne).
Ey insanlar! Size, Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana (nefsinizin kalbindeki hastalıklara) şifa ve mü'minlere hidayet ve rahmet gelmiştir. De ki: “Allah'ın fazlı ve O'nun rahmeti ile artık ferahlasınlar (sevinsinler). O, onların topladıkları şeylerden (dünya mallarından) daha hayırlıdır.”
Neymiş receteler? “göğüslerimizdeki nefs afetlerinin tezkiyesi terbiyesi için FAZIL ve RAHMET” Allah’a ulaşmayı dileyenler (ileride detaylarıyla anlatılacaktır)Allah’ın tayin ettiği doktorlar (mürşidler) vasıtasıyla o recetelerin uygulanması neticesinde nefs’imizdeki afetler yok olacak ve şeytanla alakamız kesilerek hep ALLAH’LA BERABER olacağız.
NUR/21:Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir) Alîm'dir (en iyi bilendir).
Allah’uteala,Adem as’mı yeryüzüne indirirken onun ve zürriyetinin mutluluğunun temelinde HİDAYETİN (Allah’a ulaşmanın) olduğunu açıklamıştır.Ve kişi hidayete adım attığı anda aynı zamanda TAKVA sahibi de olur (Muhammed/16,17) dolayısıyla da takva sahibi olanlar hem dünya hem ahret saadetine de ulaşırlar.
KAF/31:Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
TAHA/123:Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
BAKARA/38:Kulnâhbitû minhâ cemîa(cemîan), fe immâ ye’tiyennekum minnî hudenfe men tebia hudâye fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz dedik ki: “Hepiniz oradan (aşağıya) inin. Benden size mutlaka hidayet gelecektir. O zaman kim hidayetime tâbî olursa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.”
2.ALLAH’A ULAŞMANIN FARZ OLDUĞU VE DAVET EDENLER
a-ALLAH’IN DAVETİ;
YUNUS - 25 : Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
BAKARA - 186 : Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).
RAD - 14 : Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.
ŞURA - 47 : İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
ZUMER - 54 : Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
ENFAL - 24 : Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), Allah ve Resûl'ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O'na haşrolunacağınızı bilin! (Hepinizin ruhu Allah'ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab olacak.)
ZUHRUF – 61-62 : Ve innehu le ilmun lis sâati, fe lâ temterunne bihâ vettebiûni, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun). Ve lâ yasuddennekumuş şeytân(şeytânu), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Ve muhakkak ki o, gerçekten o saat (kıyâmetin zamanı) için bir ilimdir (bilgidir). Öyleyse ondan sakın şüphe etmeyin! Ve Bana (Allah'a) tâbî olun! İşte bu, Sıratı Mustakîm'dir.
Ve şeytan sakın sizi, (Sıratı Mustakîm'den) men etmesin. Muhakkak ki o, sizin için apaçık düşmandır.
MUZEMMİL - 8 : Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
LOKMAN - 15 : Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
NİSA - 58 : İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, iyi işiten ve en iyi görendir.
MAİDE - 105 : Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.
RUM - 31 : Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
AHKÂF - 31 : Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin). Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun. Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
b-PEYGAMBERLERİN DAVETİ;
FURKAN – 56,57 : Ve mâ erselnâke illâ mubeşşiren ve nezîrâ(nezîren). : Kul mâ es’elukum aleyhi min ecrin illâ men şâe en yettehıze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen).
Ve Biz, seni sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.De ki: “Ben sizden onun için (tebliğ için) dileyen kimsenin, Rabbine ulaştıran bir yol edinmesinden başka bir ecir (karşılık) istemiyorum.”
YUSUF - 108 : Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
İBRÂHÎM - 44 : Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(rusule), e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin).
Azabın onlara geleceği gün ile insanları uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). Senin davetine icabet edelim ve resûllere tâbî olalım.” Daha önce “sizin için bir zeval olmadığına” yemin eden siz değil misiniz?
KASAS - 50 : Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
KASAS - 87 : Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).
Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
AHZAB - 46 : Ve dâîyen ilâllâhi bi iznihî ve sirâcen munîrâ(munîren).
Ve O'nun (Allah'ın) izni ile Allah'a davet eden ve nurlandırıcı sirac (kandil) olarak (gönderdik).
ŞURA – 15-16 : Fe li zâlike fed’u vestekım kemâ umirt(umirte), ve lâ tettebi’ ehvâehum, ve kul âmentu bi mâ enzelallâhu min kitâb(kitâbin), ve umirtu li a’dile beynekum, allâhu rabbunâ ve rabbukum, lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum, lâ huccete beynenâ ve beynekum, allâhu yecmeubeynenâ, ve ileyhil masîr(masîru). Vellezîne yuhâccûne fîllâhi min ba’di mestucîbe lehu huccetuhum dâhıdatun inde rabbihim ve aleyhim gadabun ve lehum azâbun şedîd(şedîdun)
İşte bunun için, artık sen onları davet et. Ve emrolunduğun gibi istikamet üzere (Allah'a doğru) ol. Ve onların heveslerine tâbî olma. Ve onlara de ki: “Allah'ın kitaptan indirdiği şeye îmân ettim. Ve sizin aranızda adil (adaletli) olmakla emrolundum. Allah, sizin de Rabbiniz bizim de Rabbimiz. Bizim amelimiz bize, sizin ameliniz size. Sizinle bizim aramızda bir huccet (çekişme) yoktur. Allah, bizi biraraya toplayacak. Ve dönüş, O'na (Allah'adır). O'na (Allah'ın) davetine icabet edildikten sonra Allah hakkında tartışanlar; onların huccetleri (delilleri), Rab'lerinin indinde bâtıldır Onların üzerinde (Allah'ın) gazabı ve şiddetli azap vardır.
Abdul Kadir Geylani : İLİM-İRFAN MEKTEBİ
Allahu Teala basiretlerini açmak için O’nu bu gafil insanlara gönderdi. Gaye, onlari gaflet uykusundan uyarmak; visaline, ezelî cemaline ermeye, yani Allah’in Zat’ina davet idi. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin yolunu tayin için bildirilen bu Âyet-i Kerime bu duruma isaret eder: "Söyle: Yolum basiret üzerinedir. Ben ve bana uyanlari, ayni yola davet ederiz," (Yusuf, 108). Peygamber (s.a.v.) Efendimizin de bu Hadis-i serifi, ayni sekilde bizi asil gayeyi anlatir: "Ashabim gökteki yildizlara benzer, hangisine uyarsaniz, HİDAYETE ERERSİNİZ."..... Basiret, ruh gözesinden gelir. Evliya için FUAD makamindan açilir. Elde edilis tarzina gelince, zahiri bilgi ile olmaz. Ötelerden, batindan kopup gelen ilim lâzim…..... bu Âyet-i Kerime bizi, isin özüne iletir: "O’na canibimizden -ötelerden- ilim vermistik," (Kehf, 65). Insana gereken, basiret sahiplerini bularak, telkin yolu ile onlardan birseyler almaktir... O telkini yapan zat, velî, mürsid ve
c-VELİ RESULLERİN DAVETİ;(Peygamber olmayan Resuller)
AL-İ İMRAN/193,194:Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri). Rabbenâ ve âtinâ mâ vaadtenâ alâ rusulike ve lâ tuhzinâ yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), inneke lâ tuhliful mîâd(mîâde).
Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz'e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik (davetçiye tâbî olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.Rabbimiz! Resullerin vasıtasıyla bize vaad ettiğin şeyleri bize ver ve kıyamet günü bizi rezil ve perişan etme. Muhakkak ki sen vaadinden dönmezsin.
İBRÂHÎM - 4 : Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz'dir, Hikmet Sahibi'dir.
İBRÂHÎM – 9-10 : E lem ye’tikum nebeullezîne min kablikum kavmi nûhın ve âdin ve semûd(semûde), vellezîne min ba’dihim, lâ ya’lemuhum illallâh(illallâhu), câethum rusuluhum bil beyyinâti fe reddû eydiyehum fî efvâhihim ve kâlû innâ kefernâ bi mâ ursiltum bihî ve innâ le fî şekkin mimmâ ted’ûnenâ ileyhi murîb(murîbin). Kâlet rusuluhum e fîllâhi şekkun fâtırıs semâvâti vel ard(ardı), yed’ûkum li yagfire lekum min zunûbikum ve yuahhırekum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), kâlû in entum illâ beşerun mislunâ, turîdûne en tesuddûnâ ammâ kâne ya’budu âbâunâ fe’tûnâ bi sultânin mubîn(mubînin).
Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, Ad kavminin ve Semud kavminin ve onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi? Onları, Allah'tan başkası bilemez. Onların resûlleri, onlara beyyinelerle (delillerle) geldiler. Fakat onlar, ellerini ağızlarına götürdüler (öfkelendiler). Ve şöyle dediler: “Gerçekten biz onunla gönderildiğiniz şeyi inkâr ettik. Ve muhakkak ki; biz, bizi kendisine (ona) davet ettiğiniz şeye karşı tereddüt ediyoruz, şüphe içindeyiz.”Onların resûlleri şöyle dedi: “Semaları ve arzı yaratan Allah hakkında mı şüphedesiniz? Sizi, günahlarınızı mağfiret etmek için davet ediyor ve sizi belli bir zamana kadar tehir ediyor (mühlet veriyor)”. Onlar da şöyle dediler: “Siz ancak bizim gibi bir beşersiniz. Babalarımızın ibadet etmiş olduğu şeylerden bizi alıkoymak (engellemek) istiyorsunuz. Öyleyse bize açıkça bir mucize getirin!”
NAHL - 36 : Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
İSRA - 94 : Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ illâ en kâlû e beasallâhu beşeren resûlâ(resûlen).
Onlara hidayet geldiği zaman insanların inanmalarına, “Allah, insan resûl mü gönderdi?” demelerinden başka bir şey mani olmadı.
Atalarının (eskilerin) üzerinde bulunduğu emaniyyeye bağlı bir dinin açıklamasını beklemeleri yüzünden kabul etmeyip gercek İMANIN sahibi olamamaları.
KEHF – 55-56-57 : Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ ve yestagfirû rabbehum illâ en te’tiyehum sunnetul evvelîne ev ye’tiyehumul azâbu kubulâ(kubulen). Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), ve yucâdilullezîne keferû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka vettehazû âyâtî ve mâ unzirû huzuvâ(huzuven). Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî fe a’rada anhâ ve nesiye mâ kaddemet yedâh(yedâhu), innâ cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakren) ve in ted’uhum ilel hudâ fe len yehtedû izen ebedâ(ebeden).
Ve insanları, onlara hidayet geldiği (hidayete davet edildikleri) zaman Rab'lerinin mağfiretini dilemekten ve mü'min olmaktan men eden (alıkoyan) şey, sadece evvelkilerin sünnetinin, onların başına gelmemesi veya azapla karşı karşıya kalmamalarıdır. Biz, resûlleri sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz. Kâfirler (ise) hakkı bâtılla iptal etmek için mücâdele ederler. Âyetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri alay (konusu) ederler.Rabbinin âyetleri zikredildiği (hatırlatıldığı) zaman ondan yüz çeviren ve elleriyle takdim ettiklerini (günahlarını) unutan kimseden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki Biz, onların kalplerinin üzerine (fıkıh etmeyi engelleyen) ekinnet kıldık. Ve onların kulaklarında (işitmeyi engelleyen) vakra vardır. Sen, onları hidayete davet etsen de bundan sonra onlar, ebediyyen asla hidayete eremezler.
A'RAF – 52-53 : Ve lekad ci'nâhum bi kitâbin fassalnâhu alâ ilmin huden ve rahmeten li kavmin yu'minûn(yu'minûne). Hel yanzurûne illâ te'vîleh(te'vîlehu), yevme ye'tî te'vîluhu yekûlullezîne nesûhu min kablu kad câet rusulu rabbinâ bil hakk(hakkı), fe hel lenâ min şufeâe fe yeşfeû lenâ ev nureddu fe na'mele gayrellezî kunnâ na'mel(na'melu), kad hasirû enfusehum ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Ve andolsun; onlara bir kitap getirdik ve âmenû olan bir kavim için onu rahmet ve hidayet(e erdiren) olarak bir ilim üzerine ayrı ayrı açıkladık.
Onlar sadece onun tevîline (yorumuna) mı bakıyorlar. Onun tevîlinin geldiği gün, daha önce onu unutmuş olanlar: “Rabbimizin resûlleri hak ile gelmiştir. Artık bize şefaat edecek şefaatçiler var mı ki; bize şefaat etsinler. Veya (dünyaya) döndürülmüş olsaydık, yapmış olduklarımızdan başkasını yapardık.” derler. Nefslerini hüsrana uğrattılar. Ve uydurdukları şeyler kendilerinden ayrıldılar.
SAİD-İ NURS-İ HZ.11.ŞUA.9.MESELE
Kur'an-ı Sübhanî ki, herbir âyet-i tekviniyesi ve herbir kelimesi, hattâ herbir noktası, herbir harfi birer mu'cize hükmündedir. Ve öyle muhteşem ve içi hadsiz âyâtla ve manidar nakışlarla tezyin edilmiş bir mescid-i Rahmanîdir ki; herbir köşesinde bir taife, bir nev' ibadet-i fıtriye ile iştigal eder bir şekilde halkeden bir Allah, bir Mabud-u Bilhak, o kitab-ı kebirin manalarını ders verecek üstadları ve o Kur'an-ı Samedanî'nin âyetlerini tefsir edecek müfessirleri elçi (resul) olarak göndermesin.. ve o mescid-i ekberde hadsiz tarzlarda ibadet edenlere imamları tayin etmesin.. ve o üstadlara ve müfessirlere ve imamlara fermanları vermesin? Hâşâ, yüzbin hâşâ!
Saidi nursihz.lerinin resül olması
b- Risale-i Nur’un Türkçe olması Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlara iyice açıklasın”. (İbrahim 14/4) Said Nursî bu ayeti, Risale-i Nurların Türkçe oluşunun delili sayar ve şöyle der:… “Elçilik(RESULLÜK), Peygamberliğin naib ve vekillerinin her asırda bulunması bir kural olduğu için bu ayet, bir mirasçılık görevi yapan Risale-i Nur’u kendi fertleri içine bir işaret anlamıyla sokuyor ve dilinin Arapça olmayıp Türkçe olmasının sebebini belirliyor”[4].
[4] Şualar, Birinci Şua, Dördüncü Ayet, c. I, s. 847.
AbdulKadir Geylani hz.(müridlerin kitabı)
Sayfa-1102:Gencler seytanin sevgisine daha yakindir.Seytan tarafindan daha cok kabul görürler. Serre, fitneye, hevai arzulara tabi olmaya, nefsin fesadina, töhmete daha meyilldirler. Bütün bu anlatilan sebeblerden ötürü; onlarla arkadaslik etmek cok tehlikelidir.Meger ki, onunla arkadas olan zat, kendisine mana yolunda tabi olunan bir zat, Allahi bilen bir alim, PEYGAMBERLERIN VEKILI; HIDAYET IMAMI; ALLAH TARAFINDAN KORUNMUS BIR KIMSE OLA. Zira,hali anlatildigi gibi olan bir zat, hayir ögretendir. Halk-i kötülüklerden cekindiren ve onlari terbiye edendir. ONLAR YÜCE HAKK ILE HALKI ARASINDA BIR ELCI (RESUL) VE ONLARI GÖZETICIDIRLER.
d-MÜRŞİDLERİN DAVETİ;
FUSSİLET - 33 : Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
AL-İ İMRAN - 193 : Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).
Rabbimiz! Muhakkak ki biz,"Rabbinize âmenu olun" diye îmana davet eden davetçiyi işittik , böylece îman ettik (davetçiye tâbi olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.
AHKÂF – 31-32 : Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin). Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
Hidayet,beyan olunduğunda (ALLAH’A ULAŞMAK olarak açıklandığında) kişi onu idrak eder ve Allah’a ulaşmayı dileyerek iman sahibi olur.
CİN - 13 : Ve ennâ lemmâ semi’nel hudâ âmennâ bih(bihî), fe men yu’min bi rabbihî fe lâ yehâfu bahsen ve lâ rehekâ(rehekan).
Ve gerçekten biz, hidayeti işittiğimiz zaman O'na îmân ettik. Artık kim Rabbine îmân ederse, bundan sonra hakkının verilmemesinden ve zulme uğrayacağından korkmaz.
Abdulkadir Geylani Hz.nin Müridlerin kitabi
S.1065:Mürid, seyhini, Aziz Celil Rabbi ile bir vasita bilmelidir. RABBINE ULASTIRAN BIR YOL ve bir sebeb bilmelidir........
.....Bir SEYH ola, bir de Mürid. Bir sahip ola , birde onun sahip oldugu kisi. Bir uyan ola,bir de uyulan. BU DURUM, ADEM (a.s.)den BERI BÖYLEDIR , KIYAMETE KADAR DA BÖYLE SÜRECEKTIR.
Sayfa 1069:Mesayih (mürsidler) Allaha vardiran yoldur. Yüce Allaha götüren delillerdir. YÜCE ALLAHIN HUZURUNA CIKILAN KAPILARDIR. Anlatilan mana da olarak, her müride bir seyh gereklidir. Bu seyh dahi, beyan ettigimiz üzere olacaktir, mürid dahi öyledir. Yani ALLAHA ULASMAYI DILEYEN her müride bir büyük zat gereklidir.
Mürşid;
Kimin ki, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e bağlılığı gerçekten sabit olursa, Allah Resulü onakılıcını kuşatır. Kendi edep ve terbiyesinden, kendi şemailinden, kendi ahlâkından ona bir şeyler tahsiseder. Kendi elbiselerinden bazılarını ona bizzat
giydirir. Daha sonra da, ümmeti içinde onu, kendisine vekil, rehber ve ümmetini Allah yoluna davetçi yapar. Böylece o da, Allah Resulüne vekaleten, Muhammed ümmetinin içinde, Allah’a götüren kılavuz ve davetçi olur.Kalbini bir mescit yap. Orada, Allah’tan başka hiçbir şeye yer verme. Nitekim Allah, şöylebuyurur:- Hakikatte mescitler, Allah’ındır. Onun için, Allahile birlikte hiçbir şeye tapmayın, (Cin, 72:18).
Kalbini bir mescit yaptığı ve orada Allah’tan başka hiçbir şeye yer vermediği zaman, bir kulun derecesi yükselir. İslam’dan imana, imandan sarsılmaz bilgi ve inanca, oradan marifete, marifetten ilme,ilimden muhabbete, muhabbetten mahbubiyete yükselir. Daha sonra ise, talep eden ve arayan durumundan, talep olunan ve aranan durumuna yükselir. Kalp aynası saflaşmış, temizlenmiştir.Peygamberinin daimi uyanıklık haline vâris olmuştur. Zira Allah Resulünün gözleri uyurdu,fakat kalbi asla uyumazdı. Önünü gördüğü gibi,arkasını da görürdü.
*******CÜBBE VE DİPLOMA İLE ŞEYH OLUNMAZ GERÇEK ŞEYH ALLAHA ULŞMAYI DİLEMEYE DAVET EDER:
Velî dediğimiz zât, Allahü teâlâya kavuşduran yolu gösterendir. Yolda, ondan yardım, imdâd gelen zâtdır. Yoksa cübbe, külâh, diploma edinip, şeyh efendi olarak köşede oturan câhil değildir. Âdetlere, gösterişlere, yaldızlı sözlere aldanmamalıdır (İmam’ı Rabbani.YÜZDOKSANINCI MEKTUP)
e-MÜ’MİNLERİN DAVETİ;
MU'MİN – 13-14 : Huvellezî yurîkum âyâtihî ve yunezzilu lekum mines semâi rızkâ(rızkan), ve mâ yetezekkeru illâ men yunîb(yunîbu). Fed’ûllâhe muhlisîne lehud dîne ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
O (Allah)tır ki, âyetlerini size gösterir ve sizin için gökten rızık indirir. Bunu münib olandan (Allah'a yönelenden) başkası tezekkür etmez (edemez).
Öyleyse dîni, O'na halis kılarak Allah'a davet edin. Kâfirler kerih görse de.
VEL ASR - 3 : İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah'a ruhu ulaşıp Hakk'ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
İNSAN - 29 : İnne hâzihî tezkireh(tezkiretun), fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki bu bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine bir yol ittihaz eder (edinir).
3.ALLAH’IN EMİRLERİ:
Allah’utealanın emirleri,davetleri ve davetcilerin davetleri; Allah’a ulaşıp o na teslim olmaktır.”Allah’a ulaşacak ve o’na ilk teslim olacak olan RUH’tur.Fizik vücudumuzun tesliminde,fizik vücudumuz,Allah’a ulaşmaz o nun emir ve yasaklarını,nefs in karşı çıkmasına rağmen yerine getirebilmesidir.Nefs in tesliminde de nefs, Allah!a ulaşmaz,nefs’te olan afetlerlerin yok olması kalbin,bütünüyle kasiyetten(karanlıklardan arınıp) nurlanmasıyla (fazıllarla dolmasıyla) ruh’un hasletlerine kavuşup hayır işlemesidir,hata yapmamasıdır.İradenin teslimi,nefs te hiç afet kalmaması sebebiyle ihlas’a ulaşmıştır kalbi tamamen zinetlenmiştir.Şeytan nın sultasından tamamen kurtulmuştur ve o kişi Allah’ın zatına şahid olmuştur.Allah o kişinin iradesini teslim alır ve o nu “irşada memur ve mezun kılar.
Bu konuda hz.İbrahim’e verdiği yetki gibi.
ENBİYA - 51 : Ve lekad âteynâ ibrâhîme ruşdehu min kablu ve kunnâ bihî âlimîn(âlimîne).
Ve andolsun ki daha önce İbrâhîm (A.S)'a rüşdünü (irşad yetkisini) verdik. Ve Biz, onu (irşada ehil olduğunu) bilenlerdik.
Allah’a ulaşacak o na kavuşacak olan RUH nedir?
Ruh,bizim doğumumuzda Allah tarafından bir emanet olarak,ölmeden evvel Allah a iade edilmek üzere fizik vücdumuzun içine üflenen üçüncü cesedimizdir.Allah ın kendinden üflediği bu ruh, -Hiçbir zaman kötülüğü emretmez,kötülüğe karışmaz.Fizik vücudumuzun içine üflendiği için o nun şeklini bütünüyle alır.Nefs te öyledir.Bir kötülük işlediğimiz zaman da ruh, fizik vücudtan ayrılır ve dışarıda olayı izler.O kötülüğü işleyen nefs olduğu için,halk arasında “vicdan azabı” denilen azabı tatdırmakla yetkilidir.
Ruh bedene kayıtlı değildir.Dilediği an çıkar dilediği an girer.
Nefs, bedene kayıtlıdır.Ancak uykuda,bayıldığımızda veya ölümümüz halinde bedenden ayrılabilir.
Imam gazali (2.bölüm)
* İlim; insan ruhunun, eşyanın (varlığın) hakikâtini nitelik ve nicelikleriyle, cevheri ve zatıyla maddeden mücerret olarak kavrama tasavvurudur.
* En değerli, en yüce bilgi, Allah Bilgisidir. O bilgiye marifetullah denir.
* Cehalet, bedende (ruh’un bedende kalması) kalmak; ilim, ruh’la kavramaktır.
* İnsan; Cisim, Araz ve Cevher olmak üzere üç kısımdır: (üç cesedden ibarettir)
1- İnsandaki hayvani ruh (nefs), latif bir cisimdir. Kalb fanusuna konmuş bir lambadır o. O lambanın ışığı hayat, yağı kan, nuru his ve hareket, harareti şehvet, dumanı gazap, hizmetçisi kuvvettir. Bütün canlılarda vardır.
Hayvani ruh (nefs), ilmi kavramaya güç yetiremez. Varlığı, bedene bağlıdır.
2- Beden arazdır. (fizik vücut)
3- İnsandaki cevher olan ruh, Allah’ın kendinden üflediği ruhtur. O ebedidir ölmez. İlimler onunla kavranır. Varlığı bedenle kayıtlı değildir.
Ruh ile ilgili Kur’anda “tezkiye,terbiye,arındırma”diye bir emir yoktur.Olamaz da zaten o Allah’ın kendinden üflediğidir.Mahluk değildir.
İsra suresinin 85.ayetikerimesinde “RUH,rabbinin emr’inden dir buyruluyor.EMR olarak nitelenmiştir.Bu”emr” ya bizim arzumuzla “Allah’a ulaşacak (kalu bela günü Allah’a verdiğimiz AHD i ve imzaladığımız sözleşmeyi-misakı-yerine getireceğiz)
Rad/20,21:Ellezine(onlarki)yufune(ifa ederler-yerine getirirler)biahdiilahi(Allah ile ahd lerini) vela yen kudunel misak (ve imzaladıkları sözleşmeyi bozmazlar) vellezine (ve onlar) yasilune (vasıl ederler-ulaştırırlar) ma (o şeyi) emerallahi (Allah’ın emr’inden olan-ruh-u) ve yahşevne (haşyet duyarlar) rabbehüm(rablerine) ve yehafunelhisap (kötü hesaptan korkarlar).
Buhari 5.cild.687.hadis
Peygamber(sav)efendimizin sohbetine birisi geliyor ve “bana öyle bir ibadet söyleki ben onu yapınca cennete girebileyim”diyor.Peygamber(sav) buyuruyorki;Allalah a kul ol ve şirkten kurtul,namaz kıl,oruc tut ve”Er rahiym olana(Allah’a)vasıl ol(ona ulaş)
Bu hadiste gecen “er rahiym e vasıl ol”cümlesini meal olarak –sıla-i rahim olarak almışlar,yani memleket ziyareti olarak.halbuki orada ER RAHİM geciyor Allah ın esmalarından birisi sıla-i rahim de el takısı yoktur.
Ya da öldüğümüz zaman ölüm melekleri tarafından Allah’a döndürülecektir.
SECDE – 10-11-12 : Ve kâlû e izâ dalelnâ fîl ardı e innâ le fî halkın cedîd(cedîdin), bel hum bi likâi rabbihim kâfirûn(kâfirûne). Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne). Ve lev terâ izil mucrimûne nâkısû ruûsihim inde rabbihim, rabbenâ ebsarnâ ve semi’nâ ferci’nâ na’mel sâlihan innâ mûkinûn(mûkinûne).
Ve dediler ki: "Biz yerde (toprağın içinde) (toprağa) karıştığımız zaman biz mutlaka yeni bir yaratılış içinde mi olacağız?" Hayır, onlar, Rab'lerine mülâki olmayı (ulaşmayı) inkâr edenlerdir. De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz." Ve keşke mücrimleri, Rab'lerinin huzurunda başlarını eğerek: "Rabbimiz, biz gördük ve işittik. (Bundan sonra) bizi (dünyaya) geri döndür, salih amel yapalım. Muhakkak ki biz, mukinun (yakîn hasıl edenler) olduk." (derken) görseydin.
Bir başka tarifle,”ya bu ruh’u ölmeden evvel isteyerek(tav an) Allah’a ulaştırıp teslim edeceğiz,ya da ölümle istemiyerek (kerhan) irademiz dışında teslim alınacaktır.
AL-İ İMRAN - 83 : E fe gayre dînillâhi yebgûne ve lehû esleme men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve ileyhi yurceûn(yurceûne).Onlar, hâlâ Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde kim varsa, hepsi tav'an ve kerhen (isteyerek ve istemeyerek) O'na teslim oldular ve onlar, O'na (Allah'a), geri döndürülecekler.
Allah’a ulaşmayı(Ruh’unu ölmeden evvel ulaştırmayı) dilemeyenler,Takva sahibi olamazlar ve Zalimlerden olurlar ölüm anında teslim olurlar.Gidecekleri yer de Cehennemdir.
NAHL/27,28 : Ellezîne teteveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim fe elkavus seleme mâ kunnâ na’melu min sû’(sûin), belâ innallâhe alîmun bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne). Fedhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ fe lebi’se mesvel mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Melekler, nefslerine zulmedenleri vefat ettirecekleri zaman onlar teslim olurken: “Biz, bir kötülük yapmadık.” dediler. Hayır, muhakkak ki Allah, yapmış olduğunuz kötü amelleri en iyi bilendir. Haydi, orada ebediyyen kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin (büyüklük taslayanların) kaldığı yer ne kötüdür.
Ama Dünyada iken Allah’a ulaşmayı dileyenler,Takva sahibi olur.Bunlar daha evvel tesim oldukları için de gidecekleri yer Cennettir.
NAHL/30,31,32:Ve kîle lillezînettekav mâ zâ enzele rabbukum, kâlû hayrâ(hayren), lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(haseneten), ve le dârul âhıreti hayr(hayrun), ve le ni’me dârul muttekîn(muttekîne). Cennâtu adnin yedhulûnehâ tecrî min tahtihel enhâru lehum fîhâ mâ yeşâûn(yeşâûne), kezâlike yeczîllâhul muttekîn(muttekîne). Ellezîne teteveffâhumul melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulûl cennete bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve takva sahiplerine: “Rabbiniz ne indirdi?” denildi. “Hayır (güzellikler).” dediler. Ahsen olanlara (iradesini Allah'a teslim edenlere) bu dünyada haseneler (iyilikler, güzellikler, sevaplar, pozitif dereceler) vardır. Ve elbette ahiret yurdu daha hayırlıdır. Ve gerçekten muttakilerin (takva sahiplerinin) yurdu ne güzeldir. Onlar (muttakiler), altından nehirler akan Adn cennetlerine girerler. Orada, onların diledikleri herşey vardır. İşte Allah, (ahsen olan) muttakileri (bihakkın takvanın sahiplerini) böyle mükâfatlandırır.Melekler, onları tayyib (en güzel, en iyi) bir şekilde vefat ettirirler. Onlara: “Selâm üzerinize olsun. Yapmış olduğunuz (güzel, hayırlı) ameller sebebiyle cennete girin.” derler.
Ama bu gercekleri idrak edemeyen Allah’ın dinini kur’an dan öğrenmeyen “emaniyye ye bağlı (el yazması kitaplara-bakara/78,79) bir ilmin sahibi olanlar;
-Ruh çıkınca insan ölür,bize hayat veren ruhtur.
-Ruh Allah’a ulaşılmaz.
-Ruh cennete veya cehenneme gider gibi zanlara sahiptirler.
Halbuki ruh,nefs in 19 kötü afetine karşılık 19 hasleti(iyi huyu)üzerinde bulunduran biz de Allah’ın bir temsilcisidir.Çocuk ana rahminde canlıdır,fizik vücut ve nefs e sahiptir,doğum esnasında bizim içimize üflenir.Demekki canlılık ruh la değildir.Ölüm,bizim dileğimize bağlı bir vetire değildir.
AL-İ İMRAN - 145 : Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ(mueccelen), ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbel âhirati nu’tihî minhâ, ve se neczîş şâkirîn(şâkirîne).
Ve bir kimsenin, Allah'ın izni olmadan ölmesi olmamıştır (olamaz) , o (ölüm), süresi tayin edilmiş bir yazıdır. Ve, kim dünya sevabı isterse, kendisine ondan veririz, ve kim ahiret sevabı isterse, kendisine ondan veririz. Ve şakirleri (şükredenleri) yakında mükâfatlandıracağız.
Ruh’un üzerinde afetler bulunmadığı için kötülüğe karışmadığından cennetle cehennemle alakası yoktur.
HİCR - 29 : Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!
SECDE - 9 : Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
SAD - 72 : Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Böylece onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!
Ruh,emanettir (ahzap/72,73) bizim için o nu Allah’a ulaştırmak “emaneti”sahibine teslim etmemiz farzdır (nisa/58) ve bunun için yapacağımız sadece bir dilektir (Allah’a ulaşmayı dilemek) ondan sonrasını Allah,arka arkaya verdiği “ihsnlarla”ve “nimetlerle”nefs imizin tezkiyesine parelel kendisine ulaştıracaktır.(Hidayet edecektir) (rad/27,şura/13)
Hidayet’in lugat anlamı;ulaşmaktır,Allah’ın hidayetinin anlamı ise,Allah’a hidayet olmak, Allah’a ulaşmaktır.2010 yılı “diyanetişleri vakfının 15 haziran tarihli” takvim yaprağında da HİDAYET’in,”Allah’a ulaşmak”olduğu yazılıdır hamdolsun.
AHZAB – 72-73 : İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen). Li yuazziballâhul munâfikîne vel munâfikâti vel muşrikîne vel muşrikâti ve yetûballâhu alel mu’minîne vel mu’minât(mu’minâti), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
(Bu), Allah'ın münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azaplandırması ve mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tövbelerini kabul etmesi içindir. Allah Gafûr'dur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli eden).
EMANET OLAN RUH:
Cüneyd-i Bağdâdî, bunu anlatırken, (Hâdis, kadîme yaklaşınca, izi, eseri bile kalmaz) buyurdu. Bu, rûh için dikilmiş bir elbisedir. Melekler de, buna kavuşamaz. Melekler de maddedir. Mekânlıdır. Nasıl olduğu anlaşılabilir. Bu bilgilerden insanın nasıl (Halîfe-i Rahmân) olduğu anlaşılır. Birşeyin sûreti, onun halîfesidir, vekîlidir. Birşey onun sûretinde yaratılmazsa, onun halîfesi olamaz. Halîfe olmağa yakışmıyan, emânet yükünü taşıyamaz. Sultânın hediyyelerini, ancak onun hayvanları taşır. Ahzâb sûresinin yetmişikinci âyetinde meâlen, (Emâneti göklere ve yere ve dağlara bildirdik, yüklenmek istemediler. Ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. İnsan zâlim oldu. Câhil oldu) buyuruldu.
BAŞKA VARLIKDA OMAYAN emanet olan RUH:
• Dünya, cihanın gizli hükümlerini ihtiva eden bir kitap gibidir. Senin canın da o kitabın bas yazısı. Düsün de bu meseleyi iyi anla!
"Kainatta çesitli varlıklar yasıyor; karalarda, denizlerde yasayan sayılamayacak kadar çok olan bu varlıkların adlannı, cinslerini ihtiva eden bir kitap yazılsa; yani: Kitab-ı Kainat kaleme alınsa, bu kainat kitabının fihristinde ilk numaraya insanın adı yazılacaktır. Sonra diger hayvanlar, balıklar, kuslar, böcekler gelecektir. Neden o kitabın basyazısı insan ile baslayacaktır; insan, bütün yaratılmıs mahlükların en basında yer alacaktır? Çiinkü insan bütiın mahlükların en sereflisidir, sonra insan da ilahî emanet vardır. insan; "Rühumdan ona üfürdüm!" sırrına mazhar olmus, üstün ve bir mahluktur." (hz.mevlana.divan-ı kebir c.I, 40)
Yeryüzünde yasadıgım için çarhım, yeryüzü kokuyor, yeryüzü rengindeyim ama ben topraktan yaratılmıs olsam da,
bende ilahî em'anet bulundugu için benim çarhım, gökyüzünün çarhından daha temiz, daha hos.... (hz.mevlana.divan-ı kebir c. I, 59)
Said-i Nursi Hz
Yirmiüçüncü Söz sözler 23. söz
Küfür ise,onları ayinedarlık ve vazifedarlık ve manidarlık makamından düşürüp,abesiyet ve tesadüfün oyuncağı derekesine ve zeval ve fırakın tahribiyle cabuk bozulup değişen mevadd-ı faniyeye ve ehemmiyetsizlik,kıymetsizlik,hiçlik mertebesine indirdiği gibi,bütün kainatta ve mevcudatın ayinelerinde nakışları ve cilveleri ve cemalleri görünen Esma-i İlahiye’yiinkar ile tezyif eder ve insanlık denilen bütün Esma-i Kusiye-i İlahiyenin cilvelerini güzelce ilân eden bir kaside-i manzume-i hikmet ve bir şecere-i bâkiyenin cihazatını câmi' çekirdek-misâl bir mu'cize-i kudret-i bâhire ve emanet-i kübrâyı uhdesine almakla yer, gök, dağa tefevvuk eden ve melâikeye karşı rüchaniyyet kazanan bir sahib-i mertebe-i hilâfet-i arziyeyi; en zelil bir hayvân-ı fâni-i zâilden daha zelil, daha zaîf, daha âciz, daha fakir bir derekeye atar. Ve mânâsız, karmakarışık, çabuk bozulur bir âdi levha derekesine indirir.
RÜCHANİYET Üstün oluş, rüçhanlık, daha mühim olma hali ıÜüsh: » (S: 255)
Semâvat ve Arz ve dağlara karşı emanet-i kübrâyı haml dâvasında bir rüchâniyet vermiş ve heyet-i mecmuasıyla arzın bir halife-i mânevîsi olduğunu Kur'an ifham ettiği misillü; «Melâikelerin Âdem'e secdesiyle beraber, Şeytan'ın secde etmemesi olan'» hâdise-i cüz'iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikatı ihsas ediyor
Said-i Nursi Hz.lerinden:
ONÜÇÜNCÜ REŞHA: Acaba bütün efâzıl-ı benî-Âdemi arkasına alıp, Arz üstünde durup, Arş-ı âzama müteveccihen el kaldırıp dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-ı kâinat ne istiyor? Bak dinle: Saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, LIKA istiyor, Cennet istiyor.(19söz)
Orjinal Sayfa: 88)
…veler miktarınca her bir zîhayata, belki lisan gibi herbir uzvuna, belki her bir masnûa o derece hikmetleri, maslahatları takmakla kendisinin bir Hakîm-i Mutlak olduğunu ispat edip göstersin, sonra bütün hikmetlerin en büyüğü ve bütün maslahatların en mühimmi ve bütün neticelerin en elzemi ve hikmeti hikmet, nimeti nimet, rahmeti rahmet eden ve bütün hikmetlerin, nimetlerin, rahmetlerin, maslahatların menbaı ve gayesi olan beka ve LIKAYI (ulaşmayı) ve saadet-i ebediyeyi vermeyip terkederek, bütün işlerini abesiyet-i mutlaka derekesine düşürsün ve kendini o zâta benzetsin ki; öyle bir saray yapar, herbir taşında binlerce nâkışlar, herbir tarafında binler zînetler ve herbir menzilinde binler kıymetdar âlât ve levâzımat-ı beytiye bulundursun da sonra ona dam yapmasın, her şey çürüsün, beyhude bozulsun. Hâşâ ve kellâ!. Hayr-ı Mutlaktan hayır gelir, Cemîl-i Mutlaktan güzellik gelir, Hakîm-i Mutlaktan abes bir şey gelmez. Evet her kim fikren tarihe binip mâzi cihetine gitse, şu zaman-ı hâzırda gördüğümüz menzil-i dünya, meydan-ı ibtilâ, meşher-i eşya gibi, seneler adedince vefat etmiş menziller, meydanlar, meşherler, âlemler görecek.(10söz)
RUH’UN ALLA’A ULAŞMASI Said-i nurs-i hz.(sızıntı dergisi.318.sayı/2005)
RUH,Hak’ka ulaşma yolunda bir ATLET,gönül (kalb) onun en hayati dinamosudur.Ruh bir seyyah,gönül onu hedefe ulaştıran bir rehber hatta canın cananla keyfiyetler ve kemiyetler üstü müşterek bir halvethanesidir.Bu itibarla da eger insan,sonsuza yönelecekse (o’na ulaşmayı dileyecekse) önce gönül kapısına yönelmeli (kalben dilemeli) oturup kalkıp sürekli GÖNÜL HİKAYELERİ SÖYLEMELİ,GÖNÜL İNSANLARIYLA İÇLİ DIŞLI OLMALI VE RUHUNA GÖNLÜNÜN KANATLARINDAN TÜYLER TAKMALIDIRKİ fiziki dünyanın cekim ve sürtünme engellerine takılıp yollardan kalmasın sonsuzluk yolunda gönül,insanın kolu kanadı ve enerjisini ötelerden alan bir DİNAMOSUDUR.Gönlün gücünü yanına alan ve onun rehberliğinde gök yolculuğuna acılankimseler,KAT’İYYEN BİR BAŞKA vasıtaya ihtiyac hissetmezler.Ve seyahatlerini ruhanilerle atbaşı götürürler.Yorulmadan ARŞ SEMTİNE KOŞAN işte bu ruh lar büyük ölcüde TEN (beden) kaygılarından sıyrılmış GÖNÜL ŞEHSUVARLARIDIR.
Said-i nurs-i hz. 26.söz:
…Ey nefsim madem öyledir,sen dahi kalbib gibi ağla ve bağır ve deki:
“Faniyim,fani olanı istemem.
Acizim,aciz olanı istemem
Ruhumu Rahman’a teslim eyledim gayr istemem
İsterim,fakat bir yar-ı baki isterim.
Zerreyim,fakat bir Şems-i Sermed isterim.
Hiç-ender hiçim,fakat bu mevcudatı birden isterim!”
Bayazid Bestami K.S.Eserin adi:Islam tasavvufunun özü.
Nefsimden siyrilip cikdim yilanin kendi derisinden siyrilip ciktigi gibi Sonra dönüp nefsime baktim ne göreyim Ben oyum.(Efendimiz hep anlatmiyormu nefsimiz fizik bedenimizin aynisi diye .)
__Beser camurdan yaratilmisdir maddi varligi yine aslina dönmüstür Ruh ise Allahin emiri cümlesindendir Allahdan gelmisdir ve yine ona dönecektir
__Ruh beden sehrinde bir sure hapsedilmisdir Allahin emrinden oldugu icin varlik aleminin esrarini kendinde tasiyor demektir Insan ölmeden evel ölme sirrina Erince Hapis bulunan Ruh mana ve meleküt aleminde ibresini dolastirma imkani bulmus olur ve iste ozaman kainattaki kendi yerini görür (Allahin Zati)
Bu kez Allahdan gelen ve ona dogru yol alan Ruh kanatlanir ehadiyyet emriyle varlik alemine indigi icin yine o emirle ehadiyyete döner. Aslina yaklasdigi icin gövdesi ehadiyyete bürünür ebediyet kanatlariyla seyrine devam eder.Melekut aleminde uzun mesafeleri milyonlarca defa kat ettikden sonar kurbiyeti ilahiyeye mazhar olur
***1-Allah'a ulaşmayı dilemek * İMAM-I RABBANİ(MEKTUP61):Allah bize,kendisini dilemek yolunda terakki ihsan etsin..ve dileğimizin yerine gelmesine engel olacak her ne varsa ondan sakınmak nasip etsin...şunu bilelimki,dilemk,istemek,dilenen ve istenen şeyin meydana geleceğine ait bir müjdedir VE MURADA ERMENİN BİR BAŞLANGICIDIRbir aziz şöyle buyuruyor;-isteğin yoksa isteğin meydana gelmesini iste!.............gerçekten İSTEK BÜYÜK BİR DEVLETTİR.bir nimettir.bu hararetiv bürüdetten sakınmak için elimizden ne gelitrse yapalım!bu ,böylece.kamil bir mürşide varıncaya kadar devam edecektir *
***Zahit Kotku K.S.Eserin adi:Tasavvufi Ahlak. Allahu tealaya mülaki olmak icin muhabbet ve istiyak üzere olup Salih ameller üzeri Hak Celle va Alaya mülaki olmayi arzu ve ümit eyleye. __Hak Celle ve Alaya mülaki olmayi isteyen herkese yakisan sey Ameli salihdir.
***İmamı rabbanı cilt1 mektup152;Ruhu sukut edip csim mertebesinde karar kılmış bir insana anlatabilecek hiç bir sır yoktur ,ruhu asli makamına çıkmadıkca ,o bedbaht insan 'belhüm adal'emri ile hayvandan daha aşağı mertebede kalacaktır!
***Hakikat-i Muhammedi : Abdulkadir Geylani H.Z.
Bu hallerden sonra; Allahu Teala o ruhlara, bu cisme girmeleri için emir verdi; onlar da Allah’in emriyle girdiler. Bunu da su Âyet-i Kerime haber vermektedir: "Ona ruhumdan üfledim," (Sad, 72).Zaman oldu; o ruhlar bu cesetle ilgisini artirdi. Bu yüzden, ahdi unuttular. Halbuki, Allahu Teala onlari yarattiginda: "Sizin Rabbiniz degil miyim? " buyurdu. Onlar da: "Evet.." cevabini verdiler… iste bu sözü unuttular. Aslî vatana dönemediler.Fakat Rahman, yani varligin yardim kaynagi, onlara acidi. Bu sebeple semavî kitaplar saldi. Bunlarla aslî vatani hatirlatmak istedi. Bu manaya da su Âyet-i Kerîme isaret eder: "Onlara Allah’in günlerini hatirlat," (ibrahim, 5). Yani: Ruhlarla geçen, o visal günlerini hatırlat
***Abdurrahim Reyhan Erzincani
Bir meşâyihi insan severse, ona tamamen inanır teslim olursa, hizmetini görürse onun gönlüne girerse Hz. Allah'ı görür. Herşey aslına rücu edecek. Ceset topraktan halk edildiği için toprak olacak. Rûh niye gitmesin? Allah'ı sevmek, Evliyaullah'ı sevmektir.İnsanlardaki bu rûh Allah'ın zâtının rûhu. Allah "Kendi rûhumdan ruh üfledim" (Hicr sûresi, âyet 29) buyuruyor. "Kendi rûhumdan rûh üfledim." Kime; insana. Meleğe değil, insana üflemiş. Öyle ise Cenâb-ı Hakk'ın zâtından gelen BU RUH ASLINA RÜCU EDERSE melekleri geçer. İnsanlar ulvî, insanlar suflî.Ulvînin manâsı; gökleri aşar melekleri geçer. Suflînin manâsı; hayvanlardan aşağı düşer. Niçin; Cennet var, Cehennem var.
Kapında kul var, Sultandan içeru
Ete, kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm
Etten kemikten maksat, cesedini kasdediyor. Kapında kul var, Sultandan içeri. Burada rûhtan bahsediyor. Ama o rûh makamına ulaşmış. ONUN RUHU ALLAH'A ULASMIS,ALLAH'IN ZATINA ULASMIS. Akar sular, katreler deryaya karışıyorsa... Sanki o insanların rûhu deryâdan gelmiş, yağmur katresi. Yağmur katreleri birleşirse, suya karışırsa suyla beraber nereye gider; deryâya gider. Kürre-i arz üzerinde kaynar sular var. Bunlar nerden geliyor; deryâdan geliyor. Bunlardaki bu hareket ne; bu akım ne; yine deryâya gitmek. Herşey aslına rücu eder.Öyle ise, bu suların aslı derya. Deryâdan geldikleri için, deryaya gitmek isterler.
RUHUN ALLAHA DÖNMESİ İMAMI RABBANİ-Mektubat.287;Kalb makâmından kurtulmak ve kalbin sâhibine kavuşmak ve rûhun aranılana çekilmesi, rûh nefsden kurtulup aranılana dönmedikce ve nefs rûhdan ayrılarak kulluk makâmına inmedikce, olamaz. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, çok acıdığı için, RESULLER gönderip, bu büyükleri vâsıtası(her devrin imamı olan kavim resullerinden sectiği kişi) ile rûhu kendine çağırdı ve maşûku, sevgilisi olan nefse uymamasını, nefsi dinlememesini ona emr etdi. Rûh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felâketden kurtulur. Yok eğer, başını kaldırmaz, nefsle berâber kalmak, bu dünyâdan ayrılmamak isterse, yolunu şaşırır, seâdetden uzaklaşır
Mektubatı rabbani 64 mktup;Bir kimsenin rûhu, eğer bu esîrlikden, bu bağlılıkdan (fizik vücutta kalırsa)kurtulmaz, kendi derecesine yükselmez, kendi vatanına kavuşmaz ise, ona yazıklar, binlerle yazıklar olsun
***CİLT1.MEKTUP152:İMAM-I RABBANİ HZ. ;Zahirde cisme elem veren her musibet batında ruha lezzet vericidir.zira cism ve ruh karşlıklı larak birbirinin aksi vaziyetindedir .birinin acısı öbürünü tatlısıdır .ruhu sukut edip cisim mertebesinde karar kılmış bir insana anlatabilecek hiç bir sır yoktur ,ruhu asli makamına çıkmadıkca ,o bedbaht insan 'belhüm adal'emri ile hayvandan daha aşağı metebede kalacaktır! ruhu asli makamına yükselmesi ,'ölmeden evvel elde edilen ölümle mümkündürki,tasavvuf ehli bu hali''fena'' tabiriyle ifade ederler .hayattayken ruhunu bu mertebeye yükseltenlere ne devlet!
***Bu dünyada garip olan rüh, mekansızlık aleminin (ALLAH-U TELA’NIN ZATI)özlemini çeker. Hayvan nefis ise bilmem ki, ne diye su dünya otlagında otlar durur? Geldigi yeri unuturda dünya nimetleri için çırpınır durur. (hz.mevlana.divan-ı kebir c. I, 26)
RUHUN ULAŞMASINI YALANLAYANLARA HZ.MEVLANANIN CEVABI!
* **Dogru yolu tutmayanlar, ask yolunda yürümeyenler diyorlar ki: "Kulun hakk'a varmasına da imkan yoktur!" Bugörüs de yalan!
* **Diyorlar ki: "Kula, gönül sırrını açmazlar, lütfedip kulu gönüllere almazlar, yukanlara çıkarmazlar." Bu düsünce deyalan!
•** "Balçıktan yaratılmıs olan insanın, gökyüzünde bulunanlarla, gök ehli ile dostluk kurmasına imkan yoktur." diyorlar.Bu sözler de yalan!
• **Diyorlar ki: "İnsanın tertemiz ruhu, su topraktan yapılmıs olan yuvadan, ask kanatlarını açıp da havalanamaz,ötelere gidemez." Bu söz de yalan! (HZ.MEVLANA..DİVANI KEBİR.C III, 1299)
Fizik vücudun teslim emri
NİSA - 125 : Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve, hanif olarak Hz. İbrahim'in dinine tâbi olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz.İbrâhîm'i dost edindi.
Nefsin teslimi
BAKARA - 136 : Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).
Deyin ki: “Biz Allah'a, bize indirilenlere, İbrâhîm'e İsmail'e, İshak'a, Yâkub ve torunlarına indirilenlere, Musa ve İsa'ya verilenlere ve (diğer) nebîlere, Rab'leri (tarafı)ndan verilenlere (sahife, kitap ve vahiylere) îmân ettik. Onların arasında hiçbir ayırım yapmayız (fark gözetmeyiz). zaten biz, O'na teslim olanlarız.”
İhlas emri
BEYYİNE - 5 : Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
BAKARA - 139 : Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, onun için ihlâs sahibi (muhlis) (kul)larız.”
HİCR - 39 : Kâle rabbi bi mâ agveytenî le uzeyyinenne lehum fil ardı ve le ugviyennehum ecmeîn(ecmeîne).
(İblis şöyle) dedi: “Rabbim, beni azdırmandan dolayı, onlara mutlaka yeryüzünde (azgınlığı) süsleyeceğim ve mutlaka onların hepsini azdıracağım.
HİCR - 40 : İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.
İradenin teslim emri
AL-İ İMRAN - 102 : Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı “O'nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah'a) teslim olmadan ölmeyin.
*******
Dostları ilə paylaş: |