El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 5 Nisa Suresinin Devamı ve Maide Suresi


Mâide Sûresi 4-5 .......................................................... 365



Yüklə 7,94 Mb.
səhifə27/48
tarix04.01.2019
ölçüsü7,94 Mb.
#90079
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   48

Mâide Sûresi 4-5 .......................................................... 365

 

labilir. Şöyle ki: Yüce Allah Mekke döneminde inen, "De ki: Bana



vahyolunanda, yiyen kimse için haram kılınmış bir şey

bulamıyorum. Ancak leş... olursa başka." (En'âm, 145) ayetinde ve

Nahl suresindeki ilgili ayetinde, Mâide suresinden önce inen Bakara

suresinin ilgili ayetinde ve tefsirini sunduğumuz ayetten önce,

"Size şunlar haram kılındı: Leş..." ayetinde genel olarak yenilmesi

haram olan etleri açıklamışken, nasıl böyle bir soru yöneltebiliyorlar?

Dolayısıyla bu görüşü savunan kimsenin perspektifinden baktığımız

zaman, bu ayet Ehlikitab'ın kestiklerinin haram olmadığına

ilişkin bir nass ya da nass hükmünde olduğuna göre, Mekke inişlisiyle,

Medine inişlisiyle bunca ayet, ardarda ve defalarca helâlliğini

vurguladıkları hâlde, bu uygulama bu şekilde devam ettiği, korunduğu,

öğretildiği ve pratize edildiği hâlde, bunların Ehlikitab'ın kestiğinin

helâl olup olmadığını sormaları normal mıdır?

 

Adı geçen müfessirin, "En'âm suresindeki ilgili ayet haramlığın



orada zikredilenlerle sınırlı olduğuna ilişkin bir nass hükmündedir.

Bunun dışında, söz gelimi Ehlikitab'ın kestiğinin haramlığı için kanıt

göstermek gerekir." sözüne gelince; hiç kuşkusuz, her hükmün

dayanacağı bir kanıta ihtiyacı vardır. Adı geçen müfessirin bu sözü

açıkça ortaya koyuyor ki bu ayette zikredilenlerin ötesinde, herhangi

bir şeyin haramlığına ilişkin başka bir kanıtın olmaması durumunda

bu sınırlandırma geçerliliğini korur.

 

Şayet bu müfessirin kanıt derken kastettiği, hadisleri de kapsayan



türdense, Ehlikitab'ın kestiğinin haram olduğunu savunanlar,

ayetin açıklaması bağlamında buna ilişkin rivayetler sunmaktadırlar.

Biz de önceki açıklamalarımızda bunların bir kısmına yer

verdik.


 

Eğer kanıt derken kastettiği sadece kitap (Kur'ân) ise, bu kanıtsız

zorlama eseri bir yaklaşımdır. Çünkü sünnet, kitaptan

ayrılmaz ve kanıtsallık açısından ona paralel bir çizgide gelişir. Ayrıca

müfessire sormak gerekir: Ehlikitab'ın dışındaki putperest ve

materyalist kâfirlerin kestiklerine ne dersin? Acaba, meşru kesil-

 

366 ............................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5



 

me yöntemi esas alınmadığı için, onların kestiklerini leş kabul edip

haram sayacak mısın? Bir hayvanı kıbleye doğru kesilmediğinden

ve üzerine Allah'ın adı anılmadığından dolayı tezkiye edilmemiş

saymakla onu gayr-i İslâmî bir yöntemle kesmek ve tezkiye

etmek arasında ne fark vardır? Ki yüce Allah böyle bir uygulamadan

hoşnut olmamış ve onun yerine İslâmî kesimi önermiştir?

Şu hâlde dinin nazarında bunların tümü pistir. Allah da, pis

şeyleri haram kılmıştır: "Onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram

kılar." (A'râf, 157) Tefsirini sunduğumuz ayetin öncesindeki ayette

de şöyle buyurmuştur: "Sana, kendilerine neyin helâl kılındıgını



soruyorlar. De ki: Size temiz şeyler helâl kılındı." Gerek sorunun

ve gerekse cevabın üslûbundan, helâlliğin sırf temiz şeylerle

sınırlı olduğuna ilişkin gayet açık bir kanıt algılıyoruz. Tefsirini

sunduğumuz ayetin girişinde yer alan, "Bugün size temiz şeyler



helâl kılındı." ifadesi de, ayetin ana teması kullara yönelik lütuf ve

minnet olduğu için, sözünü ettiğimiz sınırlandırmaya delâlet ediyor.

Eğer kâfirlerin kestiklerinin haram oluşunun gerekçesi, onların

Allah'tan başkasının adını, örneğin bir putunkini anarak kesmiş

olmaları olsaydı, yeniden şu soru gündeme gelirdi: Bir hayvanı keserken

üzerine Allah'tan başkasını anmakla, Allah'ın razı olmadığı

için yürürlükten kaldırdığı bir yöntemle kesip üzerine Allah'ın adını

anmak arasında ne fark vardır?

 

Adı geçen müfessir daha sonra şöyle diyor: "Yüce Allah, Arap



müşriklerinin, yukarıda örnekleri sunulan leş türlerini yemelerini

ve putlar için kurbanlar kesmelerini sert bir şekilde kınamıştır. Ki

ilk Müslümanlar, gelenekleri üzere bu konuda yumuşak ve duyarsız

davranmasınlar. Ehlikitap, leş yemek ve putlar adına hayvan

kesmek geleneğine ilk Müslümanlardan daha uzaktılar. [Bu yüzden,

Allah onların kestiklerine ilişkin hükmü açıklamamıştır.]"

Mezkur müfessir, Ehlikitab'ın bir kolu olan Hıristiyanların domuz

etini yediklerini unutmuş bulunuyor. Oysa yüce Allah, onların

bu tutumunu gündeme getirerek sert bir üslûpla eleştirmiştir. Kal-

 

Mâide Sûresi 4-5 ............................................................ 367



 

dı ki Hıristiyanlar, Mesih'in kendini, feda etmesi suretiyle, haramlığın

ortadan kalktığını ileri sürerek müşriklerin mubah gördüğü her

şeyi yerlerdi. Kaldı ki bu çıkarsama, çürük bir istihsandır; bir yarar

sağlamadığı gibi, Allah'ın sözünün, ayetlerinin anlamının ve dinî

hükümlerinin kavranması bağlamında böylesine çürük bir mantık

esas alınmaz.

 

Daha sonra şöyle diyor: "Kur'ân'ın bu yaklaşımı, dinsel siyasetin



bir gereğiydi. Arap müşriklerine karşı sert davranılması gerekiyordu

ki, Arap yarımadasında İslâm'ı kabul etmeyen kimse kalmasın.

Buna karşın, Ehlikitap'la yumuşak ilişkiler geliştirildi." Müfessir,

buna ilişkin bir kanıt olarak bazı sahabelerin kilise ve benzeri

mekânlar için kesilen hayvanların etlerinin helâl olduğuna dair

fetvalarını gösteriyor.

 

Müfessirin bu değerlendirmesi, yüce Allah'ın Arapları diğer



uluslar arasında seçtiğine, diğer uluslara karşı bir üstünlüğe sahip

olduklarına ilişkin rivayetlere dayanan bir tezden kaynaklanmaktadır.

Nitekim bu tezin resmi ideoloji olarak benimsendiği dönemlerde

Arap olmayan Müslüman uluslar "mevâlî" (köleler, hizmetçiler)

olarak isimlendirilirlerdi. Ancak bu tez, Kur'ân ayetleriyle hiçbir

şekilde bağdaşmamaktadır: "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir



kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve

kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, günahlardan

en çok korunanızdır." (Hucurât, 13) Ehlibeyt İmamlarından gelen

birçok hadis, bu tezin tersini içeren ifadeler kapsamaktadır.

İslâm dini, mesajını sunarken Arapları bir yana, diğer ulusları

da bir yana koymamıştır. Aksine Arap olsun, olmasın Ehlikitap'tan

olmayan tüm müşrikleri aynı kefeye koymuştur. Müşriklerin önüne,

İslâm'a girip mümin olmaktan başka bir seçenek bırakmamıştır.

Arap olsun, olmasın tüm Ehlikitab'ı da bir kefeye koymuştur.

Onlardan da, Müslüman olmamaları durumunda zimmet kapsamına

girip cizye ödemelerini kabul etmiştir.

 

Adı geçen müfessirin bu yaklaşımını bir an için doğru kabul etsek



bile, bu cümlenin kapalılığından dolayı en fazla onlar için bir

 

368 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

kolaylaştırma yönüne gidildiğine delâlet eder, başka değil. Fakat



bu kolaylaştırmanın, kendi yöntemlerine ve geleneklerine göre

kesseler bile kestikleri hayvanın etinin yenilebileceği şeklinde gerçekleşmesinin

gerekliliğine ilişkin bir kanıtın bu ifadeden çıkamayacağı

açıktır.


 

Söz konusu müfessirin, bazı sahabelerin uygulamaları ve sözleri

ile ilgili olarak söylediklerine gelince, bu hususta söyleyeceğimiz

şudur: Sahabenin uygulaması ve sözü kanıt değildir.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan, ne tefsirini sunduğumuz

ayetin, ne de herhangi bir ayetin, Ehlikitab'ın gayr-i İslâmî bir yöntemle

kestiği hayvanların etinin de yenebileceğine yönelik bir kanıt

içermediği anlaşılıyor. Bizim mezhebimize mensup bazı âlimlerin

de belirttiği gibi, ayetin zahirinden hareketle, Ehlikitab'ın kestiklerinin

helâl olduğunu kabul etsek bile, bunun İslâmî ve meşru

bir boğazlamayla gerçekleştiğinin bilinmesini şart koşuyoruz.

 

Daha önce işaret ettiğimiz gibi el-Kâfi ve et-Tehzib adlı eserlerde



yer alan İmam Sadık'ın (a.s) sözünden şu anlaşılmaktadır:

"Hayvan kesilirken önemli olan, üzerine Allah'ın adının anılmasıdır.

Bu hususta da Müslüman'dan başkasına güvenilmez. [Önemli

olan, Allah'ın adının anılması ise, bu durumda Ehlikitab'ın hayvan

keserken Allah'ın adını andığını kesin olarak biliyorsak, bizim için

helâl olur.]" Daha ayrıntılı bilgi için fıkıh kaynaklarına başvurulabilir.

Tefsir-ul Ayyâşî'de İmam Sadık'ın (a.s), "Sizden önce kendilerine

kitap verilenlerden iffetli kadınlar..." ifadesi hakkında,

"Burada [muhsan kadınlardan,] iffetli kadınlar kastedilmiştir." dediği

rivayet edilir. [c.1, s.296, h:39]

 

Aynı eserde İmam Sadık'ın (a.s), "İnanan kadınlardan iffetli



olanlar..." ifadesinden Müslüman [Şiî-Sünnî] kadınlar kastedilmiştir."

dediği de rivayet edilir.

 

Tefsir-ul Kummî'de Peygamberimizin (s.a.a) şöyle buyurduğu



belirtilir: "Sadece cizye ödeyen kitabîlerin kadınlarıyla evlenmek

helâldir. Bunun dışındakilerle evlenmek helâl değildir."

 

Mâide Sûresi 4-5 ........................................................... 369

 

Ben derim ki: Çünkü cizye ödemeyen Ehlikitap, bu sırada



muharib kâfir olur, ki onlarla evlenmek câiz değildir.

 

el-Kâfi ve et-Tehzib adlı eserlerde, İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle



dediği rivayet edilir: "Ehlikitap kadınları içinde sadece kıt akıllılarıyla

evlenmek caizdir." [Füru-u Kâfi, c.5, s.357, h:2; Tehzib-ul Ahkâm, c.7,

s.299, h:7]

 

Men la Yahzuruh-ul Fakih adlı eserde, İmam Sadık'ın (a.s) Hıristiyan



ve Yahudi bir kadınla evlenen bir adamla ilgili olarak şöyle

dediği rivayet edilir: "Eğer Müslüman bir kadın bulabiliyorsa, Yahudi



ve Hıristiyan kadını ne yapacak?" Bunun üzerine denildi ki:

"Ama adam bu kadına aşık olmuşsa ne yapsın?" buyurdu ki: "Eğer

illa da bu işi yapmak zorundaysa, kadının içki içmesini, domuz eti

yemesini yasaklasın. Şunu da bil ki, bu evlilik adamın dini açısından,

bir kusur göstergesidir." [c.3, s.407, h:4422]

 

et-Tehzib adlı eserde İmam Sadık'ın şöyle buyurduğu rivayet



edilir: "Özgür, [köle olmayan] bir kadınla evli olan bir kimsenin,

Yahudi veya Hıristiyan bir kadınla müt'â evliliği yapmasının herhangi

bir sakıncası yoktur." [c.7, s.300, h:1253.]

 

Men la Yahzuruh-ul Fakih adlı eserde İmam Bâkır'dan (a.s)



şöyle rivayet edilir: "Bir gün ona, Müslüman bir erkek Mecusî bir

kadınla evlenebilir mi?" diye soruldu: "Hayır, dedi. Fakat Mecusî

bir cariyesi varsa, onunla birleşmesinin; ancak azil yapmasının

(meniyi dışarı akıtması) ve ondan çocuk edinmeyi düşünmemesinin

bir sakıncası yoktur." [c.3, s.407, h:4423]

 

el-Kâfi adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Abdullah b.



Sinan'dan, o da İmam Cafer Sadık'tan (a.s) bir hadiste şöyle buyurduğunu

rivayet eder: "Müslüman bir erkeğin Yahudi ve Hıristiyan



bir kadınla evlenmesini istemem, çocuğunun Yahudileşmesinden

veya Hıristiyanlaşmasından korkarım." [Füru-u Kâfi, c.5, s.351,

h:15]


 

el-Kâfi'de, müellif kendi rivayet zinciriyle Zürare'den, Tefsir-ul

Ayyâşî'de müellif Mes'ade b. Sadaka'dan şöyle rivayet ederler: "İmam

Bâkır'dan (a.s): 'Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden

 

370 ...............................................El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

iffetli kadınlar...' ayetini sordum." Buyurdu ki: "Bu ayet, 'Kâfir kadınları

nikâhınızda tutmayın.' ayetiyle neshedilmiştir." [Füru-u Kâfi,

c.5, s.358, h:8.]

 

Ben derim ki: Bu rivayette bir problem var. Çünkü "...tutmayın..."



ayeti, "iffetli kadınlar..." ayetinden önce inmiştir. Oysa

nesheden ayetin neshedilen ayetten önce inmiş olması caiz değildir.

Kaldı ki, rivayetlerde, Mâide suresinin neshedilen değil,

nesheden olduğu belirtilir. Daha önce bu hususa değindik. Ayrıca

ayetin neshedilmediğinin kanıtı, yukarıda yer verdiğimiz ve

Ehlikitap kadınlarıyla müt'a evliliği yapılabileceğini ifade eden rivayettir.



Ashap, Ehlikitap kadınlarıyla müt'a evliliği yapmışlardır.

Müt'a ayetini (Nisâ, 24) tefsir ederken, müt'anın meşru bir nikâh ve

evlilik şekli olduğunu belirtmiştik.

 

Evet! Biri diyebilir ki: "Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın..."



ifadesi, önceden inmiş olması ve tahsis edici özelliğiyle, "Sizden

önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar..." ifadesini

sınırlandırarak, daimi evliliği bu ifadenin mutlaklığının dışına çıkarmıştır.

Çünkü bu ayet, nikâhı tutmanın yasaklığına delâlet eder.

Bu ise, daimi nikâhla örtüştüğü gibi ayetin inişine konu olan,

kocanın Müslüman olmasından sonra nikâhın tutulmasına da

delâlet eder.

 

Buna şu şekilde itiraz edilebilir: "Söz konusu ayet, kocanın



Müslüman olması, karısının küfür üzere kalması problemi bağlamında

inmiştir." Ancak bu itiraza kulak asmamak gerekir. Çünkü

hiçbir zaman ayetin iniş sebebi, onun lafzının açıkça işaret ettiği

anlamı sınırlandırmaz. Tefsirimizin 1. cildinde Bakara suresinin

nesh konusunu içeren ayetini incelerken, Kur'ân geleneğinde ve

aslı itibariyle nesh olgusunu tahsis kılma gibi terminolojide belirtilmeyen

nesh eylemini de kapsadığını belirtmiştik.

 

Bazı rivayetlerde bu ayetin, "Müşrik kadınlarla evlenmeyin..."



ayetiyle neshedildiği belirtilmiştir. Daha önce bu tür rivayetlerin

problematiğine dikkat çekmiştik. Bu konuyla ilgili doyurucu bilgi

için fıkıh kitaplarına baş vurulabilir.

 

Mâide Sûresi 4-5 ........................................................... 371

 

Tefsir-ul Ayyâşî'de, "Kim imanı inkâr ederse, onun ameli boşa



çıkmıştır..." ifadesiyle ilgili olarak Eban b. Abdurrahman'dan şöyle

rivayet edilir: İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini duydum:

"Kişinin İslâm'dan çıkması için yeterli olan en basit şey, hakka aykırı

bildiği bir görüşü belirtmesi ve bu görüşte ayak diretmesidir.

Nitekim yüce Allah, 'Kim imanı inkâr ederse, onun ameli boşa

çıkmıştır.' buyurmuştur." İmam devamla şöyle buyurmuştur: Imanı

inkâr eden kimse, Allah'ın emrettiği şekilde amel etmeyen ve ona

razı olmayan kimsedir." [c.1, s.297, h:42]

 

Aynı eserde Muhammed b. Müslim, İmam Bâkır (a.s) ve İmam



Sa-dık'tan (a.s) birisinden şöyle rivayet eder: "Imanı inkâr etmek,

sonunda bütünü terk edecek şekilde peyderpey amelleri işlememektir."

[c.1, s.297, h:43]

 

Ben derim ki: Önceki açıklamalarımıza bakılırsa, bu tür rivayetlerin



içerdikleri tefsirle ilgili özelliklerin açıklığa kavuşturulduğu

net bir şekilde anlaşılır.

 

Aynı eserde, Ubeyd b. Zürare'den şöyle rivayet edilir: İmam Cafer



Sadık'tan (a.s), "Kim imanı inkâr ederse, onun ameli boşa

çıkmıştır." ayetinin ne anlama geldiğini sordum." Buyurdu ki: "Kişinin

kendisinin de kabul edip inandığı ameli terk etmesi

kastediliyor. Sözgelimi hastalık ve engelleyici bir mazeret olmaksızın

namazı terk etmesi bunun bir örneğidir." [c.1, s.296, h:41]

 

Ben derim ki: Yüce Allah, "Allah sizin imanınızı zayi edecek



degildir." (Bakara, 143) ayetinde, namazı iman olarak nitelendirmiştir.

İmamın da özellikle namazı örnek göstermesi bu yüzden olabilir.

Tefsir-ul Kummî'de belirtildiğine göre, İmam Cafer Sadık (a.s)

şöyle buyurmuştur: "İman ettikten sonra şirk ehline itaat eden



kimse, imanı inkâr etmiş olur."

 

el-Besâir adlı eserde, Ebu Hamza'nın şöyle dediği rivayet edilir:



İmam Bâkır'dan (a.s), "Kim imanı inkâr ederse, onun ameli boşa

çıkmıştır ve o, ahirette kaybedenlerdendir." ayetinin anlamını

 

372 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

sordum. Buyurdu ki: "Bu ayetin, Kur'ân'ın batınî anlamı açısından



açıklaması, 'Kim Ali'nin velayetini inkâr ederse...' şeklindedir.

Çünkü Ali, somut imandır." [Besair-ud Derecat, s.77, h:5.]

 

Ben derim ki: Bu açıklama anlam itibariyle Kur'ân'ın zahirinin



karşısında yer alan batınî yönünün yansımasıdır. Tefsirimizin 3. cildinde

muhkem ve müteşabih kavramları üzerinde dururken, bu

konuda ayrıntılı bilgiler sunduk.

 

İmamın bu değerlendirmesi bir uyarlama, soyut ve genel bir



anlamın somut ve özel bir olguya tatbiki de olabilir. Nitekim Peygamber

efendimiz (s.a.a), Hendek Savaşında Amr b. Abduved karşısında

er meydanına çıkan Hz. Ali'yi (a.s), "İmanın tamamı küfrün

tamamının karşısına çıktı." sözleriyle iman olarak nitelendirmiştir.1

Bu anlamı destekleyen başka rivayetler de vardır.

------

1- [Bihar-ul Envar, c.20, s.215, h:2]



 

Mizân Tefsiri, cilt:5

 

Mâide Sûresi 6-7 ....................................................... 373



 

6- Ey inananlar! Namaza durmak istediğiniz zaman, yüzlerinizi

ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başınızın bir kısmını ve üzerindeki

çıkıntıya kadar ayaklarınızın bir kısmını meshedin. Eğer

nüp iseniz, temizlenin. Hasta veya yolculukta iseniz yahut sizden

birisi çukur yerden (tuvaletten) gelirse yahut da kadınlara dokunursanız

(onlarla cinsel ilişkide bulunursanız), (bu hâlde) su bulamadığınız

takdirde, doğası üzere olan yeryüzüne yönelin. Ondan

yüzleriniz ve ellerinizin bir kısmına meshedin (teyemmüm edin).

Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemiyor; fakat sizi tertemiz

kılmak ve size olan nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki

şükredersiniz.

 

7- Allah'ın size olan nimetini ve sizi kendisiyle bağladığı sözünü



hatırlayın. Hani bir zaman, "işittik ve itaat ettik" demiştiniz. Allah'tan

korkun. Çünkü Allah kalplerin içindekini bilir.

 

374 .......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

AYETLERİN AÇIKLAMASI



 

Ayetlerin ilki, üç temizliğin hükmünü kapsıyor. Abdest, gusül

ve teyemmüm yani. İkinci ayetse, ilkinin bütünleyicisi ya da içerdiği

hükmün pekiştiricisi konumundadır. Aslında üç temizlik konusuyla

ilgili başka bir ayet daha var: "Ey inananlar! Ne söylediginizi

bilmeniz için sarhoşken namaza yaklaşmayın; yoldan geçici olmanız

dışında, cünüp iken de yıkanıncaya (gusledinceye) kadar,

(mescide) yaklaşmayın. Eger hasta veya yolculukta iseniz yahut

sizden biriniz tuvaletten gelirse yahut da kadınlara dokunmuşsanız

(onlarla cinsel ilişkide bulunmuşsanız), su bulamadıgınız takdirde

dogası üzere olan yeryüzüne yönelin ve onu yüzlerinize ve

ellerinize sürün (teyemmüm edin). Allah şüphesiz, çok affedici ve

bagışlayıcıdır." (Nisâ, 43)

 

Tefsirini sunduğumuz ayet ise, Nisâ suresinin konuyla ilgili ayetine



oranla daha açık ve daha anlaşılırdır; hükmün yönlerini daha

fazla kuşatıcıdır. Bu yüzden Nisâ suresinin ilgili ayetinin açıklamasını

şu ana kadar erteledik ki, iki ayet arasında karşılaştırma

yapınca anlaşılması kolay olsun.

 

"Ey inananlar! Namaza durmak istediğiniz zaman" Ayetin orijinalinde



geçen "kumtum" fiilinin mastarı olan "kıyâm" kelimesi, "ilâ"

harf-i cerriyle geçişli kılındığı zaman, bazı zamanlar sözü edilen

şeyin istendiğinden kinaye olur. Çünkü bu ikisi birbirinden

ayrılmazlar, birbirlerini gerektirirler. Bir şeyi istemekle, ona yönelik

hareket sergilemek birbirinden ayrı düşünülemez. Örneğin bir insanın

oturduğu varsayılsın. Bu normal olarak hareketsizliğinin hâli ve

durgunluğunun gereğidir. Öte taraftan istenilen şeyin de normal

olarak kendisine doğru hareket edilmeyi ve yinelenmeyi gerektiren

bir eylem olduğu varsayılırsa, bu durumda onu gerçekleştirmek

genel olarak ondan taraf bir kıyamı, bir kalkışı gerektirir.

Dolayısıyla insanın hareketsizliği terk edip ameli algılamaya

başlaması, fiili işlemeye kalkması demektir. Bu da istemenin ve

iradenin ayrılmaz bir unsurudur. Şu ayet, bu ayetin bir örneği ko-

 

Mâide Sûresi 6-7 ......................................................... 375

 

numundadır: "Sen de içlerinde bulunup onlara namazı kıldırdıgın



zaman." (Nisâ, 102) Yani, onlara namazı kıldırmak istediğin zaman.

Bunun aksi örnekliğini de bir açıdan şu ayet oluşturmaktadır: "Eger



bir eşinizi bırakıp yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan

birine yüklü miktarda mal (mehir) vermiş olsanız bile ondan

hiçbir şeyi geri almayın." (Nisâ, 20) Yani, bir eşi boşayıp, bir başkasıyla

evlendiğiniz zaman. Burada bir fiili işleme isteği ve talebi,

onu işlemenin yerinde kullanılmıştır.

 

Kİsacası, tefsirini sunduğumuz ayet, namaz kılmak için bazı



organların yıkanmasının, bazılarının da meshedilmesinin, yani

abdest alınmasının şart olduğunu vurguluyor. Şayet ayetin ifadesi

her açıdan mutlak olsaydı, "Eger cünüp iseniz temizlenin (gusül

edin)." ifadesini bir an için görmezlikten gelseydik, her namaz için

bir abdest almanın şart olduğunu söyleyebilirdik. Ne var ki, yasa

nitelikli hükümler içeren ayetlerin her açıdan mutlak olmaları pek

az rastlanan bir durumdur.

 

Kaldı ki, "sizi tertemiz kılmak... istiyor" ifadesinin, ileride



değineceğimiz gibi, bu şartın açıklayıcısı olması mümkündür [yani,

amaç manevî temizliktir. Öyleyse alınan abdest bozulmadıkça,

onunla namaz kılınabilir ve her namaz için bir abdest gerekemez].

Ayetin tefsiri bağlamında söyleyebileceklerimiz bundan ibarettir.

Bundan ötesi, ki tefsir bilginleri uzun uzun söz etmişlerdir, fıkıh biliminin

alanına girer; tefsirle ilgisi yoktur.

 

"Yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın." Ayette geçen



"igsilû" fiilinin mastarı olan "gasl=yıkamak", bir şeyin üzerine su

dökmek, üstünden su akıtmak demektir. Genellikle temizleme, kir

ve pasağı giderme amacına yönelik olur. Yüz, bir şeyin sana bakan

tarafına denir. Daha çok, insan gibi bir canlının başının ön kısmı,

yani üzerinde göz, burun ve ağız gibi organların bulunduğu taraf için

kullanılır. Bunun sınırı ise, karşılıklı konuşmalarda taraflar için

belirgin bir şekilde görünen miktarda belirlenir.

 


Yüklə 7,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin