Ebu haniFE’Nİn fikihtaki metodu


b-Ebu Hanifenin İbrahim Nehâî’nin Mukallidi Olmadığı



Yüklə 370,38 Kb.
səhifə5/8
tarix31.05.2018
ölçüsü370,38 Kb.
#52226
1   2   3   4   5   6   7   8
b-Ebu Hanifenin İbrahim Nehâî’nin Mukallidi Olmadığı

Doğrusu Ebu Hanife Irak Fıkhını olgunlaştırmıştır. Yalnız hazır bulduklarıyla yetinmemiştir. Şüphesiz ki Ebu Hanife’nin fıkıh mantığını olgunlaştırmada İbrahim Nehâi’nin büyük tesiri vardır. Onun fıkıh gözünü açan O’dur. Fakat bu düşünce; Ebu Hanife başkalarından hiçbir şey almadı, yalnız onun yolunda ve izinde yürüdü, demek değildir. Gerçek şudur ki Ebu Hanife fıkıh okumaya üstadı Hammad’dan İbrahim Nehâi’nin fıkhını telakki ederek başlamış, sonra Hammad’dan başkalarının aldığı rivayetler ve bilgilerle fıkhını tamamlamıştır. Kendisi bir çığır açmış, kıyaslar ve burhanlar getirmiştir. Zira üstadı Hammad’ın vefatından sonra onun ders kürsüsüne otuz sene oturmuş, buradan halka ilim ve feyz nuru saçmıştır.28

İbrahim Nehâi’nin fıkhını Ebu Hanife’ye nakleden râvi şüphesiz ki Hammad’dır. Hammad’dan bu fıkhı aldıysa da Hammad’ın ölümünden sonra otuz sene zarfında Ebu Hanife onunla yetinmekle kalmayıp hür ve serbest düşüncelerine devam etmiştir. Bu esnada birçok fukaha ile görüşmüş onlardan ders almıştır.29

Netice olarak şunu diyebiliriz ki, Ebu Hanife, fıkhının hepsini İbrahim Nehâi’den aldığı asla kabul edilemez. Evet İbrahim Nehâi’nin fıkhı onun için en büyük kaynaktır. Fakat Ebu Hanife’nin onun karşısındaki durumu bir mukallit ve tâbii durumu değildi. Belki muhtar bir âlim ve seçkin bir müçtehit durumu idi.30
c-Ebu Hanife ve İbrahim en-Nehâi arasındaki farklar:

Ebu Hanife önceleri onun yolunun tesirinde kalmışsa da sonradan başlı başına bir fıkıh çığırı açmış, müstakil bir fıkıh sistemi kurmuştur. Bunların her ikisi de hadisleri mana itibârıyla tenkite tâbi tutuyorlardı. İbrahim Nehâi hadisleri mürsel olarak naklediyor, Ebu Hanife de mürsel hadisleri kabul ediyor.

Bu iki zatın fıkıh yöntemlerinde birleşmeleriyle beraber iki noktada açık surette birbirinden ayrıldıkları göze çarpıyor:

1-Ebu Hanife Hz.Peygamberden rivayetten çekinmiyordu. İbrahim en-Nehâi ise çekinir ve Peygamberden nakledenin ismini zikrederdi.

2-Ebu Hanife vukû bulmamış meselelerin de hükmünü beyan ederdi. Yani takdîr-i fıkha giderdi. İbrahim en-Nehâi ise yalnız var olan sorunlarla yetinirdi.31
d-Takdir-i Fıkıh ve Ebu Hanife:

Takdir-i fıkıh, vukû bulmayan meseleler hakkında verilen fetvalardır. Rey ve Kıyas fukahâsı fıkhın bu nevi’nde biraz çokça ileri gitmişlerdir. “Tarih-i Bağdat” şunu naklediyor: “Katade Kûfe’ye indiği zaman, Ebu Hanife ona geldi ve:

-Ey Ebu Hattab, bir adam ailesini bırakıp gitse, ailesi yıllarca ondan haber almasa; karısı, kaybolan kocası ölmüştür zannıyla başka kocaya varsa, sonra birinci koca çıkıp gelse bu meseleye ne dersin?

Katade:


-Bu mesele vukû buldu mu? dedi.

-Hayır,


-Öyleyse vukû bulmayan bir şeyi bana ne diye sorarsın?

-Biz belâ gelmeden önce hazırlanırız, belâ gelip çatınca nereden girip nereden çıkacağımızı bilelim diye.”

Ebu Hanife’nin vukû bulmamış meseleleri ele alıp cevabını hazırlama hakkındaki görüşü işte budur. Onun için Takdir-i Fıkıh, Rey ve Kıyasın doğurduğu bir şeydir. 32

B-FIKHİ METODOLOJİSİ

Kendisi hakkında “bütün zamanların en büyük bilge hukukçusu” şeklindeki bir tanımlamanın abartı sayılamayacağını sandığımız düzeyde bir konuma sahip olan İmam Ebu Hanife (ö.150/767), manevi yaşantısı, geniş ufku, rehber kişiliği ve uzman eğitimciliğinin yanısıra, sahip olduğu hukuk mantığı ve felsefesi olayları yorumlayışı, hukuki sonuçlara ulaşmak için izlediği metodoloji ile de yaşadığı çağdan içinde bulunduğumuz döneme kadar Müslüman toplumları derinden etkilemekle kalmamış, -başta hukuk olmak üzere- bütün kuşakların aydınlığın da yürüyecekleri engin bir kültür birikimini onlara armağan etmiştir.

Onun fıkhi mirasından yola çıkarak onun hukuki metodunu anlama ve kavrama çabası yerine, bizzat kendisinin en yakın talebelerinin çağdaşı olan büyük müctehid ve bilgin kimselerin hakkında söylediklerinden, onunla çeşitli vesilelerle diyalog kurmuş kimselerin görüş ve değerlendirmelerinden yola çıkarak onun hukuk mantığını ve felsefesini kavramaya ve keşfetmeye çalışmak, hem daha pratik, hem de objektifliğe daha yakın olacak kanaatindeyiz. Böyle bir yöntem izlemek İmam Ebu Hanifeyi doğru ve tutarlı anlamamıza yardımcı olacağı gibi hakkında ileri sürülen kimi iddialara da en yalın ve net bir cevap niteliğini de taşıyacaktır. Her şeyden önce burada verilen referanslar erken dönem fıkıh mirasının yanısıra, olaylar ve kişisel hayatların ele alındığı “Menâkıb” (yeni adı ile biyografi) türü eserler olacaktır. Menâkıb türü eserlerden bahsedildiği zaman, genel bir kanı olarak bu tür eserlerin , olayları ve kişileri anlatırken, onlarla ilgili değerlendirmeleri yaparken, gerçek dışı, çokça abartılı ifadelerin bulunduğu, dolayısıyla bilimsel değerlerinin tartışmalı olduğu tezinden yola çıkarak bu çalışmamızdaki referanslara da aynı çekincelerden hareketle kuşkulu bir biçimde yaklaşmamalarını ümit ediyoruz.

Burada problem, Menâkıb kavramı ya da teriminin olumsuz imacından kaynaklanmaktadır. Zira tarihçiler, kültür ve tarihi birikim aktarıcıları, alanlarına dair bilgilerin aktarımında zaman zaman dayanaktan yoksun, aklen izah edilmesi mümkün olmayan ya da İslamın temel ilke ve kuralları ile telifi mümkün gözükmeyen bilgi aktarımında bulunmalarıdır. Ancak bu handikaptan yola çıkarak bütün tarih çalışmalarını yanlış ya da mesnetsiz kabul etmek, hiçbir bilimsel değer taşımamaktadır. Ayrıca, menâkıb türü eserler, önemli bilgi ve değerlendirmeler içerirler. Bunun yanısıra, bazı abartılı ifadeleri eserlerde yer alması yadsınamaz bir gerçektir. Ancak bu tür bilgi ve belgeler, aktarılan rivayetler, tarihi bilgiler, “tarih metodolojisi” kriterleri ışığında değerlendirilmek suretiyle gerekli sonuçlara ulaşılacaktır. Dolayısıyla aktarılacak olan rivayet ve diyalogların, bu açıdan bakılarak değerlendirileceğini umarız. 33
1-Kendi Sözleri İle Ebu Hanife Ve Fıkhi Metodu

Bu bölümde biz, Ebu Hanife’nin fıkhi metodunu bizzat kendisinden rivayet edilen sözlerinden, talebe ve çağdaşı diğer alimlerin görüşlerinden yola çıkarak belirlemeye, sonra da bu söz ve rivayetlerin değerlendirilmesini yaparak konuyu aydınlatmaya çalışacağız.

Ebu Nuaym el-İsfehânî(ö.430/1039) rivayetine göre Abdullah ibn el-Mübarek (ö:181/797) şöyle demiştir:

Ebu Hanifeyi şöyle derken işittim;

Rasülullah’dan bir rivayet gelirse, hiç kimse O’nun önüne geçirilemez. Sahabe’den bir takım görüşler rivayet edilirse, o görüşler arasında seçme yaparız.”34

Nuh el-Câmi (ö.173/789)’in rivayetine göre Ebu Hanife şöyle demiştir:

Rasülullah’tan gelen rivayetler baş göz üstünedir. Sahabe’den rivayet edilen görüşlerden dilediğimizi seçeriz. Onların dışındakilere gelince, onlar adam(sa) bizde adamız!.”35

İbn Abdilberr(ö.463/1071), İmam Züfer(ö.158/775)’den İmam Ebu Hanife’nin,

Neye dayanarak hüküm verdiğimi bilmedikçe, bir kimsenin benim kitaplarıma bakarak fetva vermesi caiz değildir.”36 dediğini nakleder.

Bir başka defasında;

Hiçbir kimsenin, hakkında Kur’an, Sünnet ve Sahabe’nin icmâ’ı bulunan bir konuda görüş ileri sürmesi caiz değildir. Eğer Ashab, bir konuda görüş ayrılığına düşmüşlerse bu durumda, o görüşlerden Allahın Kitabına, Rasülüllahın Sünnetine en yakın bulduğumuz görüşü alırız. Bunun ötesinde kendi Re’yi ile içtihat etmek, ilgili konudaki görüş ayrılıklarını bilerek kıyas yapabilen kimseler için caiz olur.”37

Yine O, “Bu insanlara şaşılır! Benim sırf kendi re’yimle hüküm verdiğimi söylüyorlar, halbuki ben sadece hadise dayanarak fetva veririm.”38

İmam Ebu Hanife, hadise muhalefet ithamlarına karşı bizzat kendisi,

Allah, Rasülüne muhalefet edene lanet etsin! Zira Allah(c.c) bize onunla ikramda bulundu ve bizi onun aracılığıyla kurtardı...”39 diyerek karşılık vermiştir.

Yine İmam, mücerred re’y den bahisle şöyle demiştir;

Allahın dininde(mücerred) re’y le görüş beyan etmekten sakının! Size sünnete tâbi olmak düşer!. Kim bu usülden ayrılırsa, sapıtır...Selefin eserlerine sarılın!..Sözlerini altınla yaldızlasalar bile, insanların re’ylerinden sakının! Çünkü iş, ancak siz sırat-ı müstakîm üzere bulunduğunuz zaman vuzûha kavuşur.!”40

Ebu Hanife, Hz.Peygamberin dindeki yeri ve konumu hakkında şöyle demektedir;41

-...Eğer bir kimse, “Peygamber(sav)’in her söylediğine inanıyorum, ancak Nebî(sav), haksız yere konuşmaz ve Kur’ana muhalefet etmez” derse, bu, onun peygamberi tasdik ettiğini ve peygamberi Kur’ana muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şayet Peygamber(sav) Kur’ana muhalefet etse ve Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, Allah’ü Teâla,“Eğer Muhammed, bize karşı o (Kur’an)’a bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra da onun şah damarını koparırdık, hiçbiriniz de onu koruyamazdınız.!”42

Hasen b. Ziyad el-Lü’lüî (ö.204/819) nin söylediğine göre 43Ebu Hanife şöyle demiştir;

...Bu, bizim görüşümüzdür. Kim bizim görüşümüzden daha güzelini ileri sürerse, o görüş doğruya bizim görüşümüzden daha yakındır.”

Yine Mekkî’nin rivayetine göre, “İmam Ebu Hanife, kendisine cevaplaması istenen bir soru yöneltildiği zaman uzunca düşünür, derin derin nefes alır sonra da ‘Allahım bizi muâhaze etme’ derdi.”44


2-Talebe ve Çağdaşlarına göre Ebu Hanife ve Fıkhi Metodu:
a-Öğrencilerinin Gözüyle Ebu Hanife ve Fıkhî Metodu:

İbn Abdilberr, Ebu Yusuf’un şöyle dediğini zikreder.

Biz herhangi bir fıkhî mesele de ihtilafa düştüğümüzde meseleyi Ebu Hanife’ye sorduğumuzda meselenin çözümünü sanki elbisenin yeninden çıkarıp bize verirdi. Hadisleri tefsir etmede Ebu Hanife gibisini görmedim.!”45

İmam Züfer’in şöyle dediği rivayet edilmiştir;



Ebu Hanife karşıtlarının sözlerine kulak asmayın! Çünkü Ebu Hanife ve arkadaşları, herhangi bir konuda bir görüş ileri sürdükleri zaman, mutlaka Kur’ana, Sünnet’e ve sahih görüşlere dayanırdı. Sonra bunlara kıyas ederlerdi.”46

Muhammed b. el-Hasen’in söylediğine göre;

Ebu Hanife’nin Ashabı, onunla kıyas konusunda tartışır, karşı görüşleriyle ona muhalefet ederlerdi. Ancak ne zaman ki o “ben istihsan yapıyorum” dediği zaman hiç kimse ona yetişemezdi.”47

Ebu Yusuf hocası Ebu Hanife’nin metodunu şöyle açıklar:

Her hangi bir hadise meydana geldiği zaman, ‘yanınızda bir eser var mı?’ der. Bizim yanımızda veya kendi yanında bir eser bulunursa, onu alırdı. Rivayetler farklılık ifade ederse, sayısı çok olanı alırdı. Eser yoksa kıyasa başvururdu. Kıyas yapmak yarar sağlamazsa istihsan metodunu kullanırdı.”48
b-Çağdaşlarının ve diğer yakın dönem alimlerinin değerlendirmelerine göre Ebu Hanife ve fıkhi metodu:

İmamı Şafii (ö.204/819) Şöyle demiştir;

-İmam Malik’e; Ebu Hanifeyi gördün mü? diye sorulunca O;

-Evet öyle bir adam gördüm ki, eğer sana ‘şu sütun altındır’ diye ileri sürse bunu delilleri ile ispat eder.!”49

Leys b. Sa’d (ö.175/791) der ki;

Medine de iken Malik ile karşılaştım. Ve ona,

-Bakıyorum alnındaki terleri siliyorsun! deyince

-Ebu Hanife ile birlikte idim. O gerçekten fakihtir ey mısırlı!.. diye karşılık verdi. Sonra Ebu Hanife ile karşılaştı ve ona,

-Şu adam (Malik) ın senin hakkında söyledikleri ne kadar hoş! deyince o da;

-Vallahi ondan daha süratli olarak doğru ve titiz cevap vereni görmedim.”50 demiştir.

İbn Abdilberr’in kaydettiğine göre51Hakem b. Vâkıd şöyle demiştir;

Ebu Hanife’yi günün başlangıcından sonuna kadar sürekli fetva veriyorken gördüm. (günün sonunda) yanında bulunan insanların sayısı azalınca ona yaklaştım ve ona,

-Ey Ebu Hanife! şayet Ebu Bekir ve Ömer bu mecliste olsaydı, sonrada onlara bu karmaşık problemler sorulsaydı, herhalde onlardan bazılarını cevaplamadan bırakırlardı!” deyince Ebu Hanife, bana doğru dönerek, ‘sen hasta mısın?!! (kardeşim)” diye tepkide bulundu.

Saymeri(ö.436/1045), İbn Deraverdi’den şu olayı nakleder;

Bir gün Malik ve Ebu Hanifeyi yatsıdan sonra Mescidi Rasül’de ilmi konularda müzakere ederken gördüm. Öyle ki her biri kendi sahip olduğu ve amel ettiği görüşü savunuyor, ancak birbirlerine karşı ileri gitmiyorlar, biri diğerini hata etmekle suçlamıyordu... (bu durum), bulundukları yerde sabah namazını beraber kılıncaya kadar devam etti52

Yahya ibn Main (ö.233/847)in Ebu Hanife hakkındaki görüşleri;

- Ebu Hanife sikadır. O, hıfzında olanı rivayet eder olmayanı rivayet etmezdi.”53

-Fakihler dört kişidir; Ebu Hanife, Süfyan-ı Sevri, Malik, Evzâi.54

-Bana ve tespit edebildiğim kadarıyla diğer insanlara göre kıraat, Hamza’nın kıraati, Fıkıh, Ebu Hanife’nin fıkhıdır.

-Süfyan-ı Sevri, Ebu Hanife’den rivayette bulunmuş mudur? Şeklindeki bir soruya,

Ebu Hanife fıkıh ve hadiste sika ve sadûktur.”55 şeklinde cevap vermiştir.

Abdullah b. el-Mübarek, Süfyan-ı Sevri’den onun şu sözünü nakleder;

Ebu Hanife ilme çok sıkı sarılırdı. Allah’ın haramlarını helal sayılmasından son derece kaçınır, sika ravilerin rivayetlerinden oluşan sahih haber ve peygamber uygulamalarını ve Kufe alimlerinin görüşlerini alırdı. Fakat sonradan bir kısım insanlar, ona haksız saldırıda bulundular. Allah bizi de onları da affetsin.”56

Fudayl b. Iyad şöyle der;

Ebu Hanife, eğer bir meselede sahih bir hadis varsa onu alırdı.



Sahabe ve tabiinden o meselede sahih bir görüş bulursa yine alırdı. Eğer aradığını bulamazsa, o zaman kıyas yapardı. Kıyası da güzel yapardı.!”57

Sehl b. Mülazim, Ebu Hanife’nin fıkhi metodu hakkında şunları söyler;

Ebu Hanife’nin yöntemi; mevsuk olanı almak, çirkin olandan kaçmaktır. İnsanların uygulamalarına, doğru olan işlerine, onlara yararlı olan şeylere bakıp onları muteber tutmaktır. Meseleleri kıyasa göre değerlendirir. Kıyas yapmak uygun olmazsa elverdiği ölçüde istihsana başvururdu. İstihsan da işlemez hale gelirse o zaman Müslümanların aralarında muteber kabul ettikleri uygulamalara bakar, herkese maruf olan hadisi alır, kıyas mümkün oldukça ona göre kıyas yapar, sonra istihsana giderdi... yani, hangisi daha sağlam olursa ona baş vururdu. İşte Ebu Hanife’nin görüşü budur. Umumun ki de böyle idi.”58

El-Havârizmi, Abdullah b. Mübarek’ten şunu nakleder;

Ebu Hanife herhangi bir konuda konuştuğu zaman mutlaka Kur’an ve Sünnetten bir delile dayanırdı.”59

Abdullah b. el-Mübarek şöyle der;

Hasen b. Umâra, Ebu Hanife’nin bindiği hayvanın üzengisinden tutarak, ‘Vallâhi fıkhi konularda sizden daha beliğ , daha sabırlı, daha hazır cevaplı birisini görmedik. Siz, döneminizin tartışmasız liderisiniz! Aleyhinizde konuşanlar, sadece size hased ettiklerinden dolayı böyle davranmaktadırlar.”60

Bir adam Yezid b. Harun (ö.206)’a;

- İmam Malik’in re’yi mi? Yoksa Ebu Hanife’nin re’yi mi size daha sevimli geliyor? diye sorulunca şöyle cevap vermiştir;

-Malik’in hadislerini yazınız. Çünkü o ravileri iyi seçip, araştırırdı. Ebu Hanife’ye gelince, onun gibisini görmedim. Kiminle fıkhı bir konuda bir tartışmaya girse mutlaka üstün gelirdi. Fıkıh ve Ferâiz ilmi ise, Ebu Hanife ve Ashabına mahsus bir sanat gibidir. Sanki onlar bunun için yaratılmışlardır.”61

Muvaffak b. Ahmed el-Mekki şöyle der;

Bazı kimseler Ebu Hanife’yi (hadis ve) eserleri bırakıp kıyasa başvurduğu suçlamasında bulunurlar ki, bu tamamen İmam’a yönelmiş bir iftiradır. Onun ve arkadaşlarının yazdığı kitaplar gözden geçirilirse görülecektir ki, bir çok meselede O, kıyası terk ederek eseri almıştır. Mesela; namazda gülmenin abdesti de bozması, uzanarak yatıp uyuyan kimsenin abdestinin bozulması, unutarak yiyip- içen kimsenin orucunun bozulmaması gibi.”62


C-FIKIHTA TAKİP ETTİĞİ USÜL

Bizzat Ebu Hanife kendi usulünü şöyle anlatıyor: “Ben evvela Allah’ın kitabında olanları alırım. Onda bulamazsam Rasülullah (sav)’dan gelenleri alırım. Allah’ın kitabında ve Peygamberin sünnetinde bulamazsam o zaman Ashabın sözlerini alırım. Sahabeden gelenleri seçer, birini tercih ederiz. Fakat toptan terk etmeyiz. Bunlardan başkalarına ait olan hüküm ve içtihatlara gelince biz de onlar gibi –ilim- adamlarıyız”63 Fakat iş, İbrahim en-Nehâi, Şa’bi, İbni Sirin, Hasan-ı Basri, Atâ, Said b. el-Müseyyeb... gibi kimselere geldi mi bunlar ictihad yapmış kimselerdir. Onlar nasıl ictihad ettilerse bende onlar gibi ictihad ederim.64

Onun fıkhında başvurduğu delilleri şöyle sıralayabiliriz:
1-Asli deliller: ( Kitap, Sünnet, İcma’, Kıyas )
a-Kitap (Kur’an-ı Kerim): İslam hukukunun olduğu kadar diğer islami ilimlerinde asli kaynaklarından olan Kur’an-ı Kerim’in, teşrî(yasama, kanun koyma)’de birinci kaynak olduğu hususunda Müslümanlar arasında ittifak vardır. Bu hususu beyan ettikten sonra, Kur’anın tarifi şöyle yapılmıştır: “Peygamberimiz Hz.Muhammed’e Arap diliyle indirilmiş, tilavetiyle tezekkür ve tedebbür maksadıyla ibadet edilen, bize sözlü olarak tevatüren nakledilmiş, mushaflara yazılmış, “Fatiha” suresiyle başlayıp “Nas” suresiyle biten kitaptır.”65

Kur’anın Hükümleri:

Kur’an kendi ifadesiyle hiçbir şeyi ihmal etmemiştir.66 Çeşitli konularla ilgili hususları, doğrudan veya dolaylı olarak onda bulmak mümkündür. Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim’in getirdiği hükümleri üç esas noktada toplamak mümkündür;

aa) İmanla İlgili Hükümler

ab) Ahlaki Hükümler

ac) Ameli Hükümler

Kitap, şeriatın tamamı ve temelidir. Sünnet onun anlaşılmasına yardım eder. Asrı saadete yakın yaşamış tefsir alimlerinin ve müctehidlerin yorumları onun anlaşılmasına yardım eden ikinci faktördür. Mesela: “Haccı da Umreyi de Allah için tam yapın”67 ayeti, haccın farziyyetini değil tamamen yapılmasını emreder.

Kur’anın şerhi mahiyetinde bulunan sünnete bakmadan Kur’an’dan ahkam çıkarmaya kalkışılmamalıdır. Eğer sünnette aradığını bulamazsa selefin tefsirlerine bakmalıdır. Çünkü onlar Kur’an-ı herkesten daha iyi bilirler.
b-Sünnet:Rasülullah’ın sözleri, fiilleri, takrirleri ve gerek peygamberliğinden önceki devreye, gerekse peygamberlik devresine ait olsun, ahlaki vasıfları ve siretidir. 68

1) Mahiyeti itibari ile Sünnet üçe ayrılır:

aa)Kavlî Sünnet: Peygamberimizin muhtelif münasebetlerde ve çeşitli maksatla söylediği sözlerdir. Mesela; “Şevval hilâlini görünce orucu yiyin.”69 hadisi buna örnektir.

ab)Fiili Sünnet: Hz. Peygamberin yaptığı işlerdir. Mesela; “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız sizde öyle kılın.”70 hadisi buna örnektir.

ac)Takriri (Tasvîbi) Sünnet: Hz. Peygamberin huzurunda söylenen sözü veya fiili veya öğrendiği gıyabındaki söz ve fiilleri, reddetmeksizin sükut etmesidir. Çünkü, Rasülullah (sav), batıl yahut islamın dışında reddettiği şey karşısında sükut etmez.

2)Sünnetin Kaynak Olarak Değeri
Bütün İslam alimleri sünnetin teşrî’de ikinci asıl kaynak olduğuna da müttefiktirler. Çünkü Kur’an da sünnete uymanın zaruretini ifade eden pek çok ayet vardır. İşte onlardan bazıları;

-Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.”71

-“Kim Rasüle itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur”72

-Resûlüm! de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir”73.

-“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ulülemr’e (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”74
3)Kitaba göre sünnetin yeri;

Kitap karşısında sünnetin fonksiyonu dört türlüdür:



aa)Sünnet bazen Kur’an’daki hükümler uygun olarak gelir. Mesela; Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur; “Hiç bir Müslüman kimsenin malı diğerine helal değildir. Yalnız kendi rızasıyla verdiği müstesnadır.”75 Bu hadis şu ayetle mana yönünden muvafıktır. Allâh-u Teala şöyle buyuruyor: “Ey İman edenler! Aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret hali müstesna, mallarınıza batıl (haksız ve yasak) yollar ile aranızda yemeyiniz.”76

ab)Sünnet bazen kitabın mutlakını takyid, mücmelini beyan, umumi hükümlerini tahsis ve bazı hükümlerini nesh için gelir. Mesala; Allâh-u Teala şöyle buyuruyor; “Hırsızlık eden erkek ve kadının ellerini kesin...”77

ac)Sünnetin kitaba göre üçüncü fonksiyonu ise, Kur’an’ın meskut olarak geçtiği veya hükmünü bildirmediği konularda müstakil olarak hüküm belirtmektir. Mesela; nineye mirastan pay verileceği, ehli eşek etinin ve yırtıcı kuşların etlerinin yenilmesinin haram kılınışı gibi.

Sünnetin tersi Bidat’tır. Rasülullah’ın sözüne, fiiline veya takririne uymayan kimse bidatçıdır.

Sünnetin dinde huccet olduğunda, Müslümanlar ittifak halindedir. Bu duruma şeriatın temeli olan Kur’an-ı Kerim delalet etmektedir:

Namaz, Zekat, Oruç, Hacc, Taharet, Nikah, Talak, Ric’at, Zıhar, Lian gibi kitapta hükümleri belirtilmeyen ahkâmı sünnet belirtir.

El-Evzâi; “bizim için sünnetin kitaba muhtaç olduğundan daha fazla, kitap sünnete muhtaçtır. Şöyle ki; sünnet, kitaptan murad olanı açıklar.”

Sünnetin huccet olması, dinin zarûriyyâtındandır. Bu husus da Müslümanlar ittifak etmişlerdir.


c-İcma: İcmadan maksat, bu ümmetin müçtehitlerinin herhangi bir asırda şer’i bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir.78

Hanefi Mezhebi usül uleması, icmânın kat’i huccet olduğunu zikrederler. Bazı ulema ise, onun zanni huccet olduğunu söylerler.

Fahrü’l-İslam, icmâı üç dereceye ayırır:

1-En Âlâsı sahabenin icmâıdır. Onu mütevatir hadis gibi kat’i tutuyor.

2-Ashabdan sonrakilerin icmâıdır; bu da hadisi meşhur gibidir.

3-İçtihat mevzu olan bir fasılda vâki icmadır ki; o bu hale göre Haber’i vâhid gibidir, zannidir. Şüphe vardır.79



  • Bir asırda bir tek müçtehit bulunduğu zaman onun re’yi icma olamaz.

  • İcmâ’ın oluşun da avamın ittifak etmesine itibar edilmez.

  • Bir beldenin veya ümmetin bir sınıfının müçtehitlerinin ittifakı icma sayılmaz.

  • Ehl-i Beyt’in ittifakı, ancak Şia’ya göre icma olur.

  • İcma ancak bir senede dayandığı takdirde oluşur. Zira senetsiz olan fetva yanlıştır.

  • İcmâ konusu mesele kesin hükümlü olur, münakaşa ve müzakere konusu olamaz.

  • İcmâ’ın delil oluşunun karinesi, ümmetin delalette birleşmesinin muhal oluşudur.

  • İcmâ’a delalet eden ayet-i kerime: “Her kim de kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Peygambere aykırı harekette bulunur ve müminlerin yolundan başkasına uyar giderse, onu döndüğü sapıklıkta bırakırız.”80

  • İcmâyı tespit eden hadisi şeriflerin en kuvvetlisi: “Ümmetim delâlet üzerinde içtima etmez81 dir.

İcmâ’ın dayanağı, bazen kitap ve sünnet bazen de kıyas, örf ve adet vs. içtihat ve nevilerinden olur. Mesela; Domuz yağını haramlığı hakkındaki icma, domuz etinin haramlığına yapılan kıyasladır.82

Hülasa olarak deriz ki, İslam ümmeti çeşitli asırlardan icmâ’ın kesin delil olduğunu kabul etmiştir. Bu yüzdendir ki ümmetin müctehidlerinin re’yine muhalefet edeni fakihler şiddetle reddetmişlerdir. Ne olursa olsun İcmâ’ı inkar eden kafir olur şeklinde mutlak hüküm vermek doğru değildir. Tekfir ile hüküm vermek kolay değildir. Ancak icmâ vardır deyip kesinlikle yapılan bir İcmâ’ı inkara kalkışırsa, o zaman kafir olur. Zira bu takdirde şeriatın bir kısmını inkar etmiş olur.



d-Kıyas: Nass’a dayanan meselenin hükmünü, içtihat yoluyla, aynı illeti taşıyan ve nass’la belirtilmemiş mesele için vârid görmektir.”83

Rivayete göre Ebu Hanife şöyle derdi;

Vallâhi, bizim kıyası nass’a takdim ettiğimizi söyleyen yalan söylemiş ve iftirada bulunmuştur! Nass varken hiç kıyas’a ihtiyaç duyulur mu?”

Yine bir defasında,

Biz önce Kitabı, sonra Sünneti, sonra da Sahabenin görüşlerini alır, üzerinde görüş birliğine vardıkları şeyle amel ederiz. Eğer bir konuda Sahâbiler ihtilaf etmişlerse, iki meseleden birinin hükmünü –aradaki ortak illetten dolayı- kastedilen anlamın kolayca ortaya çıkması için diğeri ile kıyas ederiz.”84


Yüklə 370,38 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin