Hz. Ali'nin Şehadeti
İbn Mülcem Mekke'de toplanıp aralarında o antlaşmayı yapan, İslâm dünyasında bütün fitneler Ali, Muavi'ye ve Amr-ı As'tan kaynaklanmaktadır diyen zahit ve ruhsuz bir kutsallığa sahip olan dokuz kişiden biridir. İbn Mülcem Ali'yi (a.s) öldürmeyi üstleniyor. Antlaşmaları ne zamandır? Ramazan ayının on dokuzuncu gecesi. Neden bu geceyi seçmişlerdi?
İbn Ebi'l-Hadid diyor ki: "Cahilliğe bak! Onlar, bu işi ramazan ayının on dokuzuncu gecesinde yapmayı kararlaştırıp bu amelimiz büyük bir ibadet olduğu için daha fazla sevap almak için Kadir gecesinde yapalım, dediler!"
İbn Mülcem Kufe'ye gelip bir süre kararlaştırılan gecenin gelip çatmasını bekliyor. Bu süre içerisinde Haricî olup kendisiyle aynı inancı paylaşan "Kutam" adında bir kadınla tanışıp ona âşık oluyor. Belki de bu düşünceleri az da olsa unutmak istiyor. Gidip ona evlenme teklifinde bulununca Kutam, "Seninle evlenmeyi kabul ediyorum; fakat benim mihrim çok ağırdır" diyor. İbn Mülcem de ona sırılsıklam âşık olduğundan ne istersen kabul ediyorum diyor. Diyor ki, üç bin dirhem. Olsun diyor. Bir köle. Olsun diyor. Bir cariye. O da olsun diyor. Dördüncüsü Ali b. Ebu Talib'i öldürmek.
Başta Ali'yi (a.s) öldürme dışında bir çizgide hareket ettiğini sanan İbn Mülcem bunu duyunca afallayıp, "Biz evlenip güzel bir hayat yaşamak istiyoruz; hâlbuki Ali'yi (a.s) öldürecek olursam yaşamamız mümkün değil." dedi. Fakat Kutam, "Benim şartım budur; benimle evlenmek istiyorsan Ali'yi öldürmen gerekir. Sağ kalırsan evleniriz; aksi durumda bu iş olmaz." karşılığını verdi. İbn Mülcem bir süre bu düşünce içerisindeydi.
Bu konuda bir takım şiirler de okumuştur. Örneğin iki şiiri şöyledir:
"Selasetu alafin ve abdun ve gînetun
Ve katlu aliyyin bi'l-hisami'l-musemmemi.
Ve la mihre a'lâ min Aliyyin ve in alâ
Ve la fetke illa dûne fetki İbn Mülcemin."
Yani: Üç bin dirhem, köle, cariye
Ve Ali'yi zehirli kılıçla öldürmek.
Ali'yi öldürmekten daha büyük bir mihr olmaz
İbn Mülcem'in teröründen büyük terör olmaz.
Diyor ki, mihr olarak benden bu birkaç şeyi istedi. Daha sonra, dünyada bundan daha ağır bir mihr olmaz diyor. Doğru söylüyor. Diyor ki, dünyada bir mihr ne kadar ağır olursa olsun Ali'ye ulaşmaz. Benim eşimin mihri Ali'nin (a.s) kanıdır. Sonra da, kıyamete kadar dünyada vuku bulacak bütün terörler İbn Mülcem'in terörü karşısında küçük kalırlar diyor; evet; doğru diyor.
Ama bakın Ali (a.s) nasıl vasiyet ediyor? Ali (a.s) ölüm yatağına düşünce geriye bıraktığı bir ülkede iki olayı görüyor: Biri Muaviye ve başlarında Muaviye'nin bulunduğu münafıkların oluşturduğu Kasitin olayı, diğeri ise ruhsuz kutsalcılar. Bu iki olay birbiriyle çelişki içerisindedir. Şimdi Ali'nin (a.s) ashabı ondan sonra bunlara karşı nasıl davranmalıdır. Ali (a.s) buyuruyor ki, benden sonra artık bunları öldürmeyin: "Benden sonra Haricîleri öldürmeyin." Her ne kadar bunlar beni öldürseler de siz onları öldürmeyin. Çünkü benden sonra bunları öldürdükçe hak ve hakikat için değil, Muaviye lehine çalışmış olursunuz. Muaviye'nin tehlikesi de başka bir tehlikedir. Buyuruyor ki:
Benden sonra Haricîleri öldürmeyin. Çünkü hakkı isteyip hata eden bir kimse batılı isteyip ona ulaşan kimse gibi değildir.[1]
Onlar aptal ve cahildirler; o ise başından beri batılın peşindedir; aradığı batıla da ulaşmıştır.
Ali'nin (a.s) kimseye kini yoktur; sürekli hesap üzerine konuşur. Yakalanan İbn Mülcem'i İmam Ali'nin (a.s) huzuruna getirdiklerinde İmam (aldığı darbe sonucu) zayıf bir sesle onunla birkaç kelime konuştu. "Neden bu işi yaptın?" dedi; "Ben senin için kötü bir imam mıydım?" (Bir defa mıydı, iki defa mıydı, yoksa daha fazla mıydı, tam olarak hatırlamıyorum; fakat bütün bu söyledikleri kaydedilmiştir.) Bir defasında örneğin Ali'nin (a.s) maneviyatının etkisinde kalarak, "S en ateşte bulunanı mı kurtaracaksın? " [2] Ben bedbaht olduğum için böyle bir işe giriştim?
Bir defasında da Ali (a.s) onunla konuştuğunda Ali'yle (a.s) sert bir şekilde konuşup şöyle dediğini kaydetmişlerdir: "Ey Ali! Ben bu kılıcı satın alınca onunla Allah'ın en kötü kulunu öldürmeyi ahdettim. Bu kılıçla kullarının en kötüsünü öldürmesi için sürekli Allah'a dua edip yakardım." Bunun üzerine Ali (a.s), "Duan kabul oldu; çünkü bu kılıçla seni öldürecekler." buyurdu.
Kufe gibi büyük bir şehirde bulunan Ali (a.s) şehit oldu. Nehrevan Haricîleri dışında diğer insanlar Ali'nin (a.s) cenaze törenine katılmayı, Ali'ye ağlayıp sızlayarak gözyaşı dökmeyi arzuluyorlardı. Ramazan ayının yirmi üçüncü gecesi insanlar Ali'nin (a.s) durumundan haberdar değillerdi. Ali (a.s) gece yarısı ahiret yurduna göçtü.
Ali (a.s) şehit olunca aynı gece evlatları Hasan, Hüseyin Muhammed b. Hanefiyye, Ebulfazlı'l-Abbas ve -sayıları şayet altı kişiyi geçmeyen- özel Şiîlerinden bir grubu Ali'ye (a.s) gizlice gusül verip kefenlediler ve zahiren Hz. Ali'nin (a.s) kendisinin tayin etmiş olduğu bir yere defnettiler. (İmam Ali'nin bu gün türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir; rivayetlere göre bazı peygamberler de oraya defnedilmişlerdir); Ali'yi gecenin karanlığında defnettiler ve bundan hiç kimsenin haberi olmadı. Sonra mezarın yerini de gizlediler ve kimseye söylemediler.
Sabah olunca halk Ali'nin (a.s) akşamleyin defnedildiği öğrendi. Ali (a.s) nereye defnedildi? diye sordularsa da kimsenin bilmesi gerekmez, dediler; hatta bazılarının yazdığına göre İmam Hasan (a.s) bir şeye cenaze görünümü vererek halkın cenazenin Medine'ye gönderildiğini sanması için Medine'ye gönderdi.
Neden mi? Bu Haricîler yüzünden. Onlar Ali'nin (a.s) nereye defnedildiği bilselerdi kabrine saygısızlık yapalardı; mezarı açıp Ali'yi (a.s) mezardan çıkarırlardı. Haricîler dünyada olduğu ve hüküm sürdüğü sürece Ali (a.s) evlatları ve torunları (Ehlibeyt İmamları) dışında hiç kimse Ali'nin nereye defnedildiğini bilmiyordu. Nihayet yaklaşık bir asır sonra Haricîler yok olunca ve Ümeyyeoğulları'nın hükümeti son bulup Abbasîler hükümete geçince; artık Ali'nin mezarının yerinin belli olmasında bir sakınca olmayınca ilk olarak İmam Cafer Sadık (a.s), Ali'nin (a.s) mezarının yerini belirtti.
Aşura ziyaretinde okuduğunuz duanın senedinde ismi geçen şu meşhur Safvan diyor ki: Ben Kufe'de İmam Cafer Sadık'ın (a.s) huzurundaydım. Hazret bizi Ali'nin (a.s) mezarının yanı başına götürerek, "Ali'nin mezarı burasıdır." buyurdu ve -galiba ilk olarak- Hz. Ali'nin (a.s) mezarının üzerine bir gölgelik yapmalarını emretti. İşte o andan itibaren Ali'nin mezarının yeri bilindi.
O hâlde Ali'nin bu büyük sorunu Hazretin hayatı dönemiyle sınırlı değildi; Ali'nin şahadetinden bir asır sonrasına kadar da onların korkusundan hazretin mezarının yeri gizli kaldı.
"Selâm olsun sana ey Ebe'l-Hasan; selâm olsun sana ey Emirü'l-Müminin!" Sen ve evlatların ne kadar da mazlumdunuz! Bilmem Ali mi daha mazlumdu, yoksa değerli oğlu Eba Abdillahi'l-Hüseyin mi? Ali'nin cenazesi düşmanın kötülüğünden âmânda olmadığı gibi aziz oğlu Hüseyin'in bedeni de düşmanın kötülüğünden âmânda değildi. Bu sebeple olacak ki, "Hiçbir gün, senin günün gibi değildir ey Ebu Abdullah" buyrulmuştur. İmam Hasan (a.s), Ali'nin bedenini gizledi. Neden acaba? Ali'nin cenazesine saygısızlık yapılmaması için. Fakat Kerbela'da durum farklıydı. İmam Zeynelabidin (a.s) İmam Hüseyin'in (a.s) şahadetinden sonra ce-nazesini hemen gizlemeye güç bulamadı. Bunun sonucu da dile getirmek istemediğim gibi oldu. Şair diyor ki:
"Libas-i kohne çe hacet ki zîr-i summ-i sütûr
Tenî nemand ki pûşend came ber bedeneş."
Yani: Ne gerek var ki eski elbiseye? Atların nalları altında, / Çiğnenen bedenden bir şey kalmadı ki elbise giydirilsin.
[1]- Nehcü'l-Belâğa, 60. hutbe.
[2]- Zümer, 19.
Dostları ilə paylaş: |