El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 5 Nisa Suresinin Devamı ve Maide Suresi


başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulur."



Yüklə 7,94 Mb.
səhifə11/48
tarix04.01.2019
ölçüsü7,94 Mb.
#90079
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   48

başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulur." Sözün akışına ayrıntı

getiriliyor, detay kazandırılıyor; ama arada bir bağlaç

kullanılmıyor ve yeni bir cümleymiş gibi ifade ediliyor [cümleyi bir

öncesine bağlayan vav-ı atıfa kullanılmıyor]. Çünkü bu ifade, zihinlerde

uyanabilecek takdirî bir sorunun cevabı niteliğindedir. Takdiri

şöyledir: Madem ki İslâm'ın alanına ve imanın konusuna girmek,

insan için her türlü hayrı celp etmeye, hayat için gerekli olan her

türlü menfaati korumaya yetmiyor ve madem ki Yahudilik ve

Hıristiyanlık için de aynı durum geçerlidir, peki bunun [hayrı elde

etmenin] yolu nedir? Insanın hâli nice olacak? Işte bu takdirî

soruya şu cevap veriliyor: "Kim bir kötülük yaparsa, onunla

 

150 ................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

şu cevap veriliyor: "Kim bir kötülük yaparsa, onunla cezalandırılır



ve kendisi için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulur...

her kim de iyi işler yaparsa..."

 

"Kim bir kötülük yaparsa, onunla cezalandırılır." ifadesi

mutlak bir ifadedir. Hem adam öldürene kısas uygulanması, hırsızlık

edenin elinin kesilmesi, zina edenin [evli olmaması hâlinde]

kırbaçlanması veya [evli olması hâlinde] recmedilmesi gibi şeriatın

koyduğu siyasal hükümler türünden dünyevî cezayı, hem de

yüce Allah'ın kitabında ve Peygamberinin diliyle vaat ettiği uhrevî

cezayı kapsamaktadır.

 

Bu genellik, ayetlerin konusuna uygundur, atmosferiyle örtüşmek-



tedir. Ayetlerin iniş sebebi çerçevesinde aktarılan bir rivayette,

bunların hırsızlık yapan, sonra bu suçu bir Yahudi'nin ve bir

Müslüman'ın üzerine atan, ardından suçlanan kimseyi cezalandırması

için Hz. Peygambere (s.a.a) baskı yapan kimseler hakkında

indiği belirtilmektedir.

 

"ve kendisi için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı



bulur." ifadesinde dost ve yardımcı ifadeleri geneldir; hem dünyadaki

dost ve yardımcıları kapsamaktadır. Dolayısıyla kişinin

dünyada karşılaşacağı kötü cezayı savacak olan Peygamberi

(s.a.a) veya emir sahibini (masum imamı) yahut bu ikisine yakın

olma durumunu ya da Islâm ve dinin saygınlığı gibi yardımcıları

kapsamına almaktadır. Şu hâlde yüce Allah'ın öngördüğü olumsuz

cezayı hiç kimse, hiçbir etken kötülük yapan kişiden savamaz.

Hem de, bir sonraki ayette işaret edilen hususlar hariç, ahiretteki

cezayı savma noktasındaki dost ve yardımcıyı kapsamaktadır.

 

"Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak (birtakım) iyi



işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve onlara çekirdek kırıntısı kadar

bile zulmedilmez." Bu ayet, iyi işler yapan kimsenin alacağı karşılığı

(cenneti) içeren ikinci şıktır. [Önceki ayette birinci şıkka yani,

kötü iş yapanların durumuna değinildi, burada ise ikinci şıkkın yani,

iyi iş yapanların durumuna değiniliyor.] Ancak yüce Allah burada

bir şart koşuyor ki, mükâfatın realize edilişini, gerçekleştirilme-

 

Nisâ Sûresi 105-126 ............................................ 151

 

sinin çevresini daraltıyor; bir diğer açıdan da genişliği gerektirecek



şekilde ifadeyi genelleştiriyor.

 

Buna göre, ödül olarak cenneti kazanmanın şartı, salih amel



işleyen kimsenin mümin olmasıdır. Çünkü güzel karşılık ancak

salih amelden dolayı söz konusu olabilir. Kâfirinse ameli yoktur.

Yüce Allah bu hususta şöyle buyuruyor: "Eger onlar da Allah'a ortak

koşsalardı, yaptıkları ameller elbet boşa giderdi." (En'âm, 88)

"Işte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden,

bu yüzden amelleri boşa çıkan kimselerdir, ki biz onlar için kıyamet

gününde hiçbir ölçü tutmayacagız." (Kehf, 105)

"...her kim de birtakım iyi işler yaparsa," ifadesinin orijinalinde,

bütünden bir parçayı ifade etmek için kullanılan "min" (baziyet

bildiren) edatına yer verilmiştir. Bununla da cennet vaadine ilişkin

bir genişletme söz konusu ediliyor. Eğer "min" edatı olmaksızın

"kim iyi işler yaparsa" denilseydi -ceza vermede dikkati gerektiren

böylesine hassas bir noktada- şu anlamı ifade edecekti: "Cennet,

inanan ve bütün salih amelleri işleyen kimseler içindir." Ancak ilâhî

lütuf, güzel ödülü inanıp bazı salih amelleri işleyen herkesi kapsayacak

şekilde genelleştiriyor.

 

Dolayısıyla işleyemediği diğer sahil amelleri veya işlediği günahları



tövbe ya da şefaatle telafi ediyor. Nitekim yüce Allah şöyle

buyurmuştur: "Çünkü Allah, kendisine ortak koşulmasını



bagışlamaz; bundan başkasını diledigi kimse için bagışlar." (Nisâ,

116) Bu konuyla ilgili açıklamaya,"Allah'ın kabulünü üzerine aldıgı



tövbe, ancak bilgisizlikle kötülük yapanlar... içindir..." (Nisâ, 17)

ayetini incelerken ve yine orada "tövbe" kavramı hakkında yaptığımız

değerlendirmede yer verdik.1 Nitekim tefsirimizin birinci cildinde

de, "Öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimse başkasının



yerine bir şey ödeyemez." (Bakara, 48) ayetini tefsir ederken "şefaat"

le ilgili detaylı bilgiler sunduk.

 

1- [bkz. c.4, s.342 ve 350.]



 

152 ........................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

"Erkek olsun, kadın olsun" ifadesinde de hükmün erkek-kadın



herkesi kapsadığı, temelde hiçbir fark gözetilmediği vurgulanıyor.

Bu tavır, kadınlar için herhangi bir amelin, dolayısıyla işledikleri

güzelliklere ödül verilmesinin söz konusu olmadığını ileri süren

Hint ve Mısır gibi eski putperest toplumların inançlarından tamamen

farklıdır. Üstünlük ve onurun erkeklere ait olduğu, kadınların

Allah katında zelil, yaratılışta noksan, ecir ve ödülde hüsrana uğrayan

olduğu anlaşılan Yahudilik ve Hıristiyanlık anlayışıyla da

bağdaşmıyordu. Cahiliye Araplarının kadınlara ilişkin inançları da

bunlarınkinden pek farklı değildi. Böylece yüce Allah, "Erkek olsun,

kadın olsun" buyurarak iki cinsin eşitliğini vurgulamıştır.

"İşte onlar cennete girerler" ifadesinden hemen sonra, "onlara

çekirdek kırıntısı kadar bile zulmedilmez." ifadesine yer verilmiş

olması da bu yüzden olsa gerektir. Buna göre, birinci cümle,

kadınların da tıpkı erkekler gibi sevapta pay sahibi olduklarına; ikinci

cümle de fazlalık veya eksiklik bakımından aralarında herhangi

bir farkın olmadığına delâlet etmektedir. Nitekim yüce Allah

bir ayette şöyle buyurmuştur: "Rableri onlara cevap verdi ki: Ben,



erkek olsun, kadın olsun, içinizden çalışan hiçbir kimsenin yaptıgını

boşa çıkarmam. Bazınız bazınızdan meydana gelmedir." (Âl-i İmrân,

195)


 

"İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden... kimseden din bakımından



daha iyi kim vardır?..." Bu ifade, akla gelebilecek şu tür bir

değerlendirmeyi bertaraf etmeye yönelik gibidir: Müslüman'ın Islâm'ının

veya Ehlikitab'ın imanının hayrı celp etmede ve genel olarak

çıkarlarını korumada bir etkinliği bulunmuyorsa, Allah'a ve ayetlerine

inanmak bir şey değiştirmiyorsa, bu bağlamda böyle bir

imanın varlığı ile yokluğu arasında herhangi bir fark yoksa, o zaman

İslâm'ın saygınlığı nerededir? Imanın ayrıcalığı nedir?

Işte bu ayette böyle bir değerlendirmeye şu cevap veriliyor: Dinin

saygınlığı kuşku götürmeyen bir olgudur. Akıl sahibi hiç kimse

bunun güzelliğinden kuşku duymaz. "din bakımından... daha iyi



kim vardır?" ifadesi, işte bunu vurgulamaya yöneliktir. Böylece

 

Nisâ Sûresi 105-126 ......................... 153

 

kuşku götürmez bir gerçek olduğu kabul edilerek sunulan bir soruyla,



insanın kesinlikle dinsiz olamayacağı, en güzel dininse göklerde

ve yerde bulunan her şeyin sahibi olan Allah'a teslim olmak

olduğu, O'na kulluk sunularak boyun eğmenin, fıtrat dini olan Ibrahim'in

hanîf dini doğrultusunda amel etmenin bir zorunluluk olduğu

vurgulanıyor. Bu çerçevede [bu nedenle] yüce Allah'ın, iyilik

yaparak kendini ilk kişi olarak Allah'a teslim eden, hanîf dinine

tâbi olan İbrahim'i dost edindiği belirtiliyor.

 

Fakat ilâhî dostluğu, insanlar arasında geçerli olan dostluk gibi



algılamamak gerekir. Insanlar arasındaki dostluk hak ve batılın

her türlüsünün üstünde tutulur. Bu da onlar için ölçüsüzlüğün ve

zorbalığın, tahakkümün kapısını açar. Yoksa yüce Allah her şeyin

sahibidir ve hiçbir şeyin O'nun üzerinde sahipliği söz konusu değildir.

Her şeyi kuşatmıştır, kuşatılması söz konusu olmaz.

Bu bakımdan insanlar arasındaki efendilere, başkanlara ve

krallara benzemez. Çünkü efendiler, başkanlar ve krallar kölelerine

ve yurttaşlarına bir şey vermedikçe onlardan bir şey alamazlar.

Bazılarını diğer bazılarının aracılığıyla ezerler. Bir gruba başka bir

grubun desteğiyle egemen olurlar. Bu nedenledir ki, iradeleri herkesin

iradesiyle çeliştiği zaman yerlerinde kalamazlar. Aksine makamlarından

alaşağı olurlar ve zayıflıkları ortaya çıkar.

Buradan hareketle, "din bakımından daha iyi kim vardır?"

ifadesinin ardından, "Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi



Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır." ifadesine yer

verilmesinin nedeni açıklık kazanmış olur.

 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

Tefsir-ul Kummî'de şöyle deniyor: "Allah'ın sana gösterdigi şekilde...



sana kitabı hak ile indirdik..." ayetinin iniş sebebi hakkında

şöyle deniyor: "Ubeyrikoğullarından Hıristiyan bir topluluğa

mensup üç kardeş vardı ve bunlar münafıktılar. Isimleri Beşir, Bişr

ve Mübeş-şir idi. Bunlar, Bedir Savaşına katılmış biri olan Numan

 

154 ........................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

oğlu Katade'nin amcasının evinin duvarını delerek içeri girmiş,



onun ailesi için depoladığı bazı yiyecekleri, bir kılıcı ve bir zırhı

çalmışlardı."

"Katade bu durumu Resulullah'a (s.a.a) şikayet etti ve dedi ki:

'Ya Resulullah, bir grup insan, amcamın evinin duvarını delerek içeri

girdiler ve onun ailesi için depoladığı yiyecekleri, bir kılıç ve bir

zırh çaldılar. Bunu yapanlar kötü bir aileye mensupturlar.' Bunların

[genelde] görüş bakımından birlikte oldukları mümin birisi vardı,

adı Lebid b. Sehl idi. Ubeyrikoğulları Katade'ye dediler ki: 'Bu,

Lebid b. Sehl'in işidir.' Lebid bunu duyunca kılıcını aldı ve onlara

karşı meydan okudu. Dedi ki: 'Ey Ubeyrikoğulları, beni hırsızlıkla

mı suçluyorsunuz? Hâlbuki, siz benden daha çok hırsızlığa yakışırsınız?

Kaldı ki, sizler Resulullah'ı (s.a.a) hicveden ve bu hicivlerinizi

Kureyşlilerin üzerine atan, onlara mal eden münafıklarsınız. Ya

bunu açıklayacaksınız ya da kılıcımı vücutlarınıza daldıracağım.'

Bunun üzerine ona karşı yumuşadılar ve 'Evine dön. Allah sana

merhamet etsin. Sen bu suçtan berîsin.' dediler."

"Daha sonra Ubeyrikoğulları kabilelerine mensup Useyd b.

Urve adlı birinin yanına gittiler. Adam mantıklı ve etkileyici konuşmalar

yapan bir kimseydi. Kalkıp Resulullah'ın (s.a.a) yanına

gitti ve dedi ki: 'Ya Resulullah (s.a.a), Katade b. Numan, bizim kabileye

mensup onurlu, soylu, soplu bir aileye musallat olmuş, onları

hırsızlıkla suçluyor, işlemedikleri bir suçu üzerlerine yıkıyor.'

Resulullah (s.a.a) bundan dolayı üzüldü. Sonra Katade yanına geldi.

Resulullah (s.a.a) ona döndü ve şunları söyledi: 'Onurlu, soylusoplu

bir ailenin yakasına yapışmış, onları hırsızlıkla suçlamışsın,

öyle mi?' Sert bir dille onu azarlardı. Katade bundan dolayı çok üzüldü,

amcasının yanına vararak ona şöyle dedi: 'Keşke ölseydim

de Resulullah'la konuşmasaydım. Bana hiç de hoşlanmadığım

şeyler söyledi.' Amcası, 'Yardım Allah'tandır.' dedi."

"Bunun üzerine yüce Allah, bu olay üzerine şu ayetleri indirdi:



"Allah'ın sana gösterdigi şekilde... sana kitabı hak ile indirdik...

O'nun razı olmadıgı sözü düşünüp kurarlarken... (Kummî der ki:)

 

Nisâ Sûresi 105-126 ............................................ 155

 

Ayette geçen 'söz', fiil anlamındadır. [Yani, Allah'ın razı olmadığı fiil,



iş.] Böylece söz, fiil yerine geçmiştir. Haydi siz dünya hayatında

onlara taraf çıkıp savundunuz... Kim bir hata veya günah işler de

sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa... Yani, Lebid b. Sehl'in üzerine

atarsa, muhakkak ki, büyük bir iftira ve apaçık bir günah



yüklenmiş olur."

 

Yine Tefsir-ul Kummî'de Ebu Carud'dan İmam Bâkır'ın (a.s)



şöyle buyurduğu nakledilir: "Bişr'in yakın akrabalarından bazıları

şöyle dedi: 'En iyisi biz kalkıp Resulullah'ın (s.a.a) yanına gidelim,

dostumuz hakkında aracılık yapalım, onun suçsuz, bu işten berî

olduğunu söyleyelim.' Ancak yüce Allah, 'Insanlardan gizleniyorlar



(utanıyorlar) da Allah'tan gizlenmiyorlar (utanmıyorlar)... yahut

onlara kim vekil olacak?' ayetini indirdiğinde, bunlar Bişr'e dönerek;

'Ey Bişr! Allah'tan af dile ve günahlarından tövbe et.' dediler.

Ama Bişr cevaplarında dedi ki: 'Her zaman kendisine yemin ettiğime

andolsun ki, onları Lebid'den başkası çalmamıştır.' Bunun

üzerine, 'Kim bir hata veya günah işler de sonra onu bir suçsuzun

üzerine atarsa, muhakkak ki, büyük bir iftira ve apaçık bir günah

yüklenmiş olur.' ayeti indi."

"Daha sonra Bişr küfre saptı ve Mekke'ye yerleşti. Bunun üzerine

yüce Allah, Bişr'i savunan ve Resulullah'a (s.a.a) gelerek onu

temize çıkarmaya çalışan grup hakkında, 'Allah'ın sana lütuf ve



rahmeti olmasaydı, onlardan bir grup, seni şaşırtıp saptırmaga

yeltenmişti... Allah'ın lütfü sana gerçekten büyüktür.' ayetini indirdi."

 

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Tirmizi, Ibn-i Cerir, Ibn-i Münzir,



Ibn-i Ebu Hatem, Ebu Şeyh, Hakim -sahih olduğunu belirterek-

Katade b. Numan'dan şöyle rivayet ederler: "Içimizde

Ubeyrikoğulları adı verilen bir aile vardı. Bunlar Bişr, Beşir ve

Mubeşşir adlı üç kardeşti. Bişr bir münafıktı. Şiirler söyler,

Resulullah'ın (s.a.a) ashabını hicvederdi. Bu, bunları bazı Araplara

mal ederek, 'Falan falan adamlar söyledi.' derdi. Resulullah'ın ashabı

bu şiirleri duyduklarında, 'Vallahi bunu o pis adamdan başka-

 

156 ........................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

sı söylememiştir.' derlerdi. Bu yüzden o da şöyle demişti: Her kim



bir kaside söylese, onu / bana mal ederek, 'Ubeyrik'in oğlu söyledi'

mi diyecekler?"

"Bunlar hem cahiliyede, hem de Islâm döneminde muhtaç ve

yoksul bir aileydi. Halkın Medine'deki yiyeceği hurma ve arpadan

ibaretti. Bir adamın imkânı olsa ve Şam'dan beyaz un yüklü bir

deve gelseydi, ondan satın alırdı; ama sadece kendisi yerdi, ailenin

diğer fertleri hurma ve arpa yemeye devam ederlerdi."

"Bir gün Şam tarafından bir kervan geldi. Amcam Rifaa b.

Zeyd bir çuval beyaz un aldı ve onu evinin içme salonuna koydu.

Içme salonunda silahları da vardı. Iki zırh, iki kılıç ve diğer donanımlar.

Gecenin bir vaktinde duvar delinir, yiyecek ve silah götürülür.

Sabah olunca amcam Rifaa yanıma geldi ve şöyle dedi: Yeğenim

biliyor musun, bu gece evimize saldırıldı. Içme salonumuzun

duvarı delindi, yiyeceğimiz ve silahımız götürüldü!"

"Ev hakkında biraz araştırma yaptık ve etrafı soruşturduk. Bize

denildi ki: 'Ubeyrikoğullarını bu gece ocak yaktıklarını ve ocakta

ise size ait bazı yiyeceklerin pişmekte olduğunu gördük.' Biz etrafı

soruştururken Ubeyrikoğulları, 'Allah'a andolsun ki, biz arkadaşınız

Lebid b. Sehl'den başkasını o civarlarda görmedik.' dediler. Lebid

ise bizim topluluktan, yapıcı ve Islâm'ı güzel yaşayan bir insandı.

Lebid bunları duyunca kılıcını çekti ve Ubeyrikoğullarının bulunduğu

yere geldi. Şöyle seslendi: 'Ben hırsızmışım öyle mi? Allah'a

andolsun ki, ya şu hırsızlık olayını açıklarsınız ya da şu kılıçla aranıza

dalacağım.' Dediler ki: 'Bizden uzak dur adam. Allah'a

andolsun ki, bu işi yapan sen değilsin.' Böylece biz evde araştırma

yaptık, sonunda hırsızlığı yapanların onlar olduklarından kuşkumuz

kalmadı. Bunun üzerine amcam bana, 'Ey kardeşimin oğlu,

Resulullah'ın (s.a.a) yanına gitsen ve bu olayı ona anlatsan daha

iyi olmaz mı?' dedi."

 

Katade diyor ki: "Resulullah'ın (s.a.a) yanına gittim ve şöyle



dedim: 'Ya Resulullah, bizim kabileden insanlara eziyet eden bir

aile var. Amcam Rifaa b. Zeyd'in evinin içme salonunun duvarını

 

Nisâ Sûresi 105-126 ......................... 157

 

delerek içeri girmiş, silahını ve yiyeceklerini almışlardır. Silahlarımızı



geri versinler. Yiyeceklere gelince, onlara ihtiyacımız yoktur.'

Resulullah (s.a.a), 'Bu meseleye bakacağım.' dedi. Bunu duyan

Ubeyrikoğulları Useyr b. Urve adlı bir adama gidip konuştular. O aileden

başka kişiler de adamın başında toplandılar ve hep birlikte

gidip Resulullah'a (s.a.a) şöyle dediler: Ya Resulullah, Katade b.

Nu'man ve amcası, içimizde Islâm ve ıslah ehli bir aileyi töhmet

altında bıraktılar, bir kanıt ve belge olmaksızın onları hırsızlıkla

suçladılar."

Katade der ki: "Resulullah'ın (s.a.a) yanına gidip onunla konuştum.

Bana dedi ki: Islâm'ı güzel yaşayışları ve ıslah ehli oluşlarıyla

anılan bir aileyi töhmet altında mı bıraktın? Bir kanıt ve belge olmadan

onları hırsızlıkla mı suçladın?"

"Geri döndüm ve 'keşke bir kısım malım elimden çıksaydı da

bu konuda Resulullah (s.a.a) ile konuşmamış olsaydım.' diye düşündüm.

Sonra amcam Rifaa yanıma geldi ve 'Ey kardeşimin oğlu

ne yaptın?' dedi. Resulullah'ın (s.a.a) bana söylediklerini haber verince,

'Allah'tan yardım dileriz.' dedi."

"Çok geçmeden şu ayetler indi: 'Allah'ın sana gösterdigi şekilde



insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak ile indirdik;

hainlerin -Ubeyrikoğullarının- savunucusu olma! –Ve

Katede'ye söylediklerinden dolayı- Allah'tan magfiret iste. Şüphesiz



Allah, çok bagışlayıcı ve esirgeyicidir. Kendilerine hainlik edenlerden

yana ugraşmaya kalkma (onları savunma)... sonra Allah'tan

bagışlanma dilerse, Allah'ı çok bagışlayıcı ve esirgeyici

bulur. –Yani, onlar Allah'tan bağışlanma dileselerdi, Allah onları

bağışlardı.- Kim bir hata veya günah işler... -Lebid'e attıkları iftiradan

dolayı- büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur. Allah'ın

sana lütuf ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir grup -Useyr

b. Urve ve arkadaşları- seni şaşırtıp saptırmaga yeltenmişti. ...biz



ona yakında büyük bir mükâfat verecegiz.' Bu ayetler inince,

Resulullah (s.a.a) silahı hırsızdan alarak getirdi ve Rifaa'ya geri

verdi."

 

158 ..... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5



 

Katade der ki: "Silahı amcama getirdim. Yaşlı bir adamdı ve

cahiliye eğilimi vardı. Ben onun Müslümanlığının karışık olduğunu

düşünürdüm. Silahı verdiğimde, 'Ey kardeşimin oğlu, ben bu silahımı

Allah'ın yolunda (sadaka olarak) verdim.' dedi. O zaman amcamın

Müslümanlığının sahih olduğunu anladım."

"Bu ayetlerin inişi üzerine Bişr kaçıp müşriklere katıldı. Sa'd'ın

kızı Selafe'nin evine konuk oldu. Bundan sonra şu ayet indi: 'Kim



de kendisine dogru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı

çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu gittigi

yönde yürütürüz... gerçekten koyu bir sapıklıga düşmüştür." Bişr,

Selafe'nin evine konuk olunca Hassan b. Sabit Salafe'nin aleyhine

birkaç beyit söyledi. Bunun üzerine Selafe Bişr'in devesinin palanını

ve diğer eşyalarını alarak dereye attı ve 'Hediye olarak bana

Hassan'ın şiirini mi getirdin?' dedi."

 

Bu anlamı içeren rivayetler başka kanallardan da aktarılmıştır.



Aynı eserde, üzerinde durduğumuz ayetle ilgili olarak Ibn-i

Cerir, Ibn-i Zeyd'den şöyle rivayet eder: "Adamın biri, Resulullah

(s.a.a) zamanında bir demir zırh çaldı. Sonra suçu bir Yahudi'nin

üzerine yıktı. Yahudi dedi ki: 'Allah'a andolsun ki ey Ebu'l Kasım

(Muhammed), ben onu çalmadım. Fakat bana iftira atılıyor.' Zırhı

çalan ise komşuları tarafından temize çıkarılıyor ve suçu Yahudi'-

nin üzerine yıkılıyordu. Diyorlardı ki: 'Ya Resulullah, bu Yahudi pis

bir adamdır. Allah'ı ve senin getirdiğin dini inkâr eder.' Öyle ki

Resulullah (s.a.a) da bu sözlerin bir parça etkisinde kaldı."

"Bunun üzerine yüce Allah, bu etkilenmeden dolayı onu şu sözlerle

azarladı: 'Allah'ın sana gösterdigi şekilde insanlar arasında

hükmedesin diye sana kitabı hak ile indirdik; hainlerin savunucusu

olma! -Yahudi'ye söylediğin sözlerden dolayı- Allah'tan magfiret

iste. Şüphesiz Allah, çok bagışlayıcı ve esirgeyicidir.' Sonra

adamın komşularına hitaben, 'Haydi siz dünya hayatında onlara



taraf çıkıp savundunuz... onlara kim vekil olacak?' buyurdu. Sonra

tövbe etmelerini önerdi: 'Kim bir kötülük yapar yahut nefsine



zulmeder de sonra Allah'tan bagışlanma dilerse, Allah'ı çok ba-

 

Nisâ Sûresi 105-126 ......................... 159

 

gışlayıcı ve esirgeyici bulur. Kim de bir günah kazanırsa, onu ancak

kendi aleyhine kazanmış olur.' Ey insanlar, siz ne diye bu adamın

günahına müdahale ediyor, onun hakkında konuşuyorsunuz?



'Kim bir hata veya günah işler de sonra onu bir suçsuzun

üzerine atarsa, -bu suçsuz kişi müşrik bile olsa- muhakkak ki, büyük

bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur... Kim de kendisine

dogru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı çıkar...'

Ibn-i Zeyd devamla şöyle der: "Ama adam yüce Allah'ın kendisine

sunduğu tövbe yolunu seçmeyi kabul etmedi ve kaçıp Mekke

müşriklerine katıldı. Orada soyma için bir evin duvarını delmeye

çalışırken Allah duvarı üzerine yıktı, böyle ölüp gitti."

Ben derim ki: Bu anlamı içeren başka rivayetler de, az bir ihtilafla

birlikte başka kanallarca da aktarılmıştır.

 

Tefsir-ul Ayyâşî'de Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet



edilir: "Bir günah işledikten sonra kalkıp abdest alan, bu günahından

dolayı Allah'a tövbe eden hiçbir kul yoktur ki, Allah'ın onu bağışlaması


Yüklə 7,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin