3. EL-MELİK
Görünen ve Görünmeyen Alemlerin Sahibi. 574
Bütün kâinatın sahibi, bi'l-esale ve mutlak surette hükümdarı. 575
"EI-Melik", "Mülk" ve Milk" mastarlarından türemiş olup, her türlü hükümdarlığın Allah Tealâ'ya ait olduğunu belirtmektedir. Kur'ân'da bu anlamda "mülk" kelimesi kullanılarak Allah'ın dünya ve ahiretin mülküne sahip olduğu belirtilmiştir.
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine ait olan Allah ne yücedir! O asla çocuk edinmemiştir.
O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Ve her şeyi bir ölçüye göre yaratmıştır. İbda; "örneği yokken bir şeyi ilk kez yaratma ve bilemediğimiz şekilde bir şeyi ortaya koymak" demektir. Bundan dolayı onun hükümranlığını akıl kavrayamaz. Buradaki "el-Melik" kelimesinin manası ancak gerçek hükümran olan Allah'ın hakimiyet ve hükümranlığı ile anlaşılabilir. Çünkü O, her şeyi hiç yoktan yaratmak ve halketmekle her şeyde yegane tasarruf sahibidir, Kur'ân'da ölümde ve hakiki hükümdarın daima Allah olduğu gerçeği zihinlere yerleştirilerek her türlü şirke zihinlerin kapısının kapatılması hedeflenmiştir.
Gerçek hükümdar her şeye sahip mutlak zengindir. Hiçbir şeye muhtaç değildir. Bir başkasına muhtaç olan kimseyi "Melik" diye isimlendirmek doğru değildir. O sınırlı bir hükümdarlık ve mecazi bir manadır.
Bu durum bugün bütün mü'minler için gerçekten apaçık ve yevmi kıyamete kadar da bütün mahlukât için şüphesiz bir gerçektir. Nitekim bu Kur'ân'da:
"O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık kimindir? Kahhar olan tek Allah'ındır."576
"Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü Onun tasarrufundadır. Gökler O'nun kudret eliyle durulmuş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir." şeklinde belirtilmiştir." 577
Kur'ân-ı Kerim'de birkaç ayette şu şekilde zikredilmiştir:
1. "Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. O, Rahmandır, Rahimdir. Din gününün mâlikidir."578
2. "Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir..."579
3. "Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka ilah yoktur. O, yüce Arş'ın sahibidir."580
4. "O, öyle Allah'tır, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet verendir." 581
5. "Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, aziz ve hakîm olan Allah'ı tesbih eder." 582
6. "De ki: İnsanların Rabbine, Melikine (mutlak sahip ve hakimine) sığınırım." 583
"Melikinnas" tefsirinde Abdullah İbn-i Ömer Peygamberimiz (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet ediyor:
"Kıyamet günü Allah yeryüzünü kabzeder ve kudretiyle göğü katlar, sonra "Ben yegane hükümdarım, yeryüzünün hükümdarları nerede?".der."584
"Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir! Siz de Ona döneceksiniz." 585
El-Melekût, büyük, geniş ve mutlak yegane melik demektir. "Feület" vezninden gelip hükümranlıkta sonsuzluğu ifade etmektedir.
"Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir. Onun her şeye gücü yeter.”586
Arapçada yed (el) kelimesi mecazi manada kudret manasında kullanıldığı gibi, el-Melikü, işitilene, görülene, kalplere, ölüme, hayata, yeniden diriltmeye, şefaate, rahmete, rızık vermeye malik demektir ki, O da Allah'tır. Oysa ki biz yeryüzündeki ve gökyüzündeki zerre miktarı şeye buna göre malik değiliz.
Bundan dolayı Allah'tan başka mülk sahibi, O'ndan başka melik ve hükümdar yoktur. Hükümranlıkta hiçbir şey ona ortak değildir.
Yine bu sebepten ötürü Arafat'ta şöyle dua ederiz:
"Buyur Ey Allah'ım! Buyur ey eşi ve benzeri olmayan Allah'ım. Bütün hamd, her türlü nimet, yegane hükümranlık senindir. Senin hiçbir ortak ve benzerin yok," 587
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, yüce arşın sahibidir."588
"Allah'a karşı gelmekten sakınanlar güçlü hükümdarın huzurunda hak meclisindedirler."589
"Ey Muhammed de ki: "Mülkün sahibi Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin."590
O, mülk sıfatıyla nitelemiştir. Mülk veya milk, azamet, büyüklük, galibiyet, yönetim, yaratma, emretme ve ceza vermede her türlü tasarrufa sahip olmak demektir.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O, bütün âlemlerin sahibidir. Hepsi O'nun kulu ve kölesidir. Hepsi O'na mecburdur. 591
O, gerçek Rabb'tır, gerçek meliktir, gerçek ilahtır. Onları rubûbiyetiyle yaratmış egemenliğiyle onlara galip gelmiş, uluhiyetiyle onları kendisine kul etmiştir. Bu üç kelimenin (Rabb, Melik, İlah) en güzel şekilde ve en güzel bağlamda ifade ettiği şu büyüklüğü ve şu yüceliği düşün: İnsanların Rabbi, insanların Meliki ve insanların İlahı. Bu üç izafet tamlaması, bütün iman esaslarını ve esmâ-i hüsnâ'nın anlamlarını ihtiva eder. Esma-i hüsnâ'nın anlamlarını ihtiva etmesi şu şekildedir. "er-Rabb" Kaadirdir/kudret sahibidir, Haliktır/yaratıcıdır, Bârîdir/yaratıcıdır, Musavvirdir/şekil verendir, el-Hayydir/hayat sahibidir, Kayyumdur/ kendi kendine vâr olandır, Alîmdir/bilendir, Basîrdir/görendir. Semi'dir/işitendir, Muhsindir/iyilik yapandır, Mün'imdir/rızıklandırandır, Cevâddır/cömerttir, Mu'tîdir/verendir, Mâni'dir/engel olandır, Dâr'dır/elem ve zarar verici şeyleri yaratandır. Nâfi'dir/hayır ve menfaat verici şeyleri yaratıcıdır, Mukaddimdir/öne alandır, Muahhırdır/geri koyan, arkaya bırakan, dilediğini saptıran, dilediğini hidayete sevkedendir, dilediğini mutlu eden, dilediğini bedbaht edendir, dilediğini yücelten, dilediğini alçaltandır. Bütün bunlar ve diğerleri O'nun rubûbiyetinin anlamları içinde vardır, bu anlamlar da onları, esmâ-i hüsnâ içinde bulunmaya lâyık kılar.
el-Melik ismine gelince, O emredendir, yasaklayandır, dilediğini yücelten, dilediğini alçaltandır, kullarının işlerinde istediği gibi tasarruf edendir. Onları dilediği şekilde evirip çevirendir. Bu isim de esmâ-i hüsnâ'dan Aziz/güçlü galip, Cebbar/dilediğini zorla yaptırmağa muktedir, Mütekebbir/ her yerde büyüklüğünü gösteren, Hakem/ hükmeden, Adl/adaletli, Hâfıd/indiren, alçaltan, Rafi'/yükselten, Muiz/yücelten, Mûzil/alçaltan, Azîm/ pek azametli, Celîl/ululuk sahibi, Kebîr/pek büyük, Hasîb/hesaba çeken, hesabını bilen, Mecîd/şanı büyük ve yüce, Velî/dost, Müteâli/pek yüce, Mâlikül-Mülk/Mülkün sahibi, Muksıt/herşeyi yerli yerinde yapan, Câmi'/toplayan gibi isimlerin ve Melik'e ait daha başka isimlerin anlamlarını ihtiva eder.
"el-İlâh" ismine gelince bu da bütün kemâl ve yücelik sıfatlarını kendinde toplayan bir isimdir ve esma-i hüsnâ'nın tamamı bu ismin içine girer. Bunun içindir ki "Allah" kelimesinin aslı el-İlâh'tır sözü doğrudur. Nitekim Sibeveyh ve âlimlerin cumhuru/çoğunluğu bu görüştedir. Çok az âlim farklı görüştedir. "Allah" ismi, esma-i hüsnânın ve yüce sıfatların tamamının anlamlarını içinde toplayan bir isimdir. Bu üç isim de esma-i hüsnânın anlamlarının tamamını ihtiva etmektedir. Bu sebeple bunlarla istiazede bulunan/Allah'a sığınan kimse, korunmaya ve sinsi vesvesecilerin vesveselerinden ve ona tasallutundan engellenmeye fazlasıyla lâyıktır.592
Sadece Allah Teâlâ bizim Rabbimiz ve Melikimiz olduğuna göre, sıkıntı ve musibet anlarında bizim O'ndan başka sığınağımız ve O'ndan başka mabudumuz yoktur. Artık O'ndan gayrisine dua edilmesine, O'ndan başkasına korku, ümit ve sevgi beslenmesine ve O'ndan başkasına tevekkül edilmesine gerek ve ihtiyaç yoktur. Çünkü senin ümit ve korku beslediğin, dua edip tevekkül ettiğin kimse ya senin mürebbindir/seni terbiye eden, besleyip büyütendir ve senin işlerinin evirip çevirenidir; halbuki senin Rabbin Allah'tır, O'ndan başka rabbin yoktur. Veya sen O'nun gerçekten kulu ve kölesisindir; halbuki insanların gerçek sahibi ve mâliki Allah'tır ve hepsi O'nun kulu ve kölesidir. Veya senin mabudun ve her an muhtaç olduğun ilâhındır. Üstelik senin O'na olan ihtiyacın, hayata ve ruha ihtiyacından daha büyüktür. O, gerçek ilahtır, insanların ilahıdır. Onların O'ndan başka ilâhı yoktur. Onların Rabbi, Meliki ve İlâhı kim ise, O'ndan başkasına sığmamazlar ve O'ndan başkasından yardım isteyemezler. O, onlara kâfidir. O onların yardımcısı ve dostudur. Rubûbiyyeti, egemenliği ve ulûhiyeti ile onların bütün işlerinin idarecisi ve evirip çevireni O'dur. O halde kul, bela, sıkıntı ve musibet anlarında ve düşman saldırılarında Rabbine, malikine ve ilâhına nasıl iltica etmez! 593
Görüyoruz ki, dünya yüzünde bir çok hükümdarlar var, her hükümdarın bir yurdu, teb'ası, ordusu, idarî teşkilâtı var. Hiç bir hükümdar, yabancı bir kuvvetin yurduna saldırmasına, yurdundan bir parçasını koparmasına veya işlerine karışmasına tahammül edemez ve buna meydan vermemek için bütün kuvvetiyle çalışır. Hükümdar, teb'asıyle yakından ilgilenmek, onların ahvâline vâkıf olmak, aralarında haklıyı haksızı, iyiyi kötüyü, hırsızı doğruyu, zâlimi mazlumu, sâdıkı hâini bilmek ister. Bunun için inzibati kuvvetler, kanunlar, hâkimler, mahkemeler, hapishaneler... gibi bir çok teşkilât vücuda getirmek ve bu teşkilâtı beslemek ve ayakta tutmak için teb'asından vergiler almak mecburiyetindedir. Arazisi ne kadar geniş, teb'ası ne kadar çok, ordusu ne kadar kuvvetli olursa olsun, dünya hükümdarlarından hiç birinin hükümdarlığı hakikî ve bi'1-esâle değildir. Belki Allahu teâlâ tarafından muvakkaten iktidar mevkiine getirilmiş mecazî ve niyâbî birer memuriyetten ibarettir ve bunlardan her biri hakîkî hükümdarı bildiren küçük birer izdir. O izlerden hakîkî hükümdar sezilir. Kâinatın ezelî ve ebedî tek hükümdarı ancak Allahu teâlâ'dır. Kâinatda hakîkî ve mutlak olarak hükümdarlık ancak Allahu teâlâ'nın hakkıdır. Bu sıfatda O'na denk olacak başka bir hükümdar yoktur. Çünkü mülkü yaratan O'dur, bütün mahlûkâtı yoktan var eden O'dur. O'nun mülkünün genişliğini, ordularının sayısını yine ancak O bilir. Üzerinde bir çok hükümdarların barındığı arz küresi, bu genişliğin içinde nihayet bir zerre olmaktan ileri değildir. (Zerre, milyonlarcası bir araya geldiği takdirde ancak görülebilen bir cisimdir) işte bu sonsuz âlemlerde ve bu sayısız mahlûkat üstünde hâkimiyet ve saltanat ancak O'nundur, ancak O'nun irâdesi, hüküm ve tasarrufu câridir. Ancak O'nun istediği olur, istemediği olmaz. Fermanını geri döndürecek, hüküm ve kazasını bozacak yoktur. Her dilediğini dilediği gibi yapar. Dilerse mülk verir, şah yapar, dilerse pâdişâhken indirir atar, dilerse cebreder, dilerse serbestlik verir, dilerse küçültür, dilerse büyültür, dilerse sıkar, dilerse açar, dilerse yıkar, dilerse yapar, dilerse daha başka âlemler yapar, onlarda da dilediği gibi tasarruf eder. Velhasıl bu muazzam devletde, bu sonsuz mülk ve saltanatta her şeyin varlığı veya yokluğu O'nun bir tek irâdesine bağlıdır. "Ol" deyince oluverir. "Olma" derse bir lâhzada her şey yokluğa dönüverir. Her şey O'nun kudreti altında makhur, herkes O'nun irâdesine tabî, fermanına, baş eğmeye mecburdur. O'nun müsaadesi olmadan kimin haddine düşmüş ki, O'nun karşısında hükümdarlık da'vâ etsin, O'nun mülküne göz diksin. Hükümdarlar teb'asından vergi alır. Allahu teâlâ mahlûkâtından bir şey almaz, her şeyi O verir. O, kâinata muhtaç değil, kâinat O'na her lâhza muhtaçtır. Kâinat üzerinde tasarrufu bi'l-istikiâldir. Yardımcıya, vezire, vekîle, vâsıtaya ihtiyacı yoktur. Bütün dünya hükümdarları bir araya gelseler O'nun irâdesi inzimam etmedikçe hiç bir şey yapamazlar. O pâdişâhlar pâdişâhı, hükümdarlar hükümdârı, dünyâyı bir çalışma yeri, âhireti de hesap günü olarak yaratmıştır. Mahkeme-i kübrâ oradadır, iyiler için cennetler, kötüler için cehennem hazırlanmıştır. Herkes akıbetini görecektir. O günden ve o mahkemeden kaçıp kurtulacak bir sığınak da yoktur. 594
Kula Gereken Şey:
Kendisinin önü, sonu nereye varacağı belirsiz bir serseri değil, Alîm ve Habîr, Rahîm ve Kadir bir hükümdarın hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu ve hayatı boyunca, iyi kötü bütün söylediklerinin, yapıp ettiklerinin, görüp işittiklerinin kamusunun muntazam kayıtlarla tesbit ve tescil edilmekte olduğunu ve mahkeme-i kübrâda bütün bu dosyaların ortaya dökülüp hesabı sorulacağını kat'i surette bilerek, giderini ona göre ayarlamaktır. Hele yüksek rnevki'ler, hudutsuz salâhiyetler çok defa insanı sarhoş eder. Öte taraftan mürâilerin, dalkavukların uyuşturucu sözleri de insana kendisini düşünmeyi güçleştirir, işte o zaman gurura, hodgâmlığa kayar. Kendisini hiç bir şey değilken âmir yapan, hükümdar yapan, her şey yapan Hâlik-ı zü'1-celâlini ve buyruklarını unutur, isyan eder. Küfrân-ı ni'metde bulunur, gadabına çarpılır ve bir daha da onu kimse kurtaramaz. Dünyanın bir gölge gibi geçici ni'met ve devletleriyle gevşeyip bayılmamalı, o ni'meti vereni düşünüp daha ziyâde ayılmalı.O'nu veren Allah'ın almağa da kadir bulunduğunu ve düşmez kalkmaz yalnız Allah'tan başka olmadığını bilmeli de, kendisinin nihayet muayyen bir zaman için ücretle tutulmuş bir çoban vaziyetinde olduğunu ve idaresi alandaki koyunların hastasına bakar, geride kalanlarını gözetirse ücretini almağa hakkı olacağını, böyle yapmazsa mücâzâta çarpılacağını asla unutmamalı. Günün birinde bu muvakkat tasarruf kudreti, müddeti bitip de hakiki sahibine dönünce, bu hakikat anlaşılır. Lâkin onu sonradan değil, önceden anlamak ve ona göre ondan faydalanmak gerektir. 595
Dostları ilə paylaş: |