Mâide Sûresi 33-40 ...................................................... 547
33- Allah ve Elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk
yapmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri ya asılmaları ya
elleri veya ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden
sürülmeleridir. Bu, onların dünyada çekecekleri rezilliktir. Ahirette
ise onlara büyük bir azap vardır.
34- Ancak, sizin kendilerini ele geçirmenizden önce tövbe e-
548............................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
denler başka; bilin ki Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
35- Ey inananlar! Allah'tan korkun, O'na yol arayın ve O'nun yolunda
cihat edin ki, kurtuluşa eresiniz.
36- Şüphe yok ki inkâr edenler, eğer yeryüzünde olanların
hepsi ve onun bir katı daha kendilerinin olsa da, kıyamet gününün
azabından kurtulmak için onu fidye verseler, kendilerinden kabul
edilmez. Onlar için acı bir azap vardır.
37- Ateşten çıkmak isterler, ama oradan çıkacak değillerdir.
Onlar için sürekli bir azap vardır.
38- Hırsızlık eden erkek ve kadının, elde ettiklerine karşılık Allah
tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah üstündür,
hikmet sahibidir.
39- Kim yaptığı haksızlıktan sonra tövbe eder ve durumunu
düzeltirse, şüphesiz Allah rahmetiyle ona dönüp tövbesini kabul
eder. Çünkü Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
40- Göklerin ve yerin egemenliğinin Allah'a ait olduğunu bilmedin
mi? Dilediğine azap eder, dilediğini bağışlar. Allah'ın her
şeye gücü yeter.
AYETLERIN AÇIKLAMASI
Bu ayetler grubunun önceki ayetlerle bütünüyle bağlantısız
olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü bundan önce sunulan Âdem'in
oğlunun kardeşini öldürmesi kıssası, bundan dolayı da yüce Allah'ın
İsrailoğullarına bir hükmü yazması, her ne kadar İsrailoğullarına yönelik
açıklamayı bütünleyici ve direkt olarak herhangi bir yaptırım
veya hüküm içermeksizin onların durumlarını açıklayıcı mahiyette
olsa da, içeriğinin bir gereği olarak, yeryüzünde bozgunculuk ve
hırsızlık yapan kimselere uygulanacak cezayı işleyen bu ayetlerle
bir şekilde ilintili olduğu açıktır.
"Allah ve Elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk
yapmaya çalışanların cezası" Ayetin orijinalinde geçen "fesad" keli-
Mâide Sûresi 33-40 ..................................................... 549
mesi, cümle içinde "hâl" yerine kullanılan bir mastardır. Allah ile
savaşmak gerçek anlamı itibariyle imkânsızdır. Dolayısıyla bu kullanımda
mecazî anlamda kullanıldığı açıktır. Bununla beraber, geniş
bir anlama sahip bir kavram olarak, şeriatın öngördüğü herhangi
bir hükme karşı çıkmayı, zulüm işlemeyi ve aşırı gitmeyi ifade
eder. Fakat, Resulullah'ın da eklenmesi gösteriyor ki, burada,
Resulullah'ın da etkinliğinin söz konusu olduğu bazı olaylar
kastediliyor.
Dolayısıyla, bununla Resulullah'ın (s.a.a) yüce Allah tarafından
ve-lâyet (yöneticilik) hakkına sahip kılındığı kimi etkinliklerin iptal
edilişinin kastedildiği belirginlik kazanıyor. Kâfirlerin Peygambere
(s.a.a) savaş açmaları ve Peygamberin egemenliğinin somut göstergesi
olan genel güvenliğin kimi eşkiyalar tarafından ihlâl edilmesi
gibi. ifadenin hemen ardında, "ve yeryüzünde bozgunculuk
yapmaya çalışanlar" ifadesinin yer alması da, bu anlamın
kastedildiğini pekiştiriyor. Bu da, yol kesmek suretiyle genel güvenliği
bozarak yeryüzünde bozgunculuk yapmaktır.
Dolayısıyla mutlak olarak "Müslümanlarla savaşma" durumunun
kastedildiğini söyleyemeyiz. Kaldı ki, ortada bizi böyle bir çıkarsamayı
kabul etmeye zorlayan somut bir örnek vardır. Şöyle ki:
Peygamberimiz (s.a.a) kendisiyle savaşan kâfirlere üstünlük sağlayıp
onları yenilgiye uğrattıktan sonra, onlara karşı öldürme, asma,
organlarını kesme veya sürgün etme gibi bir uygulamaya
gitmemiştir.
Öte yandan, hemen sonrasındaki ayetin içerdiği istisna, bu savaşmaktan
maksadın sözü edilen bozgunculuk olduğuna ilişkin
somut bir karine konumundadır. Çünkü bu istisna açık bir şekilde,
sözü edilen tövbenin savaşma durumuyla ilgili olduğunu gösteriyor,
şirk veya benzeri bir günahla değil.
Dolayısıyla ayetten anlaşıldığı kadarıyla savaşma ve bozgunculuk
yapmaktan maksat, genel güvenliği, kamu güvenliğini bozmaktır.
Genel güvenlik de, genel bir korku meydana getirip onu