Hz. Ali'nin Sorunları
Bismillahirrahmanirrahim
Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a özgüdür; bütün mahlûkatın yaratıcısı O'dur. Salat ve selâm Allah'ın kulu, elçisi, habibi, seçtiği, sırrının koruyucusu, risaletinin mübelliği, efendimiz, peygamberimiz, mevlamız Ebu'l-Kasım Muhammed'e ve onun tertemiz ve masum Ehlibeyti'ne olsun.
Hz. Ali'nin (a.s) sözlerinden:
Beni bırakın ve başka birinin peşine gidin. Çok yönlü ve rengârenk bir geleceğe doğru ilerlemekteyiz. Ufukları sis bürümüş; anayol çıkmaz yola dönüşmüştür. Şunu bilin ki, davetinize icabet edecek olursam size kendi bildiğim gibi davranacağım.
Biliyoruz ki, Ali (a.s) ilk üç halifenin hilâfeti döneminde hilâfetin kendine ait olduğunu söylemekten sakınmıyordu; fakat buna rağmen Osman'ın kanlı bir devrim sonucu öldürülmesinden sonra insanlar Ali'nin (a.s) evine hücum ettikleri, etrafını sarıp kendisine biat etmek ve hilâfete geçmesi için çok ısrar ettikleri hâlde Ali (a.s) kabul etmeyip hilâfete geçmekten sakındı.
Yukarıda arzettiğim cümleler Nehcü'l-Belâğa'da geçer. Buyuruyor ki: "Bırakın beni ve başka birinin peşine gidin." Daha sonra kimsenin Ali'nin Resulullah'tan (s.a.a) sonra hilâfete ve hükümete kendisini layık görmediğini düşünmemesi için hilâfetten sakınmasının nedenini açıklayıp durumun çok karışık olduğunu ve içinden çıkılması güç olayların yaşanacağını dile getirip, "Biz çok yönlü ve rengârenk bir geleceğe doğru ilerlemekteyiz." buyuruyor. Yani önümüzde karışık, çok yönlü ve rengârenk olaylar var. Açık-seçik bir geleceğimiz yok bizim. Çeşitli çehreleri ve farklı renkleri olan bir gelecek söz konusudur.
İmam (a.s) daha sonra konuyu bir cümlede şöyle anlatıyor: "Ufukları sis bürümüş." Hava aşırı sisli olunca insan önünü göremez. "Anayol çıkmaz yola dönüşmüş, tanınmaz olmuş." İnsanlar artık ana yolu teşhis etmemektedir. Fakat sonunda hücceti tamamlamak için şöyle buyuruyor: "Şunu bilin ki, hilâfete geçecek olursam sizin istediğiniz gibi değil, kendi bildiğim gibi davranacağım size." İşte bu nedenle sözlerini şu cümlelerle noktaladı:
Beni kendi hâlime bırakın; şimdilik emir olmaktansa daha önce olduğu gibi vezir olmam daha iyidir.
Bu cümleler Hz. Ali'nin (a.s) kendi hilâfeti döneminde birçok problem ve sıkıntılarla karşılaşacağını tahmin ettiğini göstermektedir; daha sonra baş gösterecek ve vuku bulacak sorunlardan bahsetmektedir. O sorunlar nelerdi? Bir oturumda o sıkıntıların tümünü size açıklamam mümkün değildir. Ben yalnızca Ali'nin (a.s) büyük sıkıntısını anlatmak istiyorum. Diğer sorunlara kısaca değinip Hz. Ali'nin (a.s) en büyük sıkıntısı ve karşılaştığı en büyük problem üzerinde duracağım.
Osman'ın Öldürülmesi Sorunu
Hz. Ali'nin (a.s), "çok müphem bir geleceğimiz var" sözüyle işaret ettiği ilk sorun Osman'ın öldürülmesiydi. Ali (a.s) öyle bir hilâfetin mirasçısı oluyordu ki, ayaklanan devrimciler kendisinden önceki halifeyi öldürmüş, hatta onun defnedilmesine bile müsaade etmemiş ve birçok itirazları vardı. Şimdi bu devrimci grup Ali'nin (a.s) safına geçmiştir. Diğer insanlar ne düşünecekler? Herkes devrimciler gibi düşünmüyorlardı ya. Ali'nin (a.s) düşüncesi ise ne devrimcilerle bağdaşıyor, ne onların muhalifleriyle ve ne de genel halkla.
Bir tarafta Osman ve etrafındakiler ve onların yaptığı o kadar zulüm, sitem, adaletsizlik ve kendi akrabalarına tanıdıkları özel haklar, diğer tarafta Hicaz, Medine, Basra, Kufe, Mısır ve diğer yerlerden gelen itiraz ve tenkillerini dile getiren öfkeli ve kızgın gruplar; bu arada Osman'ın teslim olmayışı ve Ali'nin devrimcilerle Osman arasında elçi ve aracı olması; bu da ilginç bir olaydır; Ali (a.s) Osman'ın davranışına karşıdır; aynı zamanda halife öldürme gibi bir geleneğin temelinin atılmasını da istemiyor. Halifenin öldürülmesi sonucu Müslümanlar arasında fitne çıkmasına taraftar değil; bu da kendi başına geniş bir konudur.[1] Osman'ın davranışlarına itiraz etmekte ve onu izlediği yoldan alıkoyup doğru yola sevk etmeye, böylece devrimcilerin ateşini söndürüp fitneyi yatıştırmaya çalışmaktadır. Fakat ne Osman ve taraftarları (izledikleri yoldan vazgeçtiler) ve ne de devrimciler başlattıkları devrimi bıraktılar; dolayısıyla bu hareket böyle bir sonuç doğurdu.
Ali (a.s) Osman'ın öldürülmesinin [fitne çıkaracak] bir konu olduğunu biliyordu; özellikle bunca zaman sonra sosyolog ve İslâm tarihini inceleyen tarihçilerin keşfettikleri (ancak Nehcü'l-Belâğa'da açıklanan) ve insanı hayrete düşüren, Osman'ın katlinde kendi taraftarlarından bazılarının da rolü olduğu konusu göz önünde bulundurulacak olursa konunun ne kadar fitne çıkarmaya müsait olduğu anlaşılacaktır. Onlar Osman'ın öldürülmesini ve İslâm dünyasında fitne çıkmasını amaçlamış, böylece bu bulanmış sudan kendi amaçları doğrultusunda yararlanmak istemişlerdir. (Bu konular Nehcü'l-Belâğa'da işlenmiştir.) Osman'ın öldürülmesinde özellikle Muaviye'nin tam anlamıyla parmağı vardı. Osman'ın öldürülmesi için gizlice bu fitneyi daha da alevlendirmeye, böylece Osman'ın öldürülmesinden (kendi uğursuz amaçları doğrultusunda) yararlanmaya çalışıyordu. Bu, hakkında daha fazla konuşmayacağım bir sorundur...
Ali'nin (a.s) muhalifleriyle Resulullah'ın (s.a.a) muhalifleri arasındaki fark şuydu: Resulullah'ın muhalifleri kâfir, putperest bir grup olup putperestlik sloganıyla onunla mücadele etmekte, Allah ve tevhidi inkâr etmekte ve bu işi açıkça herkesin gözleri önünde yapmaktaydılar. Açıkça "Hubel'i yüceltin; yaşasın Hubel" diyerek mücadele ediyorlardı. Bunun karşısında Resulullah'ın (s.a.a) da açık bir sloganı vardı: "Allah daha ulu ve yücedir."
Fakat Ali (a.s) görünüşte Müslüman olan, ama gerçekte Müslüman olmayan, İslâmî sloganlar atan, fakat hedefleri İslâm'la zıt olan bilgili ve dinsiz bir grupla karşı karşıyaydı. Muaviye'nin babası Ebu Süfyan "Hubel'i yüceltin" sloganıyla Resulullah'a (s.a.a) karşı savaşa çıkıyordu; dolayısıyla Resul-i Ekrem (s.a.a) onunla daha kolay mücadele edebilirdi. Ebu Süfyan oğlu Muaviye, Ebu Süfyan'ın ruhunu taşıyor ve onun hedefini amaçlıyordu; fakat o, "Kim mazlum olarak öldürülürse onun velisine (yakın akrabalarına, mazlum olarak öldürülen yakınlarının kanını talep etmeleri için) yetki (güç ve hak) vermişizdir." [2] ayetini slogan ederek bu hedefini gerçekleştirmek istiyordu.
Evet; bu çok güzel bir slogandır. Fakat neden bir kişi kalkıp da Muaviye'den, Osman'ın kanının şer'i velisinin kim olduğunu sormuyor?! Seninle dört bel yukarıda soy bağlılığı bulunan bir kimsenin kanından sana ne?! Osman'ın oğlu var; ona senden daha yakın akrabaları var; ayrıca Osman'ın öldürülmesinin Ali'yle ne ilgisi var?! Fakat Muaviye gibi hilekâr bir kişi bu sözleri dinlemez bile; o, bu vesileden (uğursuz amaçları doğrultusunda) yararlanmak istiyordu.
Muaviye, Osman'ın etrafındaki casuslarına, halife öldürülür öldürülmez hemen kanlı gömleğini kendisine getirmelerini tembih etmişti. Osman öldürülünce gömleğinin kanının kurumasına fırsat vermeden kanlı gömleğini eşinin parmağıyla[3] birlikte Muaviye'ye gönderdiler. Osman'ın kanlı gömleği ve eşinin kesik parmakları Muaviye'ye ulaşınca sevinçten içi içine sığmıyordu. Osman'ın karısının kesik parmaklarını minberinin yanına asmalarını emretti. Sonra Muaviye şöyle konuştu: "Ey insanlar! Zulüm dünyayı sardı. İslâm yok oldu. Bunlar halifenin karısının kesik parmaklarıdır."
Daha sonra Osman'ın kanlı gömleği bir sopaya takılıp mescide veya başka bir yere götürüldü. Kendisi de orada oturup mazlum halifeye ağlamaya başladı. Şam'da uzun bir zaman Osman için ağıt okuttu, halkı ağlattı ve böylece Osman'ın kanını talep etmek için insanları hazırladı. Osman'ın kanını kimden talep edelim? Tabii ki Ali'den. Ali (a.s) kendisine biat eden devrimcilerle iş birliği yapıyordu; eğer iş birliği yapmıyor idiyseler o hâlde neden şimdi onlar Ali'nin ordusunda yer almışlar? Bu da büyük bir sorun. Cemel ve Sıffin savaşlarını da kötü maksatlı kişilerin aracılığıyla bu sorun meydana getirdi. Bu iki savaş bu bahaneyle vuku buldu.
[1]- Hz. Ali (a.s) Nehcü'l-Belâğa'nın on dört yerinde Osman'ın öldürülmesi olayından bahsetmiştir.
[2]- İsrâ, 33.
[3]- Devrimciler Osman'ı öldürmek isteyince eşi kendisini Osman'ın üzerine attı. Osman'a indirmek istedikleri bir kılıç darbesi eşinin eline isabet etti ve bir veya iki parmağı koptu.
Dostları ilə paylaş: |