"Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır." (Tahrim, 6)
12- Yazının sonlarına doğru diyor ki yazar:
"Olayı böyle yorumlamayıp, Sasani "kutsal hanedan" anlayışını İslâm iklimine taşıyarak, Hz. Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Selman'ın "aba altına alınmasına" bakarak ve Ehlibeyti bunlara hasrederek onların sülblerinden/soylarından dini ve siyasî bir mesaj çıkarmak manasız ve temelsizdir."
Beyefendi zannediyor ki Ehlibeyt'i bunlara hasreden ve onlara yönelik dini ve siyasi bir takım özellikler atfedenlerin tek delili bu Aba hadisidir. Oysa az buçuk kitap karıştırsa ve kendini hapsettiği o dar çerçeveden biraz olsun dışarıya çıkarsa, görecek ki bu hadis diğerlerinin yanında devede kulak kalır!
İnşallah konunun tekmili için ben Ehlibeyt hakkında genel olarak ve fertleri hakkında özel olarak hem de Sünni kaynaklarda nakledilen bu yüzlerce hadisten sadece birkaç tanesini örnek olsun diye vereceğim. Akıllıya işaret de yeter!
13- Yine diyor ki:
"Aba altına alma olayından, Hz. Peygambere yönelik sadece babacan bir tavır, şefkat ve merhametle muamele, ailesini, kızını, damadını, torunlarını görüp gözeten bir "aile babası" örnekliği çıkar. Vesayet, velâyet veya veraset çıkmaz. Çünkü bir hadiste geçtiği gibi peygamberler maddî miras bırakmazlar, ancak evrensel hidayet ve hayata dair rehberlik bırakırlar."
Muhterem, madem hadislere itibar ediyorsun da neden işine gelen hadislere sarılıp başkalarını göz ardı ediyorsun?
Ayrıca bu "Kisa" hadisinden direk olarak Vesayet, velâyet veya veraset manası çıkaran yoktur. Kisa hadisinin misyonu bir taraftan "Tathir" ayetinde (Ahzap, 33) geçen mananın (her türlü rics ve kötülükten uzak oluşları), Ehlibeyt hakkında ne kadar önemli bir referans olduğunu pekiştirmek ve "Eğer ümmetin önderlik ve örnekliklerine, her türlü kötülük ve şaibeden uzak olan kimselerden daha layık kim olabilir?" mesajını anlayan beyinlere kazımak, diğer taraftan bu yüce manaya ve İlahi referansa mazhar olanları açıkça belirtip su-i istimallere yolu kapatmaktır.
Kaldı ki Ehlibeyt hakkında böyle önemli bir misyonu benimseyenlerin tek delili bu hadis değildir ki iki cümlede kestirip atasın?
14- Yine bu paragraftaki ilginç bir noktada da şudur ki yazarın yazısındaki ana referansı güya Kur'an olmasına rağmen, bu paragraftaki son cümlesi referans aldığı Kur'an'a terstir; diyor ki: "Çünkü bir hadiste geçtiği gibi peygamberler maddî miras bırakmazlar, ancak evrensel hidayet ve hayata dair rehberlik bırakırlar."
Oysa Kur'an'ın hiçbir yerinde böyle bir açıklama ve sınırlandırma yoktur. Kur'an Hz. Süleyman hakkında şöyle buyuruyor:"
"Süleyman Davut'tan miras aldı.." (Neml, 16)
Ne bu ayette ve nede başka bir ayette Peygamberlerin maddi miras bırakmadıklarına dair bir açıklama, bir kayıt yoktur ve dolayısıyla maddi ve manevi bütün mirasları kapsamaktadır.
Kaldı ki hatta öyle düşünsek dahi bu gösteriyor ki Hz. Süleyman, yazarın kendi tabiriyle "hidayet ve hayata dair rehberlik"te Hz. Davut'tan miras almış ve tıpkı babası gibi o da bu önemli görevleri üstlenmişti!
15- Yukarıdaki paragrafın ardından şöyle devam ediyor:
"Kaldı ki Hz. Peygamber'in âdeta bütün benliğini saran sevgi ve merhamete dayalı babacan tavırları diğer sahabeler için de geçerlidir. Çünkü etrafındaki sahabelerden birçoğunu övmüş, onların güzel hasletlerine ve ahlâkî meziyetlerine zaman zaman dikkat çekmiştir..."
Bu paragraf hakkında da birkaç noktaya değinmekle yetiniyoruz:
a) Hem bu yazarın, hem birçok Sünni kardeşimizin kavrayamadıkları en önemli mesele, medh u sena sayılacak sözleri başkalarından bir türlü ayırt edemeyişleridir. Biz başkaları hakkında Resulullah'ın babacan tavrı, medh u senası yoktur demiyoruz. Bizim dediğimiz şey, evvela hatta medh u sena sayılacak tabirlerde dahi Ehlibeyt hakkındakilerle başkaları kıyaslanmayacak derecede farklıdır. Saniyen Resulullah'ın birçok açık ve net sözleri vardır ki onları Ehlibeyt'in (her açıdan) önderlik ve örnekliğe daha layık olduklarını göstermekten başka bir maksada taşımak, abesle iştigaldir ki bazı örneklerini yazının sonlarına doğru zikredeceğiz inşallah.
b) Yine birçoklarının kasıtlı veya gafleten göz ardı ettikleri diğer önemli bir husus şudur ki, Şia'nın Ehlibeyt hakkında naklettiği Nebevi referansların hepsi istisnasız Sünni kaynaklarda da geçmektedir, yani müşterek hadislerdendir. Ama başka bazıları hakkında nakledilenler, sadece bir tarafın kaynaklarına özgüdür. Dolayısıyla onları bunlara alternatif veya eşit görmek mümkün değildir.
c) Biz bazılarının zannettiği veya kasıtlı olarak lanse etmeğe çalıştığı gibi, Ehlibeyt'in dışındaki bütün sahabeyi göz ardı etme veya kesip atma diye bir niyet ve düşünceyi asla taşımıyoruz. Bizim sahabeden bir kısmına Ehlibeyt'e karşı işledikleri yanlışlardan dolayı elbette ki ciddi eleştirilerimiz vardır; ancak bu demek değildir ki bütün sahabe hakkında aynı düşünceye sahibiz. Şia kaynaklarında onlarca meşhur sahabiden hadis nakledilmekte, sevilip sayılmaktadırlar. Ancak her hangi bir konuda görüş veya nakilleri Ehlibeyt'in nakil ve görüşlerine ters düşüğü takdirde, Resulullah'ın emri gereği Ehlibeyt'inkileri tercih etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Zira aşağıda da değineceğimiz üzere Allah Resulü Kur'an'la birlikte onları bize emanet etmiş ve onlara sarılmamızı ve sarıldığımız takdirde asla dalalete düşmeyeceğimize dair garanti vermiştir.
16- Yine şöyle yazmış:
"Demek ki Hz. Peygamber bizim "babamız" değildir. Kimse soyunu/sülbünü ona dayayarak bir yere varamaz. Bu manasız bir eskidünya alışkanlığıdır. Fakat Hz. Peygamber, söz yerine iyi geldi, tabiri caizse "babacan" tavırlarıyla her daim bizim örneğimiz, rehberimizdir; öyle olmaya da devam edecektir. Demek ki biz de onun gibi ailemizi, çocuklarımızı, yakınlarımızı "abamız" altına almalıyız. Evine barkına düşkün insanlar olmalıyız…"
Ne kadar da şairane ve göz yaşartıcı bir yorum! Madem "Aba" hadisinde verilmek istenen mesaj buydu, neden o zaman kendi zevcesi Ümm-ü Seleme'yi de abanın altına almadı ve sen yerinde dur deyip onlarla birlikte olmasına izin vermedi? O, ailesinden birisi değil miydi?! Yoksa diğerlerine düşkün olduğu kadar (haşa) ona düşkün değil miydi?! Belki de bunu da nerden çıkardınız diyebilirsiniz ve büyük ihtimal bütün bunları olaydan iyice haberdar olmadığınız için yazmışsınızıdır. Umudum şu ki en azından bundan sonra üzerinden fikir yürüteceğiniz şeyleri, hiç değilse Sünni kaynaklardan bari iyice araştırdıktan sonra yorumlayın.
Kaldı ki madem kendi tabirinizle Allah Resulü (s.a.a) hiçbir fark gözetmeksizin bütün ashaba "babacan" bir tavır içindeydi, o zaman böyle ilginç bir eyleme ne gerek vardı? Ya da en azından o tavrı bütün sahabeye de göstermek için onları da sırasıyla aba veya benzer şeylerin altına alsaydı daha iyi ve adilane olmaz mıydı? Böylece ırkçı ve baba kültü taraftarı olmadığını daha iyi sergilemiş olurdu. Ne dersiniz?..
17- Ve şöyle devam ediyor:
"İyice düşünürsek, zaten bu ayetlerle yapılmaya çalışılan sosyal reformlar, söz konusu babaya dayalı sülb "kutsamasını" ortadan kaldırmak içindi. Toplumdaki üstünlük ve değer yargısı, "beşikten gelen" bu tür baba kültüne göre değil, "yaşayan hayatın içinde kazanılan" ehliyet ve liyakat kriterlerine göre inşa edilmek istenmekteydi…"
Biz Ehlibeyt'ten ve onların İslam'daki özel yerinden ve seçilmişliklerinden bahsettiğimizde, bunlar zannediyorlar ki biz onarlın bu seçilmişliğini veya özel konumlarını, sırf Resulullah'ın yakınları ve evlatları olmalarına bağlıyoruz! Zaten en büyük hatayı da bizce burada yapıyorlar. Biz onların tıpkı Adem'in, Nuh'un, İbrahim'in vs. soyundaki seçilmişler gibi seçildiğini, Peygamberlerin risalete seçildiği gibi onların da imamet ve velayete seçildiğini iddia ediyoruz. Ancak şunu da iman ve yakinimizle biliyoruz ki İlahi seçim, beşeri seçimlerle elbette farklıdır. O, sonsuz ilmiyle, o yüce makamlara kimlerin ehliyet ve liyakatinin olup olmadığını bilip de seçiyor; yoksa sırf Peygamberimin evlatları, yakınlarıdır, yeter ki onun gönlü hoş olsun diye değil veya (haşa sümme haşa) yazı tura atarak değil…
18- Burada yazara ve aynı düşünceleri paylaşan kimselere kardeşçe tavsiyemiz şudur ki, Allah rızası için bir kere olsun Şia'nın Ehlibeyt'e yükledikleri özel statü ve imamet hakkındaki görüşlerini ve bu konudaki delillerini yakından, hem de ciddi ve tarafsız bir şekilde incelesinler ve ondan sonra, "İmamet" inancının ve Ehlibeyt hakkındaki düşüncelerinin bir "mitoloji" (!) ya da Kur'an ve sünnet esasına dayalı gerçekler olup olmadığına karar versinler; uzaktan ve kafadan dolma bilgilerle değil…
19- Aslında bu yazıda kısaca imamet konusunu da işleyip Şia'nın bu konudaki akli ve nakli (Kur'an ve müşterek sünnete dayalı) delillerinden de bahsetmek istiyordum. Ancak yazı bir hayli uzadığı için, bunu bir başka zamana bırakıp, bu konuda bilgi sahibi olmak isteyenleri Kıble dergimizin çeşitli sayılarında çıkan yazılara ve özellikle Kevser Yayıncılık tarafından yeni yayınlanan Üstad Allame Askeri'nin "Ehlibeyt ve Ehlisünnet Ekolleri" isimli üç ciltlik dev eserini okumalarını tavsiye ediyoruz. Burada son olarak, konu Ehlibeyt olduğu için, bu konuda Ehlisünnet'in de kaynaklarında nakledilen ve bazısı mütevatir olarak bile kabul edilen hadislerden bir kısmını biraz izahla nakledip, yazımızı noktalamak istiyoruz:
1- "Sekaleyn Hadisi" diye meşhur olan hadisinde Yüce Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar, sizin aranızda, kendilerine sarıldığınız takdirde asla sapmayacağınız iki değerli ve ağır emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabını; o kitapta hidayet ve nur vardır ve itretim olan Ehlibeyt''mi." Bazı nakillerde, "Onlar Kevser havuzu başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılamazlar. Ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere Ehlibeyt'im hakkında ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere Ehlibeyt'im hakkında ve bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız" cümleleri de eklenmiştir.
Oldukça meşhur olan ve çeşitli nakilleriyle tevatür derecesine varan bu hadis, muhtelif senetlerle birçok sahabiden nakledilmiştir. İbn-i Hacer bu hadisin 27 senetle nakledildiğini söylemektedir. (Es-Sevaik-ul Muhrika, S.226)
Bu hadisi bazı cüzi farklarla nakleden muteber Sihah ve Sünen kitaplarından sadece bir kaçını vermekle yetineceğiz: Sahih-i Müslim, Bab-u Fezail-i Ali (a.s), C.7, S.122, Sünen-i Tirmizi, C.2, S.308, Müsned-i Ahmed, C.3, S.17, Es-Sünen-ül Kübra, C.2, S.148, Müstedrek-üs Sahihayn, C.3, S.109, Et-Tabakat-ül Kübra, C.2, S.194, El-Cami-üs Sağır, C.1, S.104, Mecm-üz Zevaid, C.1, S.170, Kenz-ül Ummal, C.6, S.309, İhya-ül Meyyit (Suyuti) Hadis: 56, Es-Sevaik-ul Muhrika (İbn-i Hacer), S.141,143,148..., Sünen-üd Darimi, C.2, S.431, (Kitab-u Fezail-il Kur'an), Usd-ül Gâbe, C.3, S.92-147, Yenabi-ül Mevedde, S.36-37-38...
Bu hadis-i şerifin yer aldığı çeşitli kaynakları ve hadisin değişik nakillerindeki cûzî farkları öğrenmek isteyen kardeşlerimiz Ehlibeyt mesajı dergisine müracaat edebilirler.
Bu nakillerden anlaşılan şu ki Allah Resulü (s.a.a) bu hadisi, Gadir-i Hum, Cuhfe, Arafat, Taif dönüşü, ölüm döşeğinde yatarken vb. birçok yer ve münasebetlerde beyan etmişlerdir. Bu ise Resul-i Ekrem'in (s.a.a), bu konuya ve bu ağır ve değerli emanetleri Müslümanlara tanıtmaya ve böylece hücceti herkese tamamlayıp kimseye mazeret ve bahane yeri bırakmamağa ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Bu hadisin muhtevası dikkate alındığında ondan şu sonuçları elde etmek mümkündür:
a- Kur'an'a sarılmanın anlamı, ona uymak, onun emir ve nehiylerine amel etmek olduğu gibi, Ehlibeyt'e sarılmak da onlara uymak, onların gittiği yolu takip etmek, benimsedikleri fikirleri benimsemek olmalıdır.
b- Kur'an ve Ehlibeyt'i takip etmek, dalaletlerden kurtulmamızın güvencesi, onlardan ayrı kalmamız ise, dalalet kapılarının yüzümüze açmamız demektir.
c- Kur'an ve Ehlibeyt, kıyamete kadar birbirlerinden ayrılmayacaklarına göre, "Kur'an bize yeterlidir" deyip Ehlibeyt'ten ayrı kalan veya Ehlibeyt'i sevip takip ettiklerini iddia edip Kur'an'a ilgisiz kalan her iki gurup da yanlıştadır. Zira bunları birbirinden ayıranlar, Resulullah'ın emanetlerine gereği gibi sahip çıkmamalarının yanı sıra, ne Kur'an'dan doğru bir şekilde istifade edebilirler, ne de Ehlibeyt'in takibinde gerçekçi olabilirler; zira bunları yan yana koyup bize emanet etmesi, "Bunlar birbirinin tamamlayıcısıdır" demektir. Evet, Kur'an Ehlibeyt'in referans ve te'yidi, Ehlibeyt ise Kur'an'ın hafızları ve gerçek açıklayıcıları konumundadır.
d- Kur'an-ı Kerim'e hiçbir şey tercih edilemeyeceği gibi, Ehlibeyt'e de hiçbir kimse, hiçbir şeyde tercih edilemez. Eğer öyle olsaydı, onları Resulullah, Kur'an'ın yanına koyup emanet olarak bırakmazdı. Yoksa onları başkalarına tercih etmenin bir anlamı kalmazdı. Allah Resulü bu gerçeği başka bir hadisinde şu cümlelerle ifade buyurmuştur: "Hiçbir kimse biz Ehlibeyt'le kıyaslanamaz." (Feraid-üs Simtayn, C.1, S.45, Zehâir-ül Ukbâ, S.17, Yenabi-ül Mevedde, C.2, S.114)
e- Kur'an'a hiçbir yönden bâtıl yaklaşamayacağı ve onda her hangi bir yanlışın ve mantıksızlığın söz konusu olamayacağı gibi, Ehlibeyt'in de bâtıl ve yanlış bir yoldan gideceği, bâtıl ve yanlış bir söz söyleyecekleri düşünülemez. Aksi taktirde insanların doğru yoldan sapmamaları için teminat olarak gösterilemezlerdi.
Kur'an ve Ehlibeyt, hiçbir konuda bir birleriyle çelişmezler, ters düşmezler. Yoksa bir birlerinden ayrılmış olurlar. Oysa Resulullah "Onlar birbirinden asla ayrılmazlar" buyurmaktadır. Bunun sonucu da masum olmaktan başka bir şey değildir.
f- Kur'an ve Ehlibeyt, birbirlerinden ayrılmayacağına göre, kıyamete kadar Kur'an'la birlikte Ehlibeyt'ten de birilerinin bulunması ve yaşaması gerekir. Aksi taktirde "Birbirlerinden ayrılmazlar" cümlesi anlamsız kalır ve ümmetin dalaletten korunmasına verilen teminat ortadan kalkmış olur.
Evet, Kur'an'la birlikte her zamanda Ehlibeyt'ten de bir ferdin bulunması gerektiğini te'yid eden bir başka hadis de önceden de değindiğimiz şu hadistir: "Kim zamanının imamını tanımadan ölürse cahiliye ölümü ile ölmüştür." Evet, her zamanda hak bir imamın bulunması bir zarurettir. Aksi taktirde, çeşitli zamanlarda yaşayanların, zamanlarının imamlarını tanımakla görevlendirilmeleri yersiz olurdu. Olmayan bir imamı tanımayı farz kılmanın makul bir yanı olabilir mi? Bu imam, batıl imamlardan da olamayacağına göre, mutlaka her zamanın hak bir imama sahip olması gerekir. Eğer bunun Ehlibeyt'ten başka biri olduğunu farz edersek, o halde Müslümanların din ve dünyalarında onu kendilerine imam ve önder kabul edip Kur'an'ın yanında ona sarıldıkları gerçeği ortaya çıkar; bu ise Sekaleyn hadisine büsbütün ters düşer. O halde her zamanda cahiliye ölümünden kurtulmak için tanınması ve takip edilmesi gereken imamın Ehlibeyt'ten olması ve Kur'an'la birlikte ona temessük edilmesi gerekir.
g- Bu hadisi şeriften anlaşıldığı üzere Ehlibeyt "Kevser Havuzu" başında Resulullah'a kavuşacaklardır. Havuz başında Allah Resulüne kavuşanların da geçek kurtuluşa varacakları kesindir. O halde Ehlibeyt kendilerine uyanları da kesinlikle Kevser başına ulaştıracaklardır. Hâlbuki Resulullah'tan nakledilen ve Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim başta olmak üzere birçok hadis kaynağında yer alan birçok hadise göre, ashaptan bir kısmının havuz başında Resulullah'a ulaşmaları önlenip oradan uzaklaştırılacaklardır:
Allah Resulünden (s.a.a) bu konuda şöyle rivayet edilmiştir: "Kıyamette (havuzun başında) durduğum an, bir gurupla karşılaşacağım ve onları tanıyacağım; o anda onlarla benim aramdan bir kişi kalkıp onlara "Gelin" diyecek. Ben "Nereye gelsinler?" diyeceğim. "Allah'a and olsun ki cehenneme doğru" diyecektir. Ben, "Bunlar ne yapmışlar" diye soracağım. "Bunlar senden sonra dinden çıkıp cahiliyete döndüler" diyecektir. Bunların içerisinden sürüden ayrılıp kendi başına yayılan develer gibi, az bir gurup dışında kurtulan olmayacaktır."
Yine şöyle buyurduğu nakledilmiştir: " Ben sizlerden önce havuza varacağım; bana gelen herkes o havuzun suyundan içer ve artık susamaz. Bazı guruplar da bana gelirler ki ben onları tanırım, onlar da beni tanırlar. O arada benimle onların arasına ayrılık düşer. Ben "Bunlar benim ASHABIMDIR" diye seslenirim. "Sen bilmiyorsun bunlar senden sonra ne yaptılar?" denilir. Bunun üzerine ben de: "Benden sonra dinimi değiştirenler uzak olsun; uzak olsun derim."
(Sahih-i Buhari, C.3, S.94'ten S.99'a kadar, Sahih-i Müslim, C.7, S.175, Hadis: 28 Sahih-i Tirmizi Hadis: 2538)
2. "Sefine (gemi) Hadisi" diye meşhur olan hadiste ise Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: "Benim Ehlibeyt'im Nuh'un gemisine benzer; ona binen kurtulur; ondan geri kalan boğulur, helak olur." (Müstedrek-üs Sahihayn (hakim) , C.3, S.151, Mecme-üz Zevaid, C.9, S.168, Cami-üs Sağir, C.2, S.533, hadis no: 8162, Hilyet-ül Evliya, C.4, S.306, es-Sevaik-ül Muhrika (ibn-i Hacer) , S.184....)
3- Bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Benim Ehlibeyt'im sizin içinizde Beni İsrail'deki hitta kapısı gibidir. O kapıdan girenlerin hepsi bağışlanırlar." (Mecme-üz Zevaid, C.9, S.168, el-Mu'cem-ul Evsad (Tabarani), C.6, S.85 H:5870, Es-Savaik-ul Muhrika, S.152...)
4- Yine şöyle buyurmaktadır: "Yıldızlar (denizlerde yolunu kaybedenlerin) boğulmaktan emanda kalmalarına (kurtulmalarına) vesiledir; benim Ehlibeyt'im ise ümmetimin ihtilaftan emanda kalmalarına vesiledir. Bu yüzden Arap'tan bir kabile onlarla muhalefet ederse, ihtilafa düşer ve şeytanın hizbinde yer alır." (Müsatedrek-üs Sahihayn, C.3, S.149, Es-Sevaik-ül Muhrika, S.150, İhya-ül Meyyid (Suyuti), Hadis: 35...)
5- Bir hadiste ise Allah Resulü'nün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Benim Ehlibeyt'imi kendi aranızda, vücuttaki baş ve baştaki iki göz gibi kabul edin. (Tabiatı ile) başsız bir beden düşünülemeyeceği gibi, baş da gözler olmadan yolunu bulamaz." (Mecme-üz Zevaid (Haysemi) , C.9, S.172, el-Fusul-ül-Muhimme (İbn-i Sabbağ Maliki), S.8)
6- Resul-i Ekrem (s.a.a) Kur'an ve Ehlibeyt'ine işaret ederek şöyle buyurdu: "O ikisinden öne geçmeyin, yoksa helak olursunuz; onlardan geriye de kalmayın, yoksa helak olursunuz; onlara (Ehlibeyt'e) bir şey öğretmeye kalkışmayın; zira onlar sizden daha bilgilidirler." (Ecme-üz Zevaid C.9, S.163, Kenz-ül Ummal, C.1, Hadis: 958, es-Savaik-ul Muhrika, S.148, Ed-dürr-ül Mensur, C.2, S.60)
7- Allah Resulü'nün Ehlibeyt'i hakkında bir de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim benim gibi yaşamak ve benim gibi ölmek ve benimle Allah'ın hazırladığı üstün cennette kalmak isterse, benden sonra Ali'yi kendine veli kabul etsin; onu sevenleri sevsin; benden sonra Ehlibeyt'ime uysun; zira onlar benim akrabamdırlar. Benim toprağımdan yaratılmışlardır; benim ilmim ve idrak gücüm onlara verilmiştir. Yazıklar olsun ümmetimden onların faziletini yalanlayanlara ve benimle onların arasındaki yakınlığı koparanlara! Allah benim şefaatimi onlara nasip etmesin." (Müstedrek-i Hakim, C.3, S.128, Mecme-ül Kebir (Tabarani), Kenz-ül Ummal, C.6, S.155, Hilyet-ül Evliya, C.1, S.86, Tarih-i İbn-i Esakir, C.2, S.95)
8- Yine şöyle buyurmuştur: "Kim kurtuluş gemisine binmeyi, güvenilir bir kulptan tutmayı ve sağlam bir ipe sarılmayı severse, Ali'yi sevsin; onun düşmanıyla düşman olsun ve onun evladından olan hidayet imamlarına uysun. Zira onlar benim halifelerim, vasilerim ve benden sonra Allah'ın yaratıklarına olan hüccetleri, ümmetimin efendileri ve takvalıları cennete rehberlik eden kimselerdir. Onların hizbi benim hizbim ve benim hizbim Allah'ın hizbidir; onların düşmanlarının hizbi ise Şeytan'ın hizbidir." (Yenabi-ül Mevedde, S.445, Meveddet-ül Kurba, 10. Kurba)
9- Resul-i Ekrem (s.a.a): "Muhammed'in Ehlibeyt'ini tanımak, (cehennem) ateşinden kurtulmak demektir; Muhammed'in Ehlibeyt'ini sevmek, sırat köprüsünden geçmek demektir ve Muhammed'in Ehlibeyt'inin velayetini kabul etmek azaptan emniyette olmak demektir." (Yenabi-ül Meveddet, C.1, S.78, Hadis: 16, Ferad-üs Simtayn, C.2, S.257)
Şimdi Allah aşkına bizzat Ehl-i Sünnet'in muhtelif kaynaklarında çeşitli senetlerle nakledilen ve bazısı tevatür derecesine dahi ulaşan bu hadisler ve nakletmediğimiz onlarca diğer hadis, Ehlibeyt hakkında en büyük fazilet ve üstünlüğü ve onlar hakkında en güçlü ilahî ve nebevî referansları ortaya koymuyor mu?
Acaba Resulullah'tan (s.a.a) sonra günümüze dek, Müslümanların durumunu dikkate aldığımızda, ümmetin bu hadislere sadık kaldığını söyleyebilir miyiz?! Acaba Resulullah'ın emanetlerine sahip çıktı mı veya çıkabildi mi? Kur'an'ın yanı sıra Ehlibeyt'e de sarıldı mı? Ehlibeyt'in kurtuluş gemisine bindi mi? Ehlibeyt'i hayatlarında vücuttaki baş ve baştaki göz misali kabul edip onlar vasıtasıyla hakikati bulmaya, görmeğe gayret gösterdi mi? Onları hak ve hakikat ölçüsü olarak kabul etti mi? Acaba onlardan öne geçmemeğe veya onlardan geriye kalmamaya, yani onlarla beraber, onlarla birlikte hareket etmeğe özen gösterdi mi? Çeşitli zaman ve zeminlerde ümmet olarak hayatımızda Ehlibeyt ne kadar etkili, ne kadar söz sahibi olabildi? Kur'an'ın açık tabiriyle tertemiz kılınmış, her türlü fenalık ve yanlıştan heva ve heveslerden uzaklaştırılmış o pak imamlar yerine, haklarında sağlam hiçbir İlahî ve Nebevî referans bulunmayan kimseleri hadiste, itikatta, tefsirde, fıkıhta, siyasette kendilerine imam edinen kimseler, Ehlibeyt'e temessük ettiğini, o kurtuluş gemisine bindiğini iddia edebilir mi? Bütün bunların ve sorulması gereken daha nice soruların cevabını her kesin kendi hür vicdanına bırakıyoruz.
Rabbim, hepimize doğruları olduğu gibi gösterip onlara ittiba etme cesaret ve samimiyetini inayet etsin. Amin.
Dostları ilə paylaş: |