Nisâ Sûresi 170-175 ........................................................ 255 c:5
170- Ey insanlar! Resul size, Rabbinizden hak üzere geldi.
Öyleyse inanın, bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer inkâr ederseniz,
şüphesiz göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ındır. Allah (her
şeyi) bilendir, hikmet sahibidir.
171- Ey Ehlikitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında
ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın
elçisidir, O'nun Meryem'e attığı kelimesidir ve O'ndan bir ruhtur.
Şu hâlde Allah'a ve peygamberlerine inanın, (Allah) üçtür demeyin;
(bundan) vazgeçin, bu sizin için daha hayırlıdır. Allah, ancak bir tek
Tanrı'dır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların
tümü O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.
172- Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de Allah'a yakınlaştırılmış
melekler. Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük
taslarsa, (bilsin ki) O, onların hepsini kendi huzuruna toplayacaktır.
173- İnanıp iyi işler yapanlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve
onlara lütfunu daha da artıracaktır. Kulluk etmekten çekinenleri
ve büyüklük taslayanları ise, acı bir azapla azaplan-dıracaktır. Onlar
kendileri için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı
bulacaklardır.
174- Ey insanlar! Rabbinizden size kesin bir delil geldi ve size
apaçık bir nur (Kur'ân) indirdik.
175- İşte Allah'a inanıp O'na sımsıkı tutunanları, kendi katından
bir rahmetin ve lütfun içine alacak ve onları kendisine (varan)
doğru bir yola iletecektir.
AYETLERIN AÇIKLAMASI
Ehlikitab'ın, Peygamberden (s.a.a) kendilerine gökten bir kitap
indirmesini istemelerine, Allah'ın elçisinin ancak Rabbinin katından
hak esaslı bir mesaj getirdiği, onun Rabbinin katından getirdiği
kitabın kuşku içermeyen kesin bir kanıt olduğu belirtilerek cevap
verilmesinden dolayı, yüce Allah'ın bu noktada bütün insanları,
peygamberlerine ve kitabına inanmaya davet etmesi, yerinde ve
ayetlerin akışının ruhuna uygun bir ifade tarzıdır.
Bu açıklamalar çerçevesinde, bütün peygamberlerin -bu
meyanda İsa'nın da adı zikrediliyor- aynı yasaya tâbi oldukları, bu
256 .................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
yasanın parça ve çerçevesinin birbirinin benzeri olduğu vurgulanıyor.
Buna kİsaca, Allah'tan vahiy alma yasası demek mümkündür.
Işte bu açıklamanın doğal bir sonucu olarak, özelde kitap ve vahiy
ehli olan Hıristiyanların şöyle bir inanca davet edilmeleri uygun görülmüştür:
Dininizde aşırılığa kaçmayın ve diğer muvahhid -Allah'ın
birliğine inanan- müminlere katılın. Kendinizin de onlar gibi diğer
peygamberler hakkında Allah'ın kulları ve elçileri olduğu yönündeki
inancınızın aynısıyla, İsa'nın da hakkında inanın.
Ardından yüce Allah, bunun bir adım ötesinde, bütün insanları
Resulü'ne (s.a.a) inanmaya davet ediyor. Çünkü, "Biz Nuh'a ve ondan
sonra gelen peygamberlere vahyettigimiz gibi, sana da
vahyettik..." ayetinde ilkönce o hazretin elçiliğinin doğruluğunu açıklığa
kavuşturmuştu. [Peygamberin elçiliği doğrulandıktan sonra
da bütün insanları ona inanmaya davet etmeye başladı.]
Ardından İsa (a.s) hakkında aşırıya gitmemeleri çağrısında bulunuyor.
Çünkü önceki bölümde işaret edilen ayetler kapsamında
açıklanan ikinci husus da budur.
Bunun da ardından kitabına, yani Kur'ân'a uymaya davet ediyor.
Ki şu ayetin kapsamında açıklanan son husus da budur: "Fakat
Allah, sana indirdigine şahitlik eder; onu kendi bilgisiyle indirmiştir..."
"Ey insanlar! Resul size, Rabbinizden hak üzere geldi. Öyleyse inanın,
bu sizin için daha hayırlıdır." Bu hitap, Ehli-kitap'la birlikte tüm
insanlara yönelik genel bir hitaptır ve Ehlikitab'a yönelik önceki açıklamanın
bir devamı niteliğindedir. Hitabın bu şekilde genel tutulması,
mesajın evrensel niteliğinden kaynaklanmaktadır. Mesaj
ise, Resule inanmaktır. Ayrıca Resulün üstlendiği rİsalet misyonu
da bir kavimle sınırlı olmayıp geneldir.
"bu sizin için daha hayırlıdır." ifadesi, cümle içinde
"âminû=ina-nın" kelimesiyle ilintili lazım hâldir [sahibinden asla
ayrılmayan bir niteliktir]. Yani, öyle bir iman ki, onun ayrılmaz bir
özelliği de sizin için yararlı olmasıdır.
"Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz göklerde ve yerde olanların tümü
Nisâ Sûresi 170-175 ................................................. 257
Allah'ındır." Yani, eğer inkâr ederseniz, küfrünüzün size olumlu bir
katkısı, artıracağı bir şey olmayacaktır ve Allah'tan da herhangi bir
şey eksiltmeyecektir. Çünkü göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ındır.
Dolayısıyla bir kimsenin O'nun mülkünden bir şey eksiltmesi
mümkün değildir. Göklerde ve yerde olan her şey öz doğası
gereği ortağı olmayan Allah'a ait olduğunu göstermektedir. [Her
varlık varlığını O'ndan aldığını, O'nun mülkü olduğunu, sadece O'-
na ait olduğunu kendince bilir.] Dolayısıyla her şeyin varolmasıyla
Allah'ın mülkü olması arasında hiçbir fark yoktur; her varlık aynı
zamanda Allah'ın mülküdür de. Şu hâlde, kendisi de o mülkün bir
parçası olan bir şey, Allah'ın mülkünden bir şey alıp eksiltebilir mi?
Bu ayet, meseleyle ilgili oldukça kapsamlı ve kuşatıcı bir ifadeye
sahiptir. Üzerinde düşünüldükçe, derinliğine etüt edildikçe
anlamının incelikleri daha bir belirginleşir, açıklamasının genişliği
akıllara durgunluk veren bir boyuta ulaşır. Buna göre, Allah'ın eşya
üzerindeki kuşatıcı egemenliği ve bu egemenliğin sonuçları, etkileri
bağlamında küfür, iman, itaat ve isyan kavramları olanca incelikleriyle
netliğe kavuşurlar. Daha fazla anlamsal boyutları kavramak
için, bu ayet üzerinde daha fazla düşünmek gerekiyor.
"Ey Ehlikitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında ancak gerçeği
söyleyin." Ayetin Hz. İsa (a.s) ile ilgili bir hususa değinmesini
bir ipucu olarak ele alırsak, hitabın Hıristiyanlara yönelik olduğunu
söyleyebiliriz. Ortak bir nitelik olarak "Ehlikitap" şeklinde bir ifadenin
yalnızca Hristiyanlar hakkında kullanılmış olması ise, şu mesajı
vermeye yöneliktir: Ehlikitap adını almış olmaları, Allah'ın çizdiği
ve kitabında açıkladığı sınırları aşmamalarını gerektirmektedir.
Açıkladığı konulardan biri de, gerçekle ilgisi olmayan şeyleri Allah
hakkında söylememelerinin, ancak gerçeği O'nun hakkında söylemelerinin
gerektiğidir.
Hitabın hem Yahudilere, hem de Hıristiyanlara yönelik olduğu
da söylenebilir. Çünkü Yahudiler de tıpkı Hıristiyanlar gibi dinlerinde
taşkınlık yapıyorlardı, aşırı gidiyorlardı ve Allah hakkında gerçekle
ilgisi olmayan şeyler söylüyorlardı. Nitekim yüce Allah bu
258 ................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
hususta şöyle buyurmaktadır:
"Yahudiler, Üzeyr Allah'ın ogludur, dediler." (Tevbe, 30) "(Yahudiler)
Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hıristiyanlar da)
rahiplerini... Rabler edindiler." (Tevbe, 31) "De ki: Ey Ehlikitap, bizimle
sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin... Allah'ı bırakıp
da bazılarımız bazılarını Rabler edinmesin." (Âl-i Imrân, 64)
Buna göre, "Meryem oglu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisidir..."
sözü, ayetin akışı içinde genel anlatımın ardından özele indirgenmiş
bir anlatımdır. Burada, muhataplar içindeki belli bir
gruba özgü özel bir yükümlülüğe dikkat çekilmiştir.
Fakat ayetin akışının zahiri bu yorumu ihtimal dışı bırakıyor.
Çünkü ayetin zahiri, "Meryem oglu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisidir."
sözünün, "Dininizde aşırı gitmeyin." ifadesinin gerekçesi
olmasını gerektirmektedir. Bu da özel olarak hitabın Hıristiyanlara
yönelik olduğunu gösterir. Sonra "Mesih" yani kutsal nitelemesinin
ardından, "Meryem oğlu İsa" sözüne yer verilerek niteleme isim ve
ana ismiyle açıklığa kavuşturuluyor. Ki niteleme farklı bir anlama
yorumlanmasın ve bu, onun bir anadan doğan herhangi bir insan
gibi yaratıldığının kanıtı olsun.
"O'nun Meryem'e attıgı kelimesidir." ifadesi, "kelime"nin anlamı-
nın açıklaması konumundadır. Çünkü o kelime, bakire Meryem'e
ilka edilen [ve yaratma kelimesi olan] "Ol" kelimesidir. Onun
varoluşunda, evlilik ve baba gibi normal sebepler rol oynamamışlardır.
Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: "Bir işin olmasına
karar verdi mi yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir."
(Âl-i Imrân, 47) Şu hâlde, her şey yüce Allah'ın kelimesinden ibarettir;
ancak diğer varlıklar normal sebeplerle iç içedirler. İsa'nın "kelime"
olarak isimlendirilmek suretiyle belirginleşen ayrıcalığı, doğumunda
bazı normal ve doğal sebeplerin rol oynamamış olmasından
kaynaklanmaktadır. "ve O'ndan bir ruhtur." Ruh, emirdendir
[emir âlemindendir]. Allah şöyle buyuruyor: "De ki: Ruh,
Rabbimin emrindendir." (Isrâ, 85) İsa, tekvinî=varoluşsal "Ol" kelimesi
olduğuna ve bu kelime de emir âleminden olduğuna göre,
Nisâ Sûresi 170-175 .................................................. 259
İsa ruhtur. Tefsirimizin üçüncü cildinde, İsa'nın yaratılışını incelerken bu
ayetle ilgili açıklamalara da yer verdik.1
"Şu hâlde Allah'a ve peygamberlerine inanın, (Allah) 'üçtür' demeyin;
(bundan) vazgeçin, bu sizin için daha hayırlıdır. Allah, ancak bir tek
Tanrı'dır." Bu ifade, "Mesih sadece..." diye başlayan ifadeyle gerekçelendirilen
ayetin giriş cümlesindeki konunun ayrıntısı niteliğindedir.
Demek isteniyor ki: Gerçek durum bundan ibaret olduğuna
göre, sizin bu şekilde inanmanız gerekir; Rab olarak Allah'a ve aralarında
İsa'nın da bulunduğu elçilerin sundukları rİsalete inanmanız
lâzım gelir. Allah üçtür demekten vaz geçin. Çünkü böyle demekten
vazgeçmeniz yahut Allah'a ve elçilerine inanmanız ve "teslis"
iddiasını olumsuzlamanız sizin yararınızadır.
"Üç"ten maksat, baba, oğul ve kutsal ruhtan (Ruh-ul Kudüs)
oluşan üç uknumdur. Âl-i Imrân suresinde Hz. İsa'yla ilgili olarak
nazil olan ayetleri tefsir ederken bu meseleyle ilgili ayrıntılı açıklamalar
sunduk.2
"O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların tümü
O'nundur." Bu ifadenin orijinalinde geçen "subhan" kelimesi,
takdirde bulunan bir fiilin mutlak mef'uludur ve ifadenin orijinalinde
geçen "en yekûne" kelimesi de onunla ilintilidir. Bu da, cer verenin
ortadan kaldırılması sonucu mansup olmuştur. Dolayısıyla
ifadenin açılımı şöyledir: "O'nu çocuk sahibi olmaktan ulularım,
O'nu tenzih ederim." Bu hâliyle cümle, Allah'ın ululuğunu vurgulama
amacıyla baş vurulmuş bir ara ifade niteliğine sahiptir.
"Göklerde ve yerde olanların tümü O'nundur." cümlesi, ayet
içinde gramer açıdan hâl fonksiyonunu icra ediyor ya da yeni bir
anlatımın başlangıcıdır. Her hâlükârda yüce Allah'ın çocuğunun
olmasını olumsuzlama amaçlı bir rettir. Çünkü çocuk, her ne şekilde
tasavvur edilirse edilsin, özü itibariyle bir parçası olduğu ba-
-------
1- [c.3, s.292, Âl-i Imrân, 45]
2- [c.3, s.420, Âl-i Imrân, 79-80]
260 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
banın bir benzeridir. Göklerde ve yerde olan her şey özü ve etkinliği
itibariyle Allah'ın mülküdür. Allah, her şeyin yönetimini elinde
bulundurmakta ve egemenlik sadece O'na aittir. Şu hâlde bu varlıklardan
hiçbir şey O'nun benzeri değildir. Dolayısıyla O'nun çocuğu
da yoktur.
İfade, varlıklar âleminde, yüce Allah'tan başka her şeyi kapsayıcı
genelliğe sahiptir. Bu da, "Göklerde ve yerde olanlar..." ifadesinin,
Al-lah'tan başka her şeyi ifade etmeye yönelik bir kinaye olmasını
gerektirmektedir. Çünkü göklerle yerin kendisi de bu kapsama
girer. Oysa gökler ve yer, göklerde ve yerde olanlardan değil,
onların kendileridir.
Öte yandan, ayetin içerdiği emir ve yasak, onlar açısından
dünya ve ahiret iyiliğini gösteren genel bir yol göstericilik işlevini
görmektedir. Bu yüzden ifadenin sonunda şu cümleye yer verilmiştir:
"Vekil olarak Allah yeter." Yani Allah, işleriniz üzerindeki yönetici-
velinizdir. Hayatınızı O düzenleyip, yönlendirmektedir. Sizi, sizin
için daha iyi olana iletir; dosdoğru yola davet eder sizi.
"Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de Allah'a yakınlaştırılmış
melekler." Bu ifade Mesih'in (a.s) tanrılığını olumsuzlayan bir
diğer kanıt. Ister oğul, isterse üçün üçüncüsü şeklinde tasavvur edilsin,
onun tanrİsal bir özelliği yoktur. Çünkü Mesih, Allah'ın kuludur,
hiçbir zaman O'na kul olmaktan ve O'na kulluk etmekten
çekinmez. Hıristiyanlar da bu gerçeği inkâr etmiyorlar. Bu gün onların
elinde bulunan Incillerde, Mesih'in Allah'a ibadet ettiği açıkça
ifade edilmektedir. Oysa tanrıyla aynı nitelikte olan oğlun ibadetinin
ne anlamı vardır? Bir kimsenin kendisine ya da üçten biri olanın
varlık olarak hepsine denk düştüğü üçlüye ibadet etmesi anlamsızdır.
Hz. İsa (a.s) ile ilgili konularda bu kesin kanıt hakkında
geniş bilgiler sunduk.
"ne de Allah'a yakınlaştırılmış melekler..." Bu, hükmün melekleri
de kapsayacak şekilde genelleştirilmesine dönük bir ifadedir.
Çünkü bu kanıt İsa gibi onlar hakkında da geçerlidir. Bazı müşrik
toplulukları -Arap müşrikleri gibi- onların Allah'ın kızları olduk-
Nisâ Sûresi 170-175 .................................................. 261
larını ileri sürüyorlardı. Buna göre bu cümle, söz gelişi yani söz sözü
getirir sanatına örnek oluşturmaktadır.
"Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de Allah'a yakınlaştırılmış
melekler." ifadesinde, Hz. İsa'nın (a.s) "Mesih=kutsal",
meleklerin de "mukarrebîn=yakınlaştırılmış" olarak nitelendirilmiş
olması, sıfat anlamını içeriyor olmaları hasebiyle konunun nedenine
ve gerekçesine işaret etmektedir. Demek isteniyor ki: İsa, Allah'a
ibadet etmekten çekinmez. Nasıl çekinsin ki, o kutsal Mesih'tir.
Yaklaştırılmış melekler de öyle! Eğer kul olmaktan çekinmeleri
ihtimali olsaydı, Allah onu (İsa'yı) kutsamaz, onları (melekleri)
da yakınlaştırmazdı. Yüce Allah, bir yerde Mesih'i de "yaklaştırılmış"
olarak nitelendirir: "Dünyada da, ahirette de onurlu, saygın
ve Allah'a yakınlaştırılanlardandır." (Âl-i Imrân, 45)
"Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, (bilsin ki) O, onların
hepsini kendi huzuruna toplayacaktır." Bu ifade, Mesih ve meleklerle
ilintili hâl cümlesi konumundadır. Öbür yandan, önceki yargıyı
da gerekçelendirmektedir. Demek isteniyor ki: Mesih ve yakınlaştırılmış
melekler, nasıl kul olmaktan çekinirler? Oysa O'na kul olmaktan
çekinenler, O'na ibadet etmekten kaçınan insanlar, cinler
ve melekler, topluca O'nun huzuruna geleceklerdir. Yapıp ettiklerinin
karşılığını eksiksiz alacaklardır. Gerek Mesih, gerekse melekler
bunu bilirler, buna inanırlar ve bu tür olumsuz bir akıbete düşmemek
için korunurlar.
"Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa..." ifadesinin,
"İsa ve yakınlaştırılmış meleklerin O'na ibadet etmekten çekinenlerin
O'nun huzurunda toplanacaklarını bilirler." anlamında olduğunun
kanıtı, "büyüklük taslarsa..." sözüdür. Bu sözle, "Kim...
çekinirse" ifadesi kayıtlandırılmıştır. Çünkü kulluk sunmaktan çekinme,
büyüklük taslamaktan kaynaklanmıyorsa -cahillerin ve
mustazafların durumunda olduğu gibi- tek başına ilâhî gazabı gerektirici
olmaz. Mesih ve meleklerse, şayet kulluktan çekinirlerse,
bu tavırları ancak büyüklük taslamaktan ileri gelebilir. Çünkü onlar
Rablerinin yüce konumunu bilirler. Bu yüzden, ifadenin onlarla ilgi-
262 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
li kısmında, sadece "kulluktan çekinme"den söz edilmiş [ve şöyle
buyrulmuştur: "Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de Allah'a
yakınlaştırılmış melekler."] Dolayısıyla bu ifadenin, "Kim O'-
na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa..." cümlesiyle gerekçelendirilmesi,
onların O'na ibadetten çekinenlerin, O'nun huzurunda
toplanacaklarını bildikleri anlamını ifade ettiğini gösterir.
"hepsini" yani iyi, kötü herkesi. Bu ifade, "İnanıp iyi işler yapan-
lara gelince..." diye başlayan hemen sonraki ayetin içerdiği
ayrıntılandırma durumuna ortam hazırlamaktadır.
"Onlar kendileri için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı
bulurlar." Bu ifade, Mesih'in ve meleklerin ilâhlıklarına ilişkin olarak
ileri sürülen iddialara bir karşılık olarak dost ve yardımcı ihtimalini
olumsuzlama amacına yöneliktir.
"Ey insanlar! Rabbinizden size kesin delil geldi ve size apaçık bir
nur indirdik." Ayetin orijinalinde geçen ve "kesin delil" olarak anlamlandırdığımız "burhan kelimesiyle ilgili olarak Ragıp el-Isfahanî
der ki: "Burhan, kanıtlama amaçlı açıklama demektir. 'Ruc-han' ve
'sunyan' gibi, 'fu'lan' kipinden gelir. Bazılarına göre bu kelime,
'berehe-yebrehu=beyaz oldu' fiilinin mastarıdır." (Rağıptan aldığımız
alıntı burada son buldu.) Dolayısıyla bu kelime, hangi kökten
ve hangi kalıptan olursa olsun mastardır. Kimi durumlarda, özellikle
delil ve kanıt anlamında kullanıldığında fail anlamını ifade eder.
Nurdan maksat, Kur'ân'dır kuşkusuz. Bunun kanıtı da, "size...
indirdik." ifadesidir. Burhan kelimesi ile de bunun kastedilmiş olması
mümkündür. Bu durumda, her iki cümle birbirini desteklemekte,
her biri diğerini pekiştirmektedir.
Bununla (nurla) Peygamber efendimizin (s.a.a) kastedilmiş
olması da mümkündür. Tefsirini sunduğumuz ayetin, Peygamberin
sunduğu rİsaletin doğruluğunu ve Kur'ân'ın Allah katından inen bir
kitap olduğunu açıklamaya dönük ayetler grubunun sonrasında
yer almış olması bu ihtimali güçlendirmektedir. Çünkü ayet, bu akışın
bir ayrıntısı görüntüsü vermektedir. Bu ihtimali, bir sonraki
ayette yer alan, "tutunanlar" ifadesi de güçlendirmektedir. Daha
Nisâ Sûresi 170-175 ..................................................... 263
önce, "Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdogru
yola iletilmiştir." (Âl-i Imrân, 101) ayetini tefsir ederken "tutunmak"
tan maksadın, Allah'ın kitabını izlemek ve Resulullah'a
(s.a.a) uymak olduğunu belirtmiştik.
"İşte Allah'a inanıp O'na sımsıkı tutunanları" Bu ifade, Rabbinin
sunduğu kanıt nitelikli açıklamaya ve katından indirdiği nura tâbi
olanların alacakları ödülü açıklama amacına yöneliktir.
Bu ayet, inanıp salih ameller işleyenlerin sevabını açıklamaya
yönelik önceki ayete yani, "İnanıp iyi işler yapanlara ecirlerini eksiksiz
ödeyecek ve onlara lütfunu daha da artıracaktır." ayetine
işaret ediyor gibidir. Belki de bu yüzden, incelediğimiz ayette kanıta
ve nura tâbi olma buyruğuna aykırı hareket edenlerin cezasına
işaret edilmemiştir. Çünkü önceki ayette buna aynen değinilmiştir.
Dolayısıyla bu ayette tâbi olanlara verilecek karşılığın, öteki ayette
tâbi olanlar için öngörülen ödülün aynısı olduğu belirtildikten sonra,
ikinci bir tekrara gerek görülmemiştir. Çünkü ortada iki grup
vardır: Tâbi olanlar ve karşı çıkanlar.
Buna göre, incelediğimiz ayetteki "kendi katından bir rahmetin
ve lütfun içine alacak..." ifadesi, öteki ayetteki "ecirlerini eksiksiz
ödeyecek..." -yani, onları cennete götürecek- ifadesine tekabül
etmektedir. Bu ayetteki "lütuf"un karşılığı, öteki ayetteki
"onlara lütfunun daha da fazlasını artıracaktır." ifadesidir. "Onları
kendisine (varan) dogru bir yola iletecektir." cümlesine gelince,
bu, ayette sözü edilen Allah'a sarılmanın bir sonucudur. Nitekim
bir ayette şöyle buyrulmuştur: "Kim Allah'a sımsıkı tutunursa,
şüphesiz o, dosdogru olan yola iletilmiştir." (Âl-i Imrân, 101)
264 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
Nisâ Sûresi 176 .......................................................................
176- Senden fetva istiyorlar. De ki: Ana-babası ve çocuğu olmayan
kimsenin mirası hakkında Allah size şöyle fetva veriyor:
Eğer çocuğu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse (erkek kardeş)
ölürse, bıraktığının yarısı o kız kardeşindir. Fakat (ölen) kız kardeşinin
çocuğu yoksa, erkek kardeş ona tamamen vâris olur. Eğer
ölenin iki kız kardeşi varsa, (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte
ikisi onlarındır. Ve eğer vârisler erkek-kadın birçok kardeşler olursa,
erkeğin payı iki kızın payı kadardır. Şaşırırsınız diye Allah size
açıklıyor. Allah her şeyi bilendir.
AYETIN AÇIKLAMASI
Bu ayette, sünnetin açıklamasından da anlaşıldığı kadarıyla
anne-baba bir ya da yalnız baba bir olan "kelâle"nin yani, annebabası
ve ço-çuğu olmayan kimselerin miras alma hükmü açıklanıyor.
Yine Peygamberimizin (s.a.a) açıklamasından anlaşıldığı
kadarıyla, surenin girişinde işaret edilen miras paylaşımı ise, anne
tarafından bir olan kelâ-le'nin miras alması ile ilgilidir. Bunun kanıtı,
burada zikredilen feraizin (payların) orada zikredilenden daha
fazla olmasıdır. Yine ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla mirasta erkeklerin
payı kadınların payından daha fazladır.
"Senden fetva istiyorlar. De ki: Ana-babası ve çocuğu olmayan kim-
Nisâ Sûresi 176 ............................................................. 265
senin mirası hakkında Allah size şöyle fetva veriyor." Nisâ suresinin
akışı içinde fetva istemenin, fetvanın1 ve kelale2 kavramının anlamı
üzerinde çeşitli bilgiler sunduk.
"Çocugu olmayıp..." Yalnızca çocuk sözcüğünün mutlak olarak
ifade edilmesinden anlaşıldığı kadarıyla burada genel olarak hem
erkeği, hem de kadını kapsayan bir hüküm söz konusudur.
Mecma-ul Beyan tefsirinde deniliyor ki: "Bunun anlamı şöyledir:
Çocuğu ve babası yoksa... Babayı da bu kapsama aldık. Çünkü bu
hususta görüş birliği vardır." [Mecma-ul Beyan'dan alınan alıntı burada
son buldu.]
Eğer anne-babadan birinin varlığı varsayımı esas
alınsaydı, ayette mutlaka onun payına işaret edilirdi. Böyle bir işaret
olmadığına göre, her ikisinin yokluğu esas alınarak hüküm açıklama
yönüne gidilmiştir.
"kız kardeşi bulunan kimse ölürse, bıraktıgının yarısı o kız
kardeşindir. Fakat (erkek kardeş, ölen) kız kardeşinin çocugu
yoksa, kendisi ona tamamen vâris olur." Burada kız kardeşin erkek
kardeşin mirasından, erkek kardeşin de kız kardeşin mirasından
alacağı paya işaret ediliyor. Buradan hareketle kız kardeşin
kız kardeşten, erkek kardeşin erkek kardeşten kalan mirastan alacağı
pay da belirlenmiş oluyor. Çünkü eğer bu sonuncular için
başka bir paylaşım şekli söz konusu olsaydı, mutlaka ondan söz
edilirdi.
Ayrıca, "Fakat... erkek kardeş ona tamamen vâris olur." ifadesiyle
demek isteniyor ki: Eğer tersi olursa, yani erkek kardeş kız
kardeşin yerinde olursa, mirasın tümünü alır. Üstelik, iki kız kardeşin
ve erkek kardeşlerin payını açıklayan "Eger ölenin iki kız kardeşi
varsa, (erkek kardeşlerinin) bıraktıgının üçte ikisi onlarındır.
Ve eger vârisler erkek-kadın birçok kardeşler olursa, erkegin payı
iki kızın payı kadardır." ayetinde, ölenin erkek veya kadın olması
kaydına yer verilmemiştir. Dolayısıyla ölenin erkek veya kadın ol-
-------
1- [bkz. c.5, Nisâ suresi, ayet: 127.]
2- [bkz. c.4, Nisâ suresi, ayet: 12, s.305]
266 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
masının, miras pay-ları üzerinde bir etkinliği yoktur.
Ayetin açıkladığı; bir kız kardeşin, bir erkek kardeşin, iki kız
kardeşin ve erkek-kadın karışık kardeşlerin payıdır. Geri kalan yakınların
payı da bundan hareketle belirlenebilir. Buna göre, iki
kardeş mirasın tamamını alırlar ve aralarında eşit bir şekilde paylaşırlar.
Bunu, bir kardeşin mirasın tümünü almasından çıkarıyoruz.
Bu ihtimallerden biri, bir erkek ve bir kız kardeşin bulunması
durumudur. "Kardeşler" ifadesi bu ihtimali de kapsar. Nitekim bu
surenin giriş kısmında buna işaret edilmiştir. Buna göre, "Ve eger
vârisler erkek-kadın birçok kardeşler olursa..." ifadesi bu ihtimali
de içermektedir. Kaldı ki, sünnet [Peygamberimizden (s.a.a) nakledilen
hadisler] bu ihtimallerin tümünü açıklamaktadır.
Burada sözü edilen paylar, ölenin sadece babasız ya da sadece
annesiz ve babasız olması durumunda geçerlidir. Fakat bu şekilde
ölen kişinin ana-baba bir kız kardeşi ve baba bir kız kardeşi
varsa, baba bir kız kardeşi mirastan pay almaz. Surenin giriş kısmındaki
ilgili ayeti tefsir ederken bu hususta açıklamalarda bulunduk.
"Şaşırırsınız diye Allah size açıklıyor." Yani, şaşırmanız korkulur
veya şaşırmayasınız diye Allah size açıklıyor demek isteniyor. Bu
tarz bir kullanımın Arapçadaki örnekleri çoktur. Amr b. Gülsüm
şöyle der:
"Bizi küçük düşürüp alay etmenizden korkuyoruz (veya alay
etme-yesiniz) diye, size ziyafet vermek için acele ettik."
AYETİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Mecma-ul Beyan adlı tefsirde, Cabir b. Abdullah el-Ensari'den
şöyle rivayet edilir: "Bir ara hastalandım. Dokuz -ya da yedi- tane
kız kardeşim vardı. Peygamberimiz (s.a.a) beni ziyarete geldi, yüzüme
üfledi. Kendime geldim, dedim ki: 'Ya Resulallah, kız kardeşlerime
malımın bütününden üçte iki pay ayırayım mı?' Buyurdu ki:
'Bundan daha iyisini yap.' Dedim ki: 'Malımın bir bölümünü mü ayırayım?'
Buyurdu ki: 'Bundan daha iyisini yap.' Sonra yanımdan
Nisâ Sûresi 176 ............................................................ 267
ayrılıp gitti. Giderken geri dönerek bana şöyle dedi: Ey Cabir, senin
bu hastalıktan öleceğini sanıyorum. Fakat Allah, senin kız kardeşlerinin
alacağı payla ilgili bir ayet indirerek onlara iki kere üçte birlik
bir pay ayırdı."
Raviler demişlerdir ki: "Cabir, bu ayet benim hakkımda indi, derdi."
Buna yakın bir rivayet de ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde yer alır.
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Ibn-i Ebi Şeybe, Buharî, Müslim,
Tirmizi, Nesai, Ibn-i Dureys, Ibn-i Cerir, Ibn-i Münzir ve Beyhaki -ed-
Delail adlı eserde- Bera'dan şöyle rivayet ederler: "Bir bütün olarak
inen en son sure, Tevbe suresidir. En son inen ayet de, Nisâ
suresinin sonunda yer alan, 'Senden fetva istiyorlar. De ki: Anababası
ve ço-cugu olmayan kimsenin mirası hakkında Allah size
şöyle fetva veriyor...' ayetidir."
Ben derim ki: Aynı eserde yer alan birçok rivayette belirtildiğine
göre, Resulullah (s.a.a) ve ashap bu ayeti "Sayf Ayeti=Yaz Ayeti"
diye adlandırırlardı. Mecma-ul Beyan tefsirinde deniliyor ki: "Bunun
nedeni şudur: Ana-babasız ve çocuksuz ölen kişinin mirası hakkında
iki ayet nazil olmuştur. Biri kış mevsiminde inmiş ve Nisâ
suresinin giriş kıs-mında yer alır, diğeri de yazın nazil olan şu ayettir."
Aynı eserde, Ebu Şeyh'in Feraiz adlı eserde Bera'dan şöyle rivayet
ettiği belirtilir: "Resulullah'a (s.a.a) kelâle'nin kim olduğu soruldu.
'Çocuktan ve babadan başkasıdır.' buyurdu."
Tefsir-ul Kummî'de müellif şöyle diyor: Bana babam anlattı. O
da Ibn-i Ebu Umeyr'den duymuş. Ona Ibn-i Üzeyne Bukeyr'den aktarmış
ki, Imam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: "Adamın biri ölse ve geride
mirasçı olarak bir kız kardeşi kalsa, ayetin hükmünce ona mirasın
yarısı verilir. Tıpkı adamın kız çocuğu olması durumunda mirasın
yarısını alacağı gibi. Eğer adamın ondan daha yakın bir akrabası
yoksa, mirasın diğer yarısını da yine kız kardeş, akrabalık
hükmünce alır. Kız kardeş yerine, erkek kardeş mirasçı olsa,
mirasın tümünü alır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Fakat
268 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
(ölen) kız kardeşinin çocugu yoksa, erkek kardeş ona tamamen
vâris olur." Şayet mirasçılar iki kız kardeş olurlarsa, üçte ikilik bir
payı ayetin hükmünce alırlar; geriye kalan üçte birlik payı da akrabalık
payı hükmünce alırlar. Şayet mirasçılar kadın-erkek karışık
kimseler olsalar, erkeğe iki kadının payı kadar bir pay verilir. Bütün
bunlar, ölen kişinin çocuğunun, anne-babasının veya eşinin
olmaması durumunda geçerlidir."
Ayyâşî kendi tefsirinde, bu rivayetin devamını çeşitli kanallardan
Imam Bâkır (a.s) ve Imam Sadık'tan (a.s) rivayet eder.
Tefsir-ul Ayyâşî'de Bükeyr'den şöyle rivayet edilir: Bir adam
Imam Bâkır'ın (a.s) yanına geldi ve ona, geride mirasçı olarak kocasını,
ana bir kız kardeşlerini ve baba bir kız kardeşini bırakan bir
kadının mirasının nasıl paylaşılacağını sordu. Imam buyurdu ki:
"Kocaya mirasın yarısı verilir. Bu, altı paydan üç paya denk düşer.
Ana bir kız kardeşlere üçte bir verilir. Bu da altı paydan iki paya
denk düşer. Baba bir kız kardeşlere de bir pay verilir."
Adam şöyle dedi: "Zeyd'in, Ibn-i Mesud'un, Ehlisünnet'in ve
kadı-ların paylaşımı bundan farklıdır, ey Ebu Cafer! Diyorlar ki: Ana
bir ve baba bir kız kardeşe üç pay verilir. Bu da altıda bir paya
denk düşer. Böylece payı altıdan sekize kadar yükseltirler." Imam
Bâkır (a.s) buyurdu ki: "Bunu neye dayanarak söylüyorlar?" Adam
şu karşılığı verdi: "Çünkü yüce Allah, 'bir kız kardeşi bulunan kimse
(erkek kardeş) ölürse, bıraktıgının yarısı o kız kardeşindir.' buyuruyor."
Bunun üzerine Imam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: "Madem ki
Allah'ın emrini kanıt gösteriyorsunuz, neden erkek kardeşin payını
eksiltiyorsunuz? Çünkü yüce Allah, kız kardeş için mirasın yarısını,
erkek kardeş için de tümünü öngörmüştür. Bir şeyin tümü yarısından
daha fazladır. Nitekim Allah kız kardeş için, 'bıraktıgının yarısı
o kız kardeşindir.' ve erkek kardeş için de, 'kız kardeşinin çocugu
yoksa, ona -yani geride bıraktığı bütün mala- tamamen vâris olur.'
buyurmuştur. Siz ise, miras paylaşımınızda Allah'ın bütün malı
verdiği erkek kardeşe bir şey vermezken, Allah'ın malın yarısını
Nisâ Sûresi 176 ................................................................. 269
vermeği emrettiği kimseye tümünü veriyorsunuz!" [c.1, s.287]
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde şöyle deniyor: Abdurrezzak, Ibn-i
Münzir, Hakim ve Beyhaki Ibn-i Abbas'tan şöyle rivayet ederler:
Adamın biri İbn-i Abbas'a şöyle sordu: "Bir kimse ölür ve geride
mirasçı olarak bir kız çocuğu ve ana-baba bir kız kardeş bırakırsa,
bunun mirası nasıl paylaşılır?" Ibn-i Abbas dedi ki: "Kız çocuğu mirasın
yarısını alır. Kız kardeşe de bir şey verilmez. Mirasın geri kalanı
da baba yönünden akrabalara verilir." Buna karşılık ona denildi
ki: "Ama Ömer kız kardeş için de mirasın yarısını
öngörmektedir." Ibn-i Abbas şu karşılığı verdi: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz,
Allah mı? Allah diyor ki: 'Eger çocugu olmayıp bir kız
kardeşi bulunan kimse (erkek kardeş) ölürse, bıraktıgının yarısı o
kız kardeşindir.' Siz ise diyorsunuz ki: Adamın çocuğu olsa da, mirasının
yarısı kız kardeşinindir!"
Yukarıda sunduğumuz rivayetlerin içerdiği anlamı destekler
mahiyette başka rivayetler de vardır.
270 ............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
Mizân Tefsiri, Cilt:5
272 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
Dostları ilə paylaş: |