El-esmâul-hüSNÂ



Yüklə 2,56 Mb.
səhifə43/81
tarix03.01.2019
ölçüsü2,56 Mb.
#89394
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   81

47. EL-VEDUD

Çok seven ve çok sevilen, 1073 iyi kullarını seven, onları rahmet ve rızâsına erdiren, yâhud sevilmeye ve dostluğu kazanılmağa biricik lâyik olan. 1074

"İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gö­nüllerde) bir sevgi yaratacaktır." 1075

El-Vedud, "sevgi" manasına gelen "Vedd"den gel­mektedir. Allah mü'minleri sever. O da onların sevgi­lisidir. Allah'ın kullarını sevmesi, onlara acıması de­mektir. Mü'minlerin Allah Tealâ'yı sevmesi ona itaat etmeleridir. Allah'a itaat, Allah tarafından bir rah­mettir. Allah göğün ve yerin nurudur. Her kim bu nurdan payına düşeni almışsa Allah'ın hidayetine kavuşmuş olur.

El-Vedud'un manasında şu da vardır: Allah'ın salih kulları Allah'ı severler, ve Allah'ın zat ve sıfatlarındaki kemali, bağışı bildikleri için ona karşı son dere­ce muhabbet gösterirler. Bu iki sıfat bir medhu sena­dır. Çünkü Hak (c.c.) yücedir. Kullarından kendine itaat edenleri sevdiği zaman, bu onlar için bir lütuftur. Allah, gerçek manasıyla bilen, arif kulları onu sevdiği zaman bu da onlara ikrar edildiğinde bu du­rum onlar için bir kerem ve ihsandır.

Allah'ın mü'min kullarla bu şekilde karşılıklı sevgiyi ifade edip kendisine itaat eden ve hayırlı iş yapanların "gafur" ve "rahim" ismi ile bitişmiş olması söz konusu isimler arasındaki birbirleriyle ilintiyi ha­tırlatır. "El-Vedud" ismi Allah'ın kullarına karşı mu­amelesinin sevgiye dayandığını ifade eder. 1076

Vedud ismi Kur'ân-ı Kerim'de iki yerde geçmek­tedir.

1. "Rabbinizden bağışlama dileyin: Sonra O’na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merha­metlidir, (mü'minleri) çok sever." 1077

2. "O, çok bağışlayan ve çok sevendir1078

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (mü'minleri) çok sever." 1079

"O, çok bağışlayan ve çok sevendir." 1080

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir."1081

"Eğer Allah'a (rızası uğruna) ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah çok mükafaat verendir, ceza vermekte acele etmeyendir."1082

"Allah şükre karşılık veren ve herşeyi bilendir."1083

Allah'ın isimlerinden olan "eş-Şâkir, eş-Şekûr", Allah rızası için çalışanların çalışmasını zayi etmeyip karşılığını kat kat veren demektir. Şüphesiz ki Allah, güzel işler yapanların ecrini zayi etmez. Kendi kitabında ve peygamberinin sünnetinde bir tek iyiliğin on ile yediyüz misliyle, hatta daha fazlasıyle mükafaatlandırılacağını haber vermiştir. Bu, O'nun kullarına bir teşekkürüdür. Allah Teâlâ kendi yolunda tahammül gösterenlere karşılığını verecektir. Kim Allah için bir şey yaparsa Allah onun karşılığını fazlasıyla verir. Kim Allah için bir şeyi terkederse Allah terk ettiği şeyden daha hayırlısını nasib eder. O, kendi rızasına uygun işleri yapmakta mü'minleri başarıya ulaştırır sonra da onlara bu yaptıkları işten dolayı teşekkür eder ve lütfü kereminden onlara gözlerin görmediği, kulakların duymadığı akla hayale gelmedik nimetler bahşeder. Aslında Allah buna mecbur değildir. Ancak bunu, cömertliğinden ve kereminden dolayı kendine vacip kılmıştır. 1084

O'nun üstünde, bunu yapmaya kendisini mecbur eden hiç bir şey yoktur. Ayet-i kerimede:

"Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir" buyurulur.1085

Allah Teâlâ, itaat edene sevap vermeye, isyan edene de ceza vermeye mecbur değildir. Bilakis verdiği sevaplar sırf O'nun lütuf ve ihsanındandır. Cezası ise sadece adalet ve hikmetindendir. Fakat Allah Teâlâ dilediği şeyleri kendisine vacip kılar ve vaad ettiği şeylerden asla dönmediği için de bunlar kendisine vacip olur.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur:

"Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek kötülük yapar, sonra ardından tövbe edip de kendisini islah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir."1086

"Mü'minlere yardım etmek üzerimize bir borç idi. "1087

Ehl-i sünnet mezhebine göre ne olursa olsun kulların Allah'tan alacağı hiç bir hak yoktur. Onu hak haline getiren ve kendisine vacip kılan Allah'tır. Bu sebeple ihlaslı bir şekilde ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sünnetine uygun olarak yapılan hiç bir amelin ecri ve mükafaatı, Allah katında zayi olmaz. Zaten bu ikisi -yani ihlas ve peygamberin sünnetine uygunluk- amellerin kabulü için iki temel şarttır. 1088

Kul hangi nimete kavuşursa ve hangi musibetten kurtulursa bu, Allah'ın lutfu keremindendir. Nimetlendirirse lütfü ihsanından dolayı nimetlendirir, cezalandırırsa da adalet ve hikmetinden dolayı cezalandırır. Bunların hepsi de övülmeye ve hamde layıktır. 1089

"Vedûd" katıksız sevgi anlamına gelen "vüdd" kelimesinden türemiştir. "Vedûd" hem seven, hem de sevilen demektir. Allah Teâlâ, peygamberlerini, meleklerini, ve mü'min kullarını sever, onlar tarafından da sevilir. Onlara Allah'tan daha sevgili hiç bir şey yoktur. Allah dostlarındaki Allah sevgisi, ne aslında, ne keyfiyetinde ve ne de tealluk ettiği şeylerde başka hiç bir sevgiye denk olamaz. Farz olan da budur. Kulun kalbindeki Allah sevgisinin bütün sevgileri geçmesi, bütün sevgilere galip gelmesi ve diğer sevgilerin hepsinin de O'nun sevgisine bağlı olması gerekir.

Allah sevgisi bütün amellerin ruhudur. Gizli ve açık bütün, kulluk davranışları Allah sevgisinden kaynaklanır. Kulun Rabbini sevmesi Allah'ın bir lütfü ve ihsanıdır. Kulun gücü ve kabiliyeti sebebiyle değildir. Allah Teâlâ kulunu sever ve kulunun kalbine de bir sevgi yerleştirir. Sonra, Allah'ın tevfikiyle kul Rabbini sevince Allah da onu bir başkasının sevgisiyle mükafaatlandırır. Gerçekte bu tam bir ihsandır. Çünkü sebep de O'dur, müsebeb de O'dur. Sevende O'dur, sevdiren ve sevilen de O'dur. Bundan maksat karşılıklı sevgi değildir. Bu ancak şükreden kullarını ve şükürleri sebebiyle Allah'ın sevmesidir. Bunların hepsi de kulun maslahatı ve iyiliği içindir.

Sevgiyi yaratan ve onu mü'minlerin kalbine yerleştiren Allah Teâlâ çok mübarektir. O, daha sonra bu sevgiyi velilerin kalbinde öyle bir noktaya ulaştırır ki, artık bu noktada diğer bütün sevgiler çok küçük ve değersiz bir hale gelir ve onların bağından kurtulurlar, bela ve musibetler onlara hafif gelir, ibadet ve taatlerin zorlukları onlar için zevk verir ve nihayet en yücesi Allah sevgisi, Allah rızası ve yakınlığı olan çeşitli kerametlerden dilediğini elde eder.

Kulun Rabbini sevmesi, Rabbinden gelen iki sevgiyle kuşatılır: Biri, kulun sevgisinden önceki sevgidir ki kul bununla Rabbini sevmiştir. Diğeri de kulun sevgisinden sonraki sevgidir ki, bu da kulunun sevgisine karşı Rabbinin bir teşekkürüdür. Kul bununla Allah'ın ihlash dostlarından birisi oluverir.

Gayelerin en büyüğü olan Allah sevgisini kazanmanın en önemli yolu, O'nu çok zikretmek ve sena etmek, O'na yönelmek ve tam manâsıyla O'na tevekkül etmek, farz ve nafile ibadetlerle O'na yaklaşmak, söz fillerde ihlaslı olmak ve açık ve gizli her halinde Hz. Peygamber'e (s.a.v.) tâbi olmaktır. 1090 Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

"(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." 1091

Arapçada bu vezindeki kelimeler, yerine göre iki türlü ma'nâ ifâde eder: seven sevilen. Burada her iki ma'nâ da müm­kündür. Evvelki ma'nâya göre, iyi kullarım çok seven, onları lûtf ve ihsanına garkeden demek olur. ikinci ma'nâya göre, se­vilmeğe lâyık ve müstehık olan ancak O'dur demektir.

Allahu teâlâ kullarını çok sever ve sevdiği içindir ki, onlar için namütenahi fuyûzât kaynaklarını açmıştır ve bu kaynak­lardan faydalanmak istiyenleri sevmiş, gafletle bunlardan is­tifâde etmek istemiyenleri yermiştir. 1092

Füyûzat nedîr?

Zihnimizin Allah'ın açtığı bu kaynaklardan başka hiçbir yerden alamıyacağı, hiçbir vâsıta ile bulamayacağı bir takım yüksek hakîkatlar elde etmesidir. Ancak şu da var ki, bu füyûzâttan faydalanmak için îmân şarttır. Muhakkak ki, Allah teâlâ inanmış gönüllerin îmân zevkinden kazanacakları halleri, farz kıldığı ibâdetlerde depo etmiştir. Feyz istiyen, ibâdetlere koş­sun. Bâzı ağızlardan işitiliyor ki, bizim için, ibâdete lüzum kalmamıştır. Çünkü ibâdetler insanı Hak'ka ulaştırıcı bir vâsıtadır. Biz ise Hak'ka ermiş ve dâima Hak ile beraber kalmı­şızdır. Bu söz yalandır. Şu teklif dünyâsında, insanı ibâdetten müstağni kılacak hiçbir mertebe ve makam yoktur. Sevgili okuyucu! Şunu düşünelim ki, eğer böyle bir mazhariyet ol­saydı, evvelâ Peygamberimiz, o mübeccel metbûumuzla Ashâb-ı âlîlerinde vâki’ olurdu.

El-Vedud ism-i şerifinin ikinci ma'nâsına göre, Allah sevgisi, gönüller için biricik hedef, dostluğu kazanılmak için her türlü fedâkârlık, seve seve göze alınacak tek ve yüksek bir gayedir. Çünkü O'nun dostluğunu kazanan, her şeyi kazanmış ve artık başka dost aramağa ihtiyâcı kalmamıştır. Bilindiği gibi, sevmek idrakten doğar, yâni idrak olunan şeylerdeki kemâl ve yüksekliğe gönül akıverir. Bizde idrak cihazları muhtelif olduğu için, her idrak cihazının kendine mahsus sev­diği, meylettiği şeyler vardır. Hepsinin bilittifak âşık olduğu şey biricik sevgili olur. Allahu teâlâ kendini bilen nezih ruh­ların biricik sevgilisidir. Çünkü bütün kemâlât Ondadır. İdrak kuvvetleri, müttefikan bu kemâlâtın sonsuz lezzetleriyle tatlı bir hayat içinde mesttir. Bu duyguya yükselebilen gönüllerin -acz ve za'f içinde kıvranıp durmakta olan- mâsivâya bakmağa ve onların içinden Allah'a denk olacak bir sevgili aramağa te­nezzülü olur mu? 1093

Kula Gereken Şey:

Bir kimsenin çoluk çocuğunu, evini, malını, ticâretini, sıhhatını, hayatını sevmesi fitrî ve tabiîdir. Kulun bunlara düşkünlüğü, doğrudan doğruya yaradılışının îcâbı olduğun­dan, bunları sevmesi hakkında hiçbir zaman sevk ve teşvike, fikir ve muhakemeye muhtâc olmaz. Fakat Allahu teâlâ'yı sevmesi fikir ve muhakeme yoluyla hâsıl olur. Şöyle ki, sev­diği bu şeylerin hepsinin de Allah'ın olduğunu ve kendisine Allah'ın bir ihsanı bulunduğunu ve bütün bunların fâniliğini, Allah'ın bâkiliğini düşünen bir insan, ancak bu düşünceden ve idrakten sonra, Allah'ı daha ziyâde sevmeğe başlar. Bu sevgi­lerden evvelkisi tabiî, ikincisi kisbîdir.

Kisbî olan sevgiyi, çalışarak tabiî olandan ileri geçirmek­tir. İşte o zaman Allah, Peygamber, din ve vatan muhabbeti, her şey üzerine tercih olunur- Allah'ın rızası uğrunda sevilen şeylerin hepsi de feda edilir ve bu fedâkârlıktan dolayı, gönül­ler yine ferah ve müsterih olur. Muztarip olamaz; niçin? Çün­kü en sevgili şey Allah rızâsıdır. Buna da din yoluyla erilir. Onu muhafaza edecek olan da vatandır. Bunun için bir milletin efradı, din ve vatan muhabbetini her şeye tercih ederse, o mil­let ölmez, yaşar; dünyâ ve âhirette saadete erer; zîrâ onların yardımcısı Allah'tır. Fakat din ve vatan kaygusu gönüllerden silinirse, hiç kimse, malıyla veya bedeniyle veya fikir ve kale­miyle bu uğurda yorulmak istemezse, o milletin başından felâketler, musibetler eksik olmaz. En nihayet horluk ve hakirlik uçurumuna yuvarlanır gider. 1094


Yüklə 2,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   81




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin