6.MÜNİB,ENAB OLMAK
Nun,vav,be harflerinden oluşan NEVB kökünden gelmedir,
Lugat anlamı;Yönelmek.dönmek,dilemek,istikametlenmek demektir.
İsmi faili (münib); Yönelen,dönen,dileyen,istikametlenen demektir.
Ayetlerden örneklerle anlatmak gerekirse;
Rad/27-…Yehdi(Hidayete eder-ulaştırır) ileyhi(o na-Allah’a)men enab(kim yönelirse-isttikamet alırsa)…”O(Allah) kendine yöneleni-ulaşmayı dileyeni-hidayete erdirir”
Lokman/15-…Vettebi’(tabi ol)sebile (o yola) men enabe(kim yönelmişse) ileyye(bana) …”Bana yönelenin-ulaşmayı dileyenin-yoluna tabi ol”
Mü’min/13-İlla men yünib (Ancak kim yönelirse)
Şura/13-…Yehdi (hidayet eder) ileyhi (o na-Allah’a) men (o kimse) münib(yönelen-istikametlenen)…”O (Allah) kendine yöneleni-ulaşmayı dileyeni-hidayete erdirir.”
Zümer/54- Ve enibu (yönelin-istikametlenin) ila rabbikum (Rabbinize) ve eslimu (ve teslim olun) lehu(o na) “Rabbinize yönelin-ulaşmayı dileyin-ve o’na teslim olun…”…
Rum/31- Münibine (yönelin-istikametlenin) ileyhi (o na-Allah’a) vettekuhu (ve ona karşı takva sahibi olun) “O’na (Allah’a) yönel-o’na ulaşmayı dile-ki takva sahibi ol..”
Demekki münib fiili, hep Allah ile beraber kullanılmış.ve o’na ulaşmayı dilemek istikametindedir.Ve bu serbest irademizle bu dünya hayatında gercekleşecek emirlerdir.
Allah’a YÖNELME (MÜNİB,ENAB OLMA) bize ne kazandırıyor?
-Bizim HİDAYETE ermemizin temelini oluşturur.Hidayet’in “Allah’a ulaşmak olduğunu daha önce açıklamıştık.(Aliimran/73,Bakara/120,Enam/71)
Emaniyye (elyazması kitaplara) ye bağlı ilim sahibi olan alimlerin yaptığı meallerde HİDAYET kelimesinin gectiği her yerde “DOĞRU YOL”olarak anlam verilmiş ve insaların gercekleri idrak etmesi engellenmiştir.HİDAYET’İN,”ALLAH’A ULAŞMAK OLDUĞU”acıklanabilseydi hic kimse DALALETTE de kalmayacaktı ölenler de cehennemlik olmayacaktı.Ne yazıkki şu anda da insanların çoğu CEHENNEME doğru yol alıyorlar.Hidayetin ne olduğunu bilmedikleri için.
HİDAYET,Allah’a ulaşmaksa ve MÜNİB,ENAB olmak ta ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK,O NA YÖNELMEK se biz “Allah’a ulaşmayı dilemekle HİDAYETİ diliyoruz ve DALALETTEN kurtuluyoruz.Ama şeytan boş durmuyor,insanların kurtuluşuna tahammül edemiyor ve KENDİ DOSTLARI vasıtasıyla yeryüzünde FESAT ÇIKARMAK için “BU DÜNYADA ALLAH’A ULAŞMAK,ALLAH’A KAVUŞMAK YOKTUR,RUH VÜCUTTAN ÇIKARSA İNSAN ÖLÜR”diyerek kendilerini bu hususta vazifeli görüyorlar.Tabiki Allah müsaade etmedikce yapamazlar.Bunlar bizim için de ayrıca birer imtihandır.
HAC - 3 : Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve yettebiu kulle şeytânin merîd(merîdin).
Ve insanlardan öyle kimseler vardır ki; ilmi olmaksızın, Allah hakkında mücâdele eder ve bütün azgın şeytanlara tâbî olur(lar).
EN'AM - 121 : Ve lâ te’kulû mimmâ lem yuzkerismullâhî aleyhi ve innehu le fısk(fıskun), ve inneş şeyâtîne le yûhûne ilâ evliyâihim li yucâdilûkum ve in eta’tumûhum innekum le muşrikûn(muşrikûne).
