10. EL-MÜTEKEBBİR
Azamet ve yüceliğini izhar eden 673 Her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösteren. 674
İradesini her durumda yürüten, yaratılmışların halini düzelten Cenab-ı Hak her türlü noksanlıklardan münezzehtir. Yeryüzünde ve gökyüzündeki mahlukât O'nun mahiyetini anlamayacak kadar uludur. O, aziz ve hikmet sahibidir.
"Kibriya", derecesi çok yüksek olan, zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu olan demek olup, izzet ve kibriya da Allah'a mahsustur. Nitekim sahih bir hadiste: "İzzet gömleğim, kibriya ise elbisemdir. Kim ki bunlardan birini benden çıkarmaya kalkışırsa onu helak ederim." 675 şeklinde gelmektedir.
Her türlü mütekebbir (kibir) ve cebbar kalpden Allah'a sığınırız. Çünkü ululuk ve kibriya (azamet) Allah'ın sıfatlarındandır. Bunun kullarında olması kötü bir ahlâk ve zulmü ifade eder. Kalbinde ise zerre miktarı kibir olan kimse cennete giremez. Çünkü Allah o kimsenin kalbini mühürlemiştir.
"Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler." 676
İradesini her durumda yürüten (Cebbar), azamet ve yüceliğini izhar eden (Mütekebbir) olan Allah her türlü noksanlıklardan münezzeh olup, yüce ve büyüktür.
Mütekebbir sıfatı, Kur'an-ı Kerim'de bir kere Haşr süresinin 23. ayetinde geçmektedir:
"(Allah) üstün, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır." 677
Allah Tealâ şöyle buyurur:
"O öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiç bir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir. Eksiklikten münezzehtir. Selâmet verendir, emniyete kavuşturandır. Gözetip koruyandır, üstündür. İstediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır, Allah müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir." 678
Allah Teâlâ azameti ve büyüklüğü sebebiyle her türlü kötülükten, ayıp ve noksanlıktan münezzehtir. 679
Büyüklük ve ululuk, ancak Allah'a mahsustur, varlığı ile yolduğu Allah'ın bir tek emrine ve irâdesine bağlı bulunan kâinattan hiçbir şey bu sıfatı takınamaz, Yaradılmışlar içinde ilk defa kendini büyük gören İblis olmuştur. İblis'in izince giden, iblis tabiatlı insanlar da vardır ki, muvakkat bir zaman için Tanrı'nın kendisine ariyet olarak ihsan ettiği varlık, zekâ, bilgi, servet veya mevkii kendinin sanır da kibirlenir, varlık satar. Vah vah! Ne çirkin şey! Ah zavallı! Sen kendine ne kadar kıymet vermişsin. Halbuki kendi önünü, sonunu düşünen bir insan kibir yapamaz..
Sen de önünü sonunu şöyle bir düşün..
Önün, idrar yolundan gelmiş bir damla murdar su; sonun da, iğrenç bir gövde. Seni sevenler, senin için can, baş feda edenler bile bu gövdeye tahammül edemezler ve hemen toprağa atarlar. Sonra hayatının her lâhzasında yemeğe, içmeğe, teneffüs etmeye, uykuya, istirahate ve daha başka bir çok şeylere ihtiyacın var. Allah, senin muhtaç olduğun bu şeyleri kesiverse, bunları kimden dileneceksin? Ve sen bunları dilenebilecek vaziyette iken, sana büyük görünmek asla yaraşmıyor, seni gülünç bir vaziyete düşürüyor. 680
Eski İnsanların Dîllerî Üstüne Yollar Yapıldı:
Geçmiş insanlar arasında da büyüklük taslayanlar vardı. Şimdi onlar ne halde? Bugün onların dilleri üstüne yollar yapılmış olduğunda şüphe yoktur. Düşünecek olursak ayaklarımızın altında çiğnediğimiz topraklar, çok eski devirlerde yaşamış insanlardır. Meselâ: Bu topraklar vaktiyle kolu bükülmeyen pehlivanların pazusu, yahut bir gülümsemesine binlerce kurban verilen dilberlerin yanağı, yahut yüzlerine bakılmağa cesaret edilemeyen taçlı hükümdarların azametle sallanan başlarıdır.. 681
Kula Gereken Şey:
İnsan çalışıp çabalamalı. Büyük bir adam olmalı, fakat hiç bir zaman büyük görünmemeli. Kendini bilen büyüklenmez. Büyüklük ancak Allah'ın şânıdır. O'nun sıfatını mahlûk takınamaz, haddini aşmış olur. Böylelerinin cezası da çetin olur. Bu hikmetten ötürü kibrin hasmı Allah'tır. Kibirlenenleri hor ve hakir, rezil ve rüsvay bir hale indirir. Haddini gözetenleri de bilâkis yükseltir, 682
Kîbîrli Bîr İnsanın Her Şeyden Eli Boş Kalır:
Kendini yüksek görmeğe çalışmak hakikatte kendinin iflasına uğraşmak demektir. Çünkü tekebbür denilen haslet bütün feyzlerin, saadetlerin nefsimizde ve ruhumuzda yer tutmasına engel olur.
Bunun maddî temsili: Gökten inen rahmet yüksek yerlerde durmaz, engin yerlere dökülür, üstelik o yüksek yerlerden geçerken oralarda bulunan ve yerden biten şeylerin büyümesine, kuvvetlenmesine, güzelleşmesine yarayan kıymetli ve kimyevî maddeleri de beraber sürükler, o engin yerlere Bu suretle bütün feyz ve bereket oralarda husule gelir. 683
11. EL-HÂLİK
Takdirine uygun bir şekilde yaratan684 her şeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hâdiseleri tâyin ve tesbît eden ve ona göre yaratan, yoktan var eden. 685
İsm-i şerifin ma'nâsı şu iki şeyden ibaret: Birincisi bir şeyin nasıl olacağını tâyin ve takdir etmek, ikincisi o takdire uygun olarak o şeyi îcâd etmektir. 686
Allah (c.c.) her şeyi takdirine uygun şekilde yarattı.
Halik, yaratan, daha önceden benzeri olmadan yeni bir nesneyi meydana getiren demektir.
Dini ve felsefi sistemlerin "kâinatın ve insanın var oluşunun kaynağı nedir?" şeklinde sordukları soruyu Kur'ân-ı Hakim "Allah"tır şeklinde cevaplandırmaktadır.
Kur'ân'a göre Allah'ın yaratıcılığı bir kereye mahsus olmayıp, O'nun yaratması süreklidir ve hiçbir zaman yaratmadan uzak durmaz.
Allah yeri, göğü, melekleri, ölen kimsenin ölüm anı olan ecelleri yarattığı gün ve insanların faydalandığı her şeyi halkettiği zaman, en güzel şekilde Hz. Adem'i yaratıp cennete koyup bizi Adem (a.s.)'ın sırtından yaratıp, çıkardığında bizden söz aldı sonra da bizi öldürdü.
O Allah ki, mahlukâtı bir kaza. takdirine uygun şekilde bir söz ve irade ile yarattı. Yaratma Allah'a mahsus olup bu O'nun için çok kolaydır. Zira Allah (c.c.) bununla ilgili şöyle buyurmaktadır:
"Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Allah işitendir, bilendir." 687
Halk (yaratma) ve ba's (ölümden sonra dirilme) ikisi de Allah'ın fiilinden olup, "halik ve bâ's" her şeyi gayb aleminde yaratmış olan anlamında Hâlık, halk kökünden gelmektedir. Bunun da asıl manası "doğru takdir etme" demektir.
"Halik" kelimesi Haşr sûresinin sonunda geçmektedir. Diğer yedi ayet-i kerimeyi de şu şekilde sıralayabiliriz:
1. "İşte Rabbiniz Allah Odur. Ondan başka ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O'dur)." 688
2. "O halde, yaratan (Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Hala düşünmüyor musunuz?"!689
3. "De ki; her şeyin yaratıcısı Allah'tır. O tektir, kahreden (herşeye üstün gelen)dir." 690
4. "... İlk defa sizi O yaratmıştır. Yine O'na döndürüleceksiniz." 691
5. "Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?"692
6. "Andolsun ki biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi." 693
Bu ayette, yahûdilerin "Allah cumartesi günü istirahate çekildi. Arşın üstüne bağdaş kurup oturdu." şeklindeki sözleri reddedilmiştir. Bazı müfessirler bu "altı günü" altı dönem olarak tefsir etmişlerdir.
7. "Biz insanı en güzel biçimde yarattık." 694
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'mındur."695
"Şüphesiz Rabbin hakkıyla yaratan, pek iyi bilendir."696
Allah Teâlâ bütün mevcudatı yaratan, yoktan var eden, hikmetiyle düzene koyan, onlara şekil verendir. O'nun bu vasfı ezelî ve ebedîdir. 697
Allah Vardı, Beraberinde Hîçbir Şey Yoktu:
Ucu, bucağı, sınırı ve sonu nerededir? Allah'tan başkasına ma'lûm olmayan şu feza (boşluk) içinde rasat aletleriyle görebildiğimiz ve adına Kâinat dediğimiz bütün yaradılmışların ve bütün hadislerin umumî bir yekûnundan ibaret olan mevcudatın cinsi, nev'i, sınıfı, ferdi, zerresi, mayası, anasırı, arzı, semâsı, yıldızı velhâsıl hiçbir şeyi, hiçbir zerresi yoktu. Allahu teâlâ bu kâinatı yaratmayı diledi, eğer dilemeseydi her şey yoklukta kalır, hiçbir zerre varlığa çıkamazdı. Her şeyin ömrünü, erzakını, şeklini, suretini, soyunu sopunu, doğum ve ölüm yerlerini ve zamanlarını ve daha her lâhza görüp geçireceği bütün hâdiseleri de tâyin buyurdu. Her şey hayr ve hikmet yolu ile ve muntazam kanunlarla sırasını, yolunu şaşırmadan akıp gitmektedir. Kâinatta hiçbir şeyin oluşu körü körüne ve rastgele kabilinden değildir.
Allahu teâlâ'nın kâinatı yaratması her hangi bir ihtiyaçtan ileri gelmiş değildir. Allahu teâlâ yaptığı her işte zât-ı ülûhiyyetine âit bir menfaat gözetmekten veya her hangi bir ihtiyâcı karşılamaktan münezzeh ve mukaddestir. Kâinatı yarattı, fakat yaradılmışlara muhtaç olduğu için değil, belki onları yaratmak hususundaki ezelî irâdesini tahakkuk ettirmek ve onlara azamet ve kudretini göstermek, cemâl ve kemâlini sezdirmek ve sayısız ni'metlerinden onları faydalandırmak gibi lütuf ve keremiyle yarattı. Allah'ın, kâinatı yaratmazdan önce hiç bir noksanı yoktu; yarattığı zaman da hakikatına hiçbir şey ilâve olunmamıştır ve yarattığından dolayı da kudretinden bir zerre eksilmiş değildir. Allah'ın varlığı, ekmel bir varlık olduğundan, kendisinde tamamlanmasını beklediği her hangi bir eksiklik bulunması imkânsızdır. Her yaptığı işte, her verdiği emirde ancak yaratılmışlar için menfaatlar, düşünenleri hayran eden hikmetler vardır. 698
Kula Gereken Şey:
Bu menfaatları bulup onlarla faydalanmak ve bu hikmetleri sezip onlarla ruhlarını ferahlandırmaktır. 699
Dostları ilə paylaş: |