DüŞlerin peşİnde küçük yüreklerin büyük özlemleri Hazırlayan Ayşe Bİlgen mazlumder



Yüklə 247,2 Kb.
səhifə5/5
tarix27.01.2018
ölçüsü247,2 Kb.
#40808
1   2   3   4   5
Biz seçmedik aslında burada olmayı. Dilenmekten iyidir dediler. Hem ben büyüyünce ayrılacağım buradan. Uzaklara gideceğim. Oyuncaklar alacağım sonra. Kırılan trenimin yerine…
Geceleri oyuncak ayıma sarılıp uyuyacağım. Masallar anlatacağım kendi kendime. Sakın kınamayın beni olur mu? Çocukken savaşılıyorsa büyüyünce de oynanmaz mı? İçimde bir çocuk yaşım gibi. Yüreği pırpır. Elini uzatsa hayallerine kayboluyor. Gökyüzünde uçmak en büyük dileği. Öte yanda bir asker. Düşmanları vurması gereken. Bugün silah taşıyan yarın?...

Siz üzülmeyin bizim için… Çocuklarınıza hediyeler alın. Dev bir panda alın küçük kızınıza ya da bir araba oğlunuza. Bizim için de dua edin olur mu? Ama bize neden diye sormayın? Ve bize çikolata vermeyin asla. Bu savaşı biz çıkarmadık bunu bilin.


Gök gürlediğinde ya da şimşek çaktığında korkar ya bütün çocuklar, işte ben de korkuyorum. Bakmayın üniformama ya da asker olduğuma. Bir gün görsem bir güvercin yerde, basıp geçemem. Ben bir çocuğum. Yüreği sevgi dolu, nefret değil. Komutan kızıyor bazen. ”Merhamet yok” diyor. O zaman siniyorum köşeme. İşimi yapıyorum göze batmadan ya da gözden düşmeden. Asker gibi olmak oyunu oynuyorum. Adımları kocaman, küfürlü konuşan. Ve sigara içen, ciğerleri yansa da belli etmeyen. Sonra annem geliyor aklıma. Ağzımda acı bir tat. Yumruğum sıkılı. “Ben sizden biri olmak istemiyorum” demek geliyor içimden. Çaresiz bekliyorum oysa. Bir gün biliyorum bitecek her şey. İşte o an ben, karşılarına geçip silahlarını uzatırken çocuk gibi sesleneceğim;

VERİN OYUNCAKLARIMI !...


Ben geceleri ağlıyorum bazen. Gündüz büyükler alay ediyor ağlayınca. Gökyüzünün koyuluğunda bir yıldızı seçip onunla konuşuyorum, bana da hediyeler gelsin diye dua ediyorum. Bir gün annemin ördüğü bereyi koklayıp ona sarılmayı özlüyorum.
Biz istemedik aslında burada olmayı. Barut ve kan kokusu arasında yaşamayı… Çocuklarınızın kaderi-ne oyuncak bebekler, oyuncak ayılar ve oyuncak silahlar düşerken bize düşen gerçekler. Büyünce ben oyuncaklar alacağım kendime. Evimin her köşesini dolduracağım onlarla. Bir tren yolu döşeyeceğim ki gerçeğinden daha sağlam. Kurşun askerlerle oynayacağım, uyurken geceleri ayıcı-ğıma sarılıp uyuyacağım. Sonra bir sürü şekerleme alacağım, çocuklara dağıtıp kendime bir tane ayıracağım. Soran olursa “kocaman oldun oyuncakla oynanır mı?” diye, onlara bakıp güleceğim. Bilmiyorlar ki çocukken savaşanlar büyüyünce oynamak isterler.
Bazen komutanların kızmasına dayanamıyorum. ”Al silahını ver oyuncağımı” demek geliyor içimden. Sonra bir korku, “Ya beni kovarlarsa buradan, nereye giderim?” Hiç gocunmadan yapıyorum her işi. Göze çarpmadan ve gözden düşmeden. Yine de içimde bir hüzün. Sizler, “bu ne tuhaf çocuk” demeyin bana. Büyümüş de küçülmüş demeyin. İşte ben böyleyim, içimde hâlâ bir çocuk, yaşım gibi. Onun yüreği pırıl pırıl hesapsız, duru. Gökyüzünde uçmak en büyük dileği. Bir yanımda savaş, gerçek ve acılar. Ölenlerin yüzleri, iniltileri yaralıların. Kirli elleri yetişkinlerin. Ben sizden para istemiyorum, acımanızı da. Bana sorular sormayın, incelemeyin beni. Sizden yalnızca bir tek şey istiyorum:

GERİ VERİN OYUNCAKLARIMI!!!

AZAD
Azad çadıra girdiğinde silahını yere bırakarak diğerlerinin yanına çöktü. Cebinden çıkardığı sigarayı yakmak üzere yerde oturan adamlardan birine doğru eğildi. Sonra bir nefes çekti. Çocuk gözlerinde bir kıvılcım vardı. Sağ elinin orta parmağına taktığı gümüş yüzüğü kim bilir nereden bulmuştu? Azad büyük bir adamın ciddiyetiyle çatışmalar hakkında konuşulanlara katıldı. Zaman zaman yüzü dehşetle kararıyordu. Gece kadar siyahtı gözleri. Derisinin rengi koyu...
Azad bütün gün kamp alanında gezindi. Bir ara boşaltılan köye doğru gitmeyi düşündü. Vazgeçti. Yüksekçe bir tepeye çıkıp uzakları seyre daldı. Gözünün önüne kafileler geldi. Yalınayak, toz toprak içinde yol alan insanlar. Arkalarda bir çocuk. Burnunu çekerek ağlıyordu. Elinde bir bez parçası. Azad iki sene önce köyü nasıl terk etmek zorunda kaldıklarını hatırladı. Güneş uzaklaşmaya başladığında yamaçları koşarak inmeye başladı. Omzundaki tüfeği sımsıkı tutuyordu. Köyün içine vardığında nefes nefese kalmıştı. Ölüm sessizliği hakimdi her yere. Evler yıkılmıştı. Ara sıra bir rüzgar esiyor, yerdeki kum tanelerini havalan-dırıyor, sonra götürüp bir yere fırlatıyordu. Azad da bir kum tanesi. Azad ayaklarına söz geçiremi-yordu. Bir süre sonra kendisini harabe bir evin önünde buldu. Ev onu çağırıyordu. Annesi, babası, bebekliği... Odasının bulunduğu yeri bulmakta güçlük çekmedi. Oyuncaklarının yerinde taş parça-

ları vardı. Ayağının altında bir şeyler çatırdadı. Eğilip baktığında tozdan pembeleşen bir araba parçasını gördü. Diğer odalara geçti.


Annesinin cansız bedenini buldukları yerdi burası. Saçının başının toza ve kana bulandığı yer. Onu annesinden ayırdıkları yer. Babası ise işte şu sütunların arasında yatıyordu. Dağ gibi babası boylu boyunca. Parmaklarının arasında gözlükleri...
Azad kin ve nefretle doldu yeniden. Onları öldürenlerden intikam alma hırsı kapladı bedenini. Okumak hayali, gelecek umutları uçup gitti. Yerine küçük bir gerilla geldi. Ayakları geri geri gidiyordu bu kez.
Azad, köye akşamın çökmek üzere olduğunu fark etti. Koşarak geldiği yolları gene koşarak geçti. Yamaçları soluk soluğa tırmandı. Kampa ulaştığında herkesin yemek kuyruğunda olduğunu gördü. Kendisi de sıraya girdi. Kuru fasulye ve ekmeğini alarak bir köşeye çekildi. İlerideki ateşin etrafındaki kalabalığa baktı. Nedense canı onlara katılmak istemedi. Kendisine seslenenlere yorgun olduğunu söyledi. Yemeğini bitirir bitirmez çadırına yöneldi. Küçük feneri aydınlattı. Çadır arkadaşı da yoktu görünürde. Çantası buradaydı ama kendisi gözükmüyordu. Yırtık pırtık olan hasırı üzerine çekti. Gözlerinin önüne köyü geldi yeniden. Yumruklarını sıktı uyumaya çalıştı.
Sabah gün ışığı çadıra vurduğunda uyandı. Arkadaşı köşede uyuyordu. Onu uyandırmadan kalktı. Silahını omzuna takarak dışarı çıktı. Cebinden çıkardığı sigarayı ileride kahve için yakılan ateşlerden birine gidip yaktı. Tam bir nefes almıştı ki bir sesle irkildi. Arkadaşı kendisine sesleniyordu:
“Benden kaçamazsın, pis hırsız.” Azad ne olduğunu anlayamamıştı. Hırsızlık ve kendisi. O kimsenin hiçbir şeyini çalmamıştı ki. Birden öfkelendi. Hışımla geri döndü. Çocuk gözlerinde fırtınalar vardı. Koşarak kendisine iftira atan çocuğa bir yumruk attı. Omzundaki silahını bir tarafa fırlattı. Toprakta bir süre yuvarlandılar. Onları ayırmaya kimse cesaret edemedi. Bu iki çocuk öfkelen-diklerinde kaplanlar kadar yırtıcı oluyorlardı. Zaten onların gerilla olarak seçilme nedeni de buydu. Etraflarında bir çember oluştu. Herkes kimin galip geleceğini merak ediyordu. Bir ara Azad yere düşerken başını taşa çarptı her yer bulanıklaştı… Arkadaşı o sırada Azad’ın yere fırlattığı silahı aldı. Azad “ne olursa olsun silahını bırakma” ilkesini unutmuştu. Yerden doğrulmaya çalışırken karşısında kendisine doğrultulmuş olan silahı gördü. Bir el silah sesinden başka bir ses duyulmadı. Azadın çocuk gözleri açık gitti. “Neden?” diye soran gözleri.



Yüklə 247,2 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin