Edebî eserler yoluyla irade eğİTİMİ



Yüklə 77,08 Kb.
tarix09.01.2018
ölçüsü77,08 Kb.
#37432

EDEBÎ ESERLER YOLUYLA İRADE EĞİTİMİ
1 2Halide Gamze İNCE

Birey olma bilincinin tüm değerlerden üstün tutulduğu 21. yüzyılın modern toplum anlayışında özgür iradenin, irade eğitiminin önemli yeri vardır. Bilgiye ulaşmanın her geçen gün biraz daha kolaylaştığı bir çağda insanlar arasındaki farkın bilgileri ile iradeleri arasındaki bağlantıdan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Çünkü sınırsız bilgi ve iletişim olanakları bireyi çıkmaza sürüklemekte, birey doğru olanı seçmek konusunda da çoğu zaman kişilerin yahut grupların etkisi altında kalmaktadır. Bugün dünyanın en çok izlenen filmleri de, en çok satan kitapları da bireyin özgürleşmesinden, toplumsal baskılara meydan okumasından ve temelde insan iradesinden bahsetmektedir.

Farklı insanlık maceralarıyla insanı insana anlatan edebiyat, edebî eserler yoluyla gençlerin yaşantılarını da zenginleştirir. Her yaşta düzeylerine uygun ve iyi seçilmiş edebî metinlerle karşılaşan gençlerde estetik zevk, ahlâkî duyarlılık, kişilik gelişimi, sosyal ilişkiler, dil becerisi gibi kazançlar elde edilecektir.

Bu bağlamda çalışmamızda irade eğitimi ışığında; özgür irade-güdülere boyun eğiş, çalışmak-tembellik, düşünmek-merak-tesadüf-zekâ başlıkları altında üç eserde kişilikleri inceleyecek ve pedagojik çıkarımlarda bulanacağız. Benim Üniversitelerim’ de (Gorki) Peşkov’ un, Bir Bilim Adamının Romanı’nda (Oğuz Atay) Mustafa İnan’ın, İçimizdeki Şeytan’da (Sabahattin Ali) Ömer’in karşılaştıkları zorluklara verdikleri tepkilerin, toplumsal gündemin kişilikleri üzerinde kurduğu baskıların analizini yapacağız.

Özellikle ortaöğretim öğrencileri için başarıya giden yolda özgür iradeyi, çalışmayı ve düşünmeyi vurgulamak, mücadeleye hazırlıklı olmak açısından Gorki’ nin eserlerinin çok dikkat çekici olduğu kanısındayız. Ancak sadece Gorki’den –yabancı bir yazar- vereceğimiz örnekler yeterli olmayacaktı elbette ve biz de başarıya giden yolun mücadelelerle dolu olduğunu göstermek açısından Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı”nını da yazımıza dâhil etmeyi düşündük. Böylelikle iki başarı öyküsünü, hitap edecekleri öğrencilerin kişilik gelişimleri, sosyal ilişkileri, ahlakî duyarlılıkları bakımından değerlendirmiş olacaktık. Ancak zıtlıkların da gösterilmesi, asıl konuyu desteklemiş olacağından öğrencileri iradesiz bir kişilikle de tanıştırmanın gerekliliği ortaya çıktı. Roman kişisinin başarısızlığının nedeni konusunda Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan”ı, verdiği mesajla pedagojik açıdan oldukça faydalı olacaktı. Çünkü Sabahattin Ali’nin üç romanının kahramanı da değişik nedenlerle çevreleriyle uyum sağlayamayan kişilerdir. ( Önertoy, 1984)

Bu üç eserin oluştuğu ortamlarda sosyal, kültürel, siyasal farklılıklar elbette kaçınılmazdır. Ancak biz özellikle ortaöğretim öğrencisinin karşılaştığı bu metinlerden -üç başlık altında incelediğimiz- iradî unsurlarla ilgili çıkarımlarda bulunmasını amaçlamakta, pedagojik fayda gütmekteyiz. Amacımız metinlerin bütününü, eserlerin alt yapılarını karşılaştırmaktan çok metinlerin iradî unsurlara bakışını ve eğitimde kullanılış açısını değerlendirmektir.


ESERLER KİŞİLER VE EYLEMLERİ

Çocukluğum ve Ekmeğimi Kazanırken’den sonra kaleme aldığı Benim Üniversitelerim, Gorki’nin zorluklarla geçen gençliğinin öyküsüdür. Kunduracı çıraklığı, aşçı yamaklığı, kuş avcılığı, eskicilik, tezgâhtarlık, inşaatçılık, bulaşıkçılık, fırıncılık, liman yükçülüğü gibi birçok işte çalışır Gorki. Tembelliğin, iradesizliğin, kötülüğün, aptallığın bütün toplumsal baskılardan daha ağır bir ceza olduğunu dile getirmeye çalışır. Peşkov, bir arkadaşının üniversitelerin onun gibi insanlara ihtiyacı olduğu yönündeki teşvikiyle üniversitede okumaya karar verir. Kazan’a gelir, ancak üniversiteye girme fırsatı bulamaz. Çünkü yaşayabilmesi için sürekli çalışması gerekmektedir. Hayat onu “benim üniversitelerim” dediği birçok ortama, maceraya sürükler. Zorluğun, açlığın, yoksulluğun yanında tanıdığı, her şeye rağmen ümitli olan, çalışkan ve mutlu insanlar ona çok şey öğretmişlerdir. Hayat üniversitesinin tüm kürsülerine girme imkânı bulur Peşkov.

1928’de Milli Eğitim Bakanlığının sınavını kazanarak Almanya’ya giden Sabahattin Ali ise, orada Turgenyev, Knut Hamsun, Heinrich Von Kleist, Hofman ve en önemlisi Gorki gibi yazarlardan etkilenir. (Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, 2002: 335). İçimizdeki Şeytan’da, Darülfünûn’un felsefe bölümünde altıncı senesini okuyan, aynı zamanda postanede memurluk yapan iradesiz, tembel, anlık arzularının esiri olan bir genci, Ömer’i anlatır. Ömer’e göre çalışmak ve azmetmek tesadüfler dururken çok anlamsızdır. Özgür iradesini kullanmak konusunda hiçbir zaman başarılı olamamıştır. Konservatuarda okumak üzere Balıkesir’den İstanbul’a akrabalarının yanına gelmiş olan uzak akrabası Macide’ye âşık olur. Babasının ölümü üzerine akrabalarıyla tartışan Macide, Ömer’le yaşamaya başlar. Ancak Ömer’in iradesizliği, tembelliği ve zorluklara karşı korkak tavrı Macide’nin Ömer’den soğumasına neden olur. Bu sırada Ömer de yoksulluk ve çaresizlik duyguları içinde şantajla para almaktan hırsızlığa kadar bir sürü kötü işe bulaşır. En sonunda arkadaşlarıyla birlikte, siyasi bir suçtan ötürü hapse atılır. Ömer, zaten Bedri’de gönlü olan Macide’yi Bedri’ye emanet eder ve böylelikle bir sorumluluktan daha kurtulmuş olur. Peşkov’un çalışkan, azimli ve yılmaz tavrına karşılık Ömer’de tembel, iradesiz ve sabırsız bir tavır görmekteyiz.

Ve yine Mustafa İnan, tıpkı, bir arkadaş teşvikiyle üniversite okumaya gelen Gorki gibi bir arkadaşının teşvikiyle fen fakültesini bırakarak mühendis mektebine girer.

Oğuz Atay, mekanik profesörü Mustafa İnan’ın hayatını anlattığı biyografik romanında “insana değer vermeyen toplumun her kesimine” yönelmiş ağır bir eleştiri de vardır. Tanımlama, iç monolog ve bilinç akışı tekniğine kadar zengin bir anlatımın sergilendiği romanın Bildungs romana yaklaşan bir tekniği vardır. (Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, Yky). Anadolu’nun küçük bir şehrinden kopup gelen İnan, tüm zorluklara göğüs gererek yurt dışında doktora yapan ilk bilim adamı olur. Bir ekol yaratır ve binlerce mühendis yetiştirir. Tübitak’ın Bilim Adamı Yetiştirme Grubu’na ait bir proje kapsamında yaşama geçirilen bu eserle gençlerin bilimsel araştırmalara özendirilmesi amaçlanmıştır.

1. ÖZGÜR İRADE- GÜDÜLERE BOYUN EĞİŞ

Bir takım motiflere göre eylemi belirleme gücü. Eyleme ilişkin ruhsal güçlerin tamamı, yapabilme gücü. Özgürlüğü ihtiva eden istek.”(Bolay, 1997: 229) olarak tanımlanan irade, bireyi seçimleriyle baş başa bırakır. Dünyanın arkasındaki asıl gerçekliğin irade olduğu konusu farklı biçimlerde Nietzsche, Bergson, James ve Dewey gibi birçok çağdaş felsefeci tarafından dile getirilmiştir. (Russell, 2001: 346) Ancak ‘irade’ en keskin hatlarıyla Schopenhaur’da işlenir. Schopenhaur, insanlar arasındaki temel farkın bilgileri ile iradeleri arasındaki farklı bağlantıdan kaynaklandığını savunur. O, akılsız insanı karakter kazanmadan rasgele yaşayan, hayatında bilginin payının çok az olduğu, kendini sezemeyen insan olarak niteler.

Kendi zaaflarını keşfetmiş, bilgiyi hayatın zorluklarına karşı kalkan edinmiş birey elbette başarıyı yakalayacaktır. Modern insanın çıkmazları ve yabancılaşması hususlarında önemli teşhislerde bulunan Fiedrich von Schiller’in dediği gibi “İnsanı büyük veya küçük yapan kendi iradesidir.”

Halkının üçte ikisinin çocuklarını dövdüğü, ailelerin yarısında kadınların dövüldüğü, yine ailelerin yarısının çocuğunun okulda öğretmenlerinden dayak yemiş olduğu, üstelik halkın yarısının çocukların dövülmesini gerekli gördüğü, halkın dörtte birinin erkeklerinin karılarını dövmesini olağan karşıladığı bir Türkiye’de bireyin özgür iradesinden, yerleşik bir irade eğitiminden söz etmek çok gerçekçi olmasa gerek. (Kongar, 1998: 601) Bu bağlamda temeli küçük yaşta ailede atılan irade eğitimine okullarda devam edilmesi; çağa ayak uyduran, kişilikli ve sağlam bir toplum olma yolunda ilerlemenin ilk adımları olacaktır.

İrade eğitiminde bireye hem dış dünyayla ve onun zorluklarıyla mücadele etme, hem de kendi iç dünyasıyla duyguları, düşünceleri, kararlarıyla mücadele etme yeteneği verilmelidir. İşte edebi eserler yoluyla da irade eğitimi konusunda birey önemli kazanımlarda bulunur. Eserlerde karşılaştığı, içselleştirdiği kişilerin olaylar, zorluklar karşısında verdiği tepkiler metin altı sorularıyla öğrenciye sorulur. “Siz olsaydınız bu durumda ne yapardınız?” gibi sorularla öğrencinin bakış açısı öğrenilmeye çalışılır. İşte eserlerde iradeli kişilerle, güdülere boyun eğen kişiler işlenirken, pedagojik açıdan öğrencinin kendi hayatında da istendik davranış değişiklikleri yapmaları beklenir.

Sabahattin Ali’nin eserlerinin çoğunda kahramanların, -Kuyucaklı Yusuf da, Kaymakam Selahattin Bey’de ve özellikle Ömer’de - gördüğümüz en bariz özellikleri iradesiz olmalarıdır. Sabahattin Ali’nin kişileri çevrelerinin ürünüdürler. (Günyol, 1984) “Trajik son, gelgitli yaratılış, düşünce ve davranışlardaki fırtına… Hepsi de Sabahattin Ali’nin eserinde olanca acısıyla duyumsanır.” (İleri, 2006: 8) Kahramanların böylesine ‘hiç’lik zehabına kapılmaları, meşhur Adem Kasidesi şairi Akif Paşa’yı hatırlatır. (Korkmaz, 1997: 263) Bu durum Sabahattin Ali’de Akif Paşa’daki kadar felsefi bir derinlik kazanmasa da etkisini gösterir.


1.1. Şeytan
Dinlerde ve mitolojilerde insanı kötülüğe sürükleyen Şeytan, edebiyatta da kişileri hedefe varmaktan uzaklaştırmaya çalışan bir varlıktır. İyiliğin varlığını kötüden hareketle göstermek gerekirse Şeytan oldukça etkili bir unsur olacaktır. Şeytana karşı koyan özgür iradesini kullanıyor demektir. İnsan iradesinin Şeytan’la ilişkisinin en güzel işlendiği eser kuşkusuz Goethe’nin Faust’udur. Mephistopheles yaptığı tüm kötülüklere rağmen Faust’ un üstesinden gelemez. Bir buçuk yıl kadar Almanya’da yaşayan Sabahattin Ali’nin, elinden alındığı için özellikle üzüldüğü bir kitaptır Faust ve Goethe’den etkilenmemiş olması imkânsızdır.

“İçimizdeki Şeytan” da Ömer, içindeki şeytanı şöyle anlatır:“ İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var…İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.” (S.256)

Ömer’in bir mecmuada okuyup çok etkilendiği şiirin adı da Şeytan’ dır. Ve yine iradesini istediği yöne çekip götürdüğünü söylediği şey de şeytandır. Şeytan nereye çağırırsa oraya gitmektedir.

Oysa Ömer’e tüm bu kötülükleri yaptıran şeytan, Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamı’nın Romanı’nda ki Mustafa İnan’a çalışma azmi, istek ve güç vermektedir. “Özellikle babasının, ‘Bu çocuk ne zaman ders çalışıyor?’ diye yakınmasından uzaktı. Bir gün dayanamamış, ‘Geceleri şeytanlar çalıştırıyor beni.’ diye karşılık vermişti Hüseyin Avni Bey’e.”

İradesi ona olur olmadık şeyler yaptırır. Kimi zaman saatlerce oyalanır, arkadaşlarına hayır diyemez. Sabahattin Ali’nin, kendi hayatında da Ömer’i görür gibiyiz. Filiz Ali babasını anlatırken sanki Ömer’i anlatır:

Annemin babamdan tek şikâyeti olsa olsa akşam yemeğine geç kalması, eve gelirken sokakta birilerine takılması ve onları da eve getirmesi idi.” (Ali, 1997: 73)


Zaten Ömer, bütün patavatsızlığına rağmen, kendisinden bir şey isteyen bir insana ret cevabı vermeyi hemen hemen asla beceremeyen kimselerdendi. Çok kere acele bir iş için yolda giderken herhangi geveze bir arkadaşı onu lafa tutabilir ve yarım saat saçma sapan konuştuğu halde Ömer onu bozmaya ve ‘yeter, işim var!’ demeye muktedir olamazdı.”(Ali, s.122)

Beni istenilen yere çekip götürmek ne kadar kolay? İrademi bu hususta kullanmaya hiç alışmamışım.” (Ali, s.127)

Kimi zaman da arzularının esiri olur. Karısı Macide de onun bu güçsüzlüğünün farkındadır. Ve Macide’yi en çok yoran da Ömer’in iradesizliğidir. Macide’de de iradesiz bir kişilik çizildiğini görürüz. Muhafazakâr bir ailenin kızı olduğu halde Ömer’in aşkını hemen kabul eder, akşamları geç saatlere kadar onunla gezer, onunla nikâhsız aynı yatağı paylaşır, Ömer’le anlaşamadıklarını gördüğünde hemen Bedri’yi düşünmeye başlar, zaten sonunda da uzun uzadıya düşünmeden Bedri’ye gider. Ancak eserde çizilen daha baskın iradesizlik Ömer’in üzerindedir:

Kocasının bu bir anlık arzuları ve onlara mukavemet edemeyişi, daha doğrusu iradesini kullanmayı asla bilmemesi bazan daha can sıkıcı vaziyetler doğuruyordu.” (Ali, S.169)

Hayatta kendi düşüncelerim ve kararlarımdan başka birtakım kuvvetlerin emri altına girmek asla tahammül edemeyeceğim bir şeydi. Aynı zamanda, seninle beraber bulunduğum müddetçe, nedense irademi kullanamadığımı gördüm.” (Ali, s. 240)

Kendine engel olamaz şantajla iş arkadaşından para alır, hırsızlık bile yapar, karısından şüphelenir ve en sonunda da onu bir malı verirmişçesine Bedri’ye verir. Üstelik iradesine söz geçirememesi artık bir alışkanlık haline gelmiştir:

Avcunun içindeki şeyi süratle tezgâhın üstüne bırakıp dışarı fırlamak istiyor, bütün iradesine rağmen buna muvaffak olamıyordu. Sağ koluna felç gelmiş gibiydi.” (Ali, s.146)

Ömer, vicdanının sesi kulaklarında çınlasa da yapacağından geri kalmaz. İyinin de kötünün de farkında olmasına rağmen içindeki şeytan onu hep kötüye götürür. Kendiyle hesaplaşması hiç bitmez. Schopenhaur doğu felsefelerindeki kadercilik anlayışına yakın olarak, insanın acı ve kederden kurtulmasını kendisini iradenin emrine bırakmasıyla açıklar. Sabahattin Ali’nin Ömer’i de acı ve kederden kurtulmak için oradan oraya savrulmaktadır:

Ne zaman irademe müracaat edersem büyük bir yorgunluk duyuyorum…” (Ali, s. 71)

Hayatı boyunca çok zor şartlarda çalışan ve bu zorlu koşullarda bile iradesinin verdiği sarsılmaz güçle çoğu zaman kötü koşullardan kurtulan Gorki’nin Benim Üniversitelerim eserinde ise Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan’ının aksine toplumsal baskılara meydan okumak, iradeli olmak ve güçlü olmak unsurları vurgulanır:

Dışarıdan hiçbir yardım beklemiyordum. Herhangi bir mutlu rastlantı da beklemiyordum ama yavaş yavaş iradi düşüncemin güçlendiğini hissediyordum. Hayat şartları güçleştikçe, ben de kendimi daha güçlü ve akıllı buluyordum. İnsanı insan yapan şeyin çevresine gösterdiği direnç olduğunu çok erken anlamıştım.” ( Gorki, 10)

İradesizlik kahramanları kimi zaman yolun sonuna gelindiği fikrine götür. Ömer’in aklından ölüm fikri geçer:

Bana öyle geliyor ki, hakikaten yapabileceğimiz bir tek iş vardır, o da ölmek. Bak, bunu yapabiliriz ve ancak bu takdirde irademizi tam bir şey yapmakta kullanmış oluruz.” (Ali, 14)

Maksimic Aleksey Peşkov, zorlukların çoğaldığı günlerin birinde intihar ederse de mermi sadece ciğerine küçük bir delik açar:

Aralıkta kendimi öldürmeye karar verdim. Çarşıdan dört mermili bir tabanca satın aldım ve kalbime isabet edeceğini hesaplayarak göğsüme dayayıp ateş ettim.” (Gorki, 112)

Sabahattin Ali’nin kişilerinin ruhsal dengesizliğinin temelinde toplumsal düzenin baskıcı tavrını ve iradenin devre dışı bırakılmasını bulan Selim İleri, onları birer kurban gibi görür.

“ ‘Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat’ peşindeki bu insanlar, kendilerinin ve kendilerini hazırlayan toplumsal yapının kurbanı olurlar.” (İleri: 2001: 676)

Çok zor şartlarda okumaya devam eden ve iradesinden ve doğru düşünmekten aldığı güçle başarıya ulaşan bir diğer kahraman da Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı’ndaki Mustafa İnan’dır. İnan çalışmak, düşünmek, okumak ve paylaşmak üzerine bir hayat kurar. Bunlar dışında hiçbir unsur onu değiştiremez, iradesini hep bu yönde kullanır:

Aklın ve ilmin rehberliğinden ayrılmamak.” (Atay, s. 225)

Prof. Mustafa İnan, iradesinin verdiği güçle TÜBİTAK bilim ödülüne lâyık görülür. O, kişilerin olduğu kadar toplumlarında kendi kabiliyetlerini kaybetmelerine dayanamaz. Mustafa İnan’da birey olarak ortaya çıkabilmenin, toplumsal baskıları yıkabilmenin önemini vurgulamaktadır:

Birey olarak ortaya çıkmadıkça, uyuşuk felsefemizden vazgeçmedikçe ve tek tek katkılarımızı insanlarımızdan esirgedikçe bizi kim değiştirebilir? Belki de sen de Dünya Bankası’ ından kredi almamızı bekliyorsundur.” (Atay, s.67)

Kendi kabiliyetlerini durmadan kaybeden milletlerin, seviye farkını kapatmaları hiçbir zaman beklenemez, dolayısıyla da dünya barışına hizmet edilmiş olamaz.” (Atay, s. 93)

Atay, “Günlük”de irade konusuna değinmiştir:

Halit Ziya’da bana yakın gelen bir yön de, kahramanlarının sürekli olarak kendileriyle hesaplaşmaları. Evet, zayıf iradeleri ve önleyemedikleri kaderleri sonucu bu hesaplaşmadan yenik çıkıyorlar ama, onlar için tesadüflerin oyuncağı denilemez, bilinçsizce kaderlerine kapılıp gitmezler bu insanlar. Olayların akışı içinde ve sonunda içinde bulundukları durumları kendilerine açıklayarak suçlu olduklarını ve sonuçtan sorumlu olduklarını hissederler. (Atay, 1990:188-190)


2. ÇALIŞMAK-TEMBELLİK

Kunduracı çıraklığı, aşçı yamaklığı, kuş avcılığı, eskicilik, tezgâhtarlık, inşaatçılık, bulaşıkçılık, fırıncılık, liman yükçülüğü gibi birçok işte çalışan Gorki, yoksulluk, açlık ne kadar sıkıntı varsa yaşar ancak ümidini kaybetmez, bir gün aydınlığa kavuşacağı umuduyla çalışmaya devam eder:

Ama sonbahar geldi; yaşayabilmem için sürekli çalışmam gerekiyordu.” (Gorki, s.42)

Akşamın altısından öğleye kadar çalıştığım için gündüzleri uyuyordum.” (Gorki, s. 66)

Bugün bile yüreğime tatlı bir sarhoşluk veren çalışkan hayatın müziğiyle Volga da beni kendine çekiyordu. İlk defa destansı şiirini hissettiğim günü çok iyi hatırlıyorum.” (Gorki, s.28)

O geceyi bir daha tadamadığım büyük bir sevinç içinde geçirdim; bütün hayatımı yarı çıngınlık sayılacak bu çalışma heyecanı içinde geçirme arzusu ruhumu yakıyordu.” (Gorki, s.31)

Ve öğleden sonra saat ikiye, mavnadaki yükler boşaltılıncaya kadar bu yarı çıplak insanlar sağnağın ve keskin rüzgârın altında durup dinlenmeden çalıştılar; bu insanlara yüreğim saygı ile dolarken, insan dünyasının güçten kuvvetten yana ne kadar zengin olduğunu anladım.” (Gorki, s.32)

En az çalışmayla en çok yarar sağlamak, bütün gerçekleşmeyen, düşsel şeyler gibi çok çekici ve heyecan vericiydi.”(Gorki, s.58)

Ömer ise neredeyse intiharı çalışmaya yeğleyecek durumdadır:

Canı sıkılarak kalktı, odasına döndü ve akşama kadar masasında gayret ve çalışkanlık hisleriyle dolu olarak boş oturdu.(Ali, s.121)

Çalışacak vakit bulamıyorum. Hele burada çalışmak, intihar etmekten farklı bir şey değil!” (Ali, s.165)

Ne yapacağını bilmediği ve düşünmek kendisine güç geldiği anlarda müracaat ettiği bir çare vardı: kaçmak.” (Ali, s.130)

Bugün toplum olarak kolaycılığa ve hazırcılığa meyilli oluşumuz eğitim sistemimizin de bir çıkmazı olmuş durumdadır. Zorlukları başarının değerini arttıran süsler gibi gören Moliére gibi düşünmek, istenilen hedefe ulaşmanın çoğu zaman zorlu bir süreç olacağını öğrencilerimize anlatmak gerekmektedir. Hayatta hiçbir güzellik emek sarf etmeden kazanılmaz. İşte Maksimiç Aleksey Peşkov da, Rusça ‘acı’ demek olan Gorki takma adını belki de bu yüzden alır. Benim Üniversitelerim’in Romas’ının dediği gibi:

İnsanlar acıyla ve zorla öğrenirler ama böyle bilgiler daha derine yer eder.” (Gorki, s.122)

Bir bilim adamının hayatında ise tembelliğin yeri olamazdı. Kaldı ki İnan, hayatın hangi alanında olursa olsun tembelliğe asla tahammül edemez, toleranslı davranamazdı:

Dertli bir gününde gene, ‘Şu bahiste takıldım Mustafa’ diye bir arkadaşı yakasına yapışmıştı. ‘Ulan ,’ dedi Mustafa, ‘Şunu bir kere okusan anlarsın ya, tembellikten okumuyorsun.” (Atay, s.78)

Mustafa İnan çevresine baktıkça, sonraları kendisini çok düşündüren ‘düşünme tembelliği’ meselesinin farkına varıyordu. Düşünmek zordu, düşünmek büyük bir enerji istiyordu. Hele yaratıcı düşünce için çok yorulmak gerekiyordu; belki sağlam kafa sağlam vücutta bulunuyordu ama galiba sağlam vücutlar, Mustafa Bey’in nahif bedeni kadar yorulmak istemiyordu, ya da bu sözde bir eksiklik vardı; belki de bu söz, daha uzun bir cümlenin parçasıydı.”(Atay, s.88)

Oğuz Atay’ın eserinde profesörle genç, İnan’ı konuşmakta ve onun hayatından karşılıklı dersler çıkartmaktadırlar:

İşte delikanlı, ilkokul sıralarından başlayarak ‘kendi bacağından asılan koyun’ felsefesiyle yetiştirilenlere asla itibar etmeyeceksin. Onların arasından ülkeye yararlı birinin çıktığı görülmedi. Çıkarcıların sana hiçbir zaman engel olamayacağını bileceksin. İşte bu durumlar ve şartlar altında endişelere kapılmadan önce ne yapabileceğini düşüneceksin. Ve hiçbir zaman düzen bozukluğunu mazeret göstermeyeceksin. Başarısızlıklarını bozuk düzenin sırtına yüklemen belki seni ferahlatır, fakat kurtarmaz.” (Atay, s.263)

“Tembellik, ölümün küçük kardeşi; sefalet, hayatın büyük düşmanıdır.” Diyen Namık Kemal bu sözüyle, zorluklara tahammülü olmayan, Darülfünûn’un felsefe bölümünde 6. yılını okuyan aynı zamanda da memuriyetini tembelliği yüzünden sürekli ihmal eden Ömer’in durumunu tasvir etmektedir sanki:

Aydan aya kırk iki lira yetmiş beş kuruş ücret aldığı vazifesinin adını bile bilmiyordu. Muhasebede oturuyor ve hemen hemen hiçbir şey yapmıyordu.”(Ali, s.73)

Halbuki derste devamsızlığı ve hâlâ mektebi tamamlayamaması parasızlıktan filan değildi. Okutulanlara ve bilhassa okutanlara karşı içinde yenilmez bir itimatsızlık, sebepsiz bir lakayt vardı. Bunun sebeplerini ne kadar dışarıda aramaya çalışsa da asıl illetin kendi acayip kafasında olduğunu biliyor, herkesten evvel kendini kandırmak için önüne gelene böyle masallar uyduruyordu.” (Ali, s.75)


İlk görüştüğümüz gün beni tanımadan, dinleyip dinlemeyeceğimi bilmeden ne kadar çok konuşmuştu. Hep böyle… Harikulade başlıyor ve hemen arkasını bırakıyor… Belki tembellikten, belki nereye vardıracağını bilmemekten…” (Ali, s.254)


3. DÜŞÜNMEK-MERAK-TESADÜF-ZEKÂ

Düşünmek, insan çabasını belirli bir amaca ya da sonuca yönlendirmeyi, güçlükleri ve problemleri önceden kestirebilmeyi ve sorunlara hazırlıklı olmayı sağlar. Ayrıca kavramların oluşumunda ve gelişiminde, kavram zenginliğinde ve sağlamlığında düşünmenin yakın ilgisi vardır. (Doğan, 2005: 167) “eleştirel düşünme”, “yaratıcı düşünme”, “bilimsel düşünme”, “mantıklı düşünme”, “ıraksak düşünme”, “yansıtıcı düşünme”, “üretici düşünme” gibi terimlere psikoloji alanında sık sık rastlamakla birlikte düşünmenin farklı boyutlarının eğitim alanında da deneysel çalışmalarla yansıtılması gerekmektedir. Doğru düşünmeyi, düşünmenin arka plânındaki gerçeği, düşünmenin önemini kavramak açısından okullarda verilecek olan düşünme eğitimi, uzun ve yorucu bir eylem olan düşünme eyleminin sonucunda tüm disiplinlerin temelinde yatan gerçeğin çözümlenmesinde de etkili olacaktır.

Mustafa İnan, düşünmenin tüm zorluğuna rağmen sonunda spekülasyondan ve dogmalardan uzaklaşmak için tek çare olarak görmektedir:

Düşünmek, ilmî araştırmalar sonunda sabit olmuştur ki, çok enerji (kalori) sarf edilmesi icap eden fizikî bir olaydır. Bu enerjiyi bulamadığı için veya sarf etmek külfetine doğuştan istekli olmayan insan yavrusu ise, böyle bir işe karşı daima tembellik içindedir. Her fırsatta ondan kaçmak yolunu bulur. Onun için, düşünme sporu ile bu işe alıştırılması ve düşünme sanatını öğrenmesi gereklidir.



Mustafa İnan bu sporu çok yapmış ve bütün çevresine yaptırmaya çalışmıştı. ‘İnsanları kendi hallerine bırakmaya hiç gelmez.’ diye düşünüyordu.” (Atay, s.143)

Düşünmek çok enerji isteyen bir iştir. Düşünmek çok zor bir spordur. Futbolcuların ‘kondüsyon’u için bu kadar para harcanırken, bizleri neden kötü kondüsyona mahkûm ediyorsunuz?” (Atay, s.238)

İnan yine, toplumsal baskılara, anlamsız kurallara meydan okumaktadır:

Düşünmek genellikle uzun ve yorucu bir ‘vetire’ idi; insan da bu uzun zinciri bir yerinden koparınca spekülasyona sapar ve dogmatik prensiplere sığınırdı.” (Atay, s.157)


İnan, hayatı boyunca tüm kararlarını düşünerek almıştı. O, anlık arzularına yenik düşen Ömer’in aksine hayal kırıklığına uğramamak, yanlış yollara sapmamak için uzun uzun düşünüyordu. Mustafa İnan, “Metodlu düşünmeyi alışkanlık haline getirmeyi öğrenmedikçe tahsilin hiçbir kıymeti yoktur.” diyen Dimnet gibi metodlu düşünce üzerinde durmuştur:

Fakat çocukluğundan beri her işi ciddî ve uzun uzun düşünmeye alışmıştı, her zaman büyük adam gibi davranırdı Mustafa Bey.” (Atay, 109)

“Düşünmek, ruhun kendi kendisine konuşmasıdır.” diyen Eflâtun gibi Mustafa İnan’a göre da düşünme bir tür konuşmaydı:

Düşünmek sanatı da ‘mükteseptir’, yani sonradan öğrenilir. Çocuklarımıza durmadan tekrarlıyoruz: Muhakkak yabancı dil öğren! ‘Düşünmeyi öğren!’ derseniz bir hakaret oluyor. Düşünmeyi öğrenmek de, herhalde yalnız düşünmenin kanunlarını bilmek değildir. Belirli problemleri kurmaktır. Çoğumuz, problemleri yanlış kurduğumuz için, daha baştan çözümsüzlükle karşılaşırız.



Düşünmek Mustafa Hoca’ya göre ‘derunî bir konuşma’ idi.” (Atay, s.154)

İnsanımızın en temel eksikliğinin az ve yanlış düşünmek olduğunu söylüyor ve bu elzem sorunu çözmek için çareler arıyor, her yerde her fırsatta doğru düşünmenin gerekliğini anlatıyordu:

Mustafa Hoca, hayal kırıklığına uğramamak için insanlara doğru düşünmenin öğretilmesini istiyor. Okullarda matematik, fizik, kimya uygulamalarının yanı sıra ‘düşünme egzersizleri’nin de yaptırılmasını öğütlüyor.” (Atay, s.158)

İnsanlarımızı önce düşünmeye, doğru düşünmeye sevk etmek lâzım. Konuştukları dili düşünsünler, kullandıkları kelimeleri düşünsünler ve her şeyden önce de bir bilimsel araştırma yaparken ne yaptıklarını, ne yapmak istediklerini, nereye varmak istediklerini düşünsünler.” (Atay, s. 176)

Yani sözün kısası kendi istediğiniz bir şeyi yapmaya, insanlara örnek olmaya çok vaktiniz vardır. Söylemeyi zait addediyorum ama esaslı düşünmeye çok vaktiniz vardır, her şeyden çok bunu yapmaya gücünüz vardır.” (Atay, 218)

Bir Bilim Adamının Romanı’nı kaleme alan profesör ve birlikte çalıştığı genç de İnan gibi, düşünmenin gerekliliğini ve ne yapılmasının icap ettiğini konuşurlar:

“ ‘Lisede pek bir şey öğrenmediğimiz anlaşılıyor,’ diye üzüldü genç adam. ‘Sistemi anlamak için,’ dedi profesör, “Daha doğrusu, sistemin gerisindeki matematik düzeni anlamak için, formüllerin gerisindeki matematikçiyi, onun nasıl düşündüğünü sezmek gerekiyor. Bunu öğretmiyorlar size; belki liseden sonra da öğretmiyorlar. Matematikçinin neden ve nasıl düşündüğünü hiçbir zaman bilmiyorsunuz belki.” (Atay, s. 70)
Yaşamaktan kolay değildir düşünmek ve çoğu zaman da Gorki’ye yaşanılandan daha fazla ıstırap vermektedir:

Hayatı düşünmenin, bu hayatı yaşamaktan daha kolay olmadığını anlamaya başlayarak bazen içlerinde çalıştığım bu olağanüstü sabırlı insanlara karşı büyük bir kin duyuyordum.” (Gorki, s.47)

Bugün olayların sebeplerini merak eden, sorgulayan, sorgulamalarının peşinden giden bireyler yetiştirmek isteyen eğitim sistemimiz, merkezde öğrencinin olduğu bir öğretim sistemini benimsese de öncelikle bilimsel araştırmalara ve üreticiliğe karşı öğrenci merakını tetikleyen, eleştirel düşünme becerisine sahip öğretmenler yetiştirme zorunluluğundadır.

Tübitak tarafından da ödüle lâyık görülen, seçkin bir bilim adamı olan İnan gördüğü her şeyi merakla araştırıyordu:


Bu dünya insan için bitmez tükenmez merak kaynağıydı. Bir gördüğünü bir daha unutmuyordu Mustafa. İnsan gördüğü her şeyin esasını merak ederse, onun neden öyle olduğunu araştırırsa, günün birinde kendi işinde muhakkak yararlanır bundan.” (Atay, s. 35)
Allahtan bu çocukta her şeye karşı merak vardı.” (Atay, s.34)
Mustafa her formülün nereden geldiğini araştırmadan içi rahat edenlerden değildi.” (Atay, s.89)
Her şeyin aslını öğrenmek gerekiyordu bunun içinde her şeyi merak etmek gerekiyordu. Bu soluk benizli çekingen insanda işte bu merak fazlasıyla vardı.” (Atay, s.55)
Ve derinliği olan bir insan sıfatıyla da merak ettiği her şeyi gerçekten bilmek istiyordu, her şeyi gerçekten merak ediyordu. İnsanları birleştiren unsurları merak ettiği için, çeşitli konular arasında gerçek bağları da merak ediyordu.” (Atay, s.235)

İnan, bildiği her şeyi etrafındakilerle paylaşmaktan büyük zevk duyuyordu. İyi bir öğretmendi. Sadece alan bilgisinden değil hayata dair tüm bildiklerinden faydalanılmasını istiyordu. Merak konusunda da öğrencilerini aydınlatıyordu:

Bakın binlerce yıl önce bu topraklarda yaşayan Eski Yunan gibi meraklı olmalısınız, her şey neden öyle oluyor diye.” (Atay, s.53)

Yorgun ve hasta olduğu zamanlar da alanıyla ilgili bilimsel çalışmaları bıraksa da hayatla, sanatla, dille ilgili meraklarının peşinden koşmayı bırakmazdı Mustafa İnan. Bu özelliği de onun epeyce dağılmasına neden oluyordu:

Çevresindeki her şeye ciddi bir merakla eğildi ve belki de bu yüzden biraz dağıldı.” (Atay, 187)

Hayatı, sorgulamalarla ve merakının onu süreklediği dalgalı sularda çırpınışlarla geçen Peşkov da meraklıydı:

“ —İdealist ne demek?

Hiçbir şeyde gözü olmayan sadece merak eden demek…



Benim için doğru değildi bu tanım: benim birçok şeyde gözüm vardı hem de tutkulu bir şekilde.” (Gorki, s.12)

Peşkov dalgalı sulardan hep kendisi gibi çalışkan, düşünen ve meraklı arkadaşları sayesinde kurtulmayı başarır, Kukuşkin de onun ‘üniversiteler’inin arkadaşlarından biridir ve merakı yüzünden dayak bile yer :

“ —Ben yaratılıştan meraklı bir adamım, durmadan soru sormak isterim ben. Yeni bir şey öğrenmek benim için büyük bir zevktir.” (Gorki, s.115)

Hiçbir başarı tesadüflere bağlı değildir. Çocukların başarıya giden yolun çalışmaktan, düşünmekten, sorgulamaktan, merak etmekten geçtiğini erken yaşta öğrenmeleri beraberinde savaşçı bir ruhu da getirir. İlk başarısızlığında suçu başkalarında yahut sistemde aramak yerine kendini sorgulayarak başlayan birey, düğümleri tek tek çözecektir:

Hayat bir tesadüfler silsilesi imiş, âlâ! Fakat tesadüfün de kendine göre bir mantığı olmalı değil mi ya?” (Ali, s.80)

Macide’nin hayatı tesadüflerin oyuncağı olmaktan ancak orta mektebin ikinci sınıfında kurtuldu.” ( Ali, s.28)

Herkes gibi onun da akıbetini tesadüfler tayin edecekti.” (Ali, s.42)

Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı? Yaşayışımıza ve etrafımıza şekil vermek arzusuyla dünyaya gelmekten ise hayatın ve muhitin verdiği şekli kolayca alacak kadar boş ve yumuşak olmak daha rahat, daha makul değil miydi?” ( Ali, s.43)

Kim bilir ne gibi sebeplerle tesadüf bizi birleştirdi.” (Ali, s. 239)

Hayatında tesadüflere yeri olmayan Mustafa İnan, sınavlara da zekâsını, başarısını ölçmek amacıyla girer:

Mustafa İnan millî maç yapmak için girmemişti imtihana. Deneyip başarısını göstermek istemişti.” (Atay, s.65)

Bir testten alınan puan, çevreye uyum sağlama, kimi zaman da problem çözme yeteneği olarak düşünülen zekâda; dil, matematik ve mekanik gibi yeteneklerle verilen yeni bir problem durumunun çözülebilmesi ölçüt alınmıştır. Bugün eğitimde yapılan yanlışlardan biri de dil, matematik yahut mekanik gibi alanlarda başarılı olan çocuğun zeki olarak adlandırılmasıdır. Oysa zekânın üzerinde uzun zaman emek sarf edilmesi, çalışılması gerekmektedir. İçimizdeki Şeytan’da Ömer, zaten hayatı boyunca çalışmayı ilke edinmemiş biri olarak zekâsını da anlık arzularına feda etmiştir:

Profesör Hikmet:

Aynı zamanda zekidir!’ dedi ve Macide’nin yüzüne baktı.



Nihat aynı patavatsızlıkla sözü geri aldı:

Fakat zekâsını kullanmıyor… Bir işe sarf etmiyor… Bir gaye uğrunda çalıştırmıyor…’ (Ali, s.132)


Çiçero’nun “Zekâ, tıpkı bir tarla gibi ekilmeye ve bakılmaya muhtaçtır.” sözünden de hareketle diyebiliriz ki zekâ tek başına her kapıyı açan bir anahtar değildir. Ömer de bu durumu geç de olsa fark etmiştir:
Bir hocam bana: ‘Zekânı mirasyedi gibi harcıyorsun!’ demişti. Doğru…Zekâmı har vurup harman savurdum ve nihayet iflas ettim... Hiçbir şeyim kalmadı…Ben zekâyı radyum gibi bitip tükenmez bir cevher sanıyordum…Onun insan eliyle yetişip gelişen bir şey olduğunu düşünmüyordum…” (Ali, s. 265)
Tüm gerçekleri reddetmekle yok saydığını düşünen Ömer, iradesi gibi zekâsını da reddetmektedir:
Zeki olmak, kuvvetli kafa ve bilgi sahibi olmak neye yarıyor? Bizi istediğimiz saadete götüremedikten sonra… Zekâmız olmasa daha iyiydi. Otlar, hayvanlar, bulutlar ve kayalar gibi yaşamak bana daha saadet verici, daha yorgunluksuz, daha manalı geliyor…” (Ali, s. 154)

Zekâyı ilk kez kuramsal açıdan inceleyen Guilford, herkesin bir kısa süreli bellek kapasitesi olduğunu ama herkesin karar verme hızının farklı olduğunu belirtmiştir. (Bümen, 2005: 2) Deneyimlerini pratik zekâsıyla birleştirerek bilimin hizmetine sunan İnan, zekânın sosyal ve özedönük yönünü hatırlatır. Okul bahçesinin duvarından atlayıp tiyatroya kaçar, şiir, dost sohbetleri ve içki sofraları vazgeçilmezleridir. Müzikle olduğu kadar sporcu olmasa da sporla da ilgilidir. Kuyumcu çıraklığı, eczacı çıraklığı, leylî meccanî günleri İnan için yaratıcı düşünmeyi tetikleyen birer pratik zekâ ürünleri oluyordu adeta:

Hasta yatağında bile hemşireye, serumun yetmeyeceğini açıklarken bunlardan hiç yararlanmamıştı. Eczacı çıraklığından yararlanmıştı.” (Atay, s.153)

SONUÇ

Bu üç eserde de kahramanların iç konuşmalarının, iç mücadelelerinin anlatılması gençler için başarıya giden yolda çektikleri sıkıntılarda yalnız olmadıkları konusunda iyi birer örnektir. “ Köşe dönme hissinin çok yaygın olduğu bu günlerde daha da ısrarla aynı görüşteyim.”(Arf, 2003: 8) Birey her zaman çok güzel ve olumlu şartlarla karşılaşmayabilir. Gorki de, İnan da yoklukla ve zorlukla mücadeleden zaferle ayrılmışlardır. İradeli olmanın ve bilgiyi zorluklara karşı kalkan edinmenin en zor şartlarda bile aydınlığa kavuşmaya yeteceğini Aleksey Peşkov ve Mustafa İnan’la görüyoruz. Ömer ise anlık arzuları, sorumluluk duygusundan uzak oluşu, iradesizliği, tesadüflere olan inancı ile tembelliğine yenik düşer. Kendi kendini seyredebilmenin, kendi davranışlarının sebebini açıklayabilmenin, istekleriyle baş edebilmenin, özgürlükçü bireyler yetiştirebilmenin erken yaşta, sistemli ve disiplinli olarak verilecek olan irade eğitimiyle ilgisi büyüktür. Edebî eserler yoluyla bu yönde istendik davranış değişikliği meydana getirebilmek için metin seçimi ve kişi ve olayların analizi oldukça önemlidir.



KAYNAKLAR
Ali, Filiz, Filiz Hiç Üzülmesin, Sel Yayıncılık, İstanbul, 1997

Ali, Sabahattin, İçimizdeki Şeytan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2006

Arf, Cahit, “Önsöz”, Bir Bilim Adamının Romanı, İletişim Yay., İstanbul, 2003

Atay, Oğuz, Bir Bilim Adamının Romanı, İletişim Yay., İstanbul, 2003

Atay, Oğuz, Günlük, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990

Atsız, Nihal, İçimizdeki Şeytanlar, İstanbul, 1940

Balcı, Yunus, Türk Romanında Aydın Problemi (1908-1950) Türk Tarih Kurumu Basımevi. Ankara, 2002

Bertrand, Alexis, Ahlâk Felsefesi, Çev. Salih Zeki, Akçağ Yay., Ankara, 2001

Bolay, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara, 1997

Bümen, Nilay, “Çoklu Zekâ” Eğitimde Yeni Yönelimler, Editör:Özcan Demirel, Pegem Yay., Ankara, 2005

Doğan, Nuri, “Yaratıcı Düşünme ve Yaratıcılık” Eğitimde Yeni Yönelimler, Editör:Özcan Demirel, Pegem Yay., Ankara, 2005

Ecevit, Yıldız, Ben Buradayım, İletişim Yay. İstanbul, 2007

Ecevit, Yıldız, Türk Romanında Postmodernist Yaklaşımlar, İletişim Yay. İstanbul, 2006

Gorki, Benim Üniversitelerim, İlya Yay., İzmir, 2003

Günyol, Vedat, Dile Gelseler, İstanbul, 1984

İleri, Selim, “Belki de İktidardaki Şeytan”, İçimizdeki Şeytan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2006

İleri, Selim, Türk Romanından Altın Sayfalar, Doğan Kitap, İstanbul, 2001

Kongar, Emre, 21.Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1998

Korkmaz, Ramazan, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997

Kuşuradi, Ioanna, Schopenhaur ve İnsan, Yankı Yay. Ankara, 1968

Önertoy, Olcay, Cumhuriyet Dönemi Türk Roman ve Öyküsü, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1984

Russell, Bertrand, Batı Felsefesi Tarihi, İlya Yay. İzmir, 2001

Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001

Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2002



ãhttp://www.ege-edebiyat.org

1 Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Araştırma Görevlisi

2 Bu çalışma İstanbul Kültür Üniversitesi II. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Öğrenci Kongresinde sunulmuştur.

Yüklə 77,08 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin