EĞİTİM SEN
2015-2016 Eğitim Öğretim Yılı Sonunda
EĞİTİMİN DURUMU
EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI
16 Haziran 2016
EĞİTİMDE ÇELİŞKİLER VE EŞİTSİZLİKLER ARTARAK SÜRÜYOR!
Eğitim sisteminin yıllardır çözüm bekleyen en temel sorunları, 2015-2016 eğitim-öğretim yılında azalmak bir yana daha da artmış, eğitimde yaşanan çelişki ve eşitsizlikler giderek derinleşmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın çözüm üretmekten çok, yeni sorunlar yaratan politika ve uygulamaları nedeniyle eğitim emekçileri, öğrenciler ve veliler bu eğitim öğretim yılında da ciddi anlamda mağdur edilmiştir.
2015-2016 eğitim öğretim yılını, iktidarın yıllardır uyguladığı ırkçı ve gerici politikalara, her birisi siyasi görevler yüklenerek atanan okullardaki yandaş yönetici kadrolarına karşı Türkiye’nin köklü liselerinden başlayarak yükselen haklı tepkileri selamlıyoruz. Yıllardır ülkenin eğitim kurumlarını çağ dışı bir zihniyetle yönetmeye çalışan, bilim ve özgür düşünce düşmanı, laik ve demokratik yaşam tarzını yok etmeyi amaçlayan, yasakçı uygulamaları ile gençliği zapturapt altına almaya çalışan zorbalığa karşı sesini yükselten ve aydınlık geleceğimiz olan liseli gençler yalnız değildir.
AKP hükümeti, eğitim sistemini piyasa ilişkileri içine çekmek noktasında, geride bırakmakta olduğumuz eğitim öğretim yılında çok daha somut ve sonuç alıcı adımlar atmaya başlamıştır. Dört yıldır uygulanan ve eğitim sistemini çökme noktasına getiren 4+4+4 dayatmasındaki başarısızlık, MEB’i yeniden sistem değişikliği arayışına itmiştir. Eğitim politikaları belirlenirken asli bileşenler olan öğretmenler, öğrenciler, veliler ve sendikaların önerilerine yıllardır ısrarla kulak tıkayanların, kamusal eğitimi tasfiye etmek amacıyla yeni sistem önerilerini yandaş medya üzerinden tartışmaya açması dikkat çekicidir.
2015-2016 eğitim öğretim yılı, özellikle eğitimde 4+4+4 düzenlemesinin ilk sonuçlarının ortaya çıkması açısından önemlidir. MEB’in resmi istatistiklerine de yansıyan bilgiler, kamusal eğitimi tasfiye etmek amacıyla eğitimde yaşanan ticarileşme ve özelleştirme uygulamalarının yoğunlaştığını ortaya koyarken, eğitim sisteminin siyasi iktidar ve MEB işbirliği ile hızla uçuruma doğru sürüklediğini göstermektedir.
TÜİK’in eğitim harcamaları araştırmasına göre, Türkiye’de eğitim harcamalarının yüzde 65’ini en zengin yüzde 20’lik kesim yaparken, en düşük yüzde 20’lik kesimin eğitim harcamaları içindeki payı sadece yüzde 2,2’dir. Türkiye’de yıllar içinde eğitime ayrılan bütçenin arttığı iddia edilirken, kamusal eğitim harcamalarının azalması ve cepten yapılan eğitim harcamalarının artması AKP iktidarının eseridir.
2015-2016 eğitim öğretim yılını önceki yıllardan farklı kılan en önemli özellik, bölge illerinde aylarca süren çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle eğitim öğretimin bazı il ve ilçelerde tamamen durması olmuştur. Yaşanan sokağa çıkma yasakları ve fiili sıkıyönetim uygulamaları nedeniyle on binlerce öğrencinin eğitim-öğretim hakkı gasp edilmiş, öğretmenlerin MEB tarafından kısa mesaj gönderilerek “hizmet içi eğitime” alınmasıyla eğitim faaliyetleri engellenmiştir.
Türkiye tarihinde benzer bir örneğine daha önce hiç rastlanılmamış bir şekilde, bölgede fiilen olağanüstü hal (OHAL) koşullarının yaşanması, eğitim öğretimi durma noktasına getirmiş, başta çocuklar ve öğretmenleri olmak üzere, halkın can ve mal güvenliği daha önce hiç olmadığı kadar büyük tehditlerle ve tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Geçtiğimiz aylarda çok sayıda okul ve eğitim kurumuna yönelik saldırılar yaşanırken, bazı okulların askeri yığınak yapılarak fiilen karakola dönüştürüldüğü, okul tahtalarına ve duvarlara ırkçı sloganlar ve küfürler yazıldığı görülmüştür.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı raporlarına göre, 16 Ağustos 2015-20 Nisan 2016 arasında 1 şehir merkezi ve 7 şehrin 22 ilçesinde onlarca mahalleyi kapsayacak şekilde en az 65 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği il ve ilçelerde, 2015-2016 eğitim öğretim yılının başından itibaren eğitim hizmeti durmuştur. Şırnak merkezde 40 bin, Cizre’de 41 bin, Nusaybin’de 32 bin, Derik’te 7 bin, Dargeçit’te 17 bin, Silopi’de 39 bin, İdil’de 24 bin, Sur’da 30 bin, Silvan’da 28 bin ve Yüksekova’da 33 bin olmak üzere, toplamda yaklaşık 300 bin öğrencinin eğitime erişim hakkı doğrudan ortadan kalkmıştır. Eğitim-öğretime öngörülemez ve süresiz şekilde ara verilmesi; Başta anayasa olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan yükümlülüklere temelden aykırıdır ve ilgili mevzuat hükümlerinin açıkça ihlali anlamına gelmektedir.
Çocukların yaşam ve eğitim hakkına yönelik saldırılar, 2015-2016 eğitim öğretim yılının çok sayıda öğrenci ve öğretmen tarafından kayıp bir yıl olmasına neden olmuştur.
Eğitim Sen’in ve bilim insanlarının başından itibaren sürdürdüğü bütün eleştiri ve itirazlara rağmen hayata geçirilen fakat büyük bir fiyaskoyla sonuçlanan eğitimde 4+4+4 dayatmasının asıl amacının eğitim sistemini “piyasa” ve “inanç istismarı” üzerinden dönüştürmek olduğu kısa süre içinde anlaşılmış bulunmaktadır. 4+4+4 düzenlemesinin uygulandığı son dört yıla ilişkin resmi verilere bakıldığında, eğitimde yaşanan ticarileştirme ve dinselleştirme uygulamalarının nasıl iç içe geçmiş bir şekilde hayata geçirildiği, öğrenci ve öğretmenlerin nasıl bir cenderenin içine sıkıştırıldığı görülmektedir.
Türkiye’de yıllardır eğitim sisteminde yaşanan dinselleşmenin önemli bir ayağını oluşturan, dini vakıflar ve kuruluşlar aracılığı ile eğitim adı altında yapılan faaliyetlerin çocuklara yönelik acı ve çirkin sonuçları ülkenin pek çok yerinde birer birer ortaya çıkmaya başlamıştır. Karaman’da Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’ne (KAİMDER) yakın kişilerin kiraladığı evlerde kalan 9 ve 10 yaşlarındaki 45 erkek öğrencinin üç yıl boyunca etüt öğretmeni tarafından cinsel istismara maruz kaldığı ortaya çıkmıştır. Yıllardır siyasi iktidarın desteği ile hareket eden Ensar Vakfı bünyesinde yaşanan bu üzücü olayın üzerini örtmek için yoğun çaba harcanmasına rağmen, ailelerin şikâyeti üzerine olayın korkunç boyutları ortaya çıkmıştır. Söz konusu istismarların sadece Karaman ile sınırlı olmadığı, ülke çapında yaşanan yaygın bir uygulama olduğu görülmüştür.
Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında MEB, Diyanet, dini vakıf ve dernekler arasındaki ilişki ve işbirliği belirgin bir şekilde artmıştır. 13 Eylül 2014’te Resmi Gazete’de yayınlanan yasal düzenlemeyle Milli Eğitim Bakanlığı, imam hatip liselerinde mesleki eğitim için “çeşitli kurumlardan destek almanın” önünü açmış; bu durum, “İmam hatip liselerinde eğitim ve öğretim yılı süresince ‘imamlık, hatiplik, vaizlik, müezzinlik, Kur’an kursu öğreticiliği ve benzeri mesleki uygulamalara’ yönelik eğitimlerle ilgili çeşitli kurumlardan destek alınabilecektir” şeklinde tarif edilmiştir. Bu düzenlemeyle başta TÜRGEV ve Ensar Vakfı olmak üzere Furkan Vakfı, Hizmet Vakfı, Hayrat Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti gibi dini vakıfların devlet okullarında başta “değerler eğitimi” olmak üzere çeşitli konularda ders ve seminer verebilmesinin, kendi yayınlarını dağıtabilmesinin ve öğrencileri kurumlarında stajyer olarak eğitebilmesinin yolu açılmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı, ideolojik yönelimleri doğrultusunda çalışmalar yapan söz konusu dini vakıflar ile çeşitli protokollere imza atarak eğitimi dinselleştirme sürecinde siyasi nüfuzu olan dini vakıf ve cemaatlere özel görevler vermiştir. Vakıflarla ilgili bugüne kadar yapılan bedelsiz bina tahsisi, arsa bağışları ve nakdi bağışlarla ilgili yasal sorunları gidermek için yasal düzenlemeler yapılarak vakıflara bedelsiz bina ve arsa verilmesi sağlanmıştır.
İktidar, vakıf sistemi üzerinden eğitim sistemini yeniden düzenlemek, yurt içi ve yurt dışında faaliyet yürütmek üzere devlet eliyle “Maarif Vakfı” adında yeni bir vakıf kurarak ve bazı görevlerini bu vakfa devrederek eğitimde yeni bir “paralel yapı” oluşturmaktadır. Vakfın tamamen devlet/iktidar destekli olması, gerek maddi gerekse siyasi gücünü kullanarak hareket edecek olması dikkat çekicidir. Milli Eğitim Bakanlığı, yasalarla kendisine verilmiş yükümlülüklerini Maarif Vakfı adı altında, yönetimini iktidarın belirlediği başka bir yapıya aktarmakta, bir anlamda kendisine ait yetkileri fiilen “yetki devri” ile devretmektedir.
MEB’e bağlı 15 farklı ülkede 65 eğitim kurumu bulunmaktadır. Kamusal eğitim hizmeti gereği bunların sayısının artırılması, niteliğinin güçlendirilmesi gerekirken, devlet finansmanı ve desteğine sahip “özel şirket” olarak faaliyet yürütecek olan Maarif Vakfı ile yurtdışındaki cemaat okullarıyla mücadelenin amaçlandığı açıktır. Dolayısıyla vakfın kuruluş amacı, iddia edilenin aksine, yurtdışında yaşayan çocukların eğitimi ya da ülke kültürünün yurtdışında tanıtımı değildir.
Türkiye’de sadece Sünni İslam’ın resmi temsilcisi konumunda olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve MEB işbirliğiyle ülke çapında açılan “kreş görünümlü” Kur’an kursları aracılığıyla 4-6 yaş grubundaki okul öncesi çağdaki çocuklara dönem başından itibaren “dini eğitim” verilmeye başlanmıştır. Devlete ait okul öncesi eğitim kurumlarında velilerden “aidat” adı altında para talep edilirken, Diyanet’in açtığı kursların tamamen parasız olması dikkat çekicidir. Diyanet’e bağlı 4-6 yaş grubu Kur’an kursları fiilen “sıbyan mektebi” işlevi görmekte ve resmi okul öncesi eğitim kurumlarına alternatif olarak sunulmaktadır. 2015-2016 döneminde Türkiye’nin her bölgesinde 463 ilçede 2 bin 53 “4-6 yaş Kur’an kursu” bulunmakta, bu kurslarda 3 bin 17 öğretici görev yapmakta, toplam 55 bin 347 öğrenci (27 bin 481’si erkek, 27 bin 866’si kız) yer almaktadır.
Okullarda fiziki donanım ve altyapı sorunları, kalabalık sınıflar, taşımalı eğitim, zorunlu ve “zorunlu seçmeli” din dersi dayatması sürmektedir. Kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkının önündeki engeller artarak devam etmiştir. Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, okullarda cinsiyet, etnik kimlik ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamaların sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu, ücretli-vekil öğretmen uygulamalarının devam etmesi, eğitim yöneticilerinin siyasi referanslarla belirlenmek istenmesi gibi sorunlar artarak sürmüştür.
Aday öğretmenlerin baskı ve yönlendirmeler ile yandaş sendikaya üye olmaya zorlanması, okullarda ve diğer eğitim kurumlarında yıllardır üvey evlat muamelesi gören ve iş tanımı hala yapılmayan yardımcı hizmetlilerin, kadro bekleyen 4-C’li çalışanların, memur ve teknik personelin sorunları, üniversitelerde yaşanan soruşturma ve görevden almalar, her geçen gün artan akademik, idari sorunlar ve özellikle Eğitim Sen üyelerine yönelik mobbing uygulamaları ve baskılar gibi pek çok sorun geçtiğimiz eğitim öğretim yılına damgasını vuran diğer konu başlıkları olarak öne çıkmıştır.
Dostları ilə paylaş: |