Ve üzerine Allah'ın ismi anılmayan şeylerden yemeyin. Ve muhakkak ki; o fısktır. Ve şeytanlar, mutlaka sizinle mücâdele etmeleri için dostlarına vahyederler. Ve şâyet onlara itaat ederseniz (uyarsanız), mutlaka siz müşrikler olursunuz.
LOKMAN – 6,7 : Ve minen nâsi men yeşterî lehvel hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve yettehızehâ huzuvâ(huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun). Ve izâ tutlâ aleyhi âyâtunâ vellâ mustekbiren ke en lem yesma’hâ ke enne fî uzuneyhi vakrâ(vakran), fe beşşirhu bi azâbin elîm(elîmin).
Ve insanlardan bir kısmı boş sözleri (hadis) satın alırlar, ilimleri olmaksızın Allah'ın yolundan saptırmak için. Ve onu eğlence (alay konusu) edinirler. İşte onlar için muhin (aşağılayıcı) bir azap vardır.
Ve ona âyetlerimiz okunduğu zaman onu işitmemiş gibi kibirlenerek döner (gider), onun kulaklarında vakra (işitme engeli) varmış gibi. Öyleyse onu elîm azapla müjdele (ikaz et, uyar).
HAC/8,9 : Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin Sâniye ıtfihî li yudılle an sebîlillâh(sebîlillâhi), lehu fid dunyâ hızyun ve nuzîkuhu yevmel kıyâmeti azâbel harîk(harîkı
Ve insanlardan (öyle) kimseler vardır ki; bir ilme, bir hidayetçiye ve nurlu (aydınlatıcı) bir kitaba sahip olmaksızın Allah hakkında mücâdele eder.Allah'ın yolundan saptırmak için onu (Allah'ın dînindeki esasları) eğip büker (değiştirir). Onun için dünyada rezillik vardır. Ve ona kıyâmet günü yakıcı bir azap tattıracağız.
Şeytan,özellikle HİDAYETİ gizleterek insanların kendisiyle beraber cehenneme gitmesini sağlamıştır.
BAKARA - 159 : İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).
İndirdiğimiz o beyyinelerden olan şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta Allah insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya), onlara, hem Allah lânet eder hem de lânet ediciler lânet eder.
Bunun sebebi kur’an dan haberdar olmamalarıdır.Kur’anı anlamanın sadece “Mealcilerin Tefsircilerin rivayetlerle oluşturduğu mealleri veya tefsirleri okumakla veya yüzünden tecvidiyle mahreciyle okumakla”oluştuğunu zannetmeleridir.Ve bu bir hadis’e dayandırılarak gercekleşeceğini zannetmeleridir.Hangi hadis?
Buhari;11.cild 1775 ve 1776. hadisler.
Petgamber(sav) buyuruyorki;İçinizde hayırlı olanınız KUR’ANI ÖĞRENEN VE ÖĞRETENDİR.İçinizde eftal olanınız KUR’ANI ÖĞRENEN VE ÖĞRETENDİR.
Bu hadisleri vatandaş yukarıda belirttiğimiz gibi yüzünden “mahreciyle tecvidiyle”okumayı öğrenen ve öğretenin en hayırlı en eftal olduğunu zannetmeleridir.Eger böyle olsaydı “bütün ARAPLAR en hayırlı en eftal insanlar olurdu”halbuki şu anda İslam dan en uzak olanlar onlardır.
Kur’anın öğrenilmesi, “kişinin nefs’ ini tezkiye etmesiyle ruhunun Allah’a ulaşmasından sonra mümkündür.”Bu da Allah’a ulaşmayı dileyerek mürşidine tabi olduğunda verilen recetelerin hayata gecirilmesi ile olur.Bunun için örnek;bütün sahabe arap olmasına ve kur’an da arapca olmasına rağmen,o insanlara ümmi olan (okuma yazma bilmeyen) peygamber (sav)efendimiz tarafından öğretiliyordu.
BAKARA - 151 : Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye etsin, size kitap ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.
Peygamber efendimizden sonra da kıyamete kadar yine insanlara o kur’anı öğretecek resuller herzaman vardır yoksa Allah sonrakiler için zulmetmiş olurdu.
AL-İ İMRAN - 164 : Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
And olsun ki Allah, müminleri, "Onların aralarında (kendi zamanlarında, kendi kavimleri içinde), kendilerinden bir resul beas ederek (başlarının üzerine devrin imamının ruhu bir nimet olmak üzere)" nimetlendirdi (lutufda bulundu). Onlara, O'nun (Allah'ın) ayetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder, onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel ise (resule tâbi olmadan evvel), onlar elbette apaçık dalâlet içinde idiler.
Peygamber efendimizden sonra nebiresul (peygamber resul) gelmeyecektir.Ama veli resuller her zaman parcasında mutlaka var olacaktır.İşte bunun kanıtlarından birisi de Cuma/2 ve 3 te acıklanmıştır.Kur’an onlar tarafından öğretilecektir.
CUMA – 2-3 : Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin). Ve âharîne minhum lemmâ yelhakû bi him, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.Ve henüz kendilerine ilhak olmamış (katılmamış) olan, onlardan sonrakilere de... Ve O; Azîz'dir (üstündür), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
Gercekler Alllah’uteala tarafından bu şekilde acıklanmasına rağmen hala bu uğurda kendilerini şeytanın yolunda harcayanlara sadece acıyoruz.Ama Allah’ın gerceklerini örtmeye calışanların işleri boşa çıkacaktır Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
TEVBE – 32-33 : Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrehu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne). Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
(Onlar) ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.
Resûl'ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen odur.
O zaman HİDAYET’e ulaşabilmenin sadece bir dilek olduğu aşağıdaki ayetlerde beyan buyrulmuştur.
RAD - 27 : Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
ŞURA - 13 : Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Hadis-i kudsi;Riyazussalihin/137
Ben zulmü kendime de sizin birbirinize de haram kıldım.Sakın zulmetmeyin.Hepiniz dalalettesiniz hidayete erdirdiklerim müstesna,siz de HİDAYETİ (Allah’a ulaşmayı) dileyinki sizi de HİDAYETE erdireyim.
-Münib olmak (Allah’a ulaşmayı dilemek),aynı zamanda bizim TAKVA sahibi olmamızı saglar
RUM - 31 : Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Neden Allah’a ulaşmayı dilemek hem kişinin HİDAYATE ermesini hem TAKVA sahibi olmasını saglar? Muhammed suresinin 16.ve 17.ayetikerimelerinde bu sorunun cevabını buluruz.Peygamber(SAV) efendimizin sohbetine iki grup insan geliyor.1.gurp hevalarına tabi oldukları için hiçbirşey anlamıyorlar ve giderlerken orada olanlara;”bu deminden beri ne konuştu”diyorlar.Ama ikinci grup (orada HİDAYET’in beyan edildiği ve Allah’a davet edildiğini idrak edenler Allah’a ulaşmayı diliyorlar) Allah,onlar için;”HİDAYET’e erdireceğini(hidayet üzere olduklarını) daha sonra da hidayetlerini ziyadeleştireceğini ve onlara TAKVA larını verdiğini”buyuruyor.
MUHAMMED – 16-17 : Ve minhum men yestemiu ileyke, hattâ izâ harecû min indike kâlû lillezîne ûtûl ilme mâzâ kâle ânifâ(ânifen), ulâikellezîne tabaallâhu alâ kulûbihim vettebeû ehvâehum. Vellezînehtedev zâdehum huden ve âtâhum takvâhum.
Ve seni dinleyenlerden bir kısmı, senin yanından çıktıkları zaman, kendilerine ilim verilenlere: “Biraz önce (O) ne dedi?” dediler. İşte onlar, Allah'ın, kalplerini mühürledikleri kişilerdir ve onlar hevalarına tâbî olanlardır.
Ve onlar ki hidayete ermişlerdir, (Allah) onların hidayetini artırdı ve onlara takvalarını verdi.
Demekki,Allah’a ulaşmayı dilemek (münib olmak) HİDAYET’e ermenin bir vesilesi olduğu,TAKVA sahibi olmak ta hidayet üzere olmanın arkasından gelen Allah’ın bir ihsanıdır.(Münib olmak) Allah’a ulaşmayı dilemek,”HİDAYETE ermenin ve TAKVA sahibi olmanın” temelini teşkil ediyor.
Başlangıcta bütün insanlar DALALETTEDİRLER ve ŞEYTAN’IN KULUDURLAR
YASİN – 60-61 : E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
Şeytan’a kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olmak ta yine Allah’a ulaşmayı (enab olmayı) dilemekle mümkündür.
ZUMER – 16-17 : Lehum min fevkıhim zulelun minen nâri ve min tahtihim zulel(zulelun), zâlike yuhavvifullâhu bihî ıbâdeh(ıbâdetu), yâ ıbâdi fettekûn(fettekûni). Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onların üstünde ve altında ateşten gölgeler vardır. İşte böyle, Allah kullarını onunla korkutuyor. Ey kullarım! Öyleyse Bana karşı takva sahibi olun.
-Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Allah’a kul olmanın da yine TAKVA ile bir ilişkisinin olduğunu görüyoruz.
BAKARA - 21 : Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.
Buradan şu sonuç çıkıyor;TAKVA insanların zannettikleri gibi,”kendi kendilerine,Allah tan korkmakla veya bazı şeylerden kaçınmakla”oluşacak olan bir hedef değildir.Allah’a ulaşmayı dilediklerinde Allah’ın İKRAMININ bir vesilesidir.
HUCURAT - 13 : Yâ eyyuhen nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr(habîrun).
Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki Allah'ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takva sahibi olanınızdır. Muhakkak ki Allah, en iyi bilen ve haberdar olandır.
Ancak bu dilek dil ile değil KALBEN yapılması gereken bir dilek olduğu ve Allah’ın kalplere baktığı bir gercektir.Ayrıca,”ancak TAKVA SAHİPLERİ cennet ehli olabilir
KAF – 31-32-33 : Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin. Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin). Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah'a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.Gaybda Rahmân'a huşu duyanlar ve münib (Allah'a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenler (için).
Allah’ın tek dini olan İSLAM’ı yaşamak ta, “Allah’a ulaşmayı dilemekle (enab olmakla) başlar.Ve bu sadece şekille yapılan ibadetlerle değil çünkü Allah kalbe bakar demiştik.
İSRA - 84 : Kul kullun ya’melu alâ şâkiletih(şâkiletihî), fe rabbukum a’lemu bi men huve ehdâ sebîlâ(sebîlen).
De ki: “Herkes kendi şekline (hüviyetine, karakterine) göre amel eder.” Öyleyse kimin daha çok hidayet yolunda olduğunu en iyi Rabbiniz bilir.
Onun için islam’ın yaşanması,Allah’a ulaşmayı dilemenin neticesinde Allah’ın o nu kendisine hidayet etmeyi dilemesiyle “göğsünün islama acılmasından sonra Allah tan gelen NUR’LA “başlar.Sadece dış görünüşte yapılan ibadetlerle değil.
ZUMER - 54 : Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
Bütün sahabe İSLAM’ı yaşamaya Allah’a ulaşmayı dileyerek (ENAB olarak) başlamışlardır.
ZÜMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Hz.İbrahim’in ümmeti de aynı şekilde İSLAM’ı yaşamışlardır.
60/MÜMTEHİNE-4…rabbenâ aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileykel masîr(masîru).
…Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik. Ve Sana yöneldik. Ve masîr (varış, dönüş, ulaşma), Sana'dır.”
Peki nasıl gercekleşecek bu olay?
-Kişi Allah’a ulaşmayı dilerse Allah ta onu kendine HİDAYET etmeyi diler (şura/13,rad/27).İşte Allah’ın o kişiyi kendine hidayet etmeyi murad etmesi onun göğsünü “islama amcasına”vesile olur (enam/125) ve rabbinden bir NUR üzere olmasına da” (zümer/22)
RAD - 27 : Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
ŞURA - 13 : Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
EN'AM - 125 : Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
ZUMER - 22 : E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
Ayrıca ŞİRK ten kurtulmak için de yine Allah’a ulaşmayı dilememizin farz olduğunu buyuruyor.
RUM – 31-32-33 : Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne). Ve izâ messen nâse durrun deav rabbehum munîbîne ileyhi summe izâ ezâkahum minhu rahmeten izâ ferîkun minhum bi rabbihim yuşrikûn(yuşrikûne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın. (O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar. Ve insanlara bir zarar dokunduğu zaman Rab'lerine dua ederek, O'na yönelirler. Sonra onlara kendisinden rahmet tattırdığı (Rahîm esması ile hidayete erdirdiği) zaman onlardan bir kısmı Rab'lerine şirk (ortak) koşarlar (hidayetteyken dalâlete düşerler).
ZUMER - 8 : Ve izâ messel insâne durrun deâ rabbehu munîben ileyhi summe izâ havvelehu ni’meten minhu nesiye mâ kâne yed’û ileyhi min kablu ve ceale lillâhi endâden li yudılle an sebîlih(sebîlihi), kul temetta’ bi kufrike kalîlen inneke min ashâbin nâr(nâri).
Ve insana bir zarar dokunduğu zaman, Rabbine yönelerek ona dua eder. Sonra (Allah) kendinden bir ni'met lütfettiği zaman daha önce ona dua ettiğini (yalvardığını) unutur. O'nun (Allah'ın) yolundan saptırmak için Allah'a eşler kılar. De ki: "Küfrün ile biraz daha metalan(faydalan). Muhakkakki sen, cehennem ehlindensin".
Çünkü şirk,Allah’ın affetmeyeceği bir haldir.Bu acık şirk de olsa gizliside.
NİSA - 48 : İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, O'na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir günah işleyerek iftira etmiştir.
Başlangıcta bütün insanlar aynı zamanda da ŞİRKTEDİRLER amma acık amma gizli şirk.Gizli şirk te olanlar Allah’a inandıkları halde hatta ibadet ettikleri halde ondan kurtulamazlar.Nefs lerindeki afetler nedeniyle hep onun emrinde oldukları için o’nu rab mevkiinde tutacaklar Allah la birlikte iki ilah edinmiş olacaklardır.Bu da şirktir.Ne zaman bir zarara uğrarlarsa o zaman nefs lerini rab mevkiinden indirecek ve Allah’ı rab mevkiine koyacaklar şirk ten kurtulacaklar ama o zarar onlardan gidince tekrar rab mevkiine nefs lerini koyarak şirkte devam edecekler.
ANKEBUT - 65 : Fe izâ rakibû fîl fulki deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), fe lemmâ neccâhum ilel berri izâ hum yuşrikûn(yuşrikûne).
Gemiye bindikleri zaman, dîni O'na halis kılarak Allah'a dua ederler. Fakat, onları karaya çıkarıp kurtardığımız zaman, onlar hemen şirk koşarlar.
Bu durum Allah’a ulaşmayı dileyinceye kadar devam edecektir.Bazen de Allah’a ulaşmayı dileyip ona hidayet olduktan sonra “rahmet’in ve nimetlerin sahibi olduktan sonra” da tekrar şirke dönenlerin de var olduğunu Allah’uteala buyuruyor ama bunlar ender rastlanan olaylardır.Eger kişi verilen vazifeleri yerine getirirse bu mümkün olmayacaktır.Yukarıda zümer/8 ve rum/33 te bahsedildiği gibi
Netice olarak,dünya ve ahiret saadetini gercekleştirecek olan İSLAM,TAKVA,HİDAYET,ALLAH’A KUL OLMAK VE ŞİRKTEN kurtulmak,sadece Allah’a ulaşmayı kalben dilemekle mümkün olduğu ispatlanmış olmadımı?
ŞİMDİ…ŞAPKAMIZI ÖNÜMÜZE KOYALIM VE DÜŞÜNELİM.VE “DİLEME”KARARIMIZI VERİRKEN DE ALLAH’UTEALAYA SARILALIM VE O’NDAN YARDIM DİLEYELİM“Çünkü nefs’imize;etrafımızdaki Şeytanlar “Bu dileği gercekleştirememiz hususunda,VESVESE VERMEYE hazırdır.
KAF/16: Ve andolsun ki insanı Biz yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve Biz, ona şah damarından daha yakınız.
Bu “DİLEK”Nasıl yapılmalı ?
Sabah Akşam “Yarabbi ben de DÜNYA VE AHİRET SAADETİNE ULAŞMAK istiyorum mademki sana ulaşmak haktır.Ben de sana ulaşmayı dileyerek;Kurtuluşa eren Mü’min olmak,Takva sahibi olmak,Dalaletten kurtulup Hidayete ermek,Senin Evliyan olmak,Kalubela günü sana verdiğimiz Ahd’imizi yerine getirmek istiyorum.Bana bu imkanı sağlamanı diliyorum“diye dua edilir.Allah’uteala anında işitir.
ANKEBUT/5:Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Kişi bu dileğin gercekleştiğini nasıl anlar ?
1-O kişi o ana kadar tadmadığı bir mutluluğu tadmaya başlar.
2-O kişiye,İbadetler kolaylaştırılır,sevdirilir ve zevk aldırılır.
3-Kalbine Mürşid sevgisi konulur ve o kişi Mürşidini “Hacet namazı kılarak”Allah’tan öğrenir.
4-O andan itibaren sadece “Allah sohbetlerinden” hoşlanır başka şeylere kulak asmaz.
*******
Dostları ilə paylaş: |