39. EL-MUKÎT
Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren, bilip gücü yeten ve koruyan,972 her yaratılmışın azığını veren. 973
"Allah her şeyin karşılığını vericidir." 974
El-Mukît, beden ve ruhların gıdasını yaratan ve bunları beden ve ruhlara ulaştıran demektir. Bütün rızıkları veren Allah'tır.
Peygamber (s.a.v.)'e her türlü rızıklar sunulmuş, ancak O, ölümsüz olan diriyi zikrederek:
"Beni yediren ve içiren Rabbimin yanında kalacağım" buyurmuştur.
Ezherî diyor ki:
"el-Mukît" Kureyş lehçesinde "muktedir" manasına gelmektedir. Nitekim Cenab-ı Hakk'ın şu sözü bunu teyid etmektedir.
"Allah her şeye muktedirdir (mutlak kadirdir)."
El-Mukît Kur'ân-ı Kerim'de bir yerde zikredilmiştir.
"Kim iyi bir işe vesile olursa bu iyilikten onun da bir nasibi olur. Kim bir kötü işe aracı olursa bu kötülüğün vebalinde mutlaka ona da bir pay vardır. Allah her şeyin karşılığını verendir." 975
Allah Tealâ şöyle buyurur:
"Allah her şeyin karşılığını verendir."976
el-Mukît, bütün varlıklara gıdalanacakları şeyleri ve rızıklarını ulaştıran ve onları hikmeti ve hamdine uygun olarak dilediği şekilde sarfedendir.977
er-Râğıb el-Esfehâni der ki: Kişiyi hayatta tutan gıdaya "el-kût" denir, çoğulu "akuvât" gelir. Allah Tealâ âyette buyurur ki:
"Allah orada takdir etti."978
"Gıda ile doyurdu, yedirdi" anlamında "kâtehû" denilir. "Yiyecek verdi, gıda verdi" anlamında da "ekâtehû" denilir. Hadis-i şerifte:
"Ehl-i iyâlinin nafakasını boşa vermesi kişiye günah olarak yeter" buyurulur.979 Ayet-i kerimede:
"Allah her şeyin karşılığını verendir" buyurulurken "Mukît" kelimesi kullanılır. Bu kelime için "muktedir", "şahit" anlamları verilmiştir. Gerçek anlamı "koruyup gözeten, besleyip ayakta tutan" demektir.980
el-Kâmusu’l-Mukît'te el-Mukît şöyle izah edilir: "el-Mukît: Bir şeyi koruyan, gözeten, muktedir demektir. Herkese rızkını veren de böyledir."981
İbnu Abbas (r.a.) ayeti kerimedeki "Mukît" kelimesini "Muktedir" "cezalandıran" diye tefsir etti. Mücahid bu kelime için "şâhid", Katade hafız/koruyucu anlamını verdi. Bu kelime "her canlının gıdasını ona ulaştıran" diye de tefsir edildi.982 Bu kelime için "her insana çalışması kadar rızık veren" denildi. 983
İsm-i şerîf (ikâte) dendir. îkâte, gıda vermek demektir. Mahlûk, yaşamak için gıdaya muhtaçtır, Allahu teâlâ, her mahlûk için ne kadar yaşama müddeti ta'yîn etmişse, ona göre de gıda maddesi ta'yin ve tahsîs etmiştir. Hiç bir mahlûk kendisi için ta'yîn edilen gıdayı bitirmeden ölmez ve hiçbiri başkalarına ait gıdadan bir zerre alamaz. Allah her şeyin miktarını ve ölçüsünü ta'yîn etmiş ve ta'yîn ettiği gibi de yaratıp ulaştırmakta bulunmuştur. Yerden biten şeylere bak! O kara topraktan nasıl gıdâlanıyorlar ve bu sayede nasıl yapraklar, çiçekler, meyvalar meydana geliyor.
Ana rahmindeki ikizleri düşün! Gıdalarını göbeklerinden nasıl çekiyorlar, orada sulh ve selâmetle rahat ve sükûn içinde nasıl yaşıyorlar. Herbiri, Allah tarafından kendisi için ta'yîn ve sevk edilen ve kandan ibaret bulunan azığını kavgasız, fütursuz alıp duruyorlar. Fakat ne yazık ki, dünyâya geldikten sonra birçokları bu sulh ve selâmeti bozuyorlar ve meselâ bâzı kardeşler arasında olduğu gibi mal ve mîras yüzünden birbirlerine öldürmeğe kalkışıyorlar. Acaba Allahu teâlâ bunların rızklarını unuttu mu? Yoksa dünyâya çıktıktan sonra, "Allah rızkınızı, gıdanızı kendiniz te'mîn edin, ben karışmam" mı? dedi. Allah Alîm’dir, Habîr'dir, unutmak, gaflet etmek, hatâya düşmek gibi eksikliklerden münezzehtir. Kayyûm'dur, Müheymîn'dir, Rabbü'l-Alemîn'dir. Kulunu görüp gözetmesini bir lâhza kesmez. Meselâ, insan henüz çalışamaz ve istemesini bilmezken, onun gıdasını, onu hiçbir sebep ile mükellef tutmadan verir. Fakat vaktaki çalışır, ister ve arar bir çağa gelince, onun gıdasını da bir takım sebepler ve vâsıtalar içinde sevkeder. Bunda büyük hikmetler vardır. Yoksa vâsıtaya, sebebe ihtiyâcı yoktur. Allah insanlar için geçim sebebleri yaratmış ve maîşetini te'min etmek için herkesi bir sebep ucuna yapışmakla mükellef tutmuştur. Ancak bu sebeplerin meşru' olması şarttır. Gayr-i meşrû’ sebeplerle rızk aranmasını haram kılmıştır ve sonra herkese kendi kıymetini ve verilen emirler karşısındaki sadâkat derecesini bildirmek için serbest bırakmıştır, herkes muhayyerdir, isterse rızkını meşru' yollardan arar, dilerse gayr-i meşru yollara sapar, fakat şunu bilmek gerektir ki, meşru’ yollara kanâat edenin gıdası noksan kalmış, gayr-i meşrû' yollara düşenin gıdası çoğalmış değildir. Herkes Allah tarafından ta'yîn edilen tahsisatını alır. Bir miligram fazla veya eksik olmaz.
Farzedelim, birisi fazla hırsla başkalarına âit olan parayı eline geçirebilir, fakat Allah öyle hâdiseler yaratır ki, hırs ile eline geçirdiği bu parayı, ayağı ile sahibine götürmeğe mecbûr olur. Neticede hem beyhude yere yorulmuş, hem de bedava başkalarına bekçilik etmiş olur.
Sebepler rızk yaratmaz, rızk vermez, rızkı Allah yaratır ve Allah verir. Sebepler birer yoldan başka birşey değildir. Söz temsili, her insana mahsus bir boru... her borunun içi sahibine âit gıda maddeleri ile dolu... Gıda maddelerinin arkasında ölüm vardır. Arkadan, ölümün tazyîki ile, borunun ağzından gıda maddeleri akmaktadır. Gıda bitmeden ölüm gelemez, çünkü önü tıkalıdır. Gıda tükenince de ölümle karşılaşacağı muhakkaktır, işte sebepler, bu borular gibi birer yoldan ibarettir. Eğer sebepler insana rızk vermiş olsaydı, en kuvvetli kazanç sebebi akıl olduğu için, akıllıların çok zengin, ahmakların çok fakir olması icâbederdi. Halbuki nice ahmakların merzûk, nice akıllıların mahrum olduğu görülüp duran hâdiselerdendir. 984
Şu Halde Kula Gereken:
Mahlûkâtın rızklarını, ancak Allah'ın yaratıp ulaştırdığına inanmış olan bir kul, rızk hususunda O'nun va'dine güvenir. Rızkını elde etmek için meşru' sebeplerin dışına çıkmaz. Vakar ve haysiyetini ayaklar altına almaz, yüreğini de yalan, hile, ihtiras ve tabasbusla kirletmez. 985
Dostları ilə paylaş: |