Ehl-i Beyt İmamlarının Siyasi Tutumları


Hz. Ali'nin Haricîlere Karşı Tutumu



Yüklə 1,04 Mb.
səhifə5/43
tarix20.11.2017
ölçüsü1,04 Mb.
#32306
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   43

Hz. Ali'nin Haricîlere Karşı Tutumu


Bunun üzerine Ali'yle yollarını ayırıp, "Ali'ye karşı isyan edenler" anlamında "Haricîler" isminde bir fırka oluşturdular. Bunlar Ali'yi içten içe yıktılar. Bunlar silahlı kıyama başlamadıkça Ali (a.s) mümkün olduğu kadar onlara karşı iyi davrandı; hatta onların beytülmalden maaşlarını bile kesmedi; özgürlüklerini kısıtlamadı. İnsanların gözleri önünde gelip ona hakaret ediyorlardı; Ali ise yumuşak davranıyor, sabrediyordu. Ali minberde sohbet ederken onlardan biri kalkıp sohbetini bölmek istiyordu. Bir gün Ali minberde konuşurken biri bir soru sordu. Ali bu soruyu anında çok güzel bir şekilde cevapladı. Ali'nin bu güzel cevabı herkesi hayrete düşürdü; belki tekbir de getirdiler. Orada olan Haricîlerden biri, "Allah canını alsın; ne kadar bilgili bir adam?!" dedi. Ashabı başına üşüşüp ona gereken cevabı vermek isteyince Ali, "Ne işiniz var onunla; o benim için kötü bir söz söyledi; en fazla siz de ona kötü bir şey söyleyebilirsiniz; hayır; ona dokunmayın." buyurdu.

Ali (a.s) namaz hâlindeydi; cemaat namazı kıldırıyordu. Müslümanların halifesiydi Ali -bakın ne kadar halim davranıyor Ali!-. Onlar namazda Ali'ye uymuyorlardı; Ali Müslüman değildir, Ali kâfir ve müşriktir, diyorlardı. Ali namazda Fatiha ve sureyi okurken onlardan İbn Kevva isminde birisi şu ayeti okudu: "Andolsun! Sana da, senden öncekilere de kesinlikle vahyedilmiştir ki; eğer Allah'a ortak koşacak olursan kesinlikle amelin batıl olur." [1]

Bu ayet Resulullah'a hitaben şöyle buyuruyor: "Ey Peygamber! Sana ve senden önceki peygamberlere vahyedildi; sen de ortak koşacak olursan tüm amellerin batıl olur. Veya o peygamberler de ortak koşacak olsalar tüm amelleri batıl olur."

İbn Kevva bu ayeti okuyarak şunu söylemek istemiştir: "Ey Ali! Senin ilk Müslüman olduğunu ve İslâm'da parlak bir geçmişe sahip olduğunu, büyük hizmetler yaptığını ve böylesine yüce bir ibadete sahip olduğunu kabul ediyoruz. Fakat müşrik olup Allah'a ortak koştuğun için Allah yanında hiçbir ecrin yoktur."

Peki, Ali buna karşı nasıl davrandı? Ali (a.s), "Kur'ân okununca onu dinleyin ve susun." [2] hükmü gereğince adam yukarıdaki ayeti okurken susup dinledi. Ayet bitince namaza devam etti. Ali (a.s) namaza devam edince adam yine aynı ayeti tekrarladı. Ali (a.s) yine susup ayeti dinledi. Ayeti bitirince kaldığı yerden namaza devam etti. Adam bu hareketi üçüncü ve dördüncü defa tekrarlayınca artık Ali itina etmeyip şu ayeti okudu: "Artık sabret. Allah'ın verdiği söz haktır. Ve ahirete inanmayanlar sakın seni telaşlandırmasınlar" [3] ve daha sonra namazına devam etti.

 

[1]- Zümer, 65.



[2]- A'raf, 204.

[3]- Rum, 60.


Haricî Mezhebi'nin Temel İlkeleri


Acaba Haricîler bu kadarıyla yetindiler mi? Eğer bununla yetinmiş olsalardı Ali için büyük bir sorun olmazlardı. Yavaş yavaş bir araya gelip bir topluluk, bir parti ve hatta bir mezhep oluşturdular; İslâmî bir mezhep meydana getirdiler ("İslâmî bir mezhep" derken onların gerçekten Müslüman olduklarını söylemek istemiyoruz; hayır, bizce onlar kâfirdirler.) İslâm dünyasında yeni bir mezhep oluşturdular ve bu mezhepleri için bir takım temel ilkeler ve ayrıntılar belirlediler.

Dediler ki: "Bizden olan, hem Osman'ın, hem de Ali'nin, hem Muaviye, hem de hakemiyeti kabul edenlerin kâfir olduğuna inanır. Biz de kâfir olmuştuk, fakat tövbe ettik ve sadece tövbe edenler Müslümandır."

Ve yine dediler ki: "İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın şartı yoktur. Her zalim imamın, zorba önderin karşısında ve tüm şartlar altında kıyam etmek gerekir; kıyamın yararsız olduğunu kesin olarak bilsen bile." Bu da onlara fevkalade haşin bir çehre kazandırdı.

Haricîlerin mezhepleri için belirledikleri, cehalet ve ufuklarının darlığını ortaya koyan ilkelerden biri de şu sözleridir: "Esasen amel imanın bir parçasıdır. Sadece "Eşhedu en la ilâhe illellah ve eşhedu enne Muhammeden Resulullah" demekle Müslüman olunmaz. Müslüman namazını kılar, orucunu tutar, şarap içmez, kumar oynamaz, zina etmez, yalan konuşmaz ve bütün büyük günahlardan sakınırsa, bu durumda İslâm'ın başındadır. Müslüman bir yalan söylerse esasen kâfir olur, necis olur ve böyle bir kişi artık Müslüman değildir. Bir defa gıybet yapar veya şarap içerse İslâm dininden çıkar."

Büyük günahları işleyenleri İslâm dininin dışında bildiler. Sonuçta dünyada sadece kendilerini Müslüman bildiler; -sanki diyorlardı ki- şu gök kubbesinin altında bizden başka Müslüman yoktur. Haricîler bunun gibi bir takım ilkeler belirlediler kendilerine.

İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın farz oluşu, bunun hiçbir şarta dayanmayışı, her zalim imamın karşısında kıyam edilmesinin gerekliliği Haricîlerin ilkelerinden biri olduğundan ve Ali'yi (a.s) de kâfir saydıkları için "Ali'ye karşı kıyam etmekten başka bir seçenek kalmadı." dediler. Böylece ansızın şehrin dışında çadır kurup resmen başkaldırdılar. Başkaldırırken de çok katı ve sert ilkeleri izliyor ve di-yorlardı ki: "Diğerleri Müslüman değiller; Müslüman olmadıkları için onlardan kız alamayız; onlara kız da vermememiz gerekir. Onların kestikleri hayvanların etlerinden yemek haramdır. Onların kasaplarından et almamalıyız; dahası, onların kadın ve çocuklarını öldürmek câizdir."

Şehrin dışına çıktılar. Diğer insanları öldürmeyi câiz bildikleri için insanları öldürüp mallarını yağmalamaya başladılar. Acayip bir durum oldu. Resulullah'ın (s.a.a) bir sahabesi hamile eşiyle birlikte geçerken ondan Ali'den beri olduğunu söylemesini, teberri etmesini istediler. Sahabe bunu kabul etmeyince onu öldürüp eşinin de karnını mızrakla yırttılar; siz kâfirsiniz, dediler. Aynı kişiler bir hurmalığın yanından geçerken (hurmalık, malını saygın bildikleri bir kişiye aitti) biri elini uzatarak ağaçtan bir hurma alıp ağzına koydu. Bunun üzerine ona öyle bir bağırdılar ki Allah bilir. Müslüman kardeşinin malına mı tecavüz ediyorsun, dediler.

Hz. Ali'nin Haricîlere Karşı Davranışı


Haricîlerin işleri öyle bir yere vardı ki Ali (a.s) onların karşısında karargâh kurdu. Artık serbest bırakılamazlardı. İbn Abbas'ı gidip onlarla konuşması için gönderdi. İşte İbn Abbas oradan döndüğünde onların hakkında şöyle dedi:

Çok ibadet nedeniyle alınları nasır bağlayan, ellerinin içi devenin dizleri gibi olan kişiler gördüm. Zahidane eski elbiseler giymişlerdi. Çok ciddi ve kararlı bir çehreleri vardı.

İbn Abbas'ın onlara gitmesi bir yarar sağlamadı. Ali'nin (a.s) kendisi gidip onlarla konuştu. İmam'ın konuşmaları etkili oldu. On iki bin kişiden sekiz bini pişman oldu. Ali (a.s) aman bayrağı diye bir bayrak dikip onun altında toplananların güvencede olduklarını ilân etti. Bunun üzerine sekiz bin kişi bayrağın altında toplandı; fakat dört bini hayır, imkânsızdır, dediler. Ali de alınları nasır bağlayan görünüşte dindar olan bu riyakârların tümünü kılıçtan geçirdi. Onlardan on kişiden fazlası kurtulamadı. Bu kurtulan on kişiden biri dindar görünümlü riyakâr Abdurrahman İbn Mülcem'di.

Ali'nin (a.s) Nehcü'l-Belâğa'da bir cümlesi var, (olağanüstü bir kişidir Ali. Aslında Ali'nin (a.s) yüceliği burada ortaya çıkmaktadır) diyor ki:

Fitnenin gözünü ancak ben çıkardım. Benim dışımda kimse bu fitnenin (dindar görünümlü bu riyakârların fitnesinin) gözünü çıkaramazdı; benden başka kimse bunların boynunu kılıçla vurmaya cür'et edemezdi.

Çünkü sözde dindar olan bir topluluğu ancak iki kesim öldürebilir: Biri İslâm'a ve Allah'a inanmayanlar; Yezid taraftarlarının İmam Hüseyin'i (a.s) öldürmeleri gibi. Ancak kendileri de Müslüman olan bir kesimin bu topluluk karşısında bir şey söyleyip bir şey yapma cür'eti göstermesi öyle sıradan herkesin yapabileceği bir iş değildir. Aslan gibi biri olmalıdır; onların İslâm dünyasında doğuracakları tehlikeyi hisseden Ali'nin (a.s) basireti gibi bir basirete sahip olmayı gerektirir bu iş (Ali'nin hissettiği ve sözlerinden anlaşılan şeyi şimdi açıklayacağım). Onlar bu taraftan Allah'ı zikredip Kur'ân okuyadursunlar Ali de o taraftan kılıç sallayıp onları param parça etsin! Bu iş, Ali'nin basireti gibi bir basiret ister. Buyurmuştur ki: Hiçbir Müslüman, Resulullah'ın (s.a.a) hiçbir sahabesi onlara karşı kılıç çekme cür'etini bulamazdı kendinde; fakat ben onlara karşı kılıç çektim; kılıç çektiğim için de iftihar ediyorum. Buyuruyor ki:

Zulmet denizi dalgalanıp zulmet dalgası yükseldikten sonra ben bu fitnenin gözünü çıkardım.[1] Kuduzluk baş alıp gidiyordu.

Bu cümle çok ilginçtir. Köpek kudurunca ve avam diliyle delirince, özel bir hastalığa yakalanır. Bu hayvan bu hastalığa yakalanınca tanıdıkla yabancı, sahibiyle sahibi olmayan arasında fark gözetmez, hiç kimseyi tanımaz. Karşılaştığı her insan veya hayvanı ısırır, dişlerini bedenine geçirir ve sonra ağzının salyasından bu hastalığın mikrobu karşı tarafın kanına geçer; bir süre sonra o da kuduz olur. Yani kuduz bir köpek bir atı ısırırsa, o at bir süre sonra kuduz olur; yine bir insanı ısırsa, o insan da bir süre sonra kuduz olur.

Ali (a.s) buyuruyor ki: Bu kutsal görünümlü kişiler kuduz köpek gibi olmuş ve kuduz köpekler gibi kime temas ediyorlardıysa onu da kendileri gibi kuduz yapıyorlardı. İnsanlar bir köpeğin kuduz olduğunu gördüklerinde ısırıp diğerlerini de kuduz yapmaması için herkes kendisine onu idam etme hakkını verdiği gibi ben de bu kuduz köpekleri görüp onları idam etmekten başka bir çare kalmadığı, aksi durumda taşıdıkları kuduz hastalıklarını İslâm toplumuna bulaştıracakları, İslâm toplumunu katılık, sertlik, aptallık ve cahillik bataklığına gömecekleri sonucuna vardım. Ben İslâm'ı tehdit eden bu tehlikeyi hissediyordum. Onlar hakkında zulmet, şek ve şüphe dalgası yükselip, kuduzlukları artıp, günden güne diğerlerine bulaştıktan sonra bu fitnenin gözünü ben çıkardım; benim dışımda hiç kimse böyle bir şeye cür'et edemezdi.

 

[1]- "…zulmet dalgası yükseldikten sonra" Yani esasen durum şüphe uyandırıcı olduktan sonra. Gidip onları gören İbn Abbas da şüpheleniyordu. Hava sisliydi; net değildi. Kendisi, ufukları sis bürümüş diyordu. Durum, İslâm adına savaşa gitmek isteyen bir Müslümanın yaptığı işin İslâm'ın yararına olduğuna emin olabileceği kadar net değildi. Kendisinden daha abid ve daha zahit olan, daha az günah işleyen, daha fazla namaz kılan, ibadet izlerini çehrelerinde gördüğü bir grupla karşılaştığında eli esiyor, kılıcı kalktığında eli titriyordu; bunlara nasıl kılıç çekerim diye kalbi titriyordu. Eğer Ali ve Ali'nin safı olmasaydı, Ali'nin safında yer alanlar Ali'ye güvenmeseydiler onlara kılıç çekmeleri imkânsızdı. Durum haklı olarak çok şüpheliydi; biz ve siz de olsaydık onlara el kaldırmazdık.



Yüklə 1,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin