GENETİK EROZYON
Genetik varyabilitenin sınırsız olduğu doğal plantasyonlarda bulunan biyolojik çeşitliliğin yok olması genetik erozyon olarak ifade edilebilir. 1950'lerden başlayarak genetik doğal kaynaklar hızla tahrip edilmiştir. Bu konulardan çok söz edilmekte ama gözle görülür önlem sayısı hala sınırlı kalmaktadır.
Genetik erozyon bitki ıslahçıları açısından önem taşımaktadır. Çünkü genetik erozyon ile bitki ıslahçısının kullanacağı bazı materyal kaynakları tahrip edilmektedir. Bunun tersi de geçerlidir. Bitki ıslahçısının geliştirdiği standart kültür çeşitleri varyasyona sahip ilkel çeşitlere göre daha verimli ve kalitelidir. İlkel çeşitlerin yerini zamanla kültür çeşitleri almış, böylece genetik varyabilite ıslahçı tarafından tahrip edilmiş olmaktadır. Daha geniş genetik temelin yerini kültür bitkileri ile daha dar genetik temel almaktadır. Her şeye rağmen gelişmiş tarım teknolojisinin gereksinim duyduğu yüksek verimli ve tek düze kültür çeşitlerinin bu ilkel çeşitlerin yerini alması kaçınılmazdır. Yeşil devrimle, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerde ilkel çeşitlerin yerini kültür çeşitleri alarak genetik erozyona neden olunmuştur. Irak, İran ve Pakistan'da bulunan eski buğday ve arpa çeşitlerinin birçoğu yerlerini yeni kültür çeşitlerine bırakmıştır. Hindistan’da 1983’te 30 bin olan çeltik türünün, eğer bu koşullar devam ederse, bu yüzyılın sonunda 50 civarında kalacağı tahmin edilmektedir (2). Oysa bu eski ilkel çeşitler bu yörelerin toprak ve iklim koşullarına yüzyıllarca devam eden evrim sonucu çok iyi uymuşlardır. Bunların yerine kültür bitkilerini yetiştirmekle bu adaptasyon genlerini de yok edilmiştir.
İleri tarım tekniği yöntemleri birçok kültür bitkisinin otsu formlarını da elemine etmiştir. Oysa bu otsu formlar ile kültür bitkileri arasında meydana gelen doğal melezlenmeler sonucu, hem kültür bitkilerinde hem de otsu formlarda genetik varyasyon artmaktadır. Bu otsu formların elemine olması sonucunda genetik varyasyon kaynağı kurutulmuştur.
Genetik erozyona neden olan diğer bir etken ise doğal bitki örtüsü aleyhine çiftlik ve otlatma alanlarının genişlemesidir. Bu genişleme sonucu doğal bitki örtüsü yerine kültür bitkisi ekilişleri yapılmış ya da yapay meralar kurulmuştur. Böylece genetik varyabilite tahrip edilmiştir. Yağışlı tropik bölgelerdeki yabani bitki örtüsünün tahribatı sonucunda göllenmelerin riski artmıştır. Bunun yanı sıra, orman eko sisteminin tahrip edilmesiyle, gelecekte tıp ya da ekonomik açıdan çok değerli olacak türler ve yakın akrabaları içinde bulundukları doğal denge ile birlikte yok olmaktadır. Sığırların ve keçilerin neden olduğu aşırı otlatma doğal alanlardaki tüm eko sistemleri harap etmiştir. Özellikle kurak yörelerde aşırı otlatmanın etkisi tüm vejetasyonun tamamen yok olması şeklinde sonuçlanmıştır. Aşırı tahribat doğal dengenin bozulmasına, genetik çeşitliliğin zarar görmesine ve toprak erozyonuna neden olmaktadır.
17. ve 18. yüzyılda Amerikalı misyonerler tarafından başlatılan ve günümüze kadar hızla devam eden, doğa casusluğu ile genetik kaynaklar bir başka ülkeye gönderilmekte ve ekonomik potansiyel haline gelmektedir. Biyolojik yağmanın yapıldığı ülkelerin genetik kaynaklarına ise büyük darbeler vurulmakta ve toplanan materyaller açısından varyabilite tabanı daralmaktadır. Bunun dikkat çekici bir örneği ülkemizde yaşanmaktadır. Geofit dediğimiz soğanlı ve yumrulu bitkilerin bir çoğu ülkemizin Akdeniz bölgesinde yetişmektedir. Türkiye’de doğal olarak yetişen 490 geofitten 180’i endemiktir. Bu bölgemizden tıbbi ve süs bitkisi olarak kullanılmak amacı ile her yıl yurt dışına sökülerek binlercesi kaçırılmakta ve yüksek fiyatlarla satılmaktadır. Bunların arasında Lale, Kardelen, Nergis ve Siklamen sayılabilir.
Dostları ilə paylaş: |