Kalbi Selim, Kalbi Korumanın Yolları Ve Tedavisi
İmana yöneliş, fıtrî meyil ve hidayet, Allah'ın kullarından dilediğine bir lütfudur. Bununla mü'minlerin iyice imanları kuvvetlenir. Hidayete giden yolları pekişir.
"Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!"357
"Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir!" 358
Ayette geçen heva ve heveslere uyma, Haktan büyük ölçüde sapma göstermedir. Kişinin şehevî arzularına uyması kalbinde büyük bir hastalık meydana getirir, kalbi çirkinleştirir.
"Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir."359
Bu görüleni de görülmeyeni de bilen aziz ve rahîm olan Allah'ın ilmi dahilindedir. Allah'ın içimizdeki ilmi, göğün gölgesi gibidir.Yeryüzünde onun çok azı bize gelmektedir. Nasıl ki yerin ve göğün günahlarımızı taşıması mümkün değilse işte onun gibi bizim Allah'ın ilminin dışına çıkmamız da mümkün değildir. Bizim Allah'ın İlmini yüklenebilmemiz ise imkansızdır.
Vücudumuzu mikrop ve virüslerden koruduğumuz gibi yaratılışımızdaki tabii imanımızı koruyabilmemiz için de insan ve cin şeytanlarının bizi sapıtmasından sakınmamız gerekir. 360
Kalbin Dereceleri
Kalbi her türlü hastalıklardan koruyarak Allah'ın çağırdığı yola sevk ve şeytanın tuzaklarından korumanın yolları şu şekilde sıralanabilir:
Birincisi: Kalb-i selim. Bu, kalbin sıhhat ve selameti için en yüksek derece olup, muttakilerin dercesidir. Allah bu vasfa sahip olanları şu şekilde övüyor:
"Takvaya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler."361
İkincisi: Kalb-i selimden sonra gelip, nûr ve Kur'ân'ın kalbi dirilten emir ve yasaklarına çağrıldığı zaman Allah'a ve peygamberine icabet edip, uyanların derecesidir. Bu, iman edenlerin derecesidir. Onlar salih amel işleyip, Râblerine tevekkül ederler. Şeytanın onlar üzerinde hiçbir otorite ve etkisi yoktur. Bununla ilgili Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Gerçek şu ki: İman edipte yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir hakimiyeti yoktur."362
Üçüncüsü: Bundan sonraki derece bilmeden bir kötülük işleyip kalpte hastalığın arız olduğu başlangıç halidir. Fakat onlar en kısa zamanda bundan rücu edip tevbe ederler. Bunlar hakkında ayet-i kerimede şöyle buyurulur:
"Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip te sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir."363
Dördüncüsü: Bundan sonra kalbi hastalık hali gelir. Kalp dışardan kuvvetli bir tesir geldiği müddetçe kendisini koruyacak şeylere icabet eder. Fakat kendisini tesir altında tutan şey ortadan kalktığı zaman kalbin Allah'a icabeti zail olur. Bir doktorun görmediği halde kontrol altında tuttuğu hastaya gözle görülmeyen bir hastalığı çeşitli belirtileriyle teşhis edip bildirdiği gibi, manevi olarak hasta olan bir kalp de kendisine arız olan şeylerden izale edilerek kalbin hastalığı ortadan kaldırılabilir. Nasıl ki bir göz doktoru hastasının gözlerini muayene ederken onun göz kapağının önündeki şeffaf bölgeye ışık tuttuğunda veya dokunduğu zaman gözler kasılıyor, göz kapakları açılıp kapanıyorsa, bir etki olmadığı zaman göz kapakları çalışmıyorsa gözün anormal olduğuna delalet ediyor. Fakat etki olmaksızın göz kapakları ve göz bebeğinin zarı kendiliğinden çalışıyorsa bu da gözün normal olduğunu gösteriyor. Sağlıklı bir kalp devamlı Allah'ın emir ve yasaklarına icabet eder. Allah'a niyaz ve tazarruda bulunur. Fakat kalpte, hastalık varsa Allah'ı unutur ancak zor anlarda ve musibet anında Allah'ı hatırlar. Bununla ilgili Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman da yalnız O'na yalvarırsınız. Sonra da sizden o zararı giderdiğinde, içinizden bir zümre, hemen Râblerine ortak koşarlar!"364
Beşincisi: Kalbin müzmin bir hastalığa yakalanması katılaşmasıdır. Bu kalp kaskatıdır. Onu sıkıntı ve musibetler de harekete geçirmez. Bu kalp Allah'a karşı boyun eğip ona rücu etmez. Kur'ân böyle kalpler için şöyle buyuruyor:
"Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip gösterdi." 365
Kalbin Korunması
Her yeni doğan çocuğun sağlıklı bir şekilde yaşayıp vücudunun sağlam kalabilmesi için nasıl ki bulaşıcı hastalıklara karşı bedeninde bağışıklık kazandırmak gerekiyorsa, aynı şekilde daha küçük yaşlarda ona İslâm'ın prensiplerini devamlı surette telkin etmek de gerekiyor. Bu durumun akıl ve baliğ oluncaya kadar sürdürülmesi gerekir. Böylece onların dimağına Allah'ın bize bahşetmiş olduğu din iyice yerleştirilir. Böylece çocuk namazlarını artık devamlı kılar ve heva ve heveslerine, şehvetlerine tabi olmaz. Artık onlar için din oyun ve eğlence, şeytan onlar için bir dost olmaz. Çünkü şeytan her an içki, kumar gibi çirkin, kötü, pis zehri onların damarlarına zerkeder. Kazandıkları günahlar onların kalplerindeki bayağı duygulan kabartır. Kalp katılaşır ve kalbe kalbî hastalıklar girer. Hasta bir kalp ise hakkı akledemez, işitemez ve basiret gözleri kapanır ve görmez. Kalbin cilası, beyazlığı, parlaklığı ve şeffaflığı kaybolur. Hidayet nuru sökülür, atılır. Allah nurundan akıtıp, feyz vermediği, ruhundan üfürmediği müddetçe kalbi kapkara olur. Artık o insan hayvanlar gibi hatta gidişat bakımından onlardan daha düşük olur. Çünkü insan kendi kendini kontrol edemeyen hayvana çevrilmiş olur. Bu durumda artık o insan şeytanların faydalandığı, şehvetlerini giderdiği bir otlak haline gelir. Şeytana ancak böyle bir hasta kalp uyar. Zira. Allah (c.c): "Kötü duygularını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü?" 366 buyurmuştur.
Böyle bir hastalığın komplikasyonları çok zordur. Bundan sonraki durum, kişinin helaki demektir. 367
Kalbin Tedavisi
Kalbin hastalığının tedavisi Allah'a sığınma, ona dönme ondan başkasına kulluk etmeme...Allah'ın kitabına sımsıkı sarılma olarak özetlenebilir.
Zira Cenab-ı Hak bu konuyla ilgili Kitab-ı Hakîm'inde şöyle buyurmaktadır:
"De ki: Kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan çok, esirgeyendir."368
"Ancak tevbe eden, iman eden ve iyi davranışta bulunan kimseler hariçtir. Bunlar, hiç bir haksızlığa uğratılmaksızın cennete, çok merhametli olan Allah'ın, kullarına gıyaben vâdettiği Adn cennetlerine girecekler. Şüphesiz O'nun vadi yerini bulacaktır."369
"Şu muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım."370
"Hepiniz Ona yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın." 371
Samimi tevbe kalbin temizliği, berati ve fıtrata dönüştür. Sanki yeniden dünyaya geliş gibidir. Böylece iman nura çıkarır. Bununla şeytanın dostlarıyla savaş, Allah'ın kitabıyla hakka ve doğru yola ulaşmak mümkün olur. O yol öyle bir yoldur ki yerde ve gökte ne varsa hepsinin maliki Allah'ın dosdoğru yoludur. Böylece kişi; yeryüzünde fitne kalmayıncaya, din tamamıyla Allah'ın oluncaya, Allah'a yöneliş gerçekleşinceye, tamamıyla Allah sevgisine gark oluncaya, sadece Allah'a kul olup, uluhiyyetin sırlarına erişip kelime-i tevhidin manasının künhüne ulaşıncaya kadar mücadele eder. 372
İlâh Kelimesinin Tefsiri
"İlah" öncelikle şöyle açıklanabilir: Bir insan bir musibet ya da belaya uğramaktan korktuğu zaman; "eliherraculu" "kişi bir musibet veya beladan korktu ve başkaları onu himayesine aldı." Yani onu himaye etti, onun imdadına icabet etti, onu emniyete aldı demektir. Allah (c.c.):
"Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti) ve yönetimi kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir?" diye sor" 373 buyuruyor.
Yardım isteyenin sığındığı kimse sadece Allah (c.c.)'dır. Bir başkası tarafından yaratılan bir kimsenin başka bir yaratılanı himaye etmeye gücü yetmez. Buna ancak herşeyi yaratan Allah'ın gücü yeter.
İlâh kelimesi ikinci olarak şu şekilde açıklanmıştır: "elihe" şaşırdı manasında "tehayyera" fiilinin müradifi olarak da kullanılmıştır. Bir kimse şaşırıp, afalladığı zaman "elihe-ye'lehu" fiilinde kullanılır, "ilahe" kelimesi bu fiilin ismi faili olup şaşıran (el-mütehayyirun) manasındadır. Mabutluk manasındaki "el haniyyetün", "fealaniyyetün" kalıbında "tehayyera" manası ela taşıyan "elihe"den gelmektedir.
Nitekim Vehb b. Verd:
Kul, Rabbının sıfatları, sıddıkların gözetip koruması, iyilerin ona olan mükâfatı karşısında kalbi yumuşar Allah'tan başka kimseyi sevgili, görmez. Yani kul Allah'ın azamet, celali ve diğer sıfatları karşısında himmetini ona yöneltir. Kalbi, Allah'tan başka meyledilen şeyleri çirkin görür. Bu da başlangıcı ve sonu olmayan zatının, görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açısından gizli, varlığını ve birliğini belgeleyen bir çok delilin bulunması açısından aşikâr, akılların azameti karşısında hayretlere düştüğü Allah'a yönelmekle mümkündür.
Fahrettin Razı:
Kul şöyle bir düşündüğü zaman hayretler içinde kalır. Çünkü Allah, insanın tahayyül ve tasavvurunun dışındadır. Akıl onun kemal ve varlığını kavramaktan acizdir. O sonunda onu idrak etmekten aciz kaldığını itiraf etmek durumundadır. Buradan bir kimsenin bir şeyi anlamaktan aciz olduğunu anlaması da idraktir. Bununla beraber bunun şaşkınlık meydana getireceği ve hayran bırakacağı da şüphesiz bir durumdur. Bu durumda da akıl elbette ki onun karşısında hayrete düşer, hayranlığını gizleyemez. Onun için;
"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." 374 der.
"Velahu" kelimesi "elihe" kelimesindeki hemze’nin vava çevrilmesi suretiyle oluşmuş olabilir. O zaman vavın hemzeye çevrilip, "velahu"daki "vav" elife çevrilip "ilahe" denilir. Mesela "eşahu" daki hemze vava çevrilerek "veşahu" olmuştur. "İlah" kelimesi "velihe"den geldiği zaman "aşırı sevinç veya aşırı korku ve hüzün" manalarına da gelir. O zaman "velihe-yelehu” denilir. Annesine aşırı düşkün manasına da gelir. Mesela çocuk annesini kaybedip onu bulduğu zaman "velihe biümmühi" çocuk annesine sarmaş dolaş oldu" denir.
Onun için "elihe" veya "velahu"nun dördüncü açıklaması; mahlukât, ihtiyaçlarında Allah'a sığınır. Bela ve musibetlerde ona tazarruda bulunur, şeklindedir.
"De ki: Karanın ve denizin karanlıklardan (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (O'na gizli gizli yalvararak) "Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz. De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na ortak koşarsınız." 375
Ragıb el-Isfahanî diyor ki;
"Mahlukatın hepsi de Allah'a sığınır. Bu ya hayvan ve cansız varlıklarda olduğu gibi gayri ihtiyari olur ya da inananlarda olduğu gibi irade ve ihtiyarıyla olur. Bu yüzden bazı filozoflar:
"Allah bütün eşyanın sevgilisidir" demişlerdir. Nitekim Yüce Allah şu ayet-i kerimede:
"O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki sîz onların tesbihini anlayamazsınız. O, halimdir, bağışlayıcıdır."376 buyurarak cemadatın dahi kendisini zikrettiğini bildirmektedir."
Nitekim "Mu'cemu elfazi'l-Kur’ani’l-Kerim"de "sebaha" kelimesinin altında "sebaha yesbihu sebhan sıbahatun" yani suda geçti yüzdü, cereyan etti, manaları yatmaktadır. Yine Yasin sûresinde:
"Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler."
"Güneşte kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, aziz ve alim olan Allah'ın takdiridir." 377
Yine "haffe" kelimesi "saafe" manasında kullanılmştır. Cenab-ı Hak ayeti kerimede:
"Melekleri görürsün ki, Rablerini hamd ile tesbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve "alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun" denilmiştir." 378
İlâh Kelimesinin Manası Ve Kur’an’da Kullanılışı
Arapça lisanında aralarında lafız ve mana uygunluğu bulunan bir kelimeden başka bir kelime türetmek mümkündür. Hal böyle olunca üç harften müteşekkil ilah kelimesinden aşağıdaki mana ve kelimeleri türetmek mümkündür.
1. "Lahe/yelihi/liiha" "yükseldi" manasında (ala-irtefea) gelebilir. Mesela güneş yükselip göğün arkasına geldiği zaman güneş yükseldi manasında "lahet'iş-Şemsu" denilmiştir. Bundan dolayı güneş ilah diye isimlendirilmiştir.
Nitekim Cevheri, bir kısım insanlar güneşe saygı gösterip onu prestij ettikleri için güneş "Elaha" diye isimlendirilmiştir" der. Bazen ay da bunun gibi isimlendirilmiştir. Zira ateşin cevheri ulvî olduğu için ona saygı duyan ve ihtiram gösterenler bulunmuştur. Fakat Allah Teâla bunlar hakkında şöyle buyuruyor:.
"... Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?" 379
"Sizden, sözü gizleyenle onu açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüzün yürüyen (Onun ilminde) eşittir."380
"Allah, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır."381
"Allah (c.c.) kudretiyle her şeyin üzerindedir.”
(Yani arşın sahibi Allah'ın, yüksek dereceleri vardır.)" 382
2. "Elihe" kelimesi "ilahe/yelihu ve ilahen", "örtünüp gizlendi" aynı şekilde "irtefea" yükseldi manasına gelir. Zira O Allah ki kalpler ondan huşu duyar.
"Eğer biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz." 383
"Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tura) gelip de Rabbi onunla konuşunca; (Rabbim!) "Bana (kendini) göster, seni göreyim!" dedi. (Rabbi): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, Sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim." 384
Gözler dünyada Allah'ı nasıl görebilsin ki? Zira O: "Gözler Onu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdâr olandır."385 buyuruyor.
"İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?" 386
3. "Elihe" kelimesi harflerin yer değiştirmesiyle "ehile, ehil" olarak geldiğinde birini ehil görmek layık olmak manasında "işta'hele ve yuşta'hele" şeklinde kullanılmıştır. Gerçekte Allah'tan başka kim uluhiyyete lâyık olabilir ki?
"... Sakınılmaya lâyık olan da O'dur, mağfiret sahibi de O'dur." 387
4. Yine harflerin yer değiştirmesiyle "ve ilahule hael haula" "bir işten korkmak manasında" kullanılmıştır. Rahmetini umduğumuz, azabından korktuğumuz yegane varlık ise sadece Allah (c.c.)'dır.
"Allah kuluna kafi değil midir? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar." 388
"Hayır! Kim muhsin olarak yüzünü Allah'a döndürürse (Allah'a hakkıyla kulluk ederse) onun Rabbinin indinde ecri (mükâfatı) vardır. Onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olacak değillerdir!"389
5. "He lam lam" harflerinden müteşekkil olduğu zaman sesi yükseltme manasında "helilu" şeklinde gelir. Çocuk doğduğu zaman çığlık attığında "istahlele elmatar" denir. Yağmur yere düşüp ses çıkardığında "yağmur hışırtı yaptı" denir. Allah ise bir kulu imdad dileyerek ona dua ettiği zaman zorda kalanın ihtiyacını giderir. Kederleri kullarından kaldırır. 390
"Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman da yalnız O'na yalvarırsınız." 391
Yine aynı şekilde hac ve umrede telbiyede bulunan kimseye "hehilun" denilir, "ehilu bil hacci" yani telbiye yaparak sesi yükseltmeye denir. "La ilahe illallah" kelime-i tevhidine "ihlâl, tehellül" denir. Bu cümleden olarak kelime-i tevhide gözlerinden şıpır şıpır yaş döküldü manasına gelen "tehellulun" denilmiştir. Zira Cenab-ı Hak:
"Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile Ondan gizli kalmaz.392
"Denizde başınıza bir musibet geldiğinde, Ondan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider..." 393 buyurmuştur.
Müfessirler "vema ehille bihi gayrullah" yani "Allah'ın ismi dışında bir isim zikredilerek putlar adına kesilen" şeklinde tefsir edilmiştir. Bu yüzden Allah mü'minlere leşi, kanı haram kıldığı gibi Allah adına kesilmeyen hayvanların etlerini de haram kılmış ve:
"Allah size ancak ölüyü, (leşi) kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı."394 buyurmuştur.395
Allah Lafz-ı Celâli Ve Kur'ân-ı Kerim'deki Sayısı
Varlığı zorunlu (vacibu'l-vücud) olan ve bütün övgülere layık olan zatın özel ve en kapsamlı ismi.
Cenab-ı Hakk'ın "Allah" ismi Mü'cemül-müfehres adlı kitapta tespit edildiği üzere Kur'an-ı Kerim'de 2699 defa geçmektedir. Bu sayı sûrelerin başındaki "besmele" ayet sayılması halinde daha da artmaktadır.
Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın yüce isimleri şu şekilde geçmektedir.
1. "Allah kendinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah'tır. O, Hayy'dir ve Kayyûm'dur. Kendisini ne uyku yakalar, ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi Onundur. İzni olmadan katında hiç kimse şefaat edemez. O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir (Ona hiçbir şey gizli kalmaz). O'nun bildirdiklerinin dışında, insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine ağır gelmez. O, yücedir, büyüktür." 396
2. "Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkarır. İnkâr edip kâfır olanların dostları ise Tâğuttur. Çünkü onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. Onlar ateş ehlidirler, orada devamlı kalıcıdırlar."397
3. "Hayy ve Kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur." 398
4. "Allah ki ondan başka hiçbir ilah yoktur, elbette sizi kıyamet gününde toplayacaktır; bundan asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır!" 399
5. "Allah görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş üzerine istiva eden, güneş ve ayı emrine boyun eğdirendir. (Bunların) herbiri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için (mahlukât ile ilgili) her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır." 400
6. "Allah, her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyâde edeceğini bilir. Onun katında her şey ölçü iledir." !401
7. "Allah dilediğine rızkını bollaştırır da, daraltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir."402
8. "Allah öyle bir varlıktır ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Onundur. Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline!" 403
9. "Gökleri ve yeri yaratan, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkaran, izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri de size akıtan ancak Allah'tır."404
10. "Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler sırf Ona mahsustur." 405
11. "Allah, kıyamet gününde” ihtilâf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm verecektir." 406
12. "Allah, meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.407
13. "Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanusda sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. (Bu, öyle bir ağaç ki) yağı, neredeyse kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu ışık) nûr üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir." 408
14. "(Halbuki) büyük Arş'ın sahibi olan Allah'tan başka ilah yoktur." 409
15. "Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir."410
16. "Allah, ilkin mahlukâtını yaratır. (Ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlar. Sonunda hep O'na döndürüleceksiniz.411
17. "Allah, (Yüce varlıktır) ki sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır. Sonra O, hayatınızı sona erdirecek daha sonra da sizi tekrar diriltecektir. Peki sizin (Allah'a eş tuttuğunuz) ortaklarınız içinde bunlardan birini yapabilecek var mı? Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir ve yücedir." 412
18. "Allah O'dur ki, rüzgârları gönderir, bunlar da bulutu kaldırır. Derken, Allah onu gökte dilediği gibi yayar ve parça parça eder; nihayet arasından yağmurun çıktığını görürsün. Allah dilediği kullarına yağmuru nasip edince, onlar seviniverirler." 413
19. "Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir." 414
20. "Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istiva eden, Allah'tır. O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?" 415
21. "Allah, sizin de Rabbiniz, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir." 416
22. "Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bakılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu kitap, Allah'ın dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz."417
23. "Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar (bedene) salıverir. Şüphe yok ki, iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır." 418
24. "Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir."419
25. "Allah, geceyi dinlenmeniz için (karanlık), gündüzü de (işinizi) görmeniz için aydınlık yapandır. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütufkârdır. Fakat insanların çoğu şükretmezler." 420
26. "Allah, kimine binesiniz, kimini yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır." 421
27. "Allah Kitab'ı ve mizanı hak olarak indirendir. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır!"422
28. "Allah, kullarına lütufkârdır. Dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, galiptir." 423
29. "Allah, O (yüce) varlık ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzmesi ve lütfedip verdiği rızklanamanız için, birde şükredesiniz diye denizi size hazır hale getirmiştir."424
30. "Allah (vardır, birdir) Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Mü'minler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." 425
31. "Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah'ın fermanı bunlar arasından iner ki, böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz." 426
32. "Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur."427
Allah'ın Lafzının Surede
|
Ayet
|
Sure
|
|
Kaç Kez Geçtiği
|
Sayısı
|
No:
|
Sure
|
2
|
7
|
1
|
Fatiha
|
282
|
286
|
2
|
Bakara
|
209
|
200
|
3
|
Âl-i İmran
|
229
|
176
|
4
|
Nisa
|
147
|
120
|
5
|
Maide
|
87
|
165
|
6
|
En'am
|
61
|
206
|
7
|
A'raf
|
88
|
75
|
8
|
Enfal
|
170
|
129
|
9
|
Tevbe
|
61
|
109
|
10
|
Yunus
|
38
|
123
|
11
|
Hûd
|
44
|
111
|
12
|
Yusuf
|
34
|
43
|
13
|
Ra'd
|
37
|
52
|
14
|
İbrahim
|
2
|
99
|
15
|
Hicr
|
84
|
128
|
16
|
Nahl
|
10
|
111
|
17
|
İsrâ
|
16
|
110
|
18
|
Kehf
|
8
|
98
|
19
|
Meryem
|
6
|
135
|
20
|
Tâhâ
|
6
|
112
|
21
|
Enbiya
|
75
|
78
|
22
|
Hac
|
13
|
118
|
23
|
Mü'minûn
|
80
|
64
|
24
|
Nur
|
8
|
77
|
25
|
Furkan
|
13
|
227
|
26
|
Şuâra
|
27
|
93
|
27
|
Neml
|
27
|
88
|
28
|
Kasas
|
42
|
69
|
29
|
Ankebut
|
24
|
60
|
30
|
Rûm
|
32
|
34
|
31
|
Lokman
|
1
|
30
|
32
|
Secde
|
90
|
73
|
33
|
Ahzab
|
8
|
54
|
34
|
Seb'e
|
Allah'ın Lafzının Surede
|
Ayet
|
Sure
|
|
Kaç Kez Geçtiği
|
Sayısı
|
No:
|
Sure
|
36
|
45
|
35
|
Fâtır
|
3
|
73
|
36
|
Yasin
|
15
|
182
|
37
|
Saffat
|
3
|
88
|
38
|
Sâd
|
60
|
75
|
39
|
Zümer
|
53
|
85
|
40
|
Mü'min
|
11
|
54
|
41
|
Fussilet
|
32
|
53
|
42
|
Şûra
|
3
|
89
|
43
|
Zuhruf
|
3
|
59
|
44
|
Duhan
|
18
|
37
|
45
|
Casiye
|
16
|
35
|
46
|
Ahkâf
|
27
|
38
|
47
|
Muhammed
|
39
|
29
|
48
|
Feth
|
27
|
18
|
49
|
Hucurat
|
1
|
5
|
50
|
Kâf
|
3
|
60
|
51
|
Zariyat
|
3
|
49
|
52
|
Tûr
|
6
|
62
|
53
|
Necm
|
—
|
55
|
54
|
Kamer
|
—
|
78
|
55
|
Rahman
|
|
96
|
56
|
Vakıa
|
31
|
29
|
57
|
Hadid
|
40
|
22
|
58
|
Mücadele
|
29
|
24
|
59
|
Haşr
|
21
|
13
|
60
|
Mümtehine
|
17
|
14
|
61
|
Saf
|
12
|
11
|
62
|
Cuma
|
13
|
11
|
63
|
Münafikun
|
20
|
18
|
64
|
Teğabun
|
25
|
12
|
65
|
Talak
|
13
|
12
|
66
|
Tahrim
|
3
|
30
|
67
|
Mülk
|
-
|
52
|
68
|
Kalem
|
Allah'ın Lafzının Surede
|
Ayet
|
Sure
|
|
Kaç Kez Geçtiği
|
Sayısı
|
No:
|
Sure
|
1
|
52
|
69
|
Hakka
|
1
|
44
|
70
|
Mearic
|
7
|
28
|
71
|
Nuh
|
10
|
28
|
72
|
Cin
|
7
|
20
|
73
|
Müzzemmil
|
3
|
56
|
74
|
Müddessir
|
-
|
40
|
75
|
Kıyame
|
5
|
31
|
76
|
İnsan
|
-
|
50
|
77
|
Mürselat
|
-
|
40
|
78
|
Nebe
|
1
|
46
|
79
|
Naziat
|
-
|
42
|
80
|
Abese
|
1
|
29
|
81
|
Tekvir
|
1
|
19
|
82
|
İnfıtar
|
-
|
36
|
83
|
Mutaffifin
|
1
|
25
|
84
|
İnşikak
|
3
|
22
|
85
|
Buruc
|
-
|
17
|
86
|
Tarık
|
1
|
19
|
87
|
A'la
|
1
|
26
|
88
|
Gaşiye
|
_
|
30
|
89
|
Fecr
|
_
|
20
|
90
|
Beled
|
1
|
15
|
91
|
Şems
|
-
|
21
|
92
|
Leyl
|
-
|
11
|
93
|
Duha
|
-
|
8
|
94
|
İnşirah
|
1
|
8
|
95
|
Tin
|
1
|
19
|
96
|
Alak
|
-
|
5
|
97
|
Kadr
|
3
|
8
|
98
|
Beyyine
|
-
|
8
|
99
|
Zilzal
|
-
|
11
|
100
|
Adiyat
|
-
|
11
|
101
|
Karia
|
-
|
8
|
102
|
Tekasür
|
Allah'ın Lafzının Surede
|
Ayet
|
Sure
|
|
Kaç Kez Geçtiği
|
Sayısı
|
No:
|
Sure
|
_
|
3
|
103
|
Asr
|
1
|
9
|
104
|
Hümeze
|
-
|
5
|
105
|
Fil
|
_
|
4
|
106
|
Kureyş
|
-
|
7
|
107
|
Maun
|
-
|
3
|
108
|
Kevser
|
-
|
6
|
109
|
Kâfirun
|
2
|
3
|
110
|
Nasr
|
-
|
5
|
111
|
Tebbet
|
2
|
4
|
112
|
İhlâs
|
-
|
5 .
|
113
|
Felâk
|
-
|
6
|
114
|
Nâs
|
2699
|
6236
|
114
|
TOPLAM
|
Lafza-i celâlin Kur'ân'ın 29 sûresinde geçmemesi Kur'ân'ın esrarındandır, Allah lafzının geçmediği sûreler şunlardır. Kamer, Rahman, Vakıa, Kalem, Kıyamet, Mürselat, Nebe, Abese, Mutaffifin, Târik, Fecr, Beled, Kaf, İnşirah, Zilzâl, Adiyât, Kâri'â, Tekâsür, Duhâ, Asr, Fil, Kureyş, Mâ'ûn, Kevser, Kâfirûn, Tebbet, Felak ve Nâs'dır.
Kur'an'a şöyle bir göz gezdirdiğimiz zaman Allah lafzının pek çok kere geçtiğini hatta ayet sayısı çok fazla olan sûrelerde "Allah" lafzının ayet sayısından daha fazla olduğunu görürüz. Bu sûreler, Al-i İmrân, Nisa, Mâide, Enfâl ve Tevbe sûreleridir.
Lafza-i Celâl 30 ayetlik Secde sûresinin dört ayetinin başlangıcında birer kere geçmektedir. "Allah" kelimesi, Yasin sûresinin yedinci ve kırkıncı ayetlerinde ikişer defa geçmektedir. Kaf sûresinin yirmialtıncı ayetinde bir kere geçmektedir. Hakka, Meâric, Naziât, Tekvir, İnfitar, İnşikâk, Âla, Gaşiye, Şems, Tin, Alak ve Hümeze sûrelerinin toplamında bir kere zikredilmiştir. Hicr, Nasr, İhlâs ve Fatiha sûrelerinde ise "Allah" lafzı iki kere geçmiştir. En'âm sûresinin 124. ayetinde peşpeşe gelmiştir.
"Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz" denildiğinde, kafirler müminlere dediler ki:
"Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz." 428
"Onlar, yardım göreceklerini umarak Allah'tan başka ilâhlar edindiler."429
"Allah ile beraber başka ilâh edineni, şiddetli azaba birlikte atın!"430
"Onlara bir âyet geldiğinde, Allah'ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. Allah peygamberliği kime vereceğini daha iyi bilir." 431
Ülûhiyyete Mahsus Sıfatlar:
Ülûhiyyete mahsus sıfatlar, bütünlük ve üstünlük ifâde eden bütün kemâllerdir. Allahu teâlâ kemâl sıfatlarının hepsi ile muttasıf, noksan sıfatlarının (eksiklik ma'nâsı sezilen bütün sıfatlar) hepsinden münezzeh ve mukaddesdir (uzak ve yüksektir). Bunda tekmil ilim ve hikmet erbabının ittifakı vardır. Allah'ın muttasıf bulunduğu kemâlâta bir son yoktur. Her kemâlin zıddı bir nakîsa olduğu için, münezzeh bulunduğu nakîsalara da bir nihayet yoktur. Bunları güzelce seçmek ve kolayca zaptetmek için tenzihler beş asla, kemâller sekiz asla irca edilmiştir.
Allahu teâlâ'nın her hangi bir suretle mahlûkâta benzerliğini nefyeden ve bu nakîsadan Allahu teâlâ'nın nezâhat ve kudsiyyetini bildiren tenzihler şunlardır:
Kıdem, Beka, Vahdâniyyet, Muhalefettin li'l-havâdis, Kıyam bi-nefsihî.
Kemâllerin râci' olup Allahu teâlâ'da bulunması vâcib olan sıfatlar da şunlardır:
Hayat, İlim, Semi', Basar, İrâde, Kudret, Tekvin, Kelâm. 432
Kıdem
Allahu teâlâ'nın varlığının önü olmamaktır. Yâni yokken var olmuş değildir. Eğer öyle olsa idi, kendisini var eden bir mucide muhtaç olur ve bu takdirde vücûdu vâcib, hak mâbud olamazdı. 433
Beka
Allahu teâlâ'nın varlığının sonu olmamaktır. Eğer sonu olsa idi, varlığı zâtının muktezâsı olmaz ve binâenaleyh vâcibü'l-vücud olmamak lâzım gelirdi, bu takdirde yine ülûhiyyetle muttasıf olamazdı. 434
Vahdaniyyet
Allahu teâlâ'nın ülühiyyetinde ve sıfatlarında her hangi bir ortak veya bir benzeri olmamaktır. Benzeri veya ortağı bulunmak, kemâle ve ülûhiyyete münâfîdir. Allah misilsizdir, her şey O'na muhtaçtır. O'nun emri ile doğar, O'nun emriyle ölür. Muhtaç olan bir şey nasıl O'na misil olabilir? 435
Muhâlefetün Lî’l-Havâdis
Allahu teâlâ havadis ve mümkinattan ibaret olan kâinattan hiçbir şeye benzemez. Hiç, Hâlık, mahlûk gibi olur mu? Olsa idi, O da bir halika muhtaç olurdu, vâcib ve ganî olamazdı. 436
Kıyam Bi-Nefsihî
Varlığı kendinden başka hiçbir şeye istinat etmeyen ihtiyaçsiz bir varlıktır. Herhangi bir şeye zerre kadar ihtiyaç, ülûhiyyete münâfîdir. 437
Hayat
Allahu teâlâ diridir. Ölü olan, birşey yapabilir mi? Allahu teâlâ her lâhzada ne bedîalar, ne hârikalar yaratıyor ki, bunların seyrine doyulmaz, hakikatine erilmez. 438
İlim
Allahu teâlâ olmuşu, olacağı, her şeyi bilir. Çünkü her şeyi yaradan ve her an yenileyip duran O'dur. Yaradan bilmez mi? 439
Semi
Allahu teâlâ'nın işitmesi. 440
Basar
Allahu teâlâ'nın görmesidir. Kâinatın hiç bir noktasında Allahu teâlâ'nın göremiyeceği veya işitemiyeceği hiç bir şey yoktur. 441
İrâde
Allahu teâlâ her istediğini, istediği gibi yapar. İstemezse yapmaz. Hiçbir şeye mecbur değildir, istemediği bir şeyi O'na cebren yaptıracak bir kuvvet yoktur. 442
Kudret
Allahu teâlâ'nın her şeye gücü yeter. O'nun yapamayacağı bir şey yoktur. O, bir şeyi yapmak istediğinde onu düşünüp tasarlamağa veya yardımcıya veya zamana, mekâna muhtaç değildir. Onu istemesiyle o şeyin meydana gelmesi bir olur. 443
Tekvin
Allahu teâlâ'nın yaratılmışlar üzerindeki icraat ve tasarrufâtını bildiren fiilî sıfatlar, hep buna râci'dir. 444
Kelâm
Allahu teâlâ'nın söylemesidir. Kur'ân'a bak: Allah kullarına nasıl emirlerini ve nehiylerini bildiriyor, onlara nasihat ediyor; isimlerini, sıfatlarını öğreterek kendini tanıtıyor. Ni'metlerini, lûtuflarını sayarak kendini sevdiriyor. Kurtulma ve mes'ut olma yollarını gösteriyor. Onları bu yolları tutmağa teşvik, zarar ve ziyan görecekleri hallerden tahzîr ediyor. 445
Allah İsminîn, İsmi Câmî Olması:
Allah ism-i şerifi, ülûhiyyete mahsus sıfatların hepsini cami' bulunan O ekmel zâta delâlet ettiği için kendisine îsm-i Cami' denir. 446
Vâcibül-Vücûd Mefhûmu:
Vâcib, zarurî ma'nâsınadır. Vücud, varlık demektir. Şu halde Vâcibü'l-Vücud demek, varlığı zarurî olan yâni bir an için yokluğunu farzetmek imkânsız bulunan zât demektir. Allahu teâlâ varlığı zarurî olmak sıfatiyle muttasıf bir mevcûd-i hakîkîdir. O'nun varlığı, zâtının muktezâsıdır. Yâni varlığı da zâtından başka bir şeye muhtaç değildir. Böyle bir varlığın -velev ki bir an olsun- yokluğunu farzetmek, ilmî bir ifâde ile; lâzım-i mahiyyetin, mâhiyyetten infikâkini kabul etmek demektir ki, muhaldir, çünkü bir tenakuzdur. 447
Vâcibü’l-Vücûd'un Karşılığı "Mümkinü'l-Vücûd":
Mümkinü'l-vücûd demek, varlığı kendisinden değil demektir. Çünkü varlığı kendinden olsaydı, asla yok olmaması icap ederdi. Görüyoruz ki, bugün var olan yarın yok olup gidiyor. Mümkinü'l-vücûd, varlığında yaradana muhtaçtır. Mademki varlığı kendinden değildir. O halde kendi kendine kalınca yok demektir. Onun için her mümkinin varlığı, Allah'ı bildiren bir nişane olmuştur. Çünkü varlığa çıkması ve varlığının devamı, ancak Allah'ın yaratması ve irâdesiyledir. 448
Bu İsm-i Şerîfîn, İsm-i A'zam Olması:
Allah ism-i şerifi, sayılan isimlerin içinde ism-i a'zamdır. Çünkü bu ism-i şerifde bir takım hususiyetler var ki, öteki isimlerde yoktur. Bunlardan bazılarını yazalım:
1- Bu ism-i şerif Kur'ân'daki Esmâü'l-Hüsnâ'dan ilk gelmiş olandır. Bilindiği gibi ilk âyet Besmele-i Şerîfe'dir. Bütün bir sûre hâlinde ilk gelen sûre de Fatiha süresidir.
Bismi'llâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm. El-Hamdü li'llâhi Rabbi'l-âlemîn, Kur'ân'da ve hadîste hemen dâima önceden bu ism-i şerif zikredilmiş, ondan sonra Allahu teâlâ'nın sıfatlarından veya fiillerinden bir veya bir kaçı gelmiştir. Yâhud bu sıfatlara veya fiillere delâlet eden Esmâü'l-Hüsnâ bildirilmiştir. Şu halde Esmâü'l-Hüsnâ içinde bu ism-i şerif asıldır. Öteki isimler buna mülhaktır, muzaftır. Bunun için Esmâü'l-Hüsnâ'dan herhangi biri tefsir ve izah edilirken Allah ism-i şerifine izafe edilir de meselâ: "El-Muhsî, Allahu teâlâ'nın isimlerindendir" denilir. Fakat "Allah, El-Muhsî Celle Celâlühû'nun ismidir" denilmez.
2- Allah ism-i şerifi, Cenâb-ı Hakk’ın zât-i sübhânîsine mahsus ism-i alemdir. Alemler, ancak tek olarak müsemmâlarını bildirir, bu sebepten, bu ism-i şerif mecaz yoluyla da olsa, Allah'dan başkasına söylenemez. Fakat öteki isimlerle meselâ:
Reşîd, Halîm, Hasîb gibi isimlerle, fakat mecaz olarak (çünkü Esmâü'l-Hüsnâ'dan hiç biri hakikat ma'nâsiyle Allah'tan mâadasına ıtlak edilemez) başkaları da adlanabilirse de, Allah ismiyle hiçbir mahlûk adlanamaz ve adlanmamıştır da. Tanrılık da'vâsına cür'et eden fir'avun bile, kendi adamlarına karşı (Ene Rabbükümü'l-a'lâ) demiş; fakat (Ene'llâh) dememiştir. Cehalet devrinde Mekke müşrikleri, senenin günleri sayısınca Kâbe’nin etrafını 360 putla doldurmuşlardı. Bu putların ayrı ayrı adları da vardır. Kendileri de son derece câhil ve kaba adamlar olduğu halde, hiçbir puta Allah diye isim vermemişlerdir.
3- Müslümanlığın anahtarı, îmânın temeli olan "Kelime-i Şehâdet" ancak bu ism-i şerifle hâsıl olur, başka isimlerle olmaz.
'Eşhedü en lâ ilahe illa'llâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resulüh." Meselâ bir gayr-i müslim, müslim olmak için Eşhedü en lâ ilahe illa'llâh yerine Eşhedü en lâ ilahe ille'r-Rahmân yahud Eşhedü en lâ ilahe iller-Rahîm yâhud Eşhedü en lâ ilahe îlle'l-Melik... dese Müslümanlığa girmiş olmaz. Her halde Eşhedü en lâ ilahe illa'llâh demesi lâzımdır. Çünkü, şimdi söylediğimiz gibi Allah ismi müteferrid, yâni tek ve eşsiz olarak Zât-ı Hak'kı ifâde eden bir ism-i hastır. İsm-i haslarda ortaklık ma'nâsı düşünmek mümkün değildir. Bunun için hakikî bir tevhiddir. Fakat öteki isimler alem değildir, muayyen ve has olarak zâta delâlet etmezler. Ya bir sıfat veya ism-i cins gibi umumî ve kaplayıcı bir ma'nâ ifâde ederler. Bu ma'nâlarda ise. ortaklık ma'nâsı düşünülmek mümkündür. Gerçi bu ma'nâlarda da Allah tekdir ve eşsizdir. Fakat bu hüküm, ma'nâsının kendine nazaran değil, dış delillere nazaran sabit olmuştur. Onun için tevhid de sarih değildir.
İman ve İslâmın temelini teşkil eden kelime-i şehâdetin, doğrudan doğruya sarih ve kat'î tevhid ifâde eden Allah ismiyle söylenmesi kabul edilmiştir.
4- Allah ism-i şerifinin hem lâfzında hem ma'nâsında topluluk vardır. Lâfzındaki topluluk: Bu ismi teşkil eden harfler birer birer kaldırılsa, ma'nâ bozulmaz ve yine Zât-ı Hakk’a delâlet eden bir ism-i alem olarak kalır. Baştaki hemze kaldırılarak (Li'llâhi) dense, birinci lâm kaldırıp (Lehû) dense, bu lâm da kaldırıp (Hû) dense hep aynı ma'nâdır, Allah'a delâlet ederler. Kur'ân'da çok yerlerde her üçü de gelmiştir. Yalnız bir (He) kaldığı surette de yine Zâtu'llah'a delâlet eder. Çünkü (Hû) ism-i şerifinin aslı da Yalnız (He) dir. (Vav) aslî değil zaidedir. -Sarf ilminde beyan edildiğine göre tesniye ve cemi hallerinde ve (vav) bütün bütün yâni hem yazılışta, hem okunuşta düşüyor. -Eğer (vav) aslî olsaydı sabit kalırdı. Şu halde tek bir harf olan (He) de Esmâü'l-Hüsnâ'dan bir isimdir. Hem de zât-ı ülûhiyyete delâlet eden bir isimdir.
Her canlı mahlûk, teneffüs etmek suretiyle mecburî olarak Allah'ı anmaktadır. Çünkü (He) harfinin mahreci göğüsten ve ciğerlerden gelen nefes ile çıkar. Her nefes, bir (He) harfidir. Her insan ve hattâ teneffüs eden her mahlûk farkına varmadan her nefeste Allahu teâlâyı bu ismiyle anmaktadır. Teneffüs, Allah'ı anmak olunca, Allah anılmadığı surette hayat bitiyor demektir. Şu halde bu ism-i şerif aynı hayat demektir. Ruhların, bedenlerin varlıkta devamının ancak bu ism-i şerif ile temin edilmekte olduğu ne kadar açık görülmektedir. 449
Allah İsm-i Şerifinin Ma'nâsındakî Topluluk:
Mâ'nâ itibariyle Allah ism-i şerifi öteki isimlerin hepsini câmî'dir. Öteki isimlerde bu cemiyet yoktur. Onlar yalnız bir sıfat veya bir fiile delâlet ederler. Meselâ: Er-Rahmân, yalnız merhameti; El-Kahhâr, yalnız kahrı; El-Alîm, yalnız ilmi; El-Kâdir, yalnız kudreti ifâde eder. Fakat Allah ism-i şerîfi bunların ve daha ötekilerinin ma'nâlarını hepsini birden toplu olarak ifâde eder. Onun için ma'nâdaki bu topluluğu mülâhaza ederek "Ya Allah" diyen bir kimse, Cenâb-ı Hak'kı bütün isimleriyle ve bütün sıfatlariyle zikretmiş olur. İşte bu hususiyetlerinden dolayı, sayılan Esmâü'l-Hüsnâ içinde Allah ism-i şerîfî (İsm-i A'zam)dır. Onun için şanı büyük, bereketi daha bol, feyzi ve inayeti daha süreklidir. Bu sebepten bu ism-i şerîf dâima âşıkların gıdası, sâdıkların nevası olagelmiştir. 450
Bu İsm-i Şerîf Hükmünce Bir Kul İçin Gereken Şey:
Mademki, Allah ism-i şerîf-i bütün isimlerin, sıfatların birleştiği bir ism-i câmi'dir ve biz bu ism-i şeriften Cenâb-ı Hak'kın bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve bütün kemal sıfatlariyle muttasıf bulunduğunu öğreniyoruz; o halde bu ism-i şerifin hükmüne göre kul için yapılması gereken şey, tam ve kâmil bir insan olmağa çalışmaklar. Yâni mümkün olduğu kadar noksanlarını azaltmağa, faziletlerini çoğaltmağa gayret etmekdir. 451
Bu Gayeye Ulaştırıcı Dört Mühîm Esas:
1- Birincisi ve en mühimi, Allah bilgisi edinmek: Düşünme çağına gelen her insanın ilk vazifesi Allahu teâlâ'yı öğrenmektir. Bir çiftçi, bir mühendis, bir asker, bir tüccar, bir âmir, bir san'atkâr velhâsıl içtimaî sınıflardan hangisine mensup olursa olsun, bir şahsın mesleğinden gerek kendisinin, gerek başkalarının samimî surette faydalanması için, bu bilgi ile mücehhez olması şarttır. Allah'ı bilmeyen ve Allah'dan korkmayan bir şahıstan ne ferde, ne cemiyete bir hayır vardır. Şayet bu bahtiyarlığı hayâtının ilk çağlarında kazanamamışsa, hayâtının bitim noktasına varmadan bu yüksek bilgiyi elde etmeğe çalışmak lâzımdır, insanın ömrü doğduğu günden değil, Allah'ı bildiği günden itibaren başlar. Allah'ı bilmeyen gönüller, gezen ve konuşan birer ölüdür. Birçokları evlâdının, kardeşlerinin, sevdiklerinin ölümünden kederlenir, günlerce acılar içinde kalır. Halbuki kendi kalbinin ölü olduğundan haberi bile yoktur. Ne hazin bir hal!..
2- Allah bilgisini kat'î delillere dayamak: Allah bilgisinde bir taklitçi gibi, şundan bundan duyduğu yarım yamalak sözlerle kanaat etmemek lâzımdır. Çünkü dediğimiz gibi bu duygu, hayâtın her safhasında âdilâne muamelenin, samimiyetin, hele ibâdette ihlâsın temel taşıdır. Bu, ne kadar kuvvetli olursa, bu hususlarda insan o kadar dürüst ve o kadar kıymetli olur. Bunun için herkes anlayışı nisbetinde yerleri, gökleri, havayı, bulutu, yağmuru, değişen mevsimleri, geceleri, gündüzleri, yerden çıkan mahsulleri, sınıf sınıf hayvanları ve nihayet kendi şahsını, içinde, dışında yapılmış, kurulmuş, durup dinlenmeden işleyen bunca makinaları düşünmeli, düşünmeli de basit bir bostan kulübesinin bile kendi kendine olamayacağına ve her eserin bir müessiri bulunacağına göre, bütün bunları yapan, eden, görüp gözeten, kurup işleten, mutlak kudret sahibi bir zâtın varlığına ve O'nun kemâl sıfatlarına yürekten inanmalı ve bu inancı ile dünya yüzünde tek başına kalsa bile sarsılmamalı. 452
Eser- Müessir Kanununun İzahı:
Eser, iz; müessir, izin sahibidir. Eser gözle görülür; müessir, akıl ile sezilir. Meselâ, uzaktan yükselmiş bir duman sütunu görüp de orada ateş bulunduğunu anlamak, ateşin varlığına hükmetmek aklın işidir. Duman gözle görülmüş, onun delaletiyle ateşin varlığına aklen hükmedilmiştir. İşte buna: “eserden müessire istidlal” denir. Eseri görünce hemen müessire intikâl etmek, insanların yaradılışlarında bulunan bir hassadır. Bir insan -aydın olsun, câhil olsun- eseri görüp dururken müessiri inkâr edemez, inkâr edeni de şiddetle reddeder. Şu halde bir tabloyu görüp de onun ressamını, bir nakşı görüp de onun nakkaşını bilmek kadar tabiî bir şey olamaz, işte bu bilgi yolunca yaradılmıştan, Yaradan'a, gözetilmişten Gözeten'e, yaşayanlardan ekmel bir hayat sahibine, büyük ve mühim işler başında bulunanlardan Kayyûm'a, işleri nizam ve tertibine koyanlardan her şeye bir nizam veren Nazzâm'a, adaletlilerden büyük Âdile, kâinatta zıt kuvvetlerin muvâzenesinden tek bir Hâkim'e, merhametlilerden Rahman ve Rahîm'e... velhasıl her şeyde suretten ma'nâya, eşyadan esmaya, esmadan müsemmâya geçerek fikirlerde Allah bilgisi delillerini çoğaltmak, genişletip derinleştirmek iktizâ eder.
3- İbadetlere îtinâ etmek: Allahu teâlâ'ya karşı borçlu olduğumuz ibâdetlere itinâ etmek, âdâb ve erkânını gözeterek her birini vaktü zamanı ile ifa etmek, bu hususta kat'iyyen gevşeklik göstermemek lâzımdır. Çünkü ibâdetler, insanları kâmilleştiren ve yükselten en kuvvetli âmillerdir.
4- İyi veya kötü huylarını sıkı bir kontrole tâbi tutmak: Kibir, hased, cimrilik, zorbalık, şunu bunu çekiştirmek gibi he'rbiri insan için birer ayıp, birer eksiklik demek olan birçok kötü huylardan kalbde hangileri varsa (korkunç bir hastalığın tedavisine çalışılır gibi) bunlara teşhis koyarak kendini onlardan kurtarmak, buna mukabil bütün güzel huylarla nefsini kıymetlendirmek lâzımdır. Ancak bunun ne kadar çetin ve başarılması ne kadar güç bir iş olduğu, kendini ıslaha çalışan her insanın duyduğu bir hakikattir. Bir kötü huyu kalbden. söküp atmak için aylarca ve bâzan daha uzun zamanlar uğraşmak lâzım gelir. Fakat her kötü huydan kurtuldukça (mühim bir ameliyat atlatmış hastalar gibi) bir bayram yapmak haktır. Allah'ın sevdiği kulları arasına katılmak, elbette ki kolay olmaz. Kuvvetli irâde, geniş tahammül lâzım...
Kim ki, bu zorluklarla savaşır, yılmaz; neticede muhakkak ki, muzaffer olur. İyi bir insan olmak uğrunda zorluklara katlananları, muratlarına erdireceğine dâir Allah'ın vaa'di vardır. Bu muzafferiyetin ma'nâsı İsm-i A'zam ile tahakkuk etmek demektir ki, kullar için bundan daha ileri bir mertebe yoktur. Ni'met külfete göredir; kâidesince mükâfatın büyüklüğünün, tahammül edilecek zorluklar nisbetinde olacağına şüphe yoktur. 453
Hikmet ve Esrarı:
Bir Müslüman inanarak, ihlâsla “Yâ Allah" diye bu mübarek ismin zikrine devam ederse onun tecellisine, eserlerine nâil olur. İmanı kuvvetlenir. Duası kabûl olunur. Şeytanın şerrinden emin olur. Mutluluğa ulaşır. Rızkı genişler ve Allah'ın izniyle şifa bulur.454
Dostları ilə paylaş: |