Mâide Sûresi 51-54 ..................................................619....c:5
51- Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin.
Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları kendine veli yaparsa,
o, onlardandır. Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez.
52- Kalplerinde hastalık bulunanların, "Bize bir felâketin gelmesinden
korkuyoruz!" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün.
Umulur ki Allah, fetih ya da kendi katından bir iş getirir de
onlar, içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.
53- Inananlar, "Bunlar mı o bütün güçleriyle sizinle beraber olduklarına
yemin edenler?" derler. Bütün çabaları boşa çıkmış,
kaybedenlerden olmuşlardır.
54- Ey inananlar! Sizden kim dininden dönerse (Yahudi ve Hıristiyanları
dost edinirse, bilsin ki) Allah, yakında öyle bir toplum
620 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
getirecek ki O onları sever, onlar da O'nu severler. Müminlere karşı
alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda
cihat ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu,
Allah'ın lütfü ve ihsanıdır, onu dilediğine verir. Allah, (lütfü ve ihsanıyla)
geniştir, bilendir.
AYETLERIN AÇIKLAMASI
Bu ayetler üzerinde yapılacak genel bir değerlendirme, bunların,
önceki ayetler grubuyla bağlantılı oldukları şeklindeki bir değerlendirmeyi
ihtiyatla karşılamamızı gerektirmektedir. Aynı şekilde,
"Sizin veliniz, ancak Allah, O'nun elçisidir..." ifadesiyle başlayan
sonraki iki ayetle ve ondan sonraki, "Ey inananlar,
...kâfirlerden dininizi eglence ve oyun yerine koyanları dost edinmeyin."
ayetiyle başlayan birkaç ayetle bağlantılı olduklarını
söylemek oldukça zordur. "Ey Elçi! ...duyur." ayeti hakkında da
aynı şeyi söyleyebiliriz.
Tefsirini sunduğumuz bu dört ayet ise, Yahudiler ve
Hıristiyanlardan söz ediyor. Kur'ân, Mekke inişli ayetlerde onlardan
söz etmezdi. Çünkü o gün için buna ihtiyaç yoktu. Bu yüzden
sonraları Medine iniş-li ayetlerde onların durumlarına ilişkin
açıklamalara yer verildiğini görüyoruz. Hatta hicretin ilk
dönemlerinde de onlardan söz eden ayet hemen hiç yok gibidir.
Çünkü Müslümanlar, o gün için sadece Yahudi-lerle bir arada,
onlarla iç içe yaşamak durumundaydılar. Bu süre içinde ya onlarla
karşılıklı saldırmazlık antlaşması çerçevesinde yaşamış veya
onların hile ve komplolarını savmakla meşgul olmuşlar.
Hıristiyanlarla ise bu süre içinde hiçbir problem olmamış; sadece
Peygamberimizin (s.a.a) Medine'de ikâmet ettiği dönemin ikinci
yarısında Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında bazı problemler
olmuş. Dolayısıyla buna göre, bu dört ayetin bu dönemde inmiş
olduğu ve bu ayetlerde sözü edilen fethin, Mekke fethi olduğu
ihtimali söz konusu oluyor.
Mâide Sûresi 51-54 ........................................................... 621
Ne var ki, daha önce tercih edilen görüşe göre, Mâide suresi
Pey-gamberimizin Veda Haccını yaptığı yıl nazil olmuştur, demiştik.
O sırada ise, Mekke çoktan fethedilmişti. Bu durumda, acaba
burada, Mek-ke fethinden başka bir fetih mi kastediliyor? Yoksa
bu dört ayet Mekke fethinden önce, dolayısıyla surenin bütünün inişinden
önce mi nazil olmuştur?
Öte yandan, "Ey İnananlar! Sizden kim dininden dönerse..."
ayeti, acaba kendisinden önceki üç ayetle bağlantılı mıdır? Burada
dinden dönmeleri beklenen kimseler kimlerdir? Yüce Allah'ın ileride
ortaya çıkaracağını vaad ettiği topluluk kimlerden oluşmaktadır?
Bu soruların her biri, belirsizliği bir kat daha arttırmaktadır. Bu
konuda birbirini tut-mayan birçok iniş sebebi rivayeti aktarılmıştır.
Bunlar da, iniş sebeplerine ilişkin rivayetlerin çoğunda olduğu gibi,
ayetlerin iniş sebebi olarak rivayet edilen ilk kuşak (selef) müfessirlerin
kişisel görüşlerinden başka bir şey değildirler.
Rivayetler arasındaki bu korkunç farklılıklar, zihni bulandırmakta
ve anlamın kavranmasını zorlaştırıp içinden çıkılmaz hâle
getirmektedir. Bütün bunlara, bir de mezhebî taassubun ürünü görüşlerin
karışıklığı eklenince iyice yoğunlaşmıştır. Ileride buna ilişkin
ilk kuşak ve son kuşak müfessirlerin görüşlerinden ve rivayetlerinden
oluşan somut örnekleri gözler önüne sereceğiz.
Ayetler üzerinde düşündüğümüz zaman, bu dört ayetin aralarında
bir bütünlük oluşturdukları, buna karşın, öncesindeki ve sonrasındaki
ayetler grubuyla herhangi bir bağlantılarının bulunmadığı
sonucuna va-rıyoruz. Bu bakımdan dördüncü ayet, dört ayetle
güdülen amacın bütünleyici unsuru gibi belirmektedir. Dolayısıyla
ileride değineceğimiz gibi kimi araştırmacı müfessirlerin bu ayetlerle,
özellikle bu ayetlerde zikredilen niteliklerle ilgili olarak ileri
sürdükleri görüşlerde görüldüğü gibi ayetin anlamını şu veya bu
tarafa çekmeye dönük geniş yelpazeli yorumlardan uzak durmak
gerekir.
Ayetlerden genel olarak şunları algılıyoruz: Yüce Allah müminleri,
Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmek hususunda uyarıyor, bu
622 ................................................El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
konuda onları sert bir dille tehdit ediyor ve Kur'ân'ın o kendine özgü
ifade tarzının çerçevesi içinde onları dost edinmenin dinî yapının
yıkılmasına neden olacağını, buna karşın Allah'ın ileride bir
toplumu ortaya çıkaracağını, onların dinî mücadeleyi yürütme
misyonunu üstleneceklerini ve dinî yapıyı yeniden orijinal özelliklerine
kavuşturacaklarını dile getiriyor.
"Ey İnananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar, birbirlerinin velileridir." Ayette geçen "tettehizû" kelimesinin mastarı
olan "ittihaz=edinme" ifadesiyle ilgili olarak Mec-ma-ul Beyan tefsirinde
şöyle deniyor: "Ittihaz; bir şeyi bir iş için hazırlamak amacıyla
ona güvenip dayanmak demektir. Bu kelime, 'ahaze' fiilinin
'iftial' kalıbına uyarlanmış türevidir. Aslı 'i'tihaz'dır. Sonra hemzenin
biri 'ta'ya dönüştürülmüş ve bu 'ta' da öbür 'ta'da idgam
edilmiştir. Tıpkı 'va'd' kökünden türeyen 'ittiad' gibi. 'Ahz'ın birkaç
anlamı var-dır. 'Ahaz-el kitabe' dediğin zaman, kitabı eline almasını
kastetmiş olursun. 'Ahaz-el kurbane' dediğin zaman, kurbanı
kabul etmesini kast-ediyorsun. 'Ahazehu'llahu min me'menihi' dediğinde
ise öldüğünü kast-ediyorsun. Bu kelimenin asıl anlamı ise,
bir şeyin bir yönden başka bir yöne geçmesidir." Mecma-ul Beyan'dan
alınan alıntı burada sona erdi.
Ragıp el-İsfahanî "el-Müfredat" adlı eserinde der ki: "el-Velâ ve
et-tevalî, iki veya daha fazla şey arasında, ikisinin dışında yabancı
bir şey olmayacak şekilde yakınlık meydana gelmesi anlamına gelir.
Bu kelime, yer, nispet, din, arkadaşlık, yardım ve inanç
açısından yakınlık anlamında kullanılır." (Müfredattan yaptığımız
gerekli alıntı burada sona erdi.) Velâyet kavramının anlamını incelerken
daha geniş bilgiler sunacağız.
Toparlayacak olursak; "velâyet" iki şey arasında, yakınlaştıkları
husus bağlamında engelleri ve perdeyi kaldıracak şekilde bir
yakınlığın meydana gelmesi anlamına gelir. Şayet bu yakınlaşma
takva ve inanç bazında meydana geliyorsa, "veli" yardımcı demektir
ve yakınlaştığı kimseye yardım etmesini hiçbir şey
engelleyemez. Şayet ruhsal çekim türünden bir sevgi ve birliktelik
Mâide Sûresi 51-54 ............................................................ 623
nitelikli kaynaşma bazında bir yakınlaşma ise, "veli" sevgilidir ve
insan böyle bir durumda nefsinin sevgilinin iradesinden etkilenmesine,
sevgilinin istediğini vermesine engel olamaz. Şayet bu
yakınlık soy bazında söz konusu ise, "veli" bu bağlamda yakın olduğu
kişinin, söz gelimi mirasçısı olur ve hiç ir şey onu bundan
alıkoyamaz. Eğer itaat bazında bir yakınlaşma söz konusuysa, "veli"
bu açıdan yakın olduğu kişi üzerinde dilediği gibi hüküm verir.
Yüce Allah, "Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin." ayetinde
veliliği, herhangi bir özellikle veya bir bağla kayıtlandırmamıştır.
Dolayısıyla ifade mutlaktır. Şu kadarı var ki, yüce Allah bir
sonraki ayette, "Kalplerinde hastalık bulunanların, 'Bize bir
felâket gelmesinden korkuyoruz' diyerek onların arasında koşuştuklarını
görürsün." buyurmuştur. Bu da gösteriyor ki; ayette geçen
velilikten maksat, bir tür yakınlık ve ilişkidir ki, "Bize bir
felâket gelmesinden korkuyoruz" bahanesini ileri sürmelerini gerektirmiştir.
Burada başlarına bir felâ-ketin, bir yıkımın gelmesini
kastediyorlar. Bu felâketin, Yahudilerin ve Hıristiyanların dışında
başka bir topluluktan gelmesi mümkün olduğu gibi, bizzat Yahudi
ve Hıristiyanlardan gelmesi de mümkündür. Birin-ci olasılığı göz
önünde bulundurarak bu iki topluluğu yardım bazında veli edinerek
onların yardımıyla konumlarını pekiştirmeyi, ikinci olasılığı
dikkate alarak da sevgi ve içiçe yaşama bazında onları dost edinmek
suretiyle zararlarından kurtulmayı amaçlamış olurlar.
Sevgi duyma ve içiçe yaşama yakınlığı anlamında velâyet, iki
sonucu birden verir. Yardım etmeyi ve ruhsal kaynaşmayı yani.
Ayette de kastedilen budur. "Ey inananlar! Sizden kim dininden
dönerse..." ayetinin içerdiği kayıtların ve niteliklerin, bu ayette geçen
velâyetle, sevgi duyma anlamında dostluğun kastedildiğini,
başka bir anlamın kastedilmediğini gösterdiğini ayrıntılı bir şekilde
ele alacağız.
Bazı müfessirler, ayette geçen "velâyet" kavramıyla, yardımlaşma
esaslı dostluk kastedildiği hususunda ısrarlıdırlar. İki kişi
veya iki ulus arasında ihtiyaç duyulduğu sırada karşılıklı yardım-
624 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
laşma esasına dayalı ittifak ve antlaşmalar yani. Bu müfessirler,
buna kanıt olarak, ayetin zahirinden de algılandığı gibi, ayetlerin
Veda Haccından önce, hicretin ilk dönemlerinde inmiş olmasını
gösterirler. O günlerde Peygamberimiz (s.a.a) ve Müslümanlar henüz
Medine ve çevresindeki Fedek ve Hayber gibi yerlerde yaşayan
Yahudiler sorununu çözmemişlerdi. Hıristiyanlar sorun da öyle.
Bunlarla bazı Arap kabileleri arasında yardımlaşma esasına dayalı
ittifaklar ve antlaşmalar imzalanmıştı.
Ayetlerin iniş sebebiyle ilgili olarak aktarılan kimi olaylarla bu
değerlendirmeler arasında da bir paralellik vardır. Bu rivayetlerin
birinde şöyle anlatılır: Hazreç'ten Avfoğulları kabilesine mensup
Ubade b. Samit, Resulullah'a (s.a.a) savaş açan Kaynukaoğulları
Yahudileri ile imzaladığı ittifak antlaşmasını feshetti. Ama münafıkların
elebaşısı Abdullah b. Übey bu antlaşmayı feshetmediği gibi
onlar için sağa sola koşuşturarak, "Bize bir felâket gelmesinden
korkuyoruz." diyordu.
Yine bu tür rivayetlerin birinde, Ebu Lübabe kıssası anlatılır.
Buna göre, Resulullah (s.a.a) onu Kurayzaoğullarını sığındıkları kalelerinden
çıkarmak ve onlar hakkında hükmünü uygulamak üzere
görevlendirir. O da eliyle gırtlağını işaret ederek, hükmünün onları
kılıçtan geçirmek olduğunu belirtir.
Bir diğer rivayete göre, bazıları Şam Hıristiyanlarıyla
yazışıyorlardı ve onlara Medine'de olup bitenleri haber veriyorlardı.
Yine bazıları, borç para almak gibi maddî konularda kendilerinden
yararlanabilmek için Medine Yahudileriyle yazışıyorlardı.
Diğer bazı rivayetlerde belirtildiğine göre, kimi Müslümanlar Uhud'da
karşılaşılan hezimetten ve öldürülmelerden sonra falan
Yahudiye veya falan Hıristiyana sığınmak istemişlerdi.
Bu rivayetler, "Bize bir felâket gelmesinden korkuyoruz."
diyenlerin münafıklar oldukları hususunda ittifak etmiş gibidirler.
Kısacası, söz konusu müfessirler demek istiyorlar ki: Ayetler, Müslümanlarla
Yahudi ve Hıristiyanlar arasında yardımlaşma esaslı ittifak
ve dostluk antlaşmalarının imzalanmasını yasaklamaktadır.
Mâide Sûresi 51-54 .......................................................... 625
Diğer bazı müfessirler ise, ayetin lafızları ve akışı itibariyle
sevgi duyma ve güvenip dayanma anlamındaki bir veliliği yasaklamaktan
uzak olduğunu iddia edecek kadar ısrarla bu görüşü savunmaktadırlar.
Onlara göre, ayet lafızları ve akışı itibariyle bu anlamdan
uzak olduğu gibi, iniş sebebi ve ayetlerin indiği sıralardaki
Müslümanların ve Ehlikitab'ın genel durumu itibariyle de bundan
uzaktır.
Zimmet ehli ve antlaşmalı oldukları hâlde, ayet onlarla içiçe
yaşamayı, onlarla kaynaşmayı nasıl yasaklasın ki?! Yahudiler Medine'de
Peygamberimizle ve ashabla birlikte yaşıyorlardı ve
onlardan tam bir eşitliğe uygun bir muamele görüyorlardı. (Adı geçen
müfessirin görüş-lerini özetleyerek sunduk.) Hiç kuşkusuz bu
yaklaşım, ayetin anlamı açısından yersiz bir toleransın ifadesidir.
Ayetin Veda Haccından önce, yani Mâide suresinin indiği yıldan
önce indiğini söylemelerinin fazla bir problem oluşturmadığını düşünüyoruz;
ancak bu, ayette geçen velâ-yet kavramının yardım
amaçlı ittifak olmasını ve sevgi esaslı dostluk olmamasını gerektirmez.
Kanıt olarak sundukları nüzul sebebine ilişkin rivayetlere ve
bunların, ayetin bazı Arap kabileleri ile Yahudi ve Hıristiyan toplulukları
arasında gerçekleştirilen yardım esaslı ittifaklar hakkında
indiğini gösterdiklerini ileri sürmelerine gelince; bu hususta şu itirazlarımız
vardır:
Birincisi: Nüzul sebepleriyle ilgili rivayetler birbirleriyle çelişmektedirler,
tümünün aynı anlamı vurguladıkları söylenemez. Dolayısıyla
bunların üzerinde birleştikleri güvenilir bir anlam elde etmek
mümkün değildir.
İkincisi: Ayet, Yahudilerle gerçekleştirilen yardım esaslı ittifaklar-
la, böyle bir ittifak bağlamında ilgili olsa bile, Hıristiyanlarla
ilgili olması mümkün değildir. Çünkü o dönemde Müslüman Araplarla
Hıristiyanlar arasında herhangi bir sözleşme imzalanmamıştı.
Üçüncüsü: Ayetin iniş sebebiyle ilgili olarak anlatılan rivayetlerin
içerdikleri olayların doğru olduğunu kabul etsek bile, daha önceki
626 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
bölümlerde vurguladığımız gibi, iniş sebeplerine ilişkin rivayetlerin
büyük bir kısmı, zayıf olmakla birlikte tarihsel olarak aktarılan olayların,
kendilerine uygun düşen Kur'ân ayetlerine uyarlanmalarından
ibarettirler. Bunun bir sakıncası olmamakla birlikte, bu olayların
Kur'ân ayetlerinden herhangi birinin genel niteliğini özele
dönüştürdüğünü ya da ayetin lafzî mutlaklığını kayıtlandırdığını
söylememiz asla mümkün değildir. Ayetin zahiri de buna müsaade
etmez. Eğer ayetin zahiri, ken-di lafzından kaynaklanan somut bir
karine olmaksızın, özel bir iniş sebebi yüzünden kayıtlandırılacak
olsaydı, Kur'ân'ın inişine muhatap olan özel topluluğun ölmesiyle
birlikte Kur'ân da ölürdü; Kur'ân'ın iniş asrından sonra meydana
gelen herhangi bir olayla ilgili olarak Kur'ân-'ın kanıtsallık özelliği
kalmazdı. Böyle bir iddiayı ne Kitap, ne sünnet, ne de sağlığını yitirmemiş
akıl kabul eder.
Bazılarının, "Ayette geçen 'velâyet' kavramını, sevgi duymak ve
güvenip dayanmak anlamına almak yanlıştır. Ayet, lafızları ve akışı
iti-bariyle bu anlamdan uzak olduğu gibi, iniş sebebi ve ayetlerin
indiği sıralardaki Müslümanların ve Ehlikitab'ın genel durumu itibariyle
de bundan uzaktır." şeklindeki iddialarına gelince; bu sözlerin
üzerinde iyice düşününce, doğru dürüst bir anlamının olmadığı
sonucuna varırız. Çünkü söz konusu müfessirlerin sözünü ettikleri
nüzul sebeplerinin ve genel durumun bu anlamdan uzak
olması, ancak ayetin bu tür nesnel olgulara uyarlanamaması durumunda
geçerli olabilir. Ayetin delâletini, salt ilgili olarak indiği
gelişmeye ve o günkü genel duruma özgü kılmaksa, kanıtlanacak
bir durum değildir. Tam tersine, ayetin zahirinin mutlak ifadesinden
algılanan kanıt, bunun aksini göstermektedir. Nitekim tefsirini
sunduğumuz ayetin mutlak olduğunu ve belli bir olguyla
kayıtlanmasını gerektirecek bir kanıtın söz konusu olmadığını
belirtmiştik. Dolayısıyla ayette geçen "velâyet" sevgi duyma
anlamına gelmektedir.
Söz konusu müfessirlerin; "Ayet, lafızları ve akışı itibariyle böyle
bir anlamdan uzaktır" demeleri ise, oldukça ilginçtir. Keşke bil-
Mâide Sûresi 51-54 ........................................................... 627
seydim, bu zatlar, niteledikleri ve ayetin lafızlarına yükledikleri uzak
olma durumuyla neyi kastediyorlar? Hele lafızlarla da yetinmemiş,
ayetin akışını da buna ilave etmişlerdir.
Ayetin lafızlarının veya akışının böyle bir anlamdan uzak olduğu
nasıl söylenebilir ki?! Oysa "Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin."
ifadesinin hemen arkasından, "Onlar birbirlerinin velileridir."
ifadesine yer veriliyor. Bu da gösteriyor ki, kastedilen; sevgi,
birlik ve kaynaşma esaslı dostluktur. Ittifak ve antlaşma niteliğindeki
dostluk değil. Çünkü "Yahudi ve Hıristiyanlarla antlaşmalar
imzalamayın. On-lar birbirleriyle antlaşma imzalamışlardır" demenin
bir anlamı olmaz. Kaldı ki, Yahudiler arasında mevcut bulunan
ve onları birbirlerine bağlayan, ulusal sevgi ve kardeşlik anlamını
içeren dostluk olgusudur. Hıristiyanlar arasında da benzeri bir
bağdan söz edilebilir. Ya da olsa olsa, aralarında din açısından bir
sevgi ve sempatiden söz edilebilir. Yoksa bunun dışında aralarında
herhangi bir antlaşmanın varlığından söz edilemez.
Aynı değerlendirmeyi, bundan sonra yer alan şu ifade için de
yapabiliriz: "Sizden kim onları veli yaparsa, o, onlardandır." Aklî
değerlendirme, bir toplumu dost edinen kimsenin o toplumdan
olmasını gerektirir. Çünkü sevgi ve sempati, ayrılıkları birleştirir,
farklı eğilimlere sahip ruhları bir araya getirir, algılayışların birleşmesini,
ahlâkla-rın bağlantılı olmasını, davranışların benzeşmesini
sağlar. Bu nedenle sevgi duyma esaslı velayetin iyice yerleşmesinden
sonra, birbirini seven iki insanın bir tek nefse sahip bir insan
gibi davranmaya başladıklarını, aynı iradeye sahipmişler gibi
tavırlar sergilediklerini, bunlardan birinin, hayat tarzı ve ilişki biçimi
bağlamında ötekinin adımını koyduğu yere adımını koyduğunu
görürsünüz.
İşte bir toplumu dost edinen kimsenin onlardan olmasını, onların
bir ferdi gibi algılanmasını gerektiren durum budur. Nitekim,
"Bir kavmi seven onlardandır.", "Kişi sevdiği ile beraberdir." denilmiştir.
Nitekim yüce Allah, buna benzer gerekçelerle müşrikleri veli
edinmeyi de yasaklamıştır: "Ey inananlar! Benim de düşmanım,
628 ............................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen
gerçegi in-kâr ettikleri hâlde siz onlara sevgi iletiyorsunuz!...
Kim onları veli edinirse, İşte zalimler onlardır." (Mümtehine, 1-9) Bir
diğer ayette de şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve ahiret gününe inanan
bir milletin babaları, ogulları, kardeşleri yahut akrabaları da
olsa, Allah'a ve Elçisine düşman olanlarla dostluk ettigini göremezsin."
(Mücâdele, 22)
Bir diğer ayette ise, yüce Allah kâfirler -ifade geneldir;
dolayısıyla Yahudileri, Hıristiyanları ve Müşrikleri birlikte kapsar-
hakkında şöyle buyurmaktadır: "Müminler, müminleri bırakıp da
kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa, artık onun için
Allah'tan hiçbir şey yoktur. Ancak onlardan korunmanız gayesiyle
sakınmanız başka. Al-lah sizi kendisinden sakındırır." (Âl-i Imrân,
28) Ayetin sevgi ve sempati nitelikli dostluğu kastettiği, antlaşma
imzalama ve ittifak kurma nitelikli dostluğu kastetmediği ise açıktır.
Kaldı ki, o sırada, yani Âl-i Imrân suresinin indiği sıralarda Peygamberimizle
Yahudiler arasında, aynı şekilde Peygamberimizle
müşrikler arasında çeşitli antlaşmalar imzalanmış, ittifaklar kurulmuştu.
Kısacası, aklî değerlendirme açısından, bir topluluğun bir
kavimden olmasını gerektiren dostluğun sevgi ve sempati nitelikli
dostluk ol-duğu, ittifak kurma ve antlaşma imzalama nitelikli dostluk
olmadığı açıktır. Eğer "Sizden kim onları kendine veli yaparsa,
o, onlardandır." ayetinin maksadı, bu yasaktan sonra, onlarla yardımlaşma
esasına dayalı ittifak sözleşmeleri imzalayanlar, yasağı
çiğneme günahını işleme-lerinden dolayı, zulüm açısından bu zalimlerin
topluluğuna dâhildirler, şeklinde olsaydı, -son derece yersiz
olması bir yana- ayetin lafızları açısından da uzak olurdu ve
böyle bir anlam elde etmek için, ayette fazladan lafzî kayıtların
olması gerekirdi.
Kur'ân'ın ifade tarzının bir özelliği, daha önce caiz olan ve toplum
içinde yaygın olarak uygulanan bir şeyi yasaklarken, daha önceki
yasal hükmü gözetmek ve eskiden yürürlükte olan nebevî
Mâide Sûresi 51-54 ........................................................ 629
pratiğe saygı duymak maksadıyla, buna işaret etmesidir. Şu ayetleri
buna örnek gösterebiliriz: "Allah'a ortak koşanlar pisliktir, artık
bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar." (Tevbe,
28) "Artık şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazıp takdir
etmiş oldugunu arayın ve ...yiyin, için." (Bakara, 187) "Bundan sonra
artık sana başka kadınlarla evlenmek, ...bunları başka eşlerle
degiştirmek helâl degildir." (Ahzâb, 52) Bunun gibi daha birçok ayet
örnek gösterilebilir.
Bu da gösteriyor ki, ayetin lafızları ve akışı, içerdiği velayet
kavramının sevgi ve sempati nitelikli dostluk anlamında olmasından
uzak değildir. Bilâkis, şayet ayetin lafızlar ve akışı, bir anlamdan
uzak olacaksa, o da kavram için öngörülen diğer anlamlar olacaktır.
Bazı tefsir bilginlerinin, "Kalplerinde hastalık bulunanlardan
maksat, münafıklardır." şeklindeki sözlerine gelince; ayetin akışının
böyle bir anlam elde etmeye elverişli olmadığını ileride yeri gelince
açıklayacağız.
Şu hâlde, "Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin" ifadesinden
maksat, ruhsal olarak insanları birbirine çeken sevgi ve
sempatinin yasaklanmasıdır. Çünkü bu tür psikolojik bir yakınlaşma,
iki tarafın ahlâkî açıdan birbirlerini etkilemelerine yol açar.
Bu da Müslümanlar toplumunun hakka uyma mutluluğu esasına
dayalı dinsel yaşam tarzının, heva ve hevese uyma, şeytana tapma,
fıtrî yaşam çizgisinden sapma esasına dayalı küfür nitelikli
yaşam tarzına dönüşmesini doğuracak bir olgudur. Burada, onlardan
Yahudiler ve Hıristiyanlar diye söz edil-mesinin ve gelecek ayetlerde
olduğu gibi "Ehlikitap" diye söz edilmemesinin sebebi,
Ehlikitap tabirinin onların bir şekilde Müslümanlara yakın olmalarını
çağrıştırması ve Müslümanlarda onlara karşı bir sevgi duygusunun
uyanmasına yol açmasıdır. Dolayısıyla sevgi beslemenin
yasaklandığı bir ifadede bu kavramın kullanılması uygun düşmezdi.
Sonraki ayetlerin birinde, "Ey inananlar, sizden önce kitap ve-
Dostları ilə paylaş: |