Nisâ Sûresi 150-152
150- Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda)
Allah ile peygamberleri arasında ayırım yapmak isteyip
"Bir kısmına inanırız, bir kısmını da inkâr ederiz"' diyenler ve bu ikisinin
(iman ile küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler,
151- İşte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Biz de kâfirlere alçaltıcı
bir azap hazırlamışızdır.
152- Allah'a ve peygamberlerine inananlar ve onlardan hiçbiri
arasında ayırım yapmayanlar, işte Allah yakında onlara mükâfatlarını
verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
AYETLERIN AÇIKLAMASI
Surenin akışının bu yerinde, bir parantez açılıyor ve Ehlikitab'ın
durumuna göz atılıyor, küfürlerinin gerçek kaynaklarına açıklayıcı
işaretler yöneltiliyor, kimi haksızlıklarına, günahlarına ve bozguncu
sözlerine ilişkin açıklamalara yer veriliyor.
"Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler" Bu ifadeyle, Yahudi ve
Hıristiyanlardan oluşan Ehlikitap topluluklar kastediliyor. Çünkü
Yahudiler Hz. Musa'ya (a.s) inanırlar, ama Hz. Isa'nın (a.s) ve Hz.
Muhammed'in (s.a.a) peygamberliğini inkâr ederler. Hıristiyanlar
Nisâ Sûresi 150-152 ........................................................ 217
da Hz. Musa'ya (a.s) ve Hz. Isa'ya (a.s) inanırken, Hz. Muhammed'i
(s.a.a) inkâr ederler. Gerçi onlar, Allah'ı ve elçilerin bazısını inkâr
etmediklerini, sadece bazısını inkâr ettiklerini iddia ediyorlar; ancak
yüce Allah, onların Allah'ı ve bütün elçilerini inkâr ettiklerini
belirtiyor. Bu nedenle, "Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler"
şeklindeki mutlak ifadenin maksadının açıklanışına gerek duyulmuştur.
Işte bu nedenle, "ve Allah ile peygamberleri arasında ayırım
yap-mak isteyip, 'Bir kısmına inanırız, bir kısmını da inkâr ederiz'
diyenler" ifadesi, "...inkâr edenler" cümlesine açıklama nitelikli atıfla
atfedilmiştir. Aynı şekilde atfedilen ifadenin bir kısmı da diğer
bir kısmını açıklamaktadır. Onlar Allah'ı ve elçilerini inkâr ediyorlar;
çünkü, "Bir kısmına inanırız, bir kısmını da inkâr ederiz."
diyorlar. Böylece Allah ve elçileri arasında bir ayırım yapmak
istiyorlar, Allah'a ve elçilerinin bir kısmına inanıyor ve bir kısmını
da inkâr ediyorlar. Oysa inkâr ettik-leri de Allah'ın elçisidir. Onu
reddetmek, Allah'ı reddetmek demektir.
Ardından yüce Allah, başka bir açıdan da bu hususa açıklık getiriyor
ve "bu ikisinin arasında bir yol tutmak isteyenler" ifadesine
yer vererek açıklama amaçlı bir atıfla meseleye boyut kazandırıyor.
Şöyle ki, onlar Allah'a ve bütün elçilerine inanmakla, Allah'ı ve
bütün elçilerini inkâr etmek arasında, bazısına inanıp bazısını inkâr
ederek bir orta yol tutmak istiyorlar. Oysa Allah'ın yolu, ancak
O'na ve bütün peygamberlerine inanmaktan geçer. Çünkü elçinin
elçiliği hususunda bir etkinliği, bir yetkisi söz konusu değil. Dolayısıyla
ona inanmak Allah'a inanmaktır, onu inkâr etmekse sırf Allah'ı
inkâr etmek demektir.
Şu hâlde elçilerin bir kısmını inkâr edip bir kısmına ve Allah'a
inanmak, Allah ile elçileri arasında ayırım yapmaktan başka bir
şey değildir. Bunun bir diğer anlamı da elçiye Allah'tan bağımsız
bir etkinlik ve yetki tanımaktır. Dolayısıyla bu şekilde bağımsızlık
tanınan elçiye inanmanın, Allah'a inanmayla bir bağlantısı, onu inkâr
etmenin de Allah'ı inkâr etmeyle bir ilintisi yoktur. Böylece bu
218 .......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
tutumları ara yol değil, bunun dışında bir yoldur. Ona inanmakla
onu inkâr etmenin, Allah'a inanmakla O'nu inkâr etme ile bir bağlantısı
olmadığı varsayılan bir kimse için peygamberlik vasfı nasıl
tasavvur edilebilir?
Dolayısıyla şurası kuşku götürmez bir gerçektir ki: Bu özellikte
olduğu varsayılan birine inanmak ve ona itaat etmek, ulu Allah'a
ortak koşmak demektir. Bu nedenle, yüce Allah'ın onları "elçilerin
bir kısmına inanmak, bir kısmını da inkâr etmek, böylece Allah ile
elçileri arasında bir ayırıma giderek ikisinin arasında bir yol tutmak
istiyorlar." şeklinde tanımladıktan sonra, onların gerçek kâfirler
olduklarını belirttiğini görüyoruz: "Işte onlar gerçekten kâfir olanlardır."
Ardından onlara sert ifadelerle bir tehdit yöneltiyor: "Biz
de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır."
"Allah'a ve peygamberlerine inananlar ve onlardan hiçbiri arasında
ayırım yapmayanlar" Önceki ayette Allah ile elçileri arasında ayırım
yapanlar tekfir edildikleri, Allah'ı ve elçilerini inkâr ettikleri belirtildiği
için, bu ayette bir karşıt manzara olarak Allah'a ve aralarında
ayırıma gitmeden tüm elçilerine iman etme durumu gündeme getiriliyor
ve tablo tamamlanıyor.
"Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır." ifadesinde
önceki ayette geçen üçüncü şahıs şeklindeki ifade tarzından birinci
çoğul şahsa geçiş yapılıyor. Sonra ifade tarzı ikinci şahsa geçilerek
şu şekilde değiştiriliyor: "Işte (ey Peygamber,) Allah yakında
onlara mükâfatlarını verecektir." [Arapça'da "ulâike" kelimesi iki
şeyi ifade eder: Hem muhatabı bildirir, hem de işaret edilmek istenen
kimseleri.] Bu tarz bir ifade değişikliğinin hikmeti şu olsa
gerektir: Ifadenin vurgulu olması ve gerçekleşmenin kesin olduğunu
ifade etmesi açısından cezayı birinci çoğul şahısa nispet etmek,
üçüncü tekil şahsa nispet etmekten daha etkileyicidir.
Ikinci ayetteki [yani, peygambere hitaben "Işte Allah yakında
onların..." ifadesindeki] hitap tarzı değişikliğinden de benzeri bir
çıkarsama yapılabilir. Çünkü Allah'ın vaadinin gerçekleşeceğini en
iyi bilen biri olarak vaat içeren hitabın Peygamber efendimize
Nisâ Sûresi 150-152 .................................................... 219
(s.a.a) yöneltilmesi, gerçekleşme zamanının yakın olduğuna ilişkin
bir gösterge konumundadır.
220 .................................El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
Nisâ Sûresi 153-169 ....................................................... 221
153- Ehlikitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni
istiyorlar. Onlar Musa'dan, bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve
"Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümlerinden dolayı derhâl
onları yıldırım çarptı. Kendilerine açık deliller geldikten sonra
da buzağıyı tanrı edindiler. Fakat biz bunu da affettik ve Musa'ya
apaçık bir burhan ve delil verdik.
154- Söz vermeleri için Tûr dağını üzerlerine kaldırdık ve onlara
"Secde ederek kapıdan girin" dedik, "Cumartesi günü haddi
aşmayın (o günün yasağını çiğnemeyin)" dedik ve onlardan sağlam
bir söz aldık.
222 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
155- Sözlerini bozmalarından, Allah'ın ayetlerini inkâr etmelerinden,
haksız yere peygamberleri öldürmelerinden, "Kalplerimiz
perdelidir" demelerinden ötürü (kendilerine önceden helâl kılınan
temiz şeyleri yasakladık.) Hayır, (onların kalpleri perdeli değildir;)
Allah inkârlarından ötürü o kalpler üzerine mühür vurmuştur. Artık
pek az bir kısmı hariç, inan-mazlar.
156- Bir de inkâr edip Meryem'e büyük bir iftira atmalarından,
157- Ve "Allah elçisi Meryem oğlu Isa Mesih'i öldürdük" demelerinden
ötürü (kendilerine önceden helâl kılınan temiz şeyleri yasakladık.)
Oysa onu öldürmediler de, asmadılar da; fakat bu iş
kendilerine, benzer gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler,
ondan yana tam bir kuşku içindedirler; bu hususta zanna uymak
dışında, hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.
158- Bilâkis Allah onu kendisine yükseltti. Allah güçlü ve üstündür,
hikmet sahibidir.
159- Ehlikitap'tan, İsa'nın ölümünden önce ona inanmayacak
hiç kimse yoktur. Kıyamet günü de o, onlara şahit olacaktır.
160- Yahudilerin yaptıkları zulümden, Allah yolundan yüz çevirmelerinden
dolayı kendilerine (önceden) helâl kılınan temiz şeyleri
yasakladık.
161- Bir de menedildikleri hâlde faiz almalarından ve haksızlıkla
insanların mallarını yemelerinden ötürü (böyle yaptık). Içlerinden
inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.
162- Fakat içlerinden ilimde derinleşenler ve müminler, namazı
kılanlar ve zekâtı verenler sana indirilene ve senden önce indirilene
inanırlar. Allah'a ve ahiret gününe inananlar, işte onlara
büyük bir mükâfat vereceğiz.
163- (Çünkü) biz Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere
vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Ve (nitekim) Ibrahim'e, Ismail'e,
Ishak'a, Yakub'a, torunlara, Isa'ya, Eyyub'a, Yûnus'a, Harun'a
ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.
164- Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir
Nisâ Sûresi 153-169 ...................................................... 223
kısmını ise sana anlatmadık ve Allah Musa'yla konuştu.
165- (Onları) elçiler, müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdik
ki, insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir hüccetleri
olmasın! Allah üstün ve güçlüdür, hikmet sahibidir.
166- Fakat Allah, sana indirdiğine şahitlik eder; onu kendi bilgisiyle
indirmiştir. Melekler de (buna) şahitlik ederler. Şahit olarak
Allah eter.
167- İnkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar, şüphesiz uzak
(koyu) bir sapıklığa düşmüşlerdir.
168- İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir.
Onları bir yola iletecek de değildir.
169- Ancak (onları) cehennem yoluna iletir; onlar orada ebedi
kalırlar. Bu da Allah'a kolaydır.
AYETLERIN AÇIKLAMASI
Ayetler, Ehlikitab'ın Peygamberimizden (s.a.a), gökten kendilerine
bir kitap indirilmesini istedikleri bir hususu zikrederek
başlıyor. Çünkü Kur'ân'ın Ruh-ul Emin aracılığıyla bölüm bölüm indiğine
kesin olarak ikna olmuş değillerdi. Şimdi onların bu isteklerine
cevap veriliyor.
"Ehlikitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar."
Ehlikitap, Kur'ân'da geçen benzeri konularda işaret edildiği gibi
Yahudiler ve Hıristiyanlardır. Buna göre, bu istekte bulunanlar her
iki topluluk birdendir, sadece Yahudiler değil.
Ama bu, ayetlerin akışı içinde Allah'ı açıkça görmek, buzağıyı
ilâh edinip tapınmak; Tûr dağı üzerlerine kaldırılıp başlarına dikildiğinde,
secde etmeye emredildiklerinde ve cumartesi günü konulan
yasağı çiğnemekten nehyedildiklerinde verdikleri sözü tutmamak
gibi sıralanan zulümlerin ve suçların sırf Yahudiler tarafından
sergilenmiş olmasıyla çelişmez.
Çünkü, her iki grup da aynı kökene dayanır. Yani, her ikisi de
224 ............................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
Israil halkıdırlar, o ırka mensupturlar. Hz. Musa (a.s) ve Hz. Isa (a.s)
bu halka gönderilmişlerdir. Gerçi Hz. Isa'nın göğe yükseltilmesinden
sonra, çağrısı Romalılar, Araplar, Habeşliler ve Mısırlılar gibi
Israilli olmayan halklar arasında da yayılmıştır. Ancak Isa'nın
kavminin ona yaptığı zulüm, Musa'nın kavminin ona yaptığı zulümden
geri kalmaz.
Işte her iki grup da aynı kökenden sayıldıkları için, Yahudileri
ilgilendiren ceza kapsamında sadece Yahudiler zikrediliyor: "Yahudilerin
yaptıkları zulümden... dolayı kendilerine helâl kılınan
temiz şeyleri yasakladık." Yine bu nedenle, Hz. Isa (a.s) da daha
sonra zikredilen resuller arasında sayılıyor, tıpkı Hz. Musa'nın (a.s)
da aralarında sayılması gibi. Şayet hitabın hedefi sırf Yahudiler olsaydı,
bu, sahih olmazdı. Hatta ayetlerden sonra, "Ey Ehlikitap!
Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında ancak gerçegi söyleyin.
Meryem oglu Isa Mesih..." (Nisâ, 171) ifadesine yer verilmesi de
yine bu yüzdendir.
Özetleyecek olursak: İstekte bulunanlar, bütün Ehlikitap'tır.
Hitabın hedefi onlardır. Bunun nedeni, aralarındaki soy birliğinden
kaynaklanan karakter aynılığıdır. Haksız yargıda bulunmak, yalan
söylemek, ölçüsüzlük, ahitlere ve sözlere riayet etmemek onların
ortak karakterleridir. Dolayısıyla sergiledikleri ortak tavırlarda hitap
tümüne yöneliktir. Içlerinde bir grup farklı bir tutum sergilemişse,
hitap da özel olarak o gruba yönelik olmuştur.
Resulullah'tan (s.a.a) istedikleriyse, gökten üzerlerine bir kitap
indirmesidir. Bu isteği, Kur'ân'ın inişinden ve kendilerine okunuşundan
önce dile getirmiyorlar. Çünkü bu olay Medine'de geçmektedir.
O güne kadar Kur'ân'ın Mekke'de inen kısmı ve Medine'de
inen kısmının bir bölümü kendilerine ulaşmıştı. Buna rağmen böyle
bir istekte bulunmalarının nedeni, onun peygamberliğin bir kanıtı
olduğuna ikna olmamalarıdır. Çünkü Kur'ân'ı semavî bir kitap
saymıyorlardı. Oysa Kur'ân, o güne kadar indiği kısmı itibariyle
meydan okuyordu ve bir mucize olduğunu haykırıyordu. Nisâ suresinden
önce inen Isrâ, Yûnus, Hûd ve Bakara suresinin bu hususla
Nisâ Sûresi 153-169 ...................................................... 225
ilgili olarak içerdikleri ifadeleri buna örnek gösterebiliriz.
Şu hâlde, Kur'ân'la ilgili gelişmeler gözleri önünde cereyan
etmesine karşın gökten bir kitabın indirilmesini istemeleri, kelimenin
tam anlamıyla saçmalıktı. Böylesine boş ve anlamsız bir istek
ancak hakka uymayan, hakikate boyun eğmeyen, ciddiyetten
yoksun, arzusunun istekleri doğrultusunda aklına eseni yapan,
hiçbir bağ, hiçbir kayıt tanımayan, temelsiz, berduş insanlardan
sâdır olabilir. Nitekim Kureyşliler de üzerlerine inen Kur'ân ve aralarında
yayılan hak çağrısı ile ilgili olarak böyle bir sorumsuz tavır
içine girmişlerdi. Kur'ân onların bu aymazlıklarını şöyle dile getirir:
"Ona Rabbinden bir mucize indirilse ya! diyorlar." (Yûnus, 20) "Ya
da göge çıkmalısın. Ama oradan bize, okuyacagımız bir kitap indirmedikçe
senin sadece göge çıkmana da inanamayız." (Isrâ, 93)
Yukarıda işaret ettiğimiz bu hususlardan dolayı, yüce Allah onların
bu isteklerine iki madde hâlinde karşılık veriyor.
Birincisi: Onlar, mütemadiyen cehalet ve sapıklık içinde debelenen bir topluluktur; en korkunç zulümleri işlemekten, apaçık belgelerle destekli
hakkı inkâr etmekten, hak içerikli mesaja karşı çıkmaktan, en
sağlam ve en kesin karara bağlanmış sözleşmeleri çiğnemekten
kaçınmazlar; her türlü yalandan, iftiradan ve zulümden geri durmazlar.
Böyle olanlara cevap vermek, önerilerine karşılık vermek
doğru olmaz.
İkincisi: Allah'ın indirdiği kitap, yani Kur'ân Allah'ın ve meleklerin
şahitlikleriyle desteklidir. Kur'ân da, içerdiği ayetleri aracılığıyla
muhaliflerine sık sık meydan okur.
Yüce Allah, bu çerçevede önce şu cevabı veriyor: "Onlar Musa'-
dan, bundan daha büyüğünü istemişlerdi." Yani, senden kendilerine
gökten bir kitap indir, şeklindeki isteklerinden daha büyüğünü
Musa'dan istemişlerdi "ve 'Bize Allah'ı apaçık göster' demişlerdi." Yani,
O'nu ayan beyan, çıplak gözlerimizle görelim. Bu, insanın cahillikte,
gevezelikte ve azgınlıkta ulaşabileceği son noktadır. "Zulümlerinden
dolayı derhâl onları yıldırım çarptı." Bu kıssa, Bakara suresinin
55-56. ayetlerinde ve A'râf suresinin 155. ayetinde ayrıntılı o-
226 ................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
larak anlatılmaktadır.
Ardından yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kendilerine açık deliller
geldikten sonra da buzağıyı tanrı edindiler." Puta tapıcılığın batıl olduğu
ortaya çıktıktan veya yüce Allah'ın her türlü cisimden ve sonradan
olmalıktan münezzeh olduğu apaçık olarak ortaya konduktan
sonra bir put edinerek ona kulluk sunmuşlardı. Beşerî cehaletin
en çirkin, en yüz kızartıcı, en utanç verici örneğidir puta tapıcılık.
"Fakat biz bunu da affettik ve Musa'ya apaçık bir burhan ve delil
verdik." Bu hususta Hz. Musa (a.s) onlara yaratıcılarına tövbe etmelerini
ve birbirlerini öldürmelerini emretmişti. Onun bu emrini tutmuşlardı,
bu yüzden yüce Allah onları affetmişti; böylece bu öldürme
işinin devam etmesinden vazgeçmişti ve tümünün öldürülmesine
razı olmayarak öldürme eyleminin yarıda bırakılmasını
emretmişti. Işte affetmekten maksat buydu. Ardından
Israiloğullarına, Samiri'ye ve buzağısına musallat kılınmasıyla Hz.
Musa'ya apaçık bir burhan ve delil verildi. Bu kıssa da Bakara suresinin
54. ayetinde ayrıntılı olarak anlatılır.
Devamla şöyle buyuruyor ulu Allah: "Söz vermeleri için Tûr dağını
üzerlerine kaldırdık." Burada yüce Allah'ın onlardan aldığı bir söz
kastediliyor. Ki bu sırada Tûr dağını üzerlerine kaldırmış, başlarına
dikmişti. Bu kıssa da Bakara suresinin 63. ve 93. ayetlerinde iki
kez zikredilir.
Sonra şöyle buyuruyor: "ve onlara, 'Secde ederek kapıdan girin'
dedik, 'Cumartesi günü haddi aşmayın' dedik ve onlardan sağlam bir
söz aldık." Bu iki kıssa da hem Bakara suresinin 58-65. ayetlerinde,
hem de A'râf suresinin 161-163. ayetlerinde anlatılır. Ayette
sözü edilen "misak=sağlam bir söz alma"nın, bu iki kıssaya ve diğer
kıssalarda işaret edilen hususlara dönük olması uzak bir ihtimal
değildir. Çünkü Kur'ân, Israiloğullarından misak alınışını defalarca
zikreder: "Biz Israilogullarından şöyle söz almıştık: Allah'-
tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz..." (Bakara, 83) "Birbirinizin
kanını dökmeyeceginize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacagınıza
dair sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul
Nisâ Sûresi 153-169 ..................................................... 227
etmiştiniz, buna siz şahitsiniz." (Bakara, 84)
"Sözlerini bozmalarından" İfadenin orijinalinin başındaki "fa"
harfi ayrıntılandırma amaçlıdır. "Fe-bima" kelimesindeki "ba" harfi
cerri ise, -suçları sıralanan- birkaç ayet sonraki, "onlara yasakladık."
diye başlayan ifadeyle ilintilidir. Ayetler, yüce Allah'ın onlara
verdiği korkunç dünyevî ve uhrevî cezayı açıklama amacına yöneliktir.
Bu çerçevede, daha önce sözü edilmeyen bazı kötü uygulamaları
da zikrediliyor.
"Sözlerini bozmalarından" ifadesi, yukarıda işaret edilen misakları
çiğnemeleri ve verdikleri başka misakları da -ki burada onlardan
söz edilmiyor- çiğnemeleri hususuna ilişkin bir özet niteliğindedir.
"Allah'ın ayetlerini inkâr etmelerinden" Bu ifade, Hz. Musa (a.s)
zamanında ve ondan sonra işledikleri küfür çeşitlerinin bir özeti
hükmündedir. Ki Kur'ân bu tür küfre sapışlarının çoğunu bize aktarmaktadır.
Bunlar arasında, ayetler grubunun başında değinilen
iki konu vardır. Bununla şu ifadeleri kastediyorum: "Musa'dan,
bundan daha büyügünü istemişlerdi ve 'Bize Allah'ı apaçık
göster' demişlerdi.", "Kendilerine açık deliller geldikten sonra da
buzagıyı tanrı edindiler."
Ayetlerin girişinde [yüz elli üçünçü ayette], bu iki olayın [Allah'ı
apaçık olarak görmeyi istemeleri ve buzağıyı tanrı edinmeleri] öne
alınmış olmasına karşın, bu ayette [yüz elli beşinci ayette] "Allah-
'ın ayetlerini inkâr etmeleri" şeklindeki bir cümle ile "sözlerini
bozmaları"ndan sonra zikredilmesinin nedeni, iki ayetin konumlarının
farklılığıdır. Dolayısıyla gerekleri de farlılık arz etmiştir. Çünkü
ayetler grubunun giriş kısmında, gökten üzerlerine bir kitap indirilmesi
şeklindeki istekleri, bundan daha da büyüğünü istemiş olmaları
ve buzağıyı tanrı edinip tapınışları zikrediliyor ki, bu konunun
akışına daha uygun ve daha doğrudan ilintili bir seçimdir. Bu
ve sonraki ayetlerse, hak davetine icabet etmelerinden ve bunun
nedenlerinin anlatımından sonra işledikleri amellere karşılık olarak
aldıkları cezayı gündeme getiriyor. Böyle bir çerçevede, sözle-
228 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
rin bozulmasından söz etmek daha uygun ve anlatımın ruhuna da
daha yakındır.
"haksız yere peygamberleri öldürmelerinden" Burada Hz.
Zekeriya, Hz. Yahya ve diğerleri kastediliyor. Ki Kur'ân bunların adlarını
vermeden genel olarak öldürüldüklerinden söz eder.
"ve 'Kalplerimiz perdelidir' demelerinden ötürü (kendilerine önceden
helâl kılınan temiz şeyleri yasakladık.)" Ifadenin orijinalinde geçen
"ğulf" kelimesi, "eğlef"in çoğuludur. Yani kalplerinin üzerinde
bir örtü, bir kılıf ve bir perde vardır. Bu, nebevî çağrıyı duymalarına,
çağrıldıkları hakkı onaylamalarına engel oluşturuyor. Bunu söylerken,
daveti reddettiklerini anlatmak istiyorlar. Bu arada kabul etmeyişlerinin
suçunu da yüce Allah'a yıkmak istiyorlar. Kalpleri kılıflı
olarak yaratıldıklarını söylemek istiyor gibidirler. Ya da kendi ellerinden
olmayarak, bir tercihleri söz konusu olmaksızın Musa'nın
çağrısının dışındaki çağrılar karşısında bu şekilde olmalarının öngörüldüğünü
söylemek istiyorlar.
Yüce Allah onların bu mesnetsiz savlarını şu ifadelerle reddediyor:
"Hayır, Allah inkârlarından ötürü o kalplerin üzerine mühür
vurmuştur. Artık pek az bir kısmı hariç, inanmazlar." Burada yüce Allah,
kalplerinin hak içerikli mesajı dinlemeyişinin algılamayışının,
Allah'ın fiiline isnat ettiğini açıklıyor; ama iddia ettikleri gibi, onların
bunda hiçbir etkinlikleri yok değildir. Tam tersine, başlarına bu
durumun gelmesi, hakkı inkâr etmelerinin, kâfir olup hakka karşı
çıkmalarının karşılığıdır. [Dolayısıyla yüce Allah, onların inkârlarına
karşılık kalplerin mühürlemiştir.] Işte bunun bir sonucu olarak bu
kavim, içindeki az sayıdaki bir grup hariç, iman etmez.
Bu istisna üzerinde daha önce konuştuk ve ilâhî intikamın ulus
olarak, toplum olarak üzerlerine indiğini belirttik. Onlar top yekûn
bir ulus olarak ilâhî intikamın muhataplarıdırlar. Kalplerinin üzerine
mühür basılmıştır. Topluca iman etmeleri imkânsızdır. Ama bu,
içlerindeki az sayıdaki insanın iman etmesine engel değildir.1
----
1- [Daha geniş bilgi için bkz. c.4, s.529, Nisâ, 46]
Dostları ilə paylaş: |