Malik b. Enes'in İmam Cafer Sadık Hakkındaki Sözü
Medine'de olan Malik b. Enes nispeten güzel bir ahlâka sahipti. O diyor ki:
Ben Cafer b. Muhammed'in yanına gidiyordum. O çok tebessüm eden biriydi; yani güler yüzlüydü, asık suratlı değildi; çoğu zaman tebessüm ederdi. Öyle bir edebi vardı ki yanında Resulullah'ın (a.s) ismi anılınca yüzünün rengi değişiyordu (yani Resulullah'a olan ilgisinden dolayı onun ismini duyduğunda heyecana kapılıyor ve yüzünün rengi değişiyordu). Bir süre onun huzurunu gidip geldim.
Sonra İmam'ın (a.s) ibadetine değinip çok fazla ibadet ettiğini, abit ve muttaki biri olduğunu belirtiyor. O meşhur kıssayı da Malik naklediyor; diyor ki:
Bir defasında İmam Cafer Sadık'la (a.s) birlikte Mekke'ye müşerref olduk. Medine'den çıkıp Mescid-i Şecere'ye ulaştık. İhrama büründük ve "lebbeyk" sesleriyle muhrim olmak istiyorduk. Bineğimizin üzerinde olduğumuz hâlde ihrama giriyorduk; hepimiz lebbeyk dedik. İmam (a.s) lebbeyk demek isteyince Allah korkusundan yüzünün rengi öyle bir değişmiş ve öyle bir titriyordu ki neredeyse merkebin üzerinden yere düşecekti; bu sahne benim gözümden kaçmadı. Ben yaklaşarak, "Ey Resulullah'ın torunu! Sonuçta söylemeniz gerekiyor; başka çaresi yok, demek gerekir." dedim. Bunun üzerine İmam (a.s), "Ben ne söyleyeyim, kime lebbeyk söyleyeyim? Eğer cevaben bana "lâ lebbeyk" söylenirse o zaman ne yaparım?" buyurdu.
Bu rivayeti Merhum Şeyh Abbas Kummî ve diğerleri kendi kitaplarında nakletmektedirler. Herkes bunu nakletmiştir. Bu rivayetin ravisi dediğimiz gibi Ehlisünnet imamlarından Malik b. Enes'tir.
Malik yine diyor ki:
Cafer b. Muhammed'den üstün birini hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş ve hiç kimsenin kalbinden de geçmemiştir.
"el-Milel ve'n-Nihel" kitabının yazarı ve hicrî beşinci asrın büyük filozof ve mütekellimlerinden Muhammed Şehristanî çok bilgili bir kişidir. Şehristanî bu kitabında dünyadaki bütün dinî ve felsefi ekolleri açıklamıştır. Bir yerde İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle bahsetmiştir:
O sürekli kaynamakta olan bir ilme, hikmette mükemmel bir edebe, dünyada zühde ve şehvet dürtüleri karşısında tam bir takvaya sahipti. Medine'de yaşıyordu; kendi dostlarına ilimlerin sırlarını vermiştir; daha sonra bir süre de Irak'a geldi.
Daha sonra İmam'ın (a.s) siyaset sahnesinden çekilişine işaret ederek şöyle diyor:
O, hilâfet konusunda hiç kimseyle tartışmadı.
Şehristanî, İmam'ın (a.s) siyaset sahnesinden çekilmesini şöyle yorumluyor:
İmam marifet ve ilim okyanusuna öyle bir dalmıştı ki bu gibi meselelere önem bile vermezdi.
Ben onun bu yorumunu onaylamak istemiyorum; amacım onun, İmam'ın (a.s) ne kadar marifet okyanusuna daldığını itiraf edişine dikkat çekmektir. Diyor ki:
Marifet okyanusuna dalan kimse kendisini kıyıya atmaz (böyle şeyler sahildir, demek istiyor) ve hakikat zirvesine yükselen kimse aşağı düşmekten korkmaz.
İmam Cafer Sadık (a.s) hakkında bu sözleri söyleyen Şehristanî Şia düşmanıdır; "el-Milel ve'n-Nihel" kitabında Şia'yı öyle yerden yere vuruyor ki tavsif bile edilmez; fakat İmam Cafer Sadık'a (a.s) karşı bu kadar saygı duymaktadır. Bu da farklı bir tavırdır. Bugün dünyada birçok âlim Şia mektebine karşı büyük bir düşmanlık duymalarına rağmen bu mektebin mensup olduğu İmam Cafer Sadık'a (a.s) karşı saygı duymaktalar. Belki de buna, kendilerine göre aykırı olan şeylerin İmam Cafer Sadık'tan (a.s) olmadığına inanarak açıklık getiriyorlar. Fakat her durumda İmam Cafer Sadık'a (a.s) büyük bir saygı duymaktadırlar.
Ahmed Emin'in Görüşü
Asrımızda yaşayan ve asrımızın çok önemli toplumsal kitaplarından olan "Fecru'l-İslâm, Zuha'l-İslâm, Zuhru'l-İs-lâm ve Yevmu'l-İslâm" kitaplarının yazarı Mısırlı Ahmed Emin de bu Şiî düşmanlığı hastalığına tutulmuştur. Şiîlik hakkında pek fazla bilgisi olmadığından olacak ki Şia mektebine karşı büyük bir düşmanlık beslemektedir. Fakat buna rağmen İmam Cafer Sadık'a (a.s) karşı öyle bir saygı duymaktadır ki Ehlisünnet imamlarından hiç birine böyle bir saygı duymamaktadır; onun tüm kitaplarını okuduğum için bunu iyi biliyorum. Hikmette İmam Cafer Sadık'tan (a.s) fevkalade sözler naklediyor. Ben hatta bir Şiî âlimin bile bu sözleri naklettiğini görmedim.
Cahiz'in İtirafı
Bence "Cahiz"in itirafı bunların hepsinden üstündür. Cahiz hicrî ikinci asrın sonlarında ve üçüncü asrın başlarında (yaşamış) gerçekten bilgili bir âlimdi. Çok büyük bir edebiyatçı olan Cahiz sadece bir edebiyatçı değil, kendi asrının sosyologu ve bir tarihçi olduğu da söylenebilir aynı zamanda. "Kitabu'l-Hayavan" adında zooloji ile ilgili yazmış olduğu kitap bugün bile Avrupalılar tarafından yararlanılmaktadır. Hatta Cahiz'in "Kitabu'l-Hayavan"ında hayvanları tanımayla ilgili o günün dünyasında (Yunan dünyası vs.) eşsiz şeyler bulmuşlar, hâlbuki o dönemde Yunan bilimi daha İslâm âlemine girmemişti. Bu görüşler ilk defa Cahiz'in "Kitabu'l-Hayavan"ında geçmiştir.
Cahiz de mutaassıp bir Sünnî'dir. Onun bazı Şiîlerle öyle tartışmaları var ki bazıları bundan dolayı onu nasibî olarak kabul etmişlerdir. Fakat ben onun nasibî olup olmadığını söyleyemem (tartışmalarında bir takım sözler söylemiştir). Hemen hemen İmam Cafer Sadık'ın (a.s) döneminde yaşamıştır. Belki de çocuk yaşlarında İmam Cafer Sadık'ın (a.s) hayatının son dönemlerini görmüştür veya İmam Cafer Sadık (a.s) ondan bir nesil önce yaşamıştır. Velhasıl, İmam Cafer Sadık'ın (a.s) dönemine yakın bir zamanda yaşamıştır. Cahiz'in İmam Cafer Sadık (a.s) hakkında kullandığı tabir şudur:
Cafer b. Muhammed'in ilim ve fıkhı dünyayı doldurmuştur. Ebu Hanife ve Süfyan-i Surî (o asrın büyük fakih ve tasavvufçusudurlar) onun öğrencilerindendirler.
Mir Ali Hindî'nin Görüşü
Asrımızda yaşayan ve Sünnî olan Mir Ali Hindî de İmam Cafer Sadık'ın (a.s) asrı hakkında şöyle diyor:
O dönemde ilmin yayılması, düşüncelerin özgürleşmesine ve bağlardan kurtulmasına neden oldu. Felsefi tartışmalar [1] bütün İslâm toplumlarında yaygınlaştı. İslâm dünyasında bu fikir ve düşünce hareketine Ali b. Ebutalib'in "Sadık" adıyla meşhur olan torununun önderlik ettiğini unutmamak gerekir. O çok geniş düşünce ufkuna sahip olan bir kişiydi; çok derin düşüncelere sahipti. Kendi zamanının bilimlerine çok fazla önem veriyordu. Gerçekte İslâm dünyasında meşhur felsefe medreselerini[2] başlatan ilk kişi odur. Ders halkalarına katılanlar sadece (Ebu Hanife gibi) mezhep imamları değildi, geniş çapta aklî bilimler konusunda da öğrencileri vardı onun.
[1]- Akla dayanan tartışmalara, felsefi tartışmalar denmektedir.
[2]- Dediğimiz gibi, bunlar felsefe derken maksatları aklî bilimlerdir; bunların karşısında ise sadece rivayetlerle uğraşan muhaddisler yer almaktadır.
Dostları ilə paylaş: |