‘96 yılına kadar tümüyle Türkiye devrimi eksenli, onun sorunlarına ve ihtiyaçlarına dayalı bir çalışmayı esas almıştık. Yani yüzümüz bir bütün olarak Türkiye’ye dönüktü, buna uygun düşen bir faaliyet yürütüyorduk. Şüphesiz bu yanlış değildi. Ama eksikti, tek yanlı ve tek boyutluydu. Biz yurtdışı alanında çalışıyorduk. Avrupa’nın kendi özgünlükleri vardı. Göçmendik, ama bulunduğumuz coğrafyadaki işçi sınıfının da organik bir parçasıydık. Hem göçmenlikten ve hem de işçi olmaktan gelen sorunlarla yüzyüzeydik. Ve daha önemlisi, biz sıradan işçiler değil, marksist devrimci sınıf bilinçli işçileriz. Bu açıdan da sıradan işçilerden daha özel bir konuma, enternasyonal devrimci sorumluluklara sahibiz. Biz bu özgünlüğün ve konumun gerektirdiği bir siyasal çalışma yapmak durumundaydık. Bu hususta açılım yapmak ve derinleşmek durumundaydık.