Ekolojik Tarım
Üretimde kimyasal girdilerin kullanılmadığı, çevreye ve insan sağlığına saygılı, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve “sertifikalı” bir üretim biçimi olan ekolojik tarımın geçmişi 20. Yüzyıla dayanmaktadır. 1950’lerden sonra hızlı ekonomik büyümenin, özellikle yenilenemeyen doğal kaynakları hızlı tüketmesi, kaynakların geri dönüşülmez bir şekilde tahrip edilmesi ve insan refahının çevre kalitesi ile de yakından ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Tarımdan kaynaklanan kirliliğin kontrolüne yönelik çevre politikaları ve sürdürülebilir tarımsal kalkınma yaklaşımları, 1980’li ve 1990’lı yıllarda tartışılmıştır ve bu tartışma günümüzde de devam etmektedir (Bülbül ve Tanrıvermiş, 1999).
Ekolojik ürünlerin ticari bir boyut kazanması kontrol ve sertifikasyona ilişkin yasal düzenlemeleri beraberinde getirmiştir. Avrupa Topluluğu içindeki ekolojik tarım faaliyetlerini düzenleyen 2092/91 sayılı yönetmelik 24 Haziran 1991 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Ülkemizde ekolojik tarım faaliyetleri 1986 yılında Avrupa’daki gelişmelerden farklı şekilde, ithalatçı firmaların istekleri doğrultusunda, ihracata yönelik olarak başlamıştır. Önceleri ithalatçı ülkelerin bu konudaki mevzuatına uygun olarak yapılan üretim ve ihracata, 1991 yılından sonra Avrupa Topluluğu’nun yukarıda adı geçen yönetmeliği doğrultusunda devam edilmiştir. Avrupa Topluluğundaki bu gelişmelere uyum sağlamak üzere Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile çeşitli kurum ve kuruluşların işbirliği ile hazırlanan “Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik” uygulamaya konulmuştur.
Organik tarımda amaç, kimyasal gübre ve tarımsal mücadele ilaçlarının mümkün olduğu kadar az kullanılması, bunların yerine aynı görevi yapan organik gübre ve biyolojik savaş yöntemlerinin alınmasıdır. Böylece, çevreye olan zarar en aza indirilip ekolojik denge korunurken, tarım yapılan alanlardan en yüksek ürünü almak mümkündür. En yüksek ürünün alınması ise toprak verimliliğinin en üst düzeyde tutulması ile sağlanabilir. Monokültür tarım yapılan bölgelerde toprak tek yönlü olarak devamlı sömürüldüğünden, verimlilik azalmakta, bu da birim alandan alınan ürün miktarını düşürmektedir (Er ve Uranbey, 1999).
Birim alandan daha fazla verim almak için yoğun bir şekilde kimyasal gübre ve ilaçların kullanılması, verim artışını sağlamakla birlikte, ürün kalite kaybına neden olmasına, toprak yapısını zamanla bozması, ürünlerde kalıntı etkisi bırakması, çevreyi kirletmesi ve toprakta doğal dengeyi bozması gibi sakıncaları da beraberinde getirmektedir (Çelik ve Bahar, 1999). Ürünler uygun bir ekim nöbetine göre yetiştirildikleri zaman verim, monokültür şeklinde yetiştirilmeye oranla %10-15 daha fazla olmaktadır. Ürün kaybını minimize etmek için yabancı otlar, hastalık etmenler ve zararlılar daha iyi kontrol altına alınabilerek uygun bir ekim nöbeti sistemi uygulanabilmektedir (Er ve Uranbey, 1999)
Ekolojik tarım sistemlerinde dışarıdan girdi kullanımının ve besin maddelerinin döngüsünün azaltılması “ekim nöbeti” sistemleri ile kolaylıkla sağlanabilir. Geleneksel tarım yapan üreticiler suni olarak üretilen azotlu gübreleri yoğun olarak kullanırken, ekolojik tarımla uğraşan üreticiler biyolojik azot fiksasyonu ile elde edilen azota güvenmektedir (Karadavut ve Erdoğan, 1999). Tüm bu bilgi birikimine rağmen, Türkiye’de ekolojik yöntemlerle üretilen ve sertifikalandırılarak iç piyasada Türk tüketicisinin tercihine sunulan ürün yok denecek kadar azdır. Bu ürünlerin üretimi, sözleşmeli olarak yapılmakta ve bu özelliğin güvenilir kuruluşlar tarafından sertifikalanması belli bir masrafı gerektirmektedir (Abay ve Ark., 1999).
Dostları ilə paylaş: |