El-esmâul-hüSNÂ


Kalbi Selim, Kalbi Korumanın Yolları Ve Tedavisi



Yüklə 2,56 Mb.
səhifə14/81
tarix03.01.2019
ölçüsü2,56 Mb.
#89394
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   81

Kalbi Selim, Kalbi Korumanın Yolları Ve Tedavisi

İmana yöneliş, fıtrî meyil ve hidayet, Allah'ın kul­larından dilediğine bir lütfudur. Bununla mü'minlerin iyice imanları kuvvetlenir. Hidayete giden yolları pe­kişir.

"Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse işte on­lar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu pey­gamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle be­raberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!"357

"Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir!" 358

Ayette geçen heva ve heveslere uyma, Haktan bü­yük ölçüde sapma göstermedir. Kişinin şehevî arzu­larına uyması kalbinde büyük bir hastalık meydana getirir, kalbi çirkinleştirir.

"Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir."359

Bu görüleni de görülmeyeni de bilen aziz ve rahîm olan Allah'ın ilmi dahilindedir. Allah'ın içimiz­deki ilmi, göğün gölgesi gibidir.Yeryüzünde onun çok azı bize gelmektedir. Nasıl ki yerin ve göğün günah­larımızı taşıması mümkün değilse işte onun gibi bi­zim Allah'ın ilminin dışına çıkmamız da mümkün de­ğildir. Bizim Allah'ın İlmini yüklenebilmemiz ise im­kansızdır.

Vücudumuzu mikrop ve virüslerden koruduğu­muz gibi yaratılışımızdaki tabii imanımızı koruyabil­memiz için de insan ve cin şeytanlarının bizi sapıt­masından sakınmamız gerekir. 360



Kalbin Dereceleri

Kalbi her türlü hastalıklardan koruyarak Allah'­ın çağırdığı yola sevk ve şeytanın tuzaklarından ko­rumanın yolları şu şekilde sıralanabilir:



Birincisi: Kalb-i selim. Bu, kalbin sıhhat ve se­lameti için en yüksek derece olup, muttakilerin dercesidir. Allah bu vasfa sahip olanları şu şekilde övü­yor:

"Takvaya erenler var ya, onlara şeytan tara­fından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler."361



İkincisi: Kalb-i selimden sonra gelip, nûr ve Kur'ân'ın kalbi dirilten emir ve yasaklarına çağrıldığı zaman Allah'a ve peygamberine icabet edip, uyanla­rın derecesidir. Bu, iman edenlerin derecesidir. Onlar salih amel işleyip, Râblerine tevekkül ederler. Şeyta­nın onlar üzerinde hiçbir otorite ve etkisi yoktur. Bu­nunla ilgili Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Gerçek şu ki: İman edipte yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir hakimiyeti yoktur."362



Üçüncüsü: Bundan sonraki derece bilmeden bir kötülük işleyip kalpte hastalığın arız olduğu başlan­gıç halidir. Fakat onlar en kısa zamanda bundan rücu edip tevbe ederler. Bunlar hakkında ayet-i kerimede şöyle buyurulur:

"Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip te sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir."363



Dördüncüsü: Bundan sonra kalbi hastalık hali gelir. Kalp dışardan kuvvetli bir tesir geldiği müddet­çe kendisini koruyacak şeylere icabet eder. Fakat kendisini tesir altında tutan şey ortadan kalktığı za­man kalbin Allah'a icabeti zail olur. Bir doktorun görmediği halde kontrol altında tuttuğu hastaya göz­le görülmeyen bir hastalığı çeşitli belirtileriyle teşhis edip bildirdiği gibi, manevi olarak hasta olan bir kalp de kendisine arız olan şeylerden izale edilerek kalbin hastalığı ortadan kaldırılabilir. Nasıl ki bir göz dok­toru hastasının gözlerini muayene ederken onun göz kapağının önündeki şeffaf bölgeye ışık tuttuğunda veya dokunduğu zaman gözler kasılıyor, göz kapak­ları açılıp kapanıyorsa, bir etki olmadığı zaman göz kapakları çalışmıyorsa gözün anormal olduğuna de­lalet ediyor. Fakat etki olmaksızın göz kapakları ve göz bebeğinin zarı kendiliğinden çalışıyorsa bu da gö­zün normal olduğunu gösteriyor. Sağlıklı bir kalp de­vamlı Allah'ın emir ve yasaklarına icabet eder. Allah'a niyaz ve tazarruda bulunur. Fakat kalpte, hastalık varsa Allah'ı unutur ancak zor anlarda ve musibet anında Allah'ı hatırlar. Bununla ilgili Allah (c.c.) şöy­le buyuruyor:

"Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tan­dır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman da yal­nız O'na yalvarırsınız. Sonra da sizden o zararı gi­derdiğinde, içinizden bir zümre, hemen Râblerine ortak koşarlar!"364



Beşincisi: Kalbin müzmin bir hastalığa yakalan­ması katılaşmasıdır. Bu kalp kaskatıdır. Onu sıkıntı ve musibetler de harekete geçirmez. Bu kalp Allah'a kar­şı boyun eğip ona rücu etmez. Kur'ân böyle kalpler için şöyle buyuruyor:

"Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız gel­diği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip gös­terdi." 365

Kalbin Korunması

Her yeni doğan çocuğun sağlıklı bir şekilde ya­şayıp vücudunun sağlam kalabilmesi için nasıl ki bulaşıcı hastalıklara karşı bedeninde bağışıklık ka­zandırmak gerekiyorsa, aynı şekilde daha küçük yaş­larda ona İslâm'ın prensiplerini devamlı surette tel­kin etmek de gerekiyor. Bu durumun akıl ve baliğ oluncaya kadar sürdürülmesi gerekir. Böylece onların dimağına Allah'ın bize bahşetmiş olduğu din iyice yerleştirilir. Böylece çocuk namazlarını artık devamlı kılar ve heva ve heveslerine, şehvetlerine tabi olmaz. Artık onlar için din oyun ve eğlence, şeytan onlar için bir dost olmaz. Çünkü şeytan her an içki, kumar gibi çirkin, kötü, pis zehri onların damarlarına zerkeder. Kazandıkları günahlar onların kalplerindeki bayağı duygulan kabartır. Kalp katılaşır ve kalbe kalbî has­talıklar girer. Hasta bir kalp ise hakkı akledemez, işitemez ve basiret gözleri kapanır ve görmez. Kalbin ci­lası, beyazlığı, parlaklığı ve şeffaflığı kaybolur. Hida­yet nuru sökülür, atılır. Allah nurundan akıtıp, feyz vermediği, ruhundan üfürmediği müddetçe kalbi kap­kara olur. Artık o insan hayvanlar gibi hatta gidişat bakımından onlardan daha düşük olur. Çünkü insan kendi kendini kontrol edemeyen hayvana çevrilmiş olur. Bu durumda artık o insan şeytanların fayda­landığı, şehvetlerini giderdiği bir otlak haline gelir. Şeytana ancak böyle bir hasta kalp uyar. Zira. Allah (c.c): "Kötü duygularını kendisine ilah edinen kim­seyi gördün mü?" 366 buyurmuştur.

Böyle bir hastalığın komplikasyonları çok zor­dur. Bundan sonraki durum, kişinin helaki demek­tir. 367

Kalbin Tedavisi

Kalbin hastalığının tedavisi Allah'a sığınma, ona dönme ondan başkasına kulluk etmeme...Allah'ın kitabına sımsıkı sarılma olarak özetlenebilir.

Zira Cenab-ı Hak bu konuyla ilgili Kitab-ı Hakîm'inde şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan çok, esirgeyendir."368



"Ancak tevbe eden, iman eden ve iyi davra­nışta bulunan kimseler hariçtir. Bunlar, hiç bir haksızlığa uğratılmaksızın cennete, çok merha­metli olan Allah'ın, kullarına gıyaben vâdettiği Adn cennetlerine girecekler. Şüphesiz O'nun vadi yeri­ni bulacaktır."369

"Şu muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım."370



"Hepiniz Ona yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın." 371

Samimi tevbe kalbin temizliği, berati ve fıtrata dönüştür. Sanki yeniden dünyaya geliş gibidir. Böy­lece iman nura çıkarır. Bununla şeytanın dostlarıyla savaş, Allah'ın kitabıyla hakka ve doğru yola ulaş­mak mümkün olur. O yol öyle bir yoldur ki yerde ve gökte ne varsa hepsinin maliki Allah'ın dosdoğru yo­ludur. Böylece kişi; yeryüzünde fitne kalmayıncaya, din tamamıyla Allah'ın oluncaya, Allah'a yöneliş ger­çekleşinceye, tamamıyla Allah sevgisine gark olunca­ya, sadece Allah'a kul olup, uluhiyyetin sırlarına eri­şip kelime-i tevhidin manasının künhüne ulaşıncaya kadar mücadele eder. 372



İlâh Kelimesinin Tefsiri

"İlah" öncelikle şöyle açıklanabilir: Bir insan bir musibet ya da belaya uğramaktan korktuğu zaman; "eliherraculu" "kişi bir musibet veya beladan korktu ve başkaları onu himayesine aldı." Yani onu himaye etti, onun imdadına icabet etti, onu emniyete aldı de­mektir. Allah (c.c.):

"Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti) ve yönetimi kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat ken­disi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir?" diye sor" 373 buyuruyor.

Yardım isteyenin sığındığı kimse sadece Allah (c.c.)'dır. Bir başkası tarafından yaratılan bir kimse­nin başka bir yaratılanı himaye etmeye gücü yetmez. Buna ancak herşeyi yaratan Allah'ın gücü yeter.

İlâh kelimesi ikinci olarak şu şekilde açıklan­mıştır: "elihe" şaşırdı manasında "tehayyera" fiilinin müradifi olarak da kullanılmıştır. Bir kimse şaşırıp, afalladığı zaman "elihe-ye'lehu" fiilinde kullanılır, "ilahe" kelimesi bu fiilin ismi faili olup şaşıran (el-mütehayyirun) manasındadır. Mabutluk manasındaki "el haniyyetün", "fealaniyyetün" kalıbında "tehayye­ra" manası ela taşıyan "elihe"den gelmektedir.

Nitekim Vehb b. Verd:

Kul, Rabbının sıfatları, sıddıkların gözetip ko­ruması, iyilerin ona olan mükâfatı karşısında kalbi yumuşar Allah'tan başka kimseyi sevgili, görmez. Ya­ni kul Allah'ın azamet, celali ve diğer sıfatları karşı­sında himmetini ona yöneltir. Kalbi, Allah'tan başka meyledilen şeyleri çirkin görür. Bu da başlangıcı ve sonu olmayan zatının, görülmesi ve mahiyetinin bi­linmesi açısından gizli, varlığını ve birliğini belgele­yen bir çok delilin bulunması açısından aşikâr, akıl­ların azameti karşısında hayretlere düştüğü Allah'a yönelmekle mümkündür.

Fahrettin Razı:

Kul şöyle bir düşündüğü zaman hayretler içinde kalır. Çünkü Allah, insanın tahay­yül ve tasavvurunun dışındadır. Akıl onun kemal ve varlığını kavramaktan acizdir. O sonunda onu idrak etmekten aciz kaldığını itiraf etmek durumundadır. Buradan bir kimsenin bir şeyi anlamaktan aciz oldu­ğunu anlaması da idraktir. Bununla beraber bunun şaşkınlık meydana getireceği ve hayran bırakacağı da şüphesiz bir durumdur. Bu durumda da akıl elbette ki onun karşısında hayrete düşer, hayranlığını gizleyemez. Onun için;

"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." 374 der.

"Velahu" kelimesi "elihe" kelimesindeki hemze’nin vava çevrilmesi suretiyle oluşmuş olabilir. O za­man vavın hemzeye çevrilip, "velahu"daki "vav" elife çevrilip "ilahe" denilir. Mesela "eşahu" daki hemze va­va çevrilerek "veşahu" olmuştur. "İlah" kelimesi "velihe"den geldiği zaman "aşırı sevinç veya aşırı korku ve hüzün" manalarına da gelir. O zaman "velihe-yelehu” denilir. Annesine aşırı düşkün manasına da gelir. Mesela çocuk annesini kaybedip onu bulduğu zaman "velihe biümmühi" çocuk annesine sarmaş dolaş oldu" denir.

Onun için "elihe" veya "velahu"nun dördüncü açıklaması; mahlukât, ihtiyaçlarında Allah'a sığınır. Bela ve musibetlerde ona tazarruda bulunur, şeklin­dedir.



"De ki: Karanın ve denizin karanlıklardan (teh­likelerinden) sizi kim kurtarır ki? (O'na gizli gizli yalvararak) "Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz. De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Son­ra siz yine O'na ortak koşarsınız." 375

Ragıb el-Isfahanî diyor ki;

"Mahlukatın hepsi de Allah'a sığınır. Bu ya hay­van ve cansız varlıklarda olduğu gibi gayri ihtiyari olur ya da inananlarda olduğu gibi irade ve ihtiya­rıyla olur. Bu yüzden bazı filozoflar:

"Allah bütün eş­yanın sevgilisidir" demişlerdir. Nitekim Yüce Allah şu ayet-i kerimede:

"O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yok­tur. Ne var ki sîz onların tesbihini anlayamazsı­nız. O, halimdir, bağışlayıcıdır."376 buyurarak cemadatın dahi kendisini zikrettiğini bildirmektedir."

Nitekim "Mu'cemu elfazi'l-Kur’ani’l-Kerim"de "sebaha" kelimesinin altında "sebaha yesbihu sebhan sıbahatun" yani suda geçti yüzdü, cereyan etti, mana­ları yatmaktadır. Yine Yasin sûresinde:



"Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündü­zü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler."

"Güneşte kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, aziz ve alim olan Allah'ın takdiri­dir." 377

Yine "haffe" kelimesi "saafe" manasında kullanılmştır. Cenab-ı Hak ayeti kerimede:



"Melekleri görürsün ki, Rablerini hamd ile tesbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve "alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun" denilmiştir." 378

İlâh Kelimesinin Manası Ve Kur’an’da Kullanılışı

Arapça lisanında aralarında lafız ve mana uy­gunluğu bulunan bir kelimeden başka bir kelime tü­retmek mümkündür. Hal böyle olunca üç harften müteşekkil ilah kelimesinden aşağıdaki mana ve kelime­leri türetmek mümkündür.



1. "Lahe/yelihi/liiha" "yükseldi" manasında (ala-irtefea) gelebilir. Mesela güneş yükselip göğün ar­kasına geldiği zaman güneş yükseldi manasında "lahet'iş-Şemsu" denilmiştir. Bundan dolayı güneş ilah diye isimlendirilmiştir.

Nitekim Cevheri, bir kısım insanlar güneşe say­gı gösterip onu prestij ettikleri için güneş "Elaha" di­ye isimlendirilmiştir" der. Bazen ay da bunun gibi isimlendirilmiştir. Zira ateşin cevheri ulvî olduğu için ona saygı duyan ve ihtiram gösterenler bulunmuş­tur. Fakat Allah Teâla bunlar hakkında şöyle buyu­ruyor:.



"... Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?" 379

"Sizden, sözü gizleyenle onu açığa vuran, ge­celeyin gizlenenle gündüzün yürüyen (Onun il­minde) eşittir."380

"Allah, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır."381

"Allah (c.c.) kudretiyle her şeyin üzerindedir.”

(Yani arşın sahibi Allah'ın, yüksek dereceleri vardır.)" 382



2. "Elihe" kelimesi "ilahe/yelihu ve ilahen", "ör­tünüp gizlendi" aynı şekilde "irtefea" yükseldi mana­sına gelir. Zira O Allah ki kalpler ondan huşu duyar.

"Eğer biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik, mu­hakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek par­ça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz." 383

"Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tura) gelip de Rabbi onunla konuşunca; (Rabbim!) "Bana (kendini) göster, seni göreyim!" dedi. (Rabbi): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sı­fatlardan tenzih ederim, Sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim." 384

Gözler dünyada Allah'ı nasıl görebilsin ki? Zira O: "Gözler Onu göremez; halbuki O, gözleri gö­rür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdâr olandır."385 buyuruyor.

"İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?" 386

3. "Elihe" kelimesi harflerin yer değiştirmesiyle "ehile, ehil" olarak geldiğinde birini ehil görmek layık olmak manasında "işta'hele ve yuşta'hele" şeklinde kullanılmıştır. Gerçekte Allah'tan başka kim uluhiyyete lâyık olabilir ki?

"... Sakınılmaya lâyık olan da O'dur, mağfiret sahibi de O'dur." 387

4. Yine harflerin yer değiştirmesiyle "ve ilahule hael haula" "bir işten korkmak manasında" kullanıl­mıştır. Rahmetini umduğumuz, azabından korktu­ğumuz yegane varlık ise sadece Allah (c.c.)'dır.

"Allah kuluna kafi değil midir? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar." 388

"Hayır! Kim muhsin olarak yüzünü Allah'a döndürürse (Allah'a hakkıyla kulluk ederse) onun Rabbinin indinde ecri (mükâfatı) vardır. Onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olacak değillerdir!"389

5. "He lam lam" harflerinden müteşekkil olduğu zaman sesi yükseltme manasında "helilu" şeklinde gelir. Çocuk doğduğu zaman çığlık attığında "istahlele elmatar" denir. Yağmur yere düşüp ses çıkardı­ğında "yağmur hışırtı yaptı" denir. Allah ise bir kulu imdad dileyerek ona dua ettiği zaman zorda kalanın ihtiyacını giderir. Kederleri kullarından kaldırır. 390

"Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tan­dır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman da yal­nız O'na yalvarırsınız." 391

Yine aynı şekilde hac ve umrede telbiyede bulu­nan kimseye "hehilun" denilir, "ehilu bil hacci" yani telbiye yaparak sesi yükseltmeye denir. "La ilahe illal­lah" kelime-i tevhidine "ihlâl, tehellül" denir. Bu cümleden olarak kelime-i tevhide gözlerinden şıpır şıpır yaş döküldü manasına gelen "tehellulun" de­nilmiştir. Zira Cenab-ı Hak:



"Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile Ondan gizli kalmaz.392

"Denizde başınıza bir musibet geldiğinde, On­dan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gi­der..." 393 buyurmuştur.

Müfessirler "vema ehille bihi gayrullah" yani "Al­lah'ın ismi dışında bir isim zikredilerek putlar adına kesilen" şeklinde tefsir edilmiştir. Bu yüzden Allah mü'minlere leşi, kanı haram kıldığı gibi Allah adına kesilmeyen hayvanların etlerini de haram kılmış ve:

"Allah size ancak ölüyü, (leşi) kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı."394 buyurmuştur.395



Allah Lafz-ı Celâli Ve Kur'ân-ı Kerim'deki Sayısı

Varlığı zorunlu (vacibu'l-vücud) olan ve bütün övgülere layık olan zatın özel ve en kapsamlı ismi.

Cenab-ı Hakk'ın "Allah" ismi Mü'cemül-müfehres adlı kitapta tespit edildiği üzere Kur'an-ı Kerim'de 2699 defa geçmektedir. Bu sayı sûrelerin başındaki "besmele" ayet sayılması halinde daha da artmakta­dır.

Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın yüce isimleri şu şe­kilde geçmektedir.



1. "Allah kendinden başka hiçbir ilah bulun­mayan Allah'tır. O, Hayy'dir ve Kayyûm'dur. Ken­disini ne uyku yakalar, ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi Onundur. İzni olmadan ka­tında hiç kimse şefaat edemez. O, kullarının yap­tıklarını ve yapacaklarını bilir (Ona hiçbir şey gizli kalmaz). O'nun bildirdiklerinin dışında, insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları ko­ruyup gözetmek kendisine ağır gelmez. O, yüce­dir, büyüktür." 396

2. "Allah, inananların dostudur, onları karan­lıklardan kurtarıp aydınlığa çıkarır. İnkâr edip kâfır olanların dostları ise Tâğuttur. Çünkü onları ay­dınlıktan alıp karanlığa götürür. Onlar ateş ehli­dirler, orada devamlı kalıcıdırlar."397

3. "Hayy ve Kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur." 398

4. "Allah ki ondan başka hiçbir ilah yoktur, elbette sizi kıyamet gününde toplayacaktır; bun­dan asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır!" 399

5. "Allah görmekte olduğunuz gökleri direk­siz olarak yükselten, sonra Arş üzerine istiva eden, güneş ve ayı emrine boyun eğdirendir. (Bun­ların) herbiri muayyen bir vakte kadar akıp gitmek­tedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için (mahlukât ile ilgili) her işi düzenle­yip âyetleri açıklamaktadır." 400

6. "Allah, her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyâde edeceğini bilir. Onun katında her şey ölçü iledir." !401

7. "Allah dilediğine rızkını bollaştırır da, da­raltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir fayda­dan başka bir şey değildir."402

8. "Allah öyle bir varlıktır ki, göklerde ve yer­de ne varsa hepsi Onundur. Şiddetli azaptan do­layı kâfirlerin vay haline!" 403

9. "Gökleri ve yeri yaratan, gökten suyu in­dirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıka­ran, izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri de size akıtan ancak Al­lah'tır."404

10. "Allah, kendisinden başka ilâh olmayan­dır. En güzel isimler sırf Ona mahsustur." 405

11. "Allah, kıyamet gününde” ihtilâf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm vere­cektir." 406

12. "Allah, meleklerden de elçiler seçer, insan­lardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.407

13. "Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanusda sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuştu­rulur. (Bu, öyle bir ağaç ki) yağı, neredeyse kendi­sine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu ışık) nûr üs­tüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna erişti­rir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Al­lah her şeyi bilir." 408

14. "(Halbuki) büyük Arş'ın sahibi olan Allah'­tan başka ilah yoktur." 409

15. "Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir."410

16. "Allah, ilkin mahlukâtını yaratır. (Ölüm­den) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlar. Sonunda hep O'na döndürüleceksiniz.411

17. "Allah, (Yüce varlıktır) ki sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır. Sonra O, hayatınızı sona erdirecek daha sonra da sizi tekrar diriltecektir. Peki sizin (Allah'a eş tuttuğunuz) ortaklarınız için­de bunlardan birini yapabilecek var mı? Allah on­ların ortak koştuklarından münezzehtir ve yüce­dir." 412

18. "Allah O'dur ki, rüzgârları gönderir, bun­lar da bulutu kaldırır. Derken, Allah onu gökte di­lediği gibi yayar ve parça parça eder; nihayet ara­sından yağmurun çıktığını görürsün. Allah diledi­ği kullarına yağmuru nasip edince, onlar seviniverirler." 413

19. "Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardın­dan güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. O, di­lediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kud­ret sahibidir." 414

20. "Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istiva eden, Allah'tır. O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mı­sınız?" 415

21. "Allah, sizin de Rabbiniz, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir." 416

22. "Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyum­lu ve bakılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumu­şar. İşte bu kitap, Allah'ın dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz."417

23. "Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölme­yenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümü­ne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vak­te kadar (bedene) salıverir. Şüphe yok ki, iyi düşü­necek bir kavim için ibretler vardır." 418

24. "Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir."419

25. "Allah, geceyi dinlenmeniz için (karanlık), gündüzü de (işinizi) görmeniz için aydınlık yapan­dır. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütufkârdır. Fakat insanların çoğu şükretmezler." 420

26. "Allah, kimine binesiniz, kimini yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır." 421

27. "Allah Kitab'ı ve mizanı hak olarak indi­rendir. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati ya­kındır!"422

28. "Allah, kullarına lütufkârdır. Dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, galiptir." 423

29. "Allah, O (yüce) varlık ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzmesi ve lütfedip verdiği rızklanamanız için, birde şükredesiniz diye denizi size hazır hale getirmiştir."424

30. "Allah (vardır, birdir) Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Mü'minler yalnız Allah'a dayanıp gü­vensinler." 425

31. "Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kada­rını yaratandır. Allah'ın fermanı bunlar arasından iner ki, böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz." 426

32. "Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur."427


Allah'ın Lafzının Surede

Ayet

Sure




Kaç Kez Geçtiği

Sayısı

No:

Sure

2

7

1

Fatiha

282

286

2

Bakara

209

200

3

Âl-i İmran

229

176

4

Nisa

147

120

5

Maide

87

165

6

En'am

61

206

7

A'raf

88

75

8

Enfal

170

129

9

Tevbe

61

109

10

Yunus

38

123

11

Hûd

44

111

12

Yusuf

34

43

13

Ra'd

37

52

14

İbrahim

2

99

15

Hicr

84

128

16

Nahl

10

111

17

İsrâ

16

110

18

Kehf

8

98

19

Meryem

6

135

20

Tâhâ

6

112

21

Enbiya

75

78

22

Hac

13

118

23

Mü'minûn

80

64

24

Nur

8

77

25

Furkan

13

227

26

Şuâra

27

93

27

Neml

27

88

28

Kasas

42

69

29

Ankebut

24

60

30

Rûm

32

34

31

Lokman

1

30

32

Secde

90

73

33

Ahzab

8

54

34

Seb'e




Allah'ın Lafzının Surede

Ayet

Sure




Kaç Kez Geçtiği

Sayısı

No:

Sure

36

45

35

Fâtır

3

73

36

Yasin

15

182

37

Saffat

3

88

38

Sâd

60

75

39

Zümer

53

85

40

Mü'min

11

54

41

Fussilet

32

53

42

Şûra

3

89

43

Zuhruf

3

59

44

Duhan

18

37

45

Casiye

16

35

46

Ahkâf

27

38

47

Muhammed

39

29

48

Feth

27

18

49

Hucurat

1

5

50

Kâf

3

60

51

Zariyat

3

49

52

Tûr

6

62

53

Necm



55

54

Kamer



78

55

Rahman




96

56

Vakıa

31

29

57

Hadid

40

22

58

Mücadele

29

24

59

Haşr

21

13

60

Mümtehine

17

14

61

Saf

12

11

62

Cuma

13

11

63

Münafikun

20

18

64

Teğabun

25

12

65

Talak

13

12

66

Tahrim

3

30

67

Mülk

-

52

68

Kalem




Allah'ın Lafzının Surede

Ayet

Sure




Kaç Kez Geçtiği

Sayısı

No:

Sure

1

52

69

Hakka

1

44

70

Mearic

7

28

71

Nuh

10

28

72

Cin

7

20

73

Müzzemmil

3

56

74

Müddessir

-

40

75

Kıyame

5

31

76

İnsan

-

50

77

Mürselat

-

40

78

Nebe

1

46

79

Naziat

-

42

80

Abese

1

29

81

Tekvir

1

19

82

İnfıtar

-

36

83

Mutaffifin

1

25

84

İnşikak

3

22

85

Buruc

-

17

86

Tarık

1

19

87

A'la

1

26

88

Gaşiye

_

30

89

Fecr

_

20

90

Beled

1

15

91

Şems

-

21

92

Leyl

-

11

93

Duha

-

8

94

İnşirah

1

8

95

Tin

1

19

96

Alak

-

5

97

Kadr

3

8

98

Beyyine

-

8

99

Zilzal

-

11

100

Adiyat

-

11

101

Karia

-

8

102

Tekasür




Allah'ın Lafzının Surede

Ayet

Sure




Kaç Kez Geçtiği

Sayısı

No:

Sure

_

3

103

Asr

1

9

104

Hümeze

-

5

105

Fil

_

4

106

Kureyş

-

7

107

Maun

-

3

108

Kevser

-

6

109

Kâfirun

2

3

110

Nasr

-

5

111

Tebbet

2

4

112

İhlâs

-

5 .

113

Felâk

-

6

114

Nâs

2699

6236

114

TOPLAM

Lafza-i celâlin Kur'ân'ın 29 sûresinde geçmeme­si Kur'ân'ın esrarındandır, Allah lafzının geçmediği sû­reler şunlardır. Kamer, Rahman, Vakıa, Kalem, Kıya­met, Mürselat, Nebe, Abese, Mutaffifin, Târik, Fecr, Beled, Kaf, İnşirah, Zilzâl, Adiyât, Kâri'â, Tekâsür, Duhâ, Asr, Fil, Kureyş, Mâ'ûn, Kevser, Kâfirûn, Teb­bet, Felak ve Nâs'dır.

Kur'an'a şöyle bir göz gezdirdiğimiz zaman Allah lafzının pek çok kere geçtiğini hatta ayet sayısı çok fazla olan sûrelerde "Allah" lafzının ayet sayısından daha fazla olduğunu görürüz. Bu sûreler, Al-i İmrân, Nisa, Mâide, Enfâl ve Tevbe sûreleridir.

Lafza-i Celâl 30 ayetlik Secde sûresinin dört ayetinin başlangıcında birer kere geçmektedir. "Allah" kelimesi, Yasin sûresinin yedinci ve kırkıncı ayetle­rinde ikişer defa geçmektedir. Kaf sûresinin yirmialtıncı ayetinde bir kere geçmektedir. Hakka, Meâric, Naziât, Tekvir, İnfitar, İnşikâk, Âla, Gaşiye, Şems, Tin, Alak ve Hümeze sûrelerinin toplamında bir kere zikredilmiştir. Hicr, Nasr, İhlâs ve Fatiha sûrelerinde ise "Allah" lafzı iki kere geçmiştir. En'âm sûresinin 124. ayetinde peşpeşe gelmiştir.

"Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hay­ra sarfediniz" denildiğinde, kafirler müminlere de­diler ki:

"Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kim­seleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz." 428

"Onlar, yardım göreceklerini umarak Allah'­tan başka ilâhlar edindiler."429

"Allah ile beraber başka ilâh edineni, şiddetli azaba birlikte atın!"430

"Onlara bir âyet geldiğinde, Allah'ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. Allah peygamberliği kime ve­receğini daha iyi bilir." 431

Ülûhiyyete Mahsus Sıfatlar:

Ülûhiyyete mahsus sıfatlar, bütünlük ve üstünlük ifâde eden bütün kemâllerdir. Allahu teâlâ kemâl sıfatlarının hepsi ile muttasıf, noksan sıfatlarının (eksiklik ma'nâsı sezilen bü­tün sıfatlar) hepsinden münezzeh ve mukaddesdir (uzak ve yüksektir). Bunda tekmil ilim ve hikmet erbabının ittifakı vardır. Allah'ın muttasıf bulunduğu kemâlâta bir son yoktur. Her kemâlin zıddı bir nakîsa olduğu için, münezzeh bulundu­ğu nakîsalara da bir nihayet yoktur. Bunları güzelce seçmek ve kolayca zaptetmek için tenzihler beş asla, kemâller sekiz asla irca edilmiştir.

Allahu teâlâ'nın her hangi bir suretle mahlûkâta benzerli­ğini nefyeden ve bu nakîsadan Allahu teâlâ'nın nezâhat ve kudsiyyetini bildiren tenzihler şunlardır:

Kıdem, Beka, Vahdâniyyet, Muhalefettin li'l-havâdis, Kıyam bi-nefsihî.

Kemâllerin râci' olup Allahu teâlâ'da bulunması vâcib olan sıfatlar da şunlardır:

Hayat, İlim, Semi', Basar, İrâde, Kudret, Tekvin, Kelâm. 432



Kıdem

Allahu teâlâ'nın varlığının önü olmamaktır. Yâni yokken var olmuş değildir. Eğer öyle olsa idi, kendisini var eden bir mucide muhtaç olur ve bu takdirde vücûdu vâcib, hak mâbud olamazdı. 433



Beka

Allahu teâlâ'nın varlığının sonu olmamaktır. Eğer sonu olsa idi, varlığı zâtının muktezâsı olmaz ve binâenaleyh vâcibü'l-vücud olmamak lâzım gelirdi, bu takdirde yine ülûhiyyetle muttasıf olamazdı. 434



Vahdaniyyet

Allahu teâlâ'nın ülühiyyetinde ve sı­fatlarında her hangi bir ortak veya bir benzeri olmamaktır. Benzeri veya ortağı bulunmak, kemâle ve ülûhiyyete münâfîdir. Allah misilsizdir, her şey O'na muhtaçtır. O'nun emri ile doğar, O'nun emriyle ölür. Muhtaç olan bir şey nasıl O'na mi­sil olabilir? 435



Muhâlefetün Lî’l-Havâdis

Allahu teâlâ havadis ve mümkinattan ibaret olan kâinattan hiçbir şeye benzemez. Hiç, Hâlık, mahlûk gibi olur mu? Olsa idi, O da bir halika muhtaç olurdu, vâcib ve ganî olamazdı. 436



Kıyam Bi-Nefsihî

Varlığı kendinden başka hiçbir şeye istinat etmeyen ihtiyaçsiz bir varlıktır. Herhangi bir şeye zerre kadar ihtiyaç, ülûhiyyete münâfîdir. 437



Hayat

Allahu teâlâ diridir. Ölü olan, birşey yapabilir mi? Allahu teâlâ her lâhzada ne bedîalar, ne hârikalar yaratıyor ki, bunların seyrine doyulmaz, hakikatine erilmez. 438



İlim

Allahu teâlâ olmuşu, olacağı, her şeyi bilir. Çünkü her şeyi yaradan ve her an yenileyip duran O'dur. Yaradan bil­mez mi? 439



Semi

Allahu teâlâ'nın işitmesi. 440



Basar

Allahu teâlâ'nın görmesidir. Kâinatın hiç bir noktasında Allahu teâlâ'nın göremiyeceği veya işitemiyeceği hiç bir şey yoktur. 441



İrâde

Allahu teâlâ her istediğini, istediği gibi yapar. İstemezse yapmaz. Hiçbir şeye mecbur değildir, istemediği bir şeyi O'na cebren yaptıracak bir kuvvet yoktur. 442



Kudret

Allahu teâlâ'nın her şeye gücü yeter. O'nun ya­pamayacağı bir şey yoktur. O, bir şeyi yapmak istediğinde onu düşünüp tasarlamağa veya yardımcıya veya zamana, mekâna muhtaç değildir. Onu istemesiyle o şeyin meydana gelmesi bir olur. 443



Tekvin

Allahu teâlâ'nın yaratılmışlar üzerindeki icraat ve tasarrufâtını bildiren fiilî sıfatlar, hep buna râci'dir. 444



Kelâm

Allahu teâlâ'nın söylemesidir. Kur'ân'a bak: Allah kullarına nasıl emirlerini ve nehiylerini bildiriyor, on­lara nasihat ediyor; isimlerini, sıfatlarını öğreterek kendini tanıtıyor. Ni'metlerini, lûtuflarını sayarak kendini sevdiriyor. Kurtulma ve mes'ut olma yollarını gösteriyor. Onları bu yolları tutmağa teşvik, zarar ve ziyan görecekleri hallerden tahzîr ediyor. 445



Allah İsminîn, İsmi Câmî Olması:

Allah ism-i şerifi, ülûhiyyete mahsus sıfatların hepsini cami' bulunan O ekmel zâta delâlet ettiği için kendisine îsm-i Cami' denir. 446



Vâcibül-Vücûd Mefhûmu:

Vâcib, zarurî ma'nâsınadır. Vücud, varlık demektir. Şu halde Vâcibü'l-Vücud demek, varlığı zarurî olan yâni bir an için yokluğunu farzetmek imkânsız bulunan zât demektir. Allahu teâlâ varlığı zarurî olmak sıfatiyle muttasıf bir mevcûd-i hakîkîdir. O'nun varlığı, zâtının muktezâsıdır. Yâni varlığı da zâtından başka bir şeye muhtaç değildir. Böyle bir varlığın -velev ki bir an olsun- yokluğunu farzetmek, ilmî bir ifâde ile; lâzım-i mahiyyetin, mâhiyyetten infikâkini kabul etmek de­mektir ki, muhaldir, çünkü bir tenakuzdur. 447



Vâcibü’l-Vücûd'un Karşılığı "Mümkinü'l-Vücûd":

Mümkinü'l-vücûd demek, varlığı kendisinden değil demek­tir. Çünkü varlığı kendinden olsaydı, asla yok olmaması icap ederdi. Görüyoruz ki, bugün var olan yarın yok olup gidiyor. Mümkinü'l-vücûd, varlığında yaradana muhtaçtır. Mademki varlığı kendinden değildir. O halde kendi kendine kalınca yok demektir. Onun için her mümkinin varlığı, Allah'ı bildiren bir nişane olmuştur. Çünkü varlığa çıkması ve varlığının devamı, ancak Allah'ın yaratması ve irâdesiyledir. 448



Bu İsm-i Şerîfîn, İsm-i A'zam Olması:

Allah ism-i şerifi, sayılan isimlerin içinde ism-i a'zamdır. Çünkü bu ism-i şerifde bir takım hususiyetler var ki, öte­ki isimlerde yoktur. Bunlardan bazılarını yazalım:



1- Bu ism-i şerif Kur'ân'daki Esmâü'l-Hüsnâ'dan ilk gelmiş olandır. Bilindiği gibi ilk âyet Besmele-i Şerîfe'dir. Bütün bir sûre hâlinde ilk gelen sûre de Fatiha süresidir.

Bismi'llâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm. El-Hamdü li'llâhi Rabbi'l-âlemîn, Kur'ân'da ve hadîste hemen dâima önceden bu ism-i şerif zikredilmiş, ondan sonra Allahu teâlâ'nın sıfat­larından veya fiillerinden bir veya bir kaçı gelmiştir. Yâhud bu sıfatlara veya fiillere delâlet eden Esmâü'l-Hüsnâ bildi­rilmiştir. Şu halde Esmâü'l-Hüsnâ içinde bu ism-i şerif asıl­dır. Öteki isimler buna mülhaktır, muzaftır. Bunun için Esmâü'l-Hüsnâ'dan herhangi biri tefsir ve izah edilirken Allah ism-i şerifine izafe edilir de meselâ: "El-Muhsî, Allahu teâlâ'nın isimlerindendir" denilir. Fakat "Allah, El-Muhsî Celle Celâlühû'nun ismidir" denilmez.



2- Allah ism-i şerifi, Cenâb-ı Hakk’ın zât-i sübhânîsine mahsus ism-i alemdir. Alemler, ancak tek olarak müsemmâlarını bildirir, bu sebepten, bu ism-i şerif mecaz yoluyla da ol­sa, Allah'dan başkasına söylenemez. Fakat öteki isimlerle meselâ:

Reşîd, Halîm, Hasîb gibi isimlerle, fakat mecaz ola­rak (çünkü Esmâü'l-Hüsnâ'dan hiç biri hakikat ma'nâsiyle Allah'tan mâadasına ıtlak edilemez) başkaları da adlanabilirse de, Allah ismiyle hiçbir mahlûk adlanamaz ve adlanmamıştır da. Tanrılık da'vâsına cür'et eden fir'avun bile, kendi adamları­na karşı (Ene Rabbükümü'l-a'lâ) demiş; fakat (Ene'llâh) deme­miştir. Cehalet devrinde Mekke müşrikleri, senenin günleri sayısınca Kâbe’nin etrafını 360 putla doldurmuşlardı. Bu put­ların ayrı ayrı adları da vardır. Kendileri de son derece câhil ve kaba adamlar olduğu halde, hiçbir puta Allah diye isim verme­mişlerdir.



3- Müslümanlığın anahtarı, îmânın temeli olan "Kelime-i Şehâdet" ancak bu ism-i şerifle hâsıl olur, başka isimlerle olmaz.

'Eşhedü en lâ ilahe illa'llâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resulüh." Meselâ bir gayr-i müslim, müslim olmak için Eşhedü en lâ ilahe illa'llâh yerine Eşhedü en lâ ilahe ille'r-Rahmân yahud Eşhedü en lâ ilahe iller-Rahîm yâhud Eşhedü en lâ ilahe îlle'l-Melik... dese Müslümanlığa girmiş olmaz. Her halde Eşhedü en lâ ilahe illa'llâh demesi lâzımdır. Çünkü, şimdi söylediğimiz gibi Allah ismi müteferrid, yâni tek ve eşsiz olarak Zât-ı Hak'kı ifâde eden bir ism-i hastır. İsm-i haslarda ortaklık ma'nâsı düşünmek mümkün de­ğildir. Bunun için hakikî bir tevhiddir. Fakat öteki isimler alem değildir, muayyen ve has olarak zâta delâlet etmezler. Ya bir sıfat veya ism-i cins gibi umumî ve kaplayıcı bir ma'nâ ifâde ederler. Bu ma'nâlarda ise. ortaklık ma'nâsı düşünülmek mümkündür. Gerçi bu ma'nâlarda da Allah tekdir ve eşsizdir. Fakat bu hüküm, ma'nâsının kendine nazaran değil, dış delil­lere nazaran sabit olmuştur. Onun için tevhid de sarih değildir.

İman ve İslâmın temelini teşkil eden kelime-i şehâdetin, doğrudan doğruya sarih ve kat'î tevhid ifâde eden Allah ismiyle söylenmesi kabul edilmiştir.

4- Allah ism-i şerifinin hem lâfzında hem ma'nâsında top­luluk vardır. Lâfzındaki topluluk: Bu ismi teşkil eden harfler birer birer kaldırılsa, ma'nâ bozulmaz ve yine Zât-ı Hakk’a delâlet eden bir ism-i alem olarak kalır. Baştaki hemze kaldırı­larak (Li'llâhi) dense, birinci lâm kaldırıp (Lehû) dense, bu lâm da kaldırıp (Hû) dense hep aynı ma'nâdır, Allah'a delâlet ederler. Kur'ân'da çok yerlerde her üçü de gelmiştir. Yalnız bir (He) kaldığı surette de yine Zâtu'llah'a delâlet eder. Çünkü (Hû) ism-i şerifinin aslı da Yalnız (He) dir. (Vav) aslî değil zaidedir. -Sarf ilminde beyan edildiğine göre tesniye ve cemi hallerinde ve (vav) bütün bütün yâni hem yazılışta, hem oku­nuşta düşüyor. -Eğer (vav) aslî olsaydı sabit kalırdı. Şu halde tek bir harf olan (He) de Esmâü'l-Hüsnâ'dan bir isimdir. Hem de zât-ı ülûhiyyete delâlet eden bir isimdir.

Her canlı mahlûk, teneffüs etmek suretiyle mecburî ola­rak Allah'ı anmaktadır. Çünkü (He) harfinin mahreci göğüs­ten ve ciğerlerden gelen nefes ile çıkar. Her nefes, bir (He) harfidir. Her insan ve hattâ teneffüs eden her mahlûk farkına varmadan her nefeste Allahu teâlâyı bu ismiyle anmaktadır. Teneffüs, Allah'ı anmak olunca, Allah anılmadığı surette ha­yat bitiyor demektir. Şu halde bu ism-i şerif aynı hayat de­mektir. Ruhların, bedenlerin varlıkta devamının ancak bu ism-i şerif ile temin edilmekte olduğu ne kadar açık görül­mektedir. 449



Allah İsm-i Şerifinin Ma'nâsındakî Toplu­luk:

Mâ'nâ itibariyle Allah ism-i şerifi öteki isimlerin hepsi­ni câmî'dir. Öteki isimlerde bu cemiyet yoktur. Onlar yalnız bir sıfat veya bir fiile delâlet ederler. Meselâ: Er-Rahmân, yalnız merhameti; El-Kahhâr, yalnız kahrı; El-Alîm, yalnız il­mi; El-Kâdir, yalnız kudreti ifâde eder. Fakat Allah ism-i şerîfi bunların ve daha ötekilerinin ma'nâlarını hepsini birden toplu olarak ifâde eder. Onun için ma'nâdaki bu topluluğu mülâhaza ederek "Ya Allah" diyen bir kimse, Cenâb-ı Hak'kı bütün isimleriyle ve bütün sıfatlariyle zikretmiş olur. İşte bu hususiyetlerinden dolayı, sayılan Esmâü'l-Hüsnâ içinde Al­lah ism-i şerîfî (İsm-i A'zam)dır. Onun için şanı büyük, bere­keti daha bol, feyzi ve inayeti daha süreklidir. Bu sebepten bu ism-i şerîf dâima âşıkların gıdası, sâdıkların nevası olagel­miştir. 450



Bu İsm-i Şerîf Hükmünce Bir Kul İçin Gere­ken Şey:

Mademki, Allah ism-i şerîf-i bütün isimlerin, sıfatların birleştiği bir ism-i câmi'dir ve biz bu ism-i şeriften Cenâb-ı Hak'kın bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve bütün kemal sıfatlariyle muttasıf bulunduğunu öğreniyoruz; o halde bu ism-i şerifin hükmüne göre kul için yapılması gereken şey, tam ve kâmil bir insan olmağa çalışmaklar. Yâni mümkün ol­duğu kadar noksanlarını azaltmağa, faziletlerini çoğaltmağa gayret etmekdir. 451



Bu Gayeye Ulaştırıcı Dört Mühîm Esas:



1- Birincisi ve en mühimi, Allah bilgisi edinmek: Dü­şünme çağına gelen her insanın ilk vazifesi Allahu teâlâ'yı öğ­renmektir. Bir çiftçi, bir mühendis, bir asker, bir tüccar, bir âmir, bir san'atkâr velhâsıl içtimaî sınıflardan hangisine mensup olursa olsun, bir şahsın mesleğinden gerek kendisi­nin, gerek başkalarının samimî surette faydalanması için, bu bilgi ile mücehhez olması şarttır. Allah'ı bilmeyen ve Allah'dan korkmayan bir şahıstan ne ferde, ne cemiyete bir hayır vardır. Şayet bu bahtiyarlığı hayâtının ilk çağlarında kazanamamışsa, hayâtının bitim noktasına varmadan bu yüksek bil­giyi elde etmeğe çalışmak lâzımdır, insanın ömrü doğduğu günden değil, Allah'ı bildiği günden itibaren başlar. Allah'ı bilmeyen gönüller, gezen ve konuşan birer ölüdür. Birçokları evlâdının, kardeşlerinin, sevdiklerinin ölümünden kederle­nir, günlerce acılar içinde kalır. Halbuki kendi kalbinin ölü olduğundan haberi bile yoktur. Ne hazin bir hal!..

2- Allah bilgisini kat'î delillere dayamak: Allah bilgi­sinde bir taklitçi gibi, şundan bundan duyduğu yarım yamalak sözlerle kanaat etmemek lâzımdır. Çünkü dediğimiz gibi bu duygu, hayâtın her safhasında âdilâne muamelenin, samimi­yetin, hele ibâdette ihlâsın temel taşıdır. Bu, ne kadar kuvvet­li olursa, bu hususlarda insan o kadar dürüst ve o kadar kıy­metli olur. Bunun için herkes anlayışı nisbetinde yerleri, gökleri, havayı, bulutu, yağmuru, değişen mevsimleri, gece­leri, gündüzleri, yerden çıkan mahsulleri, sınıf sınıf hayvan­ları ve nihayet kendi şahsını, içinde, dışında yapılmış, kurul­muş, durup dinlenmeden işleyen bunca makinaları düşünmeli, düşünmeli de basit bir bostan kulübesinin bile kendi kendine olamayacağına ve her eserin bir müessiri bulunacağına göre, bütün bunları yapan, eden, görüp gözeten, kurup işleten, mutlak kudret sahibi bir zâtın varlığına ve O'nun kemâl sıfat­larına yürekten inanmalı ve bu inancı ile dünya yüzünde tek başına kalsa bile sarsılmamalı. 452

Eser- Müessir Kanununun İzahı:

Eser, iz; müessir, izin sahibidir. Eser gözle görülür; mü­essir, akıl ile sezilir. Meselâ, uzaktan yükselmiş bir duman sütunu görüp de orada ateş bulunduğunu anlamak, ateşin var­lığına hükmetmek aklın işidir. Duman gözle görülmüş, onun delaletiyle ateşin varlığına aklen hükmedilmiştir. İşte buna: “eserden müessire istidlal” denir. Eseri görünce hemen mües­sire intikâl etmek, insanların yaradılışlarında bulunan bir hassadır. Bir insan -aydın olsun, câhil olsun- eseri görüp du­rurken müessiri inkâr edemez, inkâr edeni de şiddetle reddeder. Şu halde bir tabloyu görüp de onun ressamını, bir nakşı görüp de onun nakkaşını bilmek kadar tabiî bir şey olamaz, işte bu bilgi yolunca yaradılmıştan, Yaradan'a, gözetilmişten Gözeten'e, yaşayanlardan ekmel bir hayat sahibine, büyük ve mü­him işler başında bulunanlardan Kayyûm'a, işleri nizam ve tertibine koyanlardan her şeye bir nizam veren Nazzâm'a, ada­letlilerden büyük Âdile, kâinatta zıt kuvvetlerin muvâzene­sinden tek bir Hâkim'e, merhametlilerden Rahman ve Rahîm'e... velhasıl her şeyde suretten ma'nâya, eşyadan esma­ya, esmadan müsemmâya geçerek fikirlerde Allah bilgisi de­lillerini çoğaltmak, genişletip derinleştirmek iktizâ eder.



3- İbadetlere îtinâ etmek: Allahu teâlâ'ya karşı borçlu olduğumuz ibâdetlere itinâ etmek, âdâb ve erkânını gözeterek her birini vaktü zamanı ile ifa etmek, bu hususta kat'iyyen gevşeklik göstermemek lâzımdır. Çünkü ibâdetler, insanları kâmilleştiren ve yükselten en kuvvetli âmillerdir.

4- İyi veya kötü huylarını sıkı bir kontrole tâbi tut­mak: Kibir, hased, cimrilik, zorbalık, şunu bunu çekiştirmek gibi he'rbiri insan için birer ayıp, birer eksiklik demek olan birçok kötü huylardan kalbde hangileri varsa (korkunç bir hastalığın tedavisine çalışılır gibi) bunlara teşhis koyarak kendini onlardan kurtarmak, buna mukabil bütün güzel huy­larla nefsini kıymetlendirmek lâzımdır. Ancak bunun ne kadar çetin ve başarılması ne kadar güç bir iş olduğu, kendini ıslaha çalışan her insanın duyduğu bir hakikattir. Bir kötü huyu kalbden. söküp atmak için aylarca ve bâzan daha uzun zamanlar uğraşmak lâzım gelir. Fakat her kötü huydan kurtuldukça (mühim bir ameliyat atlatmış hastalar gibi) bir bayram yap­mak haktır. Allah'ın sevdiği kulları arasına katılmak, elbette ki kolay olmaz. Kuvvetli irâde, geniş tahammül lâzım...

Kim ki, bu zorluklarla savaşır, yılmaz; neticede muhak­kak ki, muzaffer olur. İyi bir insan olmak uğrunda zorluklara katlananları, muratlarına erdireceğine dâir Allah'ın vaa'di var­dır. Bu muzafferiyetin ma'nâsı İsm-i A'zam ile tahakkuk et­mek demektir ki, kullar için bundan daha ileri bir mertebe yoktur. Ni'met külfete göredir; kâidesince mükâfatın büyük­lüğünün, tahammül edilecek zorluklar nisbetinde olacağına şüphe yoktur. 453



Hikmet ve Esrarı:

Bir Müslüman inanarak, ihlâsla “Yâ Allah" diye bu mübarek ismin zikrine devam ederse onun tecellisine, eserlerine nâil olur. İmanı kuvvet­lenir. Duası kabûl olunur. Şeytanın şerrinden emin olur. Mutluluğa ulaşır. Rızkı genişler ve Allah'ın izniyle şifa bulur.454




Yüklə 2,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   81




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin