95. EL-BEDİ
Örneksiz, misâlsiz, 1553 hiç benzeri olmayan şeyleri, acib ve hayret verici alemleri icad eden
"O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir." 1554
Eşsiz, benzersiz anlamında “Bedea” kökünden gelen Bedi örnek ve model olmadan birşeyi yapan, yaratmak manasına gelen "Allahu bediu's-Semavati ve'1-ardi" yani Hak Tealâ göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır.
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Cenab-ı Hak; zatında eşsiz, sıfatlarında, hükümlerinde ve işlerinde benzeri ve dengi olmayandır. O, mutlak bütün varlıkları eşi ve benzeri olmadan sanatkârane yaratandır. O, mahlukâtı daha önce benzeri olmaksızın yaratandır. Allah yaptıklarında acaib ve hayret verici, alemleri icad eden, hükmünün benzeri olmayandır. Bunun için benzeri olmadığı zaman bu eşsiz manasında "bedi" denildi. Aynı zamanda "bedi", ilk manasınadır. Bir ayeti kerimede:
"De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim." 1555
Manasında "kul ma küntü bidan miner-Resulü" şeklinde geçmektedir. Yani ben, "tevhidi getiren ilk peygamber değilim." Bu da "ben daha önce benzeri geçmeyen biri" değilim demektir.
Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet edilen bir hadiste Resulullah (s.a.v.) bir adamı:
"Allah'ım! Sen çok çok lütufta bulunan tek mabudsun, yerin ve göğün tek yaratıcısının, celal ve ikram sahibisin. Bütün hamdın sana mahsus olması yönüyle senden niyazda bulunuyorum. Senden cennet istiyorum" dediğini gördü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
"Andolsun ki O dua edildiği zaman mutlaka icabet edilen, bir şey istenildiğinde mutlaka lütufta bulunulan bir isimle Allah'a dua ediyor" buyurdu.
El-Bedi"' Kitab-ı Aziz'de iki kere zikredilmektedir.
1. "O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece "Ol" der, o da hemen oluverir." 1556
2. "O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir. Her şeyi O yaratmıştır. Ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur." 1557
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir."1558
O, gökleri ve yeri en güzel şekilde, eşsiz bir biçimde, hayret verici ve sağlam bir sistemde yaratandır.
Allah Teâlâ buyurur ki:
"İlkin mahlukunu yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O'dur."1559
Hangisinin daha güzel işler yaptığını denemek için insanları ilk defa o yarattı, sonra da iyilik yapanları cennetle mükafatlandırdı, kötülük yapanları da kötülükleriyle cezalandırdı.
Böylece mahlukatı aşama aşama/tedrici olarak vâr eden, sonra her an bu yaratma işini tekrarlayan O'dur.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Muhakkak ki senin Rabbin istediğini hakkıyla yapandır."1560
"O, yüce Arş'ın sahibidir, dilediği şeyleri mutlaka yapandır."1561
Bu, O'nun kuvvetinin kemalini, iradesinin ve gücünün etkinliğini ve geçerliliğini gösterir. Her istediği şeyi hiçbir engelle ve muhalifle karşılaşmadan gerçekleştirir. Hangi iş olursa olsun O'nun yardımcı ve destekçiye ihtiyacı yoktur. Bilakis O, bir şeyi dilediği zaman "ol" der ve "oluverir". Dilediği her şeyi yapmakla beraber O'nun iradesi hikmetine ve hamdine tâbidir. O, mükemmel bir kudret, nüfuzlu/geçerli bir irade ile muttasıftır. Aynı zamanda yaptığı ve yapacağı her şeyi kuşatıcı bir hikmetle de nitelendirilmiştir. 1562
Bedî, mübdî, ma'nâsınadır. Mübdi’, ibda' eden, yâni örneği bulunmayan bir şey ihtira ve icâd eden demektir. Bedî ile mübdi' arasında fark da yok değildir. Gerçi her ikisinde de örneksiz icâd ma'nâsı varsa da örneği bulunmayan -velev ki bir tek olsun- bir şey ihtira edene mübdî, denilebilir; amma bedî’denmez. (Bedî’) hiç birinin de örneği ve misâli yokken, sayısız şeyler îcâd ve ihtira eden, düşünmeğe, araştırmağa muhtaç olmadan, kolaylıkla ve dâima misilsiz şeyler yaratmak, îcâd etmek âdeti ve kadîm sıfatı bulunan zât demektir ki, bu ma'nâca Bedî’ ancak Allahu teâlâ Hazretleridir.
Örneği yokken Allah'ın kudretiyle meydana gelen fevkalâde güzel ve insana hayret verici şeylere de -ibda' olunmuş ma'nâsına- bedî' denildiği vardır. Bu i'tibarla gökler ve yer ve Allah'ın yarattığı her şey, ne kadar bedî, ne kadar misâlsizdir! Allahu teâlâ onlardan hiç bir zerre yokken, ortada örnek ve misâl tutulacak hiçbir şey bulunmuyorken, ilk önce bunları ihtira etmiş, her nev'in ilk ferdini, ilk örneğini ibda' edip yoktan vücuda getirmiştir. Her nev'in ilk ferdi misilsiz olarak yaratıldığı gibi, bir nev'in bütün ferdleri de her yönden tamâmiyle birbirinin aynı değildir. Aralarında hem benzerlik var, hem ayrılık var. Meselâ insan nev'ini alalım: Surette, sîrette tamamiyle birbirinin aynı iki insan bulmak imkânsızdır. Bu bakımdan denilebilir ki, her insanın, her zerrenin yaradılışı başlı başına bir bedîadır. 1563
Satranç Tahtasına Hayret Eden:
Halife Ömer'ül-Fârûk (Radıyal'lâhu anh)'in sohbetinde bulunanlardan biri bir gün:
"Şu satranca şaşırıyorum. Satranç tahtasının eni de, boyu da birer arşından fazla değilken, insan onun üzerinde binlerce oyun oynasa, bir oynadığı oyun mutlaka öbürüne benzemez." demiştir.
Hazret-i Ömer buna cevap olarak:
"Bundan daha ziyâde hayret verici şeyler vardır. Meselâ insanın eni bir karış, boyu bir karıştan ibaret olan yüzünde kaşlar, gözler, burun ve ağız gibi âzânın yerleri kat'iyyen değişmediği halde, yine dünyâ yüzünde yüzleri tamâmiyle birbirine benzeyen iki insan bulamazsın. Şu ufacık deri parçası üzerinde bu sayısız değişiklikleri, bu sınırsız bedîaları gösteren Allah Celle Şânühû ne büyük kudret ve hikmet sahibidir!" dedi. İşte kâinat baştan başa böyle bedîalarla, acibelerle doludur. Fakat onu görmek için düşünmeyi ve her şeye dikkatle bakmayı âdet edinmek iktizâ eder. 1564
Dikkat Ve Tecessüs:
İnsanoğlunun mühim hassalarından biridir. O, dinini de, dünyâsını da bununla kazanacaktır. Meselâ, ağzı kapalı bir tencerede su kaynıyordu. Derken birdenbire kapak fırladı. Bu hâdiseyi gören bir adam dikkat etti, düşündü. Acaba bu kapak neden fırladı? Sebebini aramağa başladı. Nihayet suyun tabahhuru neticesinde hâsıl olan tazyikten ileri geldiğini ve bu tazyikin müthiş bir hareket âmili olabileceğini keşfetti. Buhar kuvveti işte bu basit hadiseden doğdu. Meydana konan büyük hakikatler, hep böyle küçük vakıalara dikkat etmekle bulunmamış mıdır? Eğer insanlarda bu hassa olmasaydı, bu kadar ilimler, fenler meydana gelir, sanayi bu kadar incelir miydi? Bu dünyacası... Bu hassa yaratılmışlar üzerinde tatbik ve icra edildiği zaman da Allah bilgisi kazanılır. Emek verip dikkat edenler, Allah'ın azamet ve kudretini sezenler, dirilir, nimetlerini düşünen gönüllerde Allah sevgisi uyanır. Allah'ın, iyiliği sevapla karşılayacağını düşünen gönüllerde isyan korkusu çoğalır ve nihayet bir kul, Allah'a karşı kusurlarını ve çeşitli günâhlarını idrak edebildiği zaman, büyük bir hicap ve pişmanlık acısı duyarak hemen tevbeye ve Allah'ın afv u mağfiretine döner ve bunların her biri imrenilir birer makamdır. Dikkat ve tefekkür bu kadar zengin mahsûl verdiği için, Kur'ân'da ve hadîste insanları tefekküre teşvik ve davet eden birçok âyet ve hadîs vardır. Tefekkür İslâm'da büyük ibâdetlerdendir. 1565
Kula Gereken Şey:
Allahu teâlâ dilediği kuluna hikmet verir. Kendisine ilim ve hikmet bağışlanan, hakikaten büyük hayra ulaşmıştır. Bir kul anlayışı nisbetinde Allah'ın her şeyde parlayan hikmetlerini görmeye, bu bahtiyarlığa katılmaya çalışmalıdır. İnsan var ki, onun hayattan nasibi, sâdece yemek içmekten ibarettir, ondan ilerisine kafa yormaz. Halbuki kendisine hikmet verilenler, yenilip içildikten sonra, bu gıda maddelerinin vücutta kana tahavvül ederek et olması, tırnak olması, kıl olması, görür göz olması, düşünür fikir olması gibi ince ince bedîaları görürler ve bu çeşniyi tatmak için uzun seneler emek vermekten, üzücü yorgunluklara katlanmaktan zevk alırlar.
Ne güzel söylemişler: Hikmetle uğraşanlar ışık, ilimle uğraşanlar yol gösterici, öğütçüler lâmba, âkiller diri, câhiller ölüdür. Herkes beğendiği sınıfı seçsin. 1566
Dostları ilə paylaş: |