El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 4 Âl-i İmrân Sûresi'nin Devamı ve Nisa Suresi



Yüklə 2,2 Mb.
səhifə10/77
tarix30.07.2018
ölçüsü2,2 Mb.
#64211
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   77

AYETLERİN AÇIKLAMASI


Okuduğumuz ayetler de Uhud Savaşı hakkında inen ayetlerin devamıdır. Bu ayetler müminlerin başına gelen bir başka duruma değiniyor. Bu durum, seçkin yiğitlerinin ve ileri gelen şahsiyetlerinin öldürülmesinden dolayı kalplerinde beliren eseflenme ve hayıflanma duygusudur. Bu savaşta öldürülenlerin büyük çoğunluğu Ensardandı. Söylendiğine göre Muhacirlerden sadece dört kişi öldürülmüştü. Bu da mukavemetin çoğunun Ensar tarafından gösterildiği ve Muhacirlerin onlardan önce hezimete düştükleri kanaatini güçlendiriyor.

Kısacası, okuduğumuz ayetler bu eseflenme ve hayıflanmadaki yanlışlığı ve bakış açısı çarpıklığını açıklıyor ve arkasından bu eseflenme ve hayıflanmanın doğurduğu diğer bir duruma sözü getiriyor. Bu durum müminlerin Peygamberimize yönelik suizanlarıdır. Bu dayanaksız kanaate göre, kendilerini bu duruma düşüren bu tehlikenin kucağına atan, Peygamberimizdir. Böyle düşündükleri kendi sözlerinden anlaşılıyor. Nitekim bu ayetlerdeki "Eğer bizim yanımızda olsalardı, ölmezler ve öldürülmezlerdi." ayetinde işaret edilen kendi sözleri ile "Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi." biçimindeki ileride gelecek ayetler arasında bulunan münafıkların sözleri bunu kanıtlıyor. Münafıklar, "Eğer bize itaat etselerdi..." diyorlarken şunu kastediyorlardı: Eğer bizi dinleselerdi de Peygambere itaat etmeselerdi, öldürülmezlerdi. Dolayısıyla onların ölümüne sebep olan, Peygamberdir.

Bu düşünceye karşı mezkur ayetlerde Peygamberin kesinlikle hiçbir kimseye hıyanet etmeyeceği açıklanıyor. Çünkü o, yüce Allah'ın gönderdiği şerefli, onurlu ve yüce ahlâklı bir peygamberdir. Yüce Allah'tan gelen bir merhamet sayesinde onlara karşı yumuşak davranır, onları affeder, onlar için istiğfar eder ve yüce Allah'ın emri ile yapacağı işleri onlarla istişare ederek yapar. Yüce Allah onları sapıklıktan çıkarıp hidayete erdirmek için onlara böyle bir peygamber göndermiştir. Ve böyle bir peygamber göndermekle onlara büyük bir lütufta bulunmuştur.

"Ey müminler... kâfirler gibi olmayın..." Buradaki kâfirlerden maksat, ifadenin zahirinden anlaşıldığı gibi sadece kâfirlerdir, söy-lendiği gibi münafıklar bu ifadenin kapsamına girmez. Çünkü münafıklık, münafıklık olması niteliği ile bu sözün kaynağı değildir. -Gerçi münafıklar da bu sözü söylerler.- Bu sözün asıl kaynağı küfür olduğu için onun kâfirlere isnat edilmesi gerekir.

Ayette kullanılan "ed-darbu fi'l-ardı" deyimi, kinaye yolu ile yoluculuk etmek anlamına gelir. Yine ayette geçen "guzzen" kelimesi, "gazi" kelimesinin çoğuludur. "Tâlib"in çoğulunun "tulleb" ve "dârib"in çoğulunun "durreb" olması gibi. "Allah bunu onların kalplerinde acı bir hayıflanma kılsın diye..." Yani onlara bu hayıflanma ile azap çektirsin diye. Bu ifadede sebep, gaye yerine konmuştur. "Can veren de, öldüren de Allah'tır." ifadesi, "Eğer bizim yanımızda olsalardı, ölmezler ve öldürülmezlerdi." diyen kâfirlerin yanlış değerlendirmelerine konu olan gerçeği açıklıyor. Buradaki ölüm hem normal ecelle gerçekleşen ölümü, hem de öldürülme sonucu gerçekleşen ölümü içeriyor. "Ölüm" kelimesi tek başına kullanıldığında anlamının böyle geniş olduğunu daha önce belirtmiştik. "Allah yaptıklarınızı görmektedir." ifadesi, "kâfirler gibi olmayın." ifadesinde dile getirilen yasaklamanın gerekçesi niteliğindedir.

"...ölmezler ve öldürülmezlerdi." ifadesinde ölmek, öldürülmekten önce zikrediliyor. Bunun sebebi, "sefere çıkan veya savaşa katılan kardeşleri..." ifadesindeki sıralamayı gözetmektir. Buna "leff-u neşr-i müretteb" sanatı denir. Bir başka sebep de şudur: Ölüm, doğallığa uygun olarak cereyan eden alışılagelmiş bir olay olduğu hâlde öldürülmek istisnai bir durumdur. Böyle olduğu için alışılagelmiş olan olay, böyle olmayan olayın önüne alınmıştır.

Bu ayetten çıkan sonuç müminleri, tıpkı kâfirler gibi davranıp beldeleri dışında ya da soydaşlarından uzakta ölen veya savaşlarda öldürülen kardeşleri için "Eğer bizim yanımızda olsalardı, ölmezler ve öldürülmezlerdi." demekten alıkoymaktır. Çünkü bu söz, insanı kalpte meydana gelecek ilâhî bir azaba sürükler. Bu azap, onların kalplerine düşecek olan hayıflanma duygusudur. Üstelik bu söz cahillikten kaynaklanıyor. Çünkü onların yakında ya da uzakta oluşları can verici veya öldürücü bir sebep değildir. Can vermek ve öldürmek, tek olan ve ortağı bulunmayan yüce Allah'a mahsus yetkilerdendir. Buna göre müminler Allah'tan korkmalı ve kâfirler gibi konuşmamalıdırlar. Çünkü Allah onların yaptıklarını görmektedir.

"Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'tan gelecek olan mağfiret ve rahmet, onların biriktirmekte oldukları şeylerden daha iyidir." Anlaşılan, "biriktirmekte oldukları şeyler"den maksat, dünya hayatının ana gayesi olan mal ve onun uzantılarıdır.

Bu ayette öldürülmek, ölmekten önce zikrediliyor. Çünkü Allah yolunda öldürülmek, normal ölüme göre Allah'ın mağfiretine daha yakındır. Burada öldürülmenin ölümden önce zikredilmesini gerektiren incelik budur. Nitekim bir sonraki ayette, yani "Hiç şüphesiz ölseniz de, öldürülseniz de, Allah katında toplanacaksınız." ayetinde ölmek fi-ili öldürülmek fiilinin önüne geçirilerek normal sıralamaya dönülmüş-tür. Çünkü bu ayette söz konusu olan fazladan incelik orada yoktur.

"Allah'tan gelen bir merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın..." Ayette geçen "fazz" kelimesi, katı ve merhametsiz anlamına gelir. Yine ayette yer alan "galiz'el-kalb" ifadesi, kalbin ince ve yumuşak olmayışı, acımasız oluşu hâlini anlatan kinayeli bir ifadedir. Yine ayette geçen "infeddu" kelimesinin kökü olan "infidad" ayrılma, dağılma anlamı taşır.

Bu ayette müminlere yönelik olan hitap üslûbundan Peygamberimize hitap etmeye dönülüyor. Ayetin anlamının özü şudur: Tarafımızdan bağışlanan bir merhametin sonucu olarak Peygamberimiz size yumuşak davrandı. Bu yüzden ona sizi affetmesini, sizin için istiğfar etmesini, yapacağı işlerde sizden görüş almasını ve bir şeyi yapmaya karar verince bize dayanmasını emrettik.

Müminlere yönelik hitap üslûbunun Peygamberimize hitaba dönüştürülmesindeki incelik şudur: Uhud Savaşı hakkındaki ayetlerin başlarında azarlama ve serzenişle karışık bir üslûp kullanılmış ve bu üslûp uygun yerlerde bir tür yüz çevirmeye şamil olmuştur. Bu uygun yerlerden biri de burasıdır. Burada müminlerin, Peygamberimize itiraz anlamına gelen durumlarına parmak basılıyor. Çünkü öldürülenlerine üzülmüş olmaları, onları Peygamberimizin davranışını tartışmaya, onu kendilerini kırıma uğratmakla suçlayama sürükleyebilir. Bu yüzden yüce Allah onlara hitap etmekten vazgeçerek Peygamberine dönüyor ve "Allah'tan gelen bir merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın." diyerek hitabı ona yöneltiyor.

Bu ifade ayette yer almayan başka bir ifadenin devamı niteliğindedir. Metinde yer almayan ifadeler ile bütünleşen anlam şöyledir: "Onların durumu, gördüğün gibi kâfirlere benzemek ve ölülerine hayıflanmaktan ibarettir. Bu durumda sen bizim bağışladığımız bir merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Yoksa çevrenden ayrılıp dağılırlardı. Doğrusunu Allah herkesten daha iyi bilir.

"Onları affet, kendileri için Allah'tan mağfiret dile ve yapacağın iş hakkında onların görüşlerini al." Bu ifade, Peygamberimizin tutumunu onaylama anlamı taşıyor. Çünkü o zaten böyle yapıyordu. Uhud Savaşı öncesinde müminlerle savaş hakkında istişare yapmıştı. Bu ayet, Peygamberimizin kendisine emredileni yaptığını ve yüce Allah'ın onun yaptığından hoşnut olduğunu vurguluyor.

Yüce Allah, bu ayette Peygamberine müminleri affetmesini, böylece onların davranışlarına emre itaatsizlik sonucunu yüklememesini, yüce Allah'tan onlara mağfiret dilemesini -ki yüce Allah'ın bunu yapacağı şüphesizdir- emrediyor. Gerçi bu ifade mutlaktır, belirli bir konuya mahsus değildir, yalnız şer'î hadleri ve benzeri konuları kapsamaz. Aksi takdirde şer'î kurallar boşuna olmuş olur. Üstelik bu ifadeleri "yapacağın iş hakkında onların görüşlerini al." emrinin izlemiş olması, şu noktayı vurgulamaktan geri kalmaz: Bu iki emir, yani affetme ve mağfiret dileme emirleri, sadece müminler ile istişarenin geçerli olduğu velâyet ve kamu işlerini düzenleme konuları çerçevesi ile sınırlıdır.

"Ama karar verince, artık Allah'a dayan. Hiç şüphesiz Allah, kendisine dayananları sever." Allah seni sevince de, senin koruyucun ve destekçin olur, seni yardımcısız bırakmaz. Bu yüzden bu ayeti, bu anlamı taşıyan ifadeler izlemiş ve yüce Allah, müminleri kendine dayanmaya çağırmıştır. Şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah size yardım ederse, sizi hiç kimse yenemez. Fakat eğer O sizi yardımcısız bırakırsa, O'ndan başka size kim yardım edebilir?" Arkasından, sebebine de işaret ederek; "O hâlde müminler sadece Allah'a dayansınlar." buyuruyor. Yani müminler, kendinden başka yardım edici ve destekçi olmayan Allah'a inandıkları için Allah'a dayanmalıdırlar.

"Hiçbir peygambere hıyanet etmek yakışmaz..." Ayette geçen "yeğulle" kelimesinin kökü olan "ğıll" kelimesi, hıyanet anlamındadır. Bu konu, bu surenin daha önceki bir ayetinde şöyle geçmişti: "Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik versin de sonra o, insanlara; "Allah'ı bırakıp bana kul olun." desin..." (Âl-i İmrân, 79)

Bu şekildeki ifadenin anlamı, peygamberlik makamını, temiz olduğu gerekçesi ile, kötülüklerden ve çirkinliklerden tenzih etmektir. Anlamı şudur: Peygamber, Rabbine ya da insanlara hıyanet etmekten münezzehtir. İnsanlara hıyanet etmek de, bir tür Allah'a hıyanet etmektir. Üstelik durum şu ki, hıyanet eden kimse, Rabbinin huzuruna o hıyaneti ile çıkar, sonra da yaptığının cezasına eksiksizce çarptırılır.

Arkasından Peygamberimizi (s.a.a), hıyanet ile suçlamanın zalimce ve alâkasız bir yargı olduğu belirtiliyor. Çünkü Peygamber, Allah'ın rızasına uyar, Allah'ın rızasından sapması söz konusu değildir. Hain ise yüce Allah'ın büyük gazabına uğramıştır ve yeri cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! "Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın gazabına uğrayan kimse gibi olur mu?..." ayetinden kastedilen de işte budur.

Bu ayetin maksadının müminlere tarizde bulunmak da olması mümkündür. Yani onlara şöyle denmek istenebilir: Bu durumlar, yüce Allah'ın gazabına uğramaya sebep olacak durumlardır. Yüce Allah bu öğütleri vererek sizi rızasına çağırıyor. Allah'ın gazabı ile rızası bir değildir.

Sonra anlatılıyor ki, Allah'ın rızasını izleyenler ile O'nun gazabına uğrayanların dereceleri farklıdır. Allah kullarının amellerini görüyor. En küçük iyiliğin ya da kötülüğün O'nun gözünden kaçtığını sanıp da O'nun rızasını izleme yahut gazabına uğrama konusunda gevşekliğe kapılmayın.

"Allah müminlere kendilerinden bir peygamber göndermekle onlara karşı büyük bir lütufta bulundu..." Bu ayette de başka bir iltifat sanatı vardır. Müminlere hitap etmekten vazgeçilerek onlara üçüncü tekil şahıs olarak değinilmeye geçilmiştir. Buralardaki üslûp değişikliklerinin genel sebebi daha önce belirtilmişti.

Buradaki değişikliğin özel sebebine gelince, bu ayetin maksadı müminlere iman sıfatları sebebi ile Allah'ın lütufta bulunduğunu vurgulamaktır. Bu yüzden "müminler" dendi. Bu maksadı bu sıfattan başka bir kelime ifade etmez. Hatta "iman eden kimseler" bile dense, bu maksat gerçekleşmez. Çünkü sebep-sonuç ilişkisini vurgulayan ya da tam anlamı ile vurgulamayı sağlayan ifade sıfat kullanmaktır. Ayetin anlamı ise açıktır.

Bu ayetin incelenecek başka yönleri de vardır. Bunların bir bölümüne İnşallah ileride uygun yerlerinde değineceğiz.

 

 



 

 

165- (Bedir savaşında) iki katını (düşmanın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud Savaşında) sizin de başınıza gelince mi, "Bu da nereden?" diyorsunuz? De ki: "Bu, sizin kendinizden (kendi tutumunuzdan) kaynaklandı." Hiç şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter.



 

166- İki topluluğun karşılaştığı gün başınıza gelenler, Allah'ın izni ile olmuştu ki bu da (sizleri sınaması;) müminleri ayırdetmesi,

 

167- münafıkları da ortaya çıkarması için idi. Onlara, "Gelin, Allah yolunda savaşın; ya da savunma yapın" denince, "Savaşmayı bilseydik elbette peşinizden gelirdik" dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların (içlerinde) gizlediklerini daha iyi bilir.

 

168- Onlar (evlerinde) oturup, (savaşta şehit düşen) kardeşleri hakkında "Eğer bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi" diyenlerdir. De ki: "Eğer doğru söylüyorsanız, ölümü kendi başınızdan savın bakalım!"

 

169- Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma. Bilakis onlar diridirler ve Rableri yanında rızıklanırlar.

 

170- Öyle ki onlar Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdiklerinden dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine hiçbir korku ve üzüntü bulunmadığı müjdesinin sevinci içindedirler.

 

171- Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın müminlerin mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.



Yüklə 2,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin