El-esmâul-hüSNÂ



Yüklə 2,56 Mb.
səhifə31/81
tarix03.01.2019
ölçüsü2,56 Mb.
#89394
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   81

29. EL-ADL

Mutlak adalet sahibi, aşırılığa gitmeyen, 857 çok adaletli. 858

"Rabbin’in sözü, doğruluk (sıdk) ve adalet bakı­mından tamamlanmıştır." 859

Noksanlıklardan münezzeh olan Allah mutlak hakim ve adalet sahibidir. "Adl" sözlükte ziyadesiyle yerli yerince davranan yani son derece adaletli, hiç kimseye zulmetmeyen demektir.

"El-Adl" itidal kelimesinden alınmış olup doğru­luk demektir. Hüküm ve hakim için beraberce kulla­nılır. Bunun için adaletli hüküm ve adaletli hakim denilir.

Yüce Allah adalet sahibidir, bağışlayandır. Her şey onun adaletiyle doludur. Nitekim ayet-i kerimede şöyle geçmektedir:

"Allah, şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez. Ve efendisinin üstünde bir yüktür. Onu nereye gönderse bir ha­yır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru yolda yü­rüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu?" 860

Adalet zulmün zıddıdır. Zulüm kelimesinde, incitme, can yakma ma'nâsı vardır. Zulmetmiyerek herkese hakkını ver­mek ve her şeyi akıl ve mantığa, hikmet ve maslahata uygun olarak yerine koymak da adalet demektir. Meselâ, çok zengin ve cömert bir zât, zenginlere mal, ilim adamlarına silâh, as­kerlere kitap dağıtmış olsa, adalet değil zulüm yapmış olur; çünkü hiçbirini lâyıkı veçhile yerine koymamıştır. Adaletçe iş yapmak için, kitabı âlime, silâhı askere, malı fukaraya ver­mek icâbederdi.

Allahu teâlâ âdildir, zâlimleri sevmez, zâlimlerle düşüp kalkanları ve hattâ zâlimlerle teması olmadığı halde uzaktan onlara imrenenleri ve sevenleri de sevmez. Onun için Müslü­manlıkta, her ne suretle olursa olsun, zulüm haramdır, menfur ve müstekreh bir sıfattır, hasmı da Allah'tır. Adalet ise mak­bul bir sıfattır. Bu sıfat kendisinde bulunan zevata (âdil) denir ve adaletlerinden dolayı kendilerine hürmet edilir; bu sıfat bil­hassa hâkimlere, âmirlere, valilere daha ziyâde yaraşır. Onla­rın, muamelelerinde zulme kaymayarak dâima hak ve hakikati aramaları cidden büyüklüktür. 861

Adl İle Âdilin Farkı:

Adalet mefhumunun tahakkuk etmesi için, vücudu iktiza eden bir takım vasıflar vardır. Meselâ, Allah korkusu, kalp selâmeti, keskin zekâ, idrak ve basiret, sür'at-i intikal, cefâya tahammül, kudret, dâima cesaret, âsâb kuvveti, insaf ve mer­hamet, insanlığa muhabbet... gibi. Bu vasıflar bulunmayan şahıslarda adalet de olmaz... Fakat bu hisler, her insanda aynı derecede inkişaf etmiş olmaz. Bâzısında hafif bir gölge gibi gelip geçici olduğu halde, diğer bâzısında daha sabit ve daha devamlı olur. İşte adalet sıfatı, zaaf ve kuvvet de bu vasıfların kuvvet ve selâmetiyle mütenâsip olur.

Şu halde insanlar, diğer sıfatlarda olduğu gibi adalet sıfa­tında da müsâvî olamazlar. Âdil insanlardan bir saf teşkil edil­se, en aşağıdaki şahıstan en yukardakine kadar hepsine de (âdil) unvanı verilir. En baştaki şahsa gelince: Bunu ötekilerinden ayırt etmek için, mübalâğa ma'nâsı gözetilerek mastardan isim yapılır da, o şahsa âdil yerine (adl) denir ve böyle denmek­le gûyâ o şahsın her tarafı adalet kesilmiş, içinde ve dışında adaletten başka bir unsur kalmamış gibi bir ma'nâ mülâhaza edilir. 862

Allah’tan Başka Adl Yoktur:

İnsanların kemâlleri hep kusurlu olduğu gibi, adalet sıfat­ları da tam ve kâmil olamaz. Aramızda hâkimlerin bile hürme­tini kazanmış yüksek adalet sahipleri bulunabilirse de, bunla­rı hiçbir zaman hakiki ma'nâsiyle adl ismini alamazlar. Çünkü hakikî ma'nâsiyle adl demek, bütün varlığa şâmil ve her an de­ğişip duran, nâ-mütenâhi şuûn üzerinde adaletini gösteren demektir. Bu ise ancak Allahu teâlâ için mütehakkıktır (gerçek­leşir).

Bizim bâzı kimseleri eşsiz bir adaletçi veya âlim... diye övdüğümüz olur; fakat hakikati düşündüğümüz zaman, bunun bir kuru da'vâdan ibaret olduğunu teslim etmek zorunda kalı­rız. Çünkü eşsizlik Allah'a mahsustur.

Hattâ sözümüzü te'vîle kalkışıp ta, bizim bâzı insanlar hakkında (eşsizdir) dememiz, Allah'a karşı değil, kendi emsali insanlara karşıdır. Yâni, insanlar içinde onun gibisi yoktur, demek istiyoruz desek bile, yine da'vâyı kazanamayız. Çünkü biz eşsizliğini iddia ettiğimiz zâtın, insanlar içinde bir benze­ri ve hattâ daha üstünü bulunmadığına veya bulunamıyacağına sûret-i katiyede nasıl hükmedebileceğiz? Meselâ, elimizde bir adalet ölçüsü var da onunla dünyâ sakinlerini mukayese mi ettik? Acaba geçmişte daha âdil insanlar yok muydu? ileride de zuhur etmiyecek mi? Sonra bu zât acaba hangi nevi hâdiseler hakkında adalet yapabiliyor ve bunun için ne kadar zaman ça­lışmış, taallüm ve mümârese yapmıştır? Acaba hayâtının ba­şından sonuna kadar bu sıfatı aynı kuvvetle muhafaza edebil­miş midir? Acaba, dostluk, akrabalık veya düşmanlık gibi ilcaata kapılmayarak, istisnasız bütün insanlar arasında adalet icraasına muvaffak olmuş mudur? Acaba, ihtiyaç gibi za'f ve­ya fütur gibi salim bir düşünceye mâni olacak hususlardan ebediyyen uzak kalabilmiş midir? Acaba, mukavemet edemiyeceği bir kuvvet karşısında kalıp ta, kerhen, vicdanına isyan ederek adaletten ayrılmamış mıdır?

Velhasıl işte bir daha sabit oluyor ki, mahlûk demek, âciz ve muhtaç demektir. Bu acz ve ihtiyaç içinde gaflet, nisyan, hatâ, korku, ihtiras ve heyecan... gibi insandan ayrılmaz hal­ler arasında, adalet gibi yüksek bir kemâli, hem de hakîkî ma'nâsiyle hâmil olması imkânsızdır. Belki bu bapta son hâd adalet mefhumunu öğrenmek, mutlak adaleti sevmek, zulmü yermek, fikirlerinde ve muamelelerinde elinden geldiği kadar adaleti izhar etmeğe çalışmak. İşte mahlûkun adaleti bununla icmal olunabilir. Bu kadarcık olsun adalet duygusu olmasay­dı, Allah'ın bu ismini bilemez, Allah'ın adaleti hakkında bir bilgi edinemezdik. Bizdeki bu duygu Allah'ın adaletini gör­mek için bir aynadır. Allahu teâlâ, adaletini bildirmek için bi­ze bu duyguyu bağışlamıştır. 863

Allah'ın Yaptığı Her İş, Tam Bir Adalet Ve Hikmettir:

El-Hakem ism-i şerifinden sonra El-Adl ism-i şerifinin gelmesi ne kadar uygun düşmüştür. Allah hâkim ü adldir. On­dan başka hâkim ü adl yoktur. Çünkü her şeyi hakkiyle gören, işiten ve her şeyin içini dışını, önünü sonunu bilen ve her şeye gücü yeten ancak O'dur. Allahu teâlâ'nın ezelî takdirine göre yapıp durmakta olduğu her iş, tam bir adalet ve hikmettir. Me­selâ, güzellik, çirkinlik, zenginlik, fakirlik, hastalık, sağ­lamlık, ömür uzunluğu ve kısalığı gibi, insanların birbirine benzemeyen dış halleri ve âlim, câhil, ahmak, zeki, doğru, sa­pık gibi iç halleri, hep Allah'ın takdiri ve işidir ve hepsi de adldir, doğru ve yerindedir. Bâzıları âlemdeki fenalıklara, şer­lere bakarak, meselâ, insanlar arasında kör, topal, sağır, dil­siz, yoksul gibileri düşünerek Allah'ın adaletinde bir nevi ek­siklik görmek istiyorlar; halbuki her şeyin yaradılışında insan aklının kavrayamıyacağı bir çok gizli hikmetler vardır. Allah iyilik de yaratmış, kötülük de; çirkinlik de yaratmış, güzellik de. Ve bu sayededir ki, insanlar bunlar hakkında bir fikir sâhibi olabilmişlerdir. Çünkü kötülüğü görmeyen iyiliği bile­mez, her şey zıddiyle öğrenilir. Eğer âlemde hiç çirkinlik bulunmasaydı, güzelliğe dâir kat'iyyen bir fikrimiz olamazdı. Şu halde mâhiyetlerin birbirinden seçilmesi için hayr lazım­sa, şer de lâzımdır. Allah bunları yaratmakla hayrı, şerri öğ­retmiş, bunların kazanç yollarını açmış, her iki yolun sonu­cunu bildirmiş ve eklediği yolu tutmak için insanları serbest bırakmıştır. Hayır ve iyilik yollarını tutanlara hazırladığı ni'metleri, şer ve kötülük yoluna gidenlerin de görecekleri cezaları şimdiden söylemiş, bildirmiştir. Allahu teâlâ terbiye ve imtihan için ve herkesin kıymetini ortaya koymak için ne güzel nizam kurmuş. Kimbilir bahtsız dediğimiz kör, sağır, topal gibi insanların hallerinde de bilemediğimiz sebebler vardır. Bunlar ayrı ayrı incelense, onların o vaziyetlerinde de belki bir hikmet olduğu anlaşılır. Bununla beraber, hâlihazır vaziyetlerinin kendileri için muhakkak bir fenalık olduğu da malûm değildir. Belki de hayırladır.

Meselâ, servet bolluğu istemeyen insan yoktur. Halbuki nice insanlar serveti yüzünden nice belâlara uğramış ve (keşke fukara olsaydım da bu haller başıma gelmeseydi) demiştir. Evlât ve akraba çokluğu, beden kuvveti, mevki' ve nüfuz şere­fi, gibi şeyler de hep böyledir. Allah, Erhamü'r-Râhimîn, Ekremü'l-Ekremîndir; kulunun hayır ve menfaatini kulundan da­ha iyi bilir. O'nun rızası, kullarını kendi rızalarından ziyâde esirger. O'na tefvîz-i umur eden kazanır. 864

Kula Gereken:

Gerek kendileri hakkında, gerek başkaları hakkında Allahu teâlâ ne takdir etmiş ve ne muamele yapmışsa, onun tam bir adalet ve hikmet olduğuna inanmak ve ona râzı olmak ve asla şikâyette bulunmamaktır. 865




Yüklə 2,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   81




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin