Dünya ve ahiret saadeti İÇİn allah’a ulaşmayi dilemek şarttir



Yüklə 0,79 Mb.
səhifə8/11
tarix06.09.2018
ölçüsü0,79 Mb.
#78593
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

MAİDE/16 :Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm'e hidâyet eder (ulaştırır).

CUMA/2:Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

Kitabı öğrenen kişi AKLIYLA hareket ederek AYETLERİ anlayamaz.Ancak Allah ona idrak ettirir. İşte Caferus Sadık Hz..nin Buyurduğu budur.

Mevlana Celalettin-i Rumi Hz. Buyuruyor ki: 'Ben Şems hazretlerine tabi olduktan sonra aklımı hiç kullanmadım.'

Her işi aklıyla çözmeye çalışan kişi

Takma ayak takmış birine benzer

Kısa aklına uydurmaya çalışır her işi

Dün yaptığını bugün bozmak ister.

Sahihi Buhari 8.cild. 1272.

Hadiste bahsi geçen Ebu Cuheyfe nin sorusuna karşılık Hz. Ali nin cevabı nasıl yerli yerine oturuyor.

'Ya Ali yanında Resullullah tan , Allah’ın (c.c) kitabından başka yazılı bir şey var mı?'diye sorar. Hz. Ali (r.a) 'HAYIR BİLDİĞİM BİR ŞEY VARSA O DA ALLAH’IN KİŞİYE KURANI ANLAMA KABİLİYETİ VERDİĞİDİR'

Hz. Ali Müsliüman olupta Allah’ın yolunda olmayan (Allah’a Ulaşmayı dileyipte Mürşidine tabi olmayan) birini düşünmüyor.

Herkesin Allah’ın yolunda olduğunu düşünerek herkesin Kuranı anlayabileceğini söylüyor.

Çünkü onun döneminde herkes öyleydi.O zaman; HADİSLERİN olması bir hayır dır. Ama içinden mevzu olanlarını ayırma yöntemi: BÜTÜN HADİSLERİN KURAN’I ALLAH’IN ÜNİVERSİTESİNDEN ÖĞRENENLER TARAFINDAN KURAN SÜZGECİNDEN GEÇİRMEKTİR.

Peygamber (S.A.V) Efendimiz, Allah’ın Tasarrufundaydı. Kendiliğinden bir sözü bir hareketi olmazdı.Dolayısıyla da “kur’ana ters düşen bir sözü söylemesi de mümkün olamaz.

NECM/3-4:Ve mâ yentıku anil hevâ. İn huve illâ vahyun yûhâ.

Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz. (O'nun söyledikleri), sadece O'na vahyolunan vahiydir.

Ayrıca o ayaklı bir Kuran dı.

YASİN/69:Ve mâ allemnâhuş şi’re ve mâ yenbagî leh(lehu), in huve illâ zikrun ve kur’ânun mubîn(mubînun).

Ve Biz, O'na (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Ve (bu), O'na yakışmaz. O (O'na indirilen), sadece zikir ve apaçık Kur'ân'dır.

Dolayısıyla Ondan kaynaklanan bir sözün KURAN’A TERS DÜŞMESİ, ÇELİŞMESİ Mümkün olamaz. Zaten Hadisi şerifte (S.A.V) şöyle buyuruyor.'BENDEN SONRA HADİSLER ORTAYA ÇIKACAK KURAN’A ÖLÇÜN EĞER TERS DÜŞÜYORSA BENDEN DEĞİLDİR.'

Bu yanlışlık islamın temel umdesi olan İMAN konusunda da kendisini göstermiş ve Allah’ın razı olmadığı bir inanç kavramı ortaya çıkmış.Nedir bu kavram?

İmanın 6 şartla sınırlandırılması.

1-Allah’a iman

2-Meleklere iman

3-resullere iman

4-kitaplara iman

5-Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine iman

6-Öldükten sonra dirileceğine iman.

Bu şartlar yanlışmı?-Hepsi değil ama beşincisi yanlış yetmez bir de yedincisi var.

Hayır Allah’tandır ama ŞER Allah’tan değildir kendi nefs’imizdendir.Neden? –Çünkü nisa/79 a ters.

NİSA/79 : Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûle n), ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır.Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktire o, kendi nefsindendir (Derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır) .Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.

Ayrıca gerceği bilenler TAKVA sahipleridir onlarda “Allah sadece hayır indirir”diyor.

NAHL/30:Ve kîle lillezînettekav mâ zâ enzele rabbukum, kâlû hayrâ(hayren), lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(haseneten), ve le dârul âhıreti hayr(hayrun), ve le ni’me dârul muttekîn(muttekîne).
Ve takva sahiplerine: “Rabbiniz ne indirdi?” denildi. “Hayır (güzellikler).” dediler. Ahsen olanlara (iradesini Allah'a teslim edenlere) bu dünyada haseneler (iyilikler, güzellikler, sevaplar, pozitif dereceler) vardır. Ve elbette ahiret yurdu daha hayırlıdır. Ve gerçekten muttakilerin (takva sahiplerinin) yurdu ne güzeldir.

Hayır ve şerrin tarifi; belki insanlarar tarafından yanlış idrak edildiği için bu yanlışlık yapılmıştır.Hayır nedir? –“Bize derecat(sevap)kazandıracak olaylardır.Şer ise bize derecat kaybettirecek(günah kazandıracak) olaylardır.Bu insanların çoğuna göre şöyle değerlendirilebilir;hoşumuza giden olaylar hayır hoşumuza gitmeyen olaylar şerdir diye.Allah kişinin günah kazanmasını kesinlikle istemez yoksa haşa zulmetmiş olur bu, da Allah’ın ADL esmasına ters düşer.

YUNUS/44: İnnallâhe lâ yazlimun nâse şey'en ve lâkinnen nâse enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Muhakkak ki Allah, insanlara (hiç)bir şeyle (asla) zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi nefslerine zulmederler.

Yedincisi de ALLAH’A, BU DÜNYA HAYATINDAYKEN (ruh’unun) ULAŞACAĞINA İMAN ETMEK ve O’NA ULAŞMAYI DİLEMEKTİR.Bu nereden çıktı diyeceksiniz.

Allah’u Teala Hut/29 da iman edenlerin”Allah’a mülaki(ölmeden evvel ulaşacak)olanlardan bahsediyor.Bakara/223 te iman edenlerin yine mülaki olmak ve takva sahibi olduğundan bahsediyor.

HUD/29:Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).


Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları ((Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.

BAKARA/223:..vettekûllâhe va’lemû ennekum mulâkûh(mulâkûhu), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne).


…Ve Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na mülâki olacağınızı (kavuşacağınızı) bilin. Ve mü'minleri müjdele.

Hadisi şeriflere bakıyoruz yine İMANIN şartlarından birinin ALLAH’A MÜLAKİ olmak olduğunu görüyoruz.

Sahihi buhari 1.cild 58.sayfa 47.hadis,Müslim/63,tirmizi/60 (Cibril hadisi)

Cebrail as soruyor;”İman nedir resululah,Allah’a,meleklerine,o’na(Allah’a)mülaki(kavuşmaya) olmaya,resullerine,öldükten sonra dirilmeye inanmaktır.

Arapca aslı:(Kale mal imane yaresulullah;kalel imanü en tu’minubillahi ve melaiketehü ve likaihi ve rusulihi ve tu’minu bilba’s

Kur’anda Allah,normal inananlara da Allah’ın tarifine uygun olarak inananlara da “AMENU”diyor.Ancak Allah’ın tarifine uygun inananlara “HAK MÜ’MİN”diyor ve özelliklerini enfal/1,2,3,4 te 7 özelliğinden bahsediyor.İşte bu özelliklere sahip olanlar,kurtuluşa erecek olanlardır.Enam/158 de bu mü’minlerin “HAYIR KAZANAN İMAN”olduğunu ve diğerlerinin imanının kendilerine bir fayda vermeyeceğini buyuruyor.Hak mü’minlerin özellikleri nelerdir?

1-Takva sahibi olmalarıdır.(enfal/1,fussilat/18,Yusuf/57,neml/53)nasıl takva sahibi olunur?-rum/31(Allah’a ulaşmayı dileyerek)

RUM - 31 : Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).


O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

ENFAL/1:Yes’elûneke anil enfâl(enfâli), kulil enfâlu lillâhi ver resûl(resûli), fettekullâhe ve aslihû zâte beynikum ve etîûllâhe ve resûlehû in kuntum mu’minîn(mu’minîne).


Sana ganimetlerden sorarlar: “Ganimetler, Allah'ın ve Resûl'ündür.” de. Artık Allah'a karşı takva sahibi olun ve aranızdaki durumu (sahip olduğunuz hali) ıslâh edin (düzeltin)! Eğer mü'minlerseniz, Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat edin.

FUSSİLET/18:Ve necceynellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).


Ve âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) kurtardık. Ve (böylece) onlar, takva sahibi olmuşlardı.

YUSUF/57:Ve le ecrul âhıreti hayrun lillezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).


Ve mutlaka âmenû olan (yaşarken Allah'a ulaşmayı dileyen) kimseler için ahiretin (ruhu hayatta iken Allah'a ulaştırmanın) ecri (mükâfatı) daha hayırlıdır. Ve onlar takva sahibi olmuşlardır.

NEML/53:Ve enceynellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).


Ve âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyen) ve (bu sebeple) takva sahibi olanları kurtardık.

2-Kalblerinin titremesidir.(Allah’tan gelen ceryanla sarsılmaları-cezbe sahibi olmaları-Allah’a ulaşmayı dileyip daha sonra mürşidlerine ulaştıktan sonra o mürşid de varolan Allah’ın ceryanının o kişiye de gecmesi ve aynı zamanda şirkten kurtulmaları)

ENFAL/2:İnnemel mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Gerçek mü'minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara Allah'ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab'lerine tevekkül ederler.

MU'MİNUN/59,60:Vellezîne hum bi rabbihim lâ yuşrikûn(yuşrikûne). Vellezîne yu’tûne mâ âtev ve kulûbuhum veciletun ennehum ilâ rabbihim râciûn(râciûne).


Ve onlar, Rab'lerine şirk koşmazlar. Ve onlar vereceklerini verirler. Onlar, Rab'lerine geri dönenler (ulaşanlar) olduğundan onların kalpleri titrer.

HAC/35:Ellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum vas sâbirîne alâ mâ esâbehum vel mukîmis salâti ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).


Onlar, Allah'ı zikrettikleri zaman kalpleri titreyenlerdir (Allah'tan gelen bir cereyanla kalpleri ve vücutları sarsılanlardır). Onlara isabet edenlere (musîbetlere) sabredenlerdir ve salâtı (namazı) ikame edenlerdir. Ve onlar, onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler.

ZUMER/23:Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).


Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab'a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab'lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah'ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah'ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.

3-Allah’a tevekkül edenlerdir.

Enfal/2 yukarıda verilmişti.

MUCADELE/10:İnne men necvâ mineş şeytâni li yahzunellezîne âmenû ve leyse bi dârrihim şey’en illâ bi iznillâh(iznillâhî), ve alâllâhi fel yetevekkelil mû’minûn(mû’minûne).


Muhakkak ki necva (gizli fısıldaşma) şeytandandır, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mahzun etmek içindir. Ve Allah'ın izni olmadıkça onlara bir darlık (sıkıntı) verecek değildir. Öyleyse mü'minler, Allah'a tevekkül etsinler.

4-Allah yolunda infak edenlerdir.

ENFAL/3:Ellezîne yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Onlar namazlarını ikame ederler (kılarlar) ve rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler.

BAKARA/272:Leyse aleyke hudâhum ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve mâ tunfikû min hayrin fe li enfusikum, ve mâ tunfikûne illebtigâe vechillâh(vechillâhi), ve mâ tunfikû min hayrin yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn(tuzlemûne).


Onların hidayete ermesi senin üzerine (vazife) değildir. Fakat Allah, dilediği kimseyi hidayete erdirir. Ve hayırdan ne infâk ederseniz, işte o sizin kendi nefsiniz içindir. Siz (ey mü'minler), sadece Allah'ın vechini (Zat'ını, Allah'ın Zat'ına ulaşmayı) dileyerek infâk edersiniz (verirsiniz). Ve hayır olarak ne infâk ederseniz, (o) size tamamen ödenir ve siz zulmedilmezsiniz (size haksızlık yapılmaz).

(hidayet : Ruhumuzun Allah'a ulaşması)

RUM/38,39:Fe âti zel kurbâ hakkahu vel miskîne vebnes sebîl(sebîli), zâlike hayrun lillezîne yurîdûne vechallâhi ve ulâike humul muflihûn(muflihûne). Ve mâ âteytum min riben li yerbuve fî emvâlin nâsi fe lâ yerbû indallâh(indallâhi), ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vechallâhi fe ulâike humul mud’ıfûn(mud’ıfûne).
Öyleyse akrabalara, miskinlere ve yolculara haklarını ver. Bu, Allah'ın vechi'ni (Allah'a ulaşmayı) dileyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar, onlar felâha erenlerdir. Ve insanların mallarında artış olsun diye faizden (faiz olarak) verdiğiniz şey (Allah'a ulaşmayı dilemeden yaptığınız zikir), o taktirde Allah'ın katında artmaz (nefsinizin kalbindeki nurları oluşturmaz ve arttırmaz). Allah'ın vechini (Allah'a ulaşmayı) dileyerek verdiğiniz zakat (yaptığınız (zikir)ler); işte böylece kat kat (nefsinizin kalbindeki burları) artıranlar onlardır.

(felâh : Kurtuluş, Cenneti kazanmak)

5-Allah’ın ayetleri açıklandığında imanları artanlardır.

Enfal/2 (yukarıda verilmişti.)

AL-İ İMRAN/173:Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû hasbunâllâhu ve ni’mel vekîl(vekîlu).
O (ahsen) kimseler ki, insanlar onlara: "Muhakkak ki, insanlar, sizin için (size saldırmak için) toplandılar. Artık onlardan korkun." dedikleri zaman, (bu söz), onların îmânını artırdı. Ve "Allah bize kâfîdir ve O, ne güzel vekildir." dediler.

TEVBE/124:Ve îzâ mâ unzilet sûretun fe minhum men yekûlu eyyukum zâdethu hâzihî îmânâ(îmânen), fe emmellezîne âmenû fe zâdethum îmânen ve hum yestebşirûn(yestebşirûne).


Ve sure olarak bir şey indirildiği zaman onlardan birisi: “Bu hanginizin îmânını arttırdı?” der. Ama âmenû olan (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyen) kimseler; (var ya, bu sureler) onların îmânını arttırır ve onlar, birbirlerini müjdelerler (sevinirler).

AHZAB/22:Ve lemmâ real mu’minûnel ahzâbe kâlû hâzâ mâ vaadenallâhu ve resûluhu ve sadakallâhu ve resûluhu ve mâ zâdehum illâ îmânen ve teslîmâ(teslîmen).


Ve mü'minler, (düşman) birliklerini gördükleri zaman: "Bu (zafer), Allah'ın ve O'nun Resûl'ünün vaadettiği şey. Allah ve O'nun Resûl'ü doğru söyledi." dediler. Ve bu, onların sadece îmânlarını ve teslimiyetlerini arttırdı.

6-Rableri katında dereceleri vardır.

ENFAL/4:Ulâike humul mu’minûne hakkâ(hakkan), lehum derecâtun inde rabbihim ve magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).
İşte onlar gerçek mü'minlerdir. Onların Rab'lerinin yanında dereceleri vardır. Ve onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) vardır ve kerim bir rızık vardır.

YUNUS/2:E kâne linnâsi aceben en evhaynâ ilâ reculin minhum en enzirin nâse ve beşşirillezîne âmenû enne lehum kademe sıdkın inde rabbihim, kâlel kâfirûne inne hâzâ le sâhırun mubîn(mubînun).


Onlardan bir adama; insanları uyarması, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler) müjdelemesi için vahyetmemiz insanlara acaip (garip) mi geldi? Muhakkak ki; onlar için Rab'lerinin yanında (katında) sıddîkler makamı vardır. Kâfirler şöyle der: “Muhakkak ki bu, mutlaka apaçık bir sihirbazdır.”

AL-İ İMRAN/162,163,164:E femenittebea rıdvânallâhi ke men bâe bi sehatin minallâhi ve me’vâhu cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr(masîru). Hum derecâtun indallâh(indallâhi), vallâhu basîrun bi mâ ya’melûn(ya’melûne). Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).


Artık, Allah'ın rızasına tâbî olan kimse, Allah'dan gazaba uğramış ve barınacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? Ve (o) ne kötü varış yeri. Onların (Allah'ın rızasına tâbî olanların) kazandıkları dereceler, Allah'ın katındadır. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir. Onların (Allah'ın rızasına tâbî olanların) kazandıkları dereceler, Allah'ın katındadır. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir. And olsun ki Allah, müminleri, "Onların aralarında (kendi zamanlarında, kendi kavimleri içinde), kendilerinden bir resul beas ederek (başlarının üzerine devrin imamının ruhu bir nimet olmak üzere)" nimetlendirdi (lutufda bulundu). Onlara, O'nun (Allah'ın) ayetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder, onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel ise (resule tâbi olmadan evvel), onlar elbette apaçık dalâlet içinde idiler.

SAFFAT/164,165:Ve mâ minnâ illâ lehu makâmun ma’lûm(ma’lûmun). Ve innâ le nahnus sâffûn(sâffûne).


Ve bizden (hiç) kimse yoktur ki, onun bilinen bir makamı olmasın. Ve muhakkak ki biz, mutlaka (Allah'ın huzurunda) saf saf duranlarız.

7-Mağfiret ve kerim rızık sahibidirler.

Enfal/4.Meali yukarıda yeralmıştı

SEBE/4:Li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), ulâike lehum magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).


(Kıyâmetin kopması) âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanları mükâfatlandırmak içindir. İşte onlar ki; onlar için mağfiret ve kerim rızık vardır.

HAC/50:Fellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).


Âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefsi tezkiye eden ameller) yapanlar; onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) ve kerim bir rızık vardır.

HUCURAT/13:Yâ eyyuhen nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr(habîrun).


Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki Allah'ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takva sahibi olanınızdır. Muhakkak ki Allah, en iyi bilen ve haberdar olandır.

Allah’a mülaki olmaya iman etmemiş dolayısıyla o’na mülaki olmayı arzu etmeyenlerde bu şartlar kesinlikle oluşmaz ve onlar HAK MÜ’MİN olamazlar.Onun için de kurtuluşa eren,imanları kendilerine fayda veren birileri olamaz.Hak mü’minler neden KENDİLERİNE FAYDA VEREN İMAN SAHİPLERİDİR ?-.Çünkü onlar imanlarıyla hayır kazanmışlardır,onlar takva sahibi oldukları için o ana kadar olan günahlarının tamamı örtülmüştür yetmez,mürşidlerine ulaştıklarında yaptıkları tövbe neticesinde de mağfiret edilmiştir(örtülen günahları sevaba cevrilmiştir) ve onlar uzaktan iman sahibi olmayanlardır.



SEBE/51,52:Ve lev terâ iz feziû fe lâ fevte ve uhızû min mekânin karîb(karîbin). Ve kâlû âmennâ bih(bihî), ve ennâ lehumut tenâvuşu min mekânin baîd(baîdin).
Ve onları dehşete kapıldıkları zaman görsen. Artık kaçış (kurtuluş) yoktur. Ve onlar, (cehenneme) yakın bir yerden yakalandılar. Ve "O'na îmân ettik." dediler. (Hidayete) uzak bir yerden (dalâletten) onlar (îmânı) nasıl elde ederler?

EN'AM/158:Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye rabbuke ev ye’tiye ba’du âyâti rabbik(rabbike), yevme ye’tî ba’du âyâti rabbike lâ yenfeu nefsen îmânuhâ lem tekun âmenet min kablu ev kesebet fî îmânihâ hayrâ(hayran), kul intezırû innâ muntezırûn(muntezırûne).


Onlar (illâ), onlara meleklerin gelmesini mi veya senin Rabbinin gelmesini mi veya senin Rabbinden bazı âyetlerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinden bazı âyetlerin (mucizelerin) geldiği gün, daha önce îmân etmemişse (âmenû olmamışsa) veya îmânıyla bir hayır kazanmamışsa onun îmânı kendisine bir fayda vermez. De ki: “Bekleyin! Muhakkak ki; biz de bekleyenleriz.”

ENFAL/29:Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).


Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

Peki insanlar bunları nasıl öğrenip idrak edecekler? HAŞYET SAHİBİ olmakla,ALLAH’IN RIZASINA TABİ olmakla.(haşyet bahsi daha önce açıklanmıştı)

Bu özelliklere sahip olan kişi Allah’a dönüp teslim olmaya davet eden” (peygamberler döneminde) peygamberlerin,resullerin,mürşidlerin ve onlara tabi olan hak mü’minlerin”sohbetlerine,konferanslarına,radyo ve tv konuşmalarına” ulaşır ve o sözlerin HAKTAN GELEN sözler olduğunu idrak edecek olan”İHBAT” (anlayış kabiliyeti) onun kalbine konarak Allah’a ulaşan “sıratımustakime”hidayet eder.Ve o kişi HAK MÜ’MİN olur.

MAİDE/16:Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).


Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm'e hidâyet eder (ulaştırır).

HAC/54:Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).


Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.

AL-İ İMRAN/193:Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).


Rabbimiz! Muhakkak ki biz,"Rabbinize âmenu olun" diye îmana davet eden davetçiyi işittik , böylece îman ettik (davetçiye tâbi olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.

AHKÂF/31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).


Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.

CİN/13:Ve ennâ lemmâ semi’nel hudâ âmennâ bih(bihî), fe men yu’min bi rabbihî fe lâ yehâfu bahsen ve lâ rehekâ(rehekan).


Ve gerçekten biz, hidayeti işittiğimiz zaman O'na îmân ettik. Artık kim Rabbine îmân ederse, bundan sonra hakkının verilmemesinden ve zulme uğrayacağından korkmaz.

hidayet : Ruhumuzun Allah'a ulaşması

BAKARA/186:Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).

Bu özelliklere sahip olmayan kimseler de o davetcilerin davetlerine ulaşırlar ama gercekleri idrak edecek Allah’ın yardımını (ihbatı) alamazlar ve hak mü’min olamazlar.

Neden ? –(Herdönemde varolan) Resulleri kabul etmedikleri için.

İSRA/94:Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ illâ en kâlû e beasallâhu beşeren resûlâ(resûlen).


Onlara hidayet geldiği zaman insanların inanmalarına, “Allah, insan resûl mü gönderdi?” demelerinden başka bir şey mani olmadı.

Neden ? – Anlatılanların yani “hidayetin tarifinin”Babalarından din adamlarından duyduklarının aynı olmadığını gödükleri için.

KEHF/55:Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ ve yestagfirû rabbehum illâ en te’tiyehum sunnetul evvelîne ev ye’tiyehumul azâbu kubulâ(kubulen).
Ve insanları, onlara hidayet geldiği (hidayete davet edildikleri) zaman Rab'lerinin mağfiretini dilemekten ve mü'min olmaktan men eden (alıkoyan) şey, sadece evvelkilerin sünnetinin, onların başına gelmemesi veya azapla karşı karşıya kalmamalarıdır.

BAKARA/170,171:Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’kılûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne). Ve meselullezîne keferû ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ(nidâen), summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve onlara: “Allah'ın indirdiği şeye tâbî olun!” denildiğinde; “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yola) tâbî oluruz.” dediler. Ve eğer, onların ataları hiçbir şeyi akıl etmiyor ve hidayete ermemiş olsalar bile mi? O inkâr edenlerin (kâfirlerin) hali, haykırması sebebiyle bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen (anlamayan) kimsenin durumu gibidir. (Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden onlar akıl edemezler (idrak edemezler).

A'RAF/193:Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yettebiûkum, sevâun aleykum e deavtumûhum em entum sâmitûn(sâmitûne).


Ve eğer onları hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız size tâbî olmazlar. Onları davet mi ettiniz yoksa siz sessiz mi kaldınız? Sizin için birdir (sizin durumunuz aynıdır, farketmez).

A'RAF/198:Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yesme’û, ve terâhum yenzurûne ileyke ve hum lâ yubsırûn(yubsırûne).


Ve onları eğer hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün ve onlar görmezler.

BAKARA/206:Ve izâ kîle lehuttekıllâhe ehazethul izzetu bil ismi fe hasbuhu cehennem(cehennemu), ve le bi’sel mihâd(mihâdu).


Ve ona: “Allah'a karşı takva sahibi ol.” denildiği zaman izzet (nefsin gururu) onu günahla tutar (mani olup onu günaha sokar). Artık ona cehennem yeter ve elbette (o) kötü bir döşektir.

KASAS/50:Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).


Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

Demekki hak mü’minliğin temelinde;Allah’a ulaşmak(mülaki olmak)var.Allah’a ulaşmanın farziyetine inanarak”ALLAH’A MÜLAKİ OLMAYI ARZU ETMEK(dilemek) var.Böyle bir dileğin sahibi olmazsa, inkar ederse veya yalanlarsa ne olur? Yeri ateş olur dünya ve ahiret hayatı hüsrandır.

YUNUS/7,8:İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne). Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

YUNUS/45:Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).


Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).

KEHF/103,104,105,106:Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen). Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an). Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).

De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?” Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar. İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

Zaten nerede hüsran varsa orada HAK MÜ’MİNLİK yoktur o kişi kendini kandırmıştır.Çünkü hüsran da olanlar mü’min değildiler.

EN'AM/12:Kul li men mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), kul lillâh(lillâhi), ketebe alâ nefsihir rahmeh(rahmete), le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ reybe fîh(fîhi), ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).
De ki : “Semalarda ve yeryüzünde olan şeyler kimin?” “Hepsi Allah'ındır!” de. Allahû Tealâ, kendi üzerine rahmeti yazdı. Hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde, sizleri mutlaka toplayacak. O kimseler ki; nefslerini hüsrana düşürdüler, onlar mü'min değildirler.

EN'AM/20:Ellezîne âteynâhumul kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).


Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu kendi oğullarını tanır gibi tanırlar. Artık mü'min olmayanlar, nefslerini hüsrana düşürdüler.

Allah’a MÜLAKİ OLMAYI (Allah’a ulaşmayı) dilemeyenlerde,yalanlayanlarda ve inkar edenlerde “yunus/45 ve kehf/103,104,105.Ayetlerine göre” HÜSRANDA olmalarından dolayı İMAN’IN gercekleşmesi, kurtuluşa erecek mü’min olması mümkünmüdür ?

Hayır, çünkü Allah’ın ayetleri çok açık.O zaman İman ın olmazsa olmaz şartlarından birisi kesin “Allah’a ulaşmanın,var olduğu,farz olduğu ve kişinin de, Allah’a ruh’unu ulaştırmak için bir gayretinin olması-ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEYEREK-gerektiğine”kalben inanmasıyla mümkün olacağıdır.

***


Yüklə 0,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin