EğİTİm sen


Sistemde tam "bir lise anarşisi" alıp yürümüştür



Yüklə 2,07 Mb.
səhifə12/39
tarix18.05.2018
ölçüsü2,07 Mb.
#50700
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   39

5. Sistemde tam "bir lise anarşisi" alıp yürümüştür.


Belirtildiği gibi, birçok lise türü var. Bunların süreleri 3-5, haftalık ders yükü de 34-48 saat arasında değişiyor. Bazı meslek liselerinde beden eğitimi, müzik gibi sanatsal ve artistik etkinlikler yoktur. "Sıradan" liselerle meslek liselerini bitirenlerin gidebileceği en yüksek eğitim aşaması "meslek yüksek okulu". Bir yandan aşırı branşlaştırma, diğer yandan aşırı ders yükü altında boğulan meslek ve endüstri meslek liselerinin öğrencileri, hem kişilik gelişimi, hem meslek edinme, hem de yükseköğrenime geçiş açısından son derece avantajsız durumdadır.

6. Meslek eğitimi modeli akılcı ve işlevsel değildir.


Belirtilen meslek liselerinin "ara eleman" yetiştireceği varsayılıyor. Bu kesinlikle olanaksızdır. 1999 yazında toplanan 16. Milli Eğitim Şûrası, dünyadaki gelişmenin aksine, meslek liselerinin çoğaltılması kararını aldı. Yine bu şûra kararlarına göre, "çok programlı lise" adı altında birçok kasaba lisesi fiilen "imam hatip lisesi" durumuna getirildi.

7. Din eğitimi iyice çığırından çıkmıştır.


1997 yılında gerçekleştirilen "Sekiz yıllık kesintisiz eğitim" yönündeki yasal düzenleme kuşkusuz çok olumlu bir adım. Ancak, bunun delinebilecek yönleri de saklı duruyor. Eğitimin genelindeki bilim dışılık; araştırma, deney, araştırma ve gözleme dayanmama, demokrasi eğitiminden uzaklık, "dinsel" telkinlere elverişli bir zemin hazırlıyor. Ayrıca, 1982 darbe Anayasasının getirdiği "Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Öğretimi" kamburu, laikliği tehdit etmenin yanında Anayasa belirli bir din ve mezhepten söz etmediği halde programlar İslâm dininin Hanefi mezhebini içeriyor, kişilerin inançlarına da ipotek koyuyor. Çünkü, çocukların dinini ve alacağı din eğitimini, yürütme organı belirliyor. İlköğretim okulu programında konuların sadece yüzde 20-25 kadarı "ahlak"la ilgili olup bunlar da "dinsel ahlak"ı temel alıyor. Öte yandan, Anayasaya göre "ilk ve ortaöğretimde zorunlu" (m.24) olan bu ders "Din Kültürü ve Meslek Ahlakı" adı altında yaygın eğitime de konulmuştur.

8. Ders kitapları inceleme ve seçim yöntemi ilkelliğini sürdürmekledir.


Birçok ciddi yazar, bu inceleme yöntemi yüzünden artık MEB'e kitap vermemektedir. Bir bilim insanının kitabı, ömründe değil kitap, mektup bile yazmamış, meslektaşlarımız tarafından incelenebilmekte ve kabulüne ya da reddine karar verilebilmektedir. Bu yüzden piyasa çok iyi örnekler yanında, bilgi yanlışları ile sakatlanmış, kitap denilmeyecek "ders kitapları" ile dolmuştur.

9. MEB'in örgütsel yapısı işlevsel değildir.


12 Eylül 1980 darbesinin ve onun devamı olan Turgut Özal döneminin yarattığı örgüt ve kadro erozyonu etkilerini hâlâ sürdürmektedir. Özal operasyonu ile Bakanlığın organsal yapısı, danışma sistemi, akademik fonksiyonları dağıtılmıştır. Örneğin, hem "akademik" işlevi, hem "yasama" işlevi bulunan Talim ve Terbiye Kurulu, yapı ve görevlendirme açısından yetersiz durumdadır. Bakanlığın "yürütme" organı olan Müdürler Kurulu (Yöneticiler Kurulu), işlememekte, her birim başına buyruk ve birbirinden habersiz, kimi zaman aynı görevleri yineleyerek çalışmaktadır. Bu yasayla bol miktarda "genel müdürlük" ve "bağımsız daire" oluşturulmuştur. Örneğin, 7 müsteşar yardımcısı; mesleki ve teknik eğitimle ilgili 7 genel müdürlük; idari ve mali işlerle ilgili 5 daire başkanlığı bulunan Milli Eğitim Bakanlığı'nda "asli görev" konumundaki öğrencileri, program geliştirme ve mevzuat geliştirme ile ilgili ayrı uzman birimler bulunmamaktadır. Talim ve Terbiye Kurulu, APAK, Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi gibi "akademik" işlev görmesi beklenen birimlerin, üyelerinin atanmasında "akademik kariyer" yerine "hiyerarşik kariyer" yeterli görülmektedir.

10. Eğitim kötü yönetilmektedir.


1999 Nisanında polis teşkilatının örgütleniş biçimi esas alınarak düzenlenip Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan MEB Yönetici Atama Yönetmeliği, akademik kariyeri özellikle dışlamış, yöneticilik kariyerini ise, amirin vereceği sicile bağlamıştır (Resmi Gazete 30 Nisan 1999). Durmadan gelişen eğitim bilim verilerinin sisteme aktarılmasını ve giderek artan eğitim sorununun çözümünü, sadece iyi sicil almış yöneticilerden kimse beklememelidir. Bu yönetmelik, aslında mevcut yöneticileri çelik zırha almak için çıkarılmıştır. Yeni atanacaklara görünüşte "sıkı düzen" getiren bu düzenlemeye göre, örneğin bir profesör ya da doçent yurtdışında görev talebinde bulunursa, şube müdürleri önünde; elbise-kravat uyumu, üstünün-başının, gömleğinin temiz olup olmadığı, Türkçe'yi doğru kullanıp kullanamadığı yönünden sınav (mülakat) verecek!.. Yine bu yönetmeliğe göre, bakanın mevcut yöneticileri değiştirebilmesinin bir tek yolu var: ceza vermek. Örneğin, bakan, müsteşarı değiştiremiyorsa, önce ona "aylıktan kesme cezası" vererek yönetmeliğe göre müsteşar olma niteliğini düşürecek ve onu görevden alabilecek(m.l0/7 ve26)!..

İçlerinde çok değerli meslektaşlar bulunsa da MEB Merkez Örgütünde bugün görev yapanların birçoğu, değil 2000'li yılların, geçen bin yılın eğitimini bile yürütebilecek, 550 bin öğretmenin lideri olabilecek nitelikte değildir. Bugünkü yöneticilerin ve akademik nitelikli kurul üyelerinin bilgi ve birikim düzeylerini anlamak için, örneğin 1926, 1945, 1965 ve 2000 yılı Milli Kütüphane kayıtlarından, eski ve yenilerin verdikleri eserler üzerine bir karşılaştırma yapılması yeterlidir. Üstelik, 1965'ten önce ülkemizde eğitim fakültesi bulunmuyordu.


Öğretmen Sorunu


Çoğunluğunu öğretmenlerin oluşturduğu eğitim çalışanlarının sorunları giderek büyüyor. Bu konu başka ayrıntılı çalışmalar gerektirdiğinden burada sorunların bazıları şöyle özetlenebilir.

1. Ülkemizin, öğretmen yetiştirme konusunda köklü ve saygın bir geleneğe sahip olmasına karşın son yıllarda çıkmaza girildi. Plansızlık nedeniyle 1990'dan sonra yaşanan öğretmen açığı, değişik kaynaklardan alınan kişilerce doldurulmaktadır. MEB'in resmi verilerine göre 431 kaynaktan (okul, bölüm, programdan) sınıf öğretmeni alınmıştır. Bu öğretmenler için hiçbir ciddi ön yetiştirme önlemi yoktur. YÖK'ün sayılarını 70'e doğru yaklaştırdığı değişik eğitim fakültelerinin çoğu, nitelik yönünden, eski öğretmen okullarının düzeyini tutturamamıştır. Bu kurumların, açıldığı yerler gelişmeye elverişsiz, öğrenci kaynağı ve çalıştırdığı öğretim üyeleri ile teknoloji yönünden donanımları yetersizdir. Nicel ve nitel yetersizlikler önümüzdeki yıllarda da sürecektir.

2. 1992'de, Milli Eğitim Temel Kanunu (m.45) ve Devlet Memurları Kanunu (m.50) hükümleri çiğnenerek öğretmen seçme sınavları kaldırılmış, meslek "Yolgeçen Hanı"na çevrilmiştir. Sonuçta öğretmenlik kaynak ve giriş yönünden de "ucuz meslek" haline getirilmiştir.

3. İlahiyat fakülteleri, alternatif eğitim fakültelerine dönüşmüştür. Bu fakülteler, din ve ahlak öğretmenliği yanında özellikle felsefe, edebiyat, tarih, sosyal bilgiler, vatandaşlık, demokrasi, insan hakları ve sınıf öğretmenliği gibi alanlara da el atmışlardır. Programlarını durmadan bu yöne kaydırmaktadırlar. Eğitim fakültelerine eğitimbilim alanında yetişmiş öğretim üyesi bulamayan üniversitelerin, ilahiyat fakültelerinde kıyamet kadar ilahiyat kökenli eğitimbilimci yetiştirilmiştir.

4. Öğretmenler, öğrenimleri ve yaptıkları stratejik kamu hizmetinin niteliği düşünüldüğünde, emsallerine göre en düşük maaş ve ücret alan kamu görevlileridir. Öğretmenler bu yönden örneğin, yargıç ve subay vb. kamu görevlilerinin üçte biri kadar aylık ve ücret alabilmektedirler. Lojman, yemek, taşınma, çocuk eğitimine katkı gibi ücret unsurları düşünülürse fark daha da büyümektedir.

5. Öğretmeni meslek yaşamı boyunca tedirgin eden önemli bir sorun da atama ve yer değiştirmedir. Diyebiliriz ki, hiçbir öğretmen adaletli bir biçimde yer değiştirebildiğine inanmamaktadır; buna istediği yere atanabilenler de dahildir. Her öğretmen bir başkasının kendisinden daha şanslı (torpilli, arkalı) olduğuna inanmaktadır. MEB, kendi hazırladığı ve ilkesel olarak savunulabilecek "Norm Kadro" ve "Standart Kadro" uygulamalarında yine kendisi gedikler açmış, bazı ayrıcalıklar yaratmış ve uygulamada başarılı olamamıştır. Standart kadronun öncelikle MEB merkez örgütünde uygulanması gerekirken, Bakanlık üst yönetimi buna yanaşmamıştır. Sendikalar da bu konuya nesnel yaklaşmamışlar, popülist davranmışlardır. Olanlar "arkasız" öğretmenlere ve çocuklara olmuştur.

6. Öğretmenler çok kötü yönetilmektedirler. Bunun temel nedeni kuşkusuz yöneticilerin yetersizliğidir. İçlerinde son derece iyi yetişmiş, başarıyla çalışanlar bulunsa da okul yöneticisi meslektaşlarımızın çoğunluğu ya bu konuda yeterince birikime sahip değil, ya da yönetme yeteneğinden yoksundur. Söylemeye dilimiz varmıyor ama, içlerinde genel insani niteliklerden yoksun, kaba-saba olanlar da yok değildir. Son üç yıldır uygulanan "sınavla yönetici seçme" yöntemi, yine MEB üst yöneticilerince orasından burasından aşındırılmış, bu uygulama sendikalarca da destek görmemiştir. Yöneticilerle ilgili bu sorunlar, MEB merkez örgütündeki yöneticiler için de geçerlidir. Eğitim yönetiminde katılımsızlık ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir.

7. Meslekte ilerlemenin hiçbir ciddi ölçüsü kalmamıştır. İlkel bir polis devleti anlayışının ürünü olan "gizli sicil", ilerlemenin tek ölçütü gibidir. Bu uygulama, yetersiz ve yeteneksiz yöneticilerin elinde daha vahim sonuçlar doğurmaktadır. Öte yandan, geçmişte başarılı hizmet veren müfettişlik kurumu günümüzde artık iyice çağdışı kalmıştır. Sistem yetiştirici değil, kusur arayıcı, "hizaya getirici"dir. Özellikle ilköğretimdeki "sekiz yıl" uygulaması bu sorunu iyice su yüzüne çıkarmıştır. Örneğin, hiç yabancı dil bilmeyen bir müfettiş, dört yıl yabancı dil öğrenimi gören bir öğretmeni denetleyebilmektedir. Gerek Bakanlık müfettişleri, gerek ilköğretim müfettişleri hızla öğretmenin gerisine düşmektedir.

8. Köy Enstitüsü Sistemi'nin bütünleyicisi olarak 1943'te kurulan İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı (İLKSAN) yıllardır öğretmenin kanayan yarasıdır. 1985'ten sonra eski ülkücü militanlara teslim edilen İLKSAN yönetimi, zamanla mafyayla bütünleşmiş, öğretmenin parasıyla eşe dosta araba dağıtan, arsa sağlayan, tatil yaptıran bir kurum olmuştur. 1989 yılında MEB müfettişlerince İLKSAN yönetimi hakkında yapılan soruşturma sonucunda yöneticilerin görevden alınması, mahkemeye verilmeleri önerilmiş, ancak dosya 1993'e kadar sümenaltı edilmiştir. Üstüne üstlük zamanın başbakanı Süleyman Demirel, sandığa 300 milyar lira aktararak, bunun gazeteci arsa simsarı olan dostu Kemal Ilıcak'a verilmesini istemiştir. EĞİTİM-İŞ'in çabalarıyla mahkemelik olan ve cezalandırılan yöneticilerin ceremesini öğretmenler hâlâ ödemektedir. Bugün de İLKSAN yönetiminde ağırlık üyelerde değildir. Sandığa, işkolundaki kimi sendikaların da sahip çıktığı söylenemez. Kısacası İLKSAN bugün öğretmenlerin onur sorunudur.

9. Görevlerinin niteliği gereği öğretmenler, hızla gelişen bilim ve teknoloji karşısında ilk eskiyen kamu görevlileridir. Eğitimde gelişen yeni alanlar karşısında öğretmen zor durumda kalmıştır. Öğrencisi bilgisayar kullanabilen birçok öğretmen bu aleti kullanamamaktadır.

Programlara birçok yeni konular konulmuş, birçok öğretmenin branşı ortadan kalkmış, mesleğe öğretmenliği aklından geçirmemiş olan birçok kişi girmiş olmasına karşın, bunların gerektirdiği ciddi hizmet içi eğitim ve öğretmeni işbaşında yetiştirecek yayın yapılmamaktadır.

10. Geçmişte öğretmenlerin en büyük örgütü olan ve yaklaşık yüz yıllık örgütlenme mirasını temsil eden TÖB-DER [Tüm Eğitim Öğretim Bilim ve Kültür Emekçileri Birleşme ve Dayanışma Derneği], 12 Eylül 1980 darbesinin güdümlü askeri mahkemesince 1981'de "gizli örgüt" suçlamasıyla haksız yere kapatıldı ve mallarına el konuldu. Avrupa İnsan Mahkemesine götürülen dava, son TÖB-DER yöneticilerinin sorumsuzluğu yüzünden "zaman aşımı" nedeniyle reddedildi. Öte yandan, içlerinde katliamlara karışmış olduğu iddia edilen kimi parti ve örgütlerin, özel yasalarla açılışı sağlanmıştır. Türkiye'de hak ve özgürlükleri ezmeye çalışan politikacıların "itibarı iade" edildi, heykelleri dikildi, adlarına ödüller konuldu. Öğretmenlerin, dişleri tırnakları, küçücük bütçeleri ve alınteriyle oluşturdukları örgütleri, onun malvarlığı ve saygınlığı gasbedildi. Bu ilkel tutumun sadece öğretmenlere "reva" görülmesi hüzün verici, düşündürücü ve ayıptır. Ülkeyi yönetenlerin, üstlerindeki bu ayıbı kaldırmaları,TÖB-DER'i açmaları,mallarını geri vermeleri ve öğretmenlerden özür dilemeleri gerekir. Öğretmenlerin kanayan yarası belki o zaman biraz sağalır.

Tüm bu sorunlar, öğretmenlik mesleğinin toplumdaki saygınlığına darbe indirmiştir. Bütün kapılar ardına kadar açıldığı halde birçok gencin öğretmenliği ancak çaresizlik nedeniyle seçmeleri, çocuklarının yeteneği sınırlı ailelerin "hiç olmazsa öğretmen olur" avuntuları, ne yazık ki gerçektir. Türk toplumu ve öğretmenler bunu hak etmemiştir.

Burada ağırlıklı olarak öğretmen sorunlarının bir özeti verilmiştir. Oysa biliyoruz ki, işkolumuzda çalışanlar öğretmenlerle sınırlı değildir. Bu nedenle işkolumuzda öğretmenlik dışındaki görevleri yerine getiren (hizmetli. memur, teknisyen, üniversite çalışanı vb.) kesimlerin sorunları ciddi ve gerçekçi olarak oluşturacağımız bürolarla bir an önce belirlenip, toplu görüşme metninin talepleri haline getirilmelidir.


Yüklə 2,07 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   39




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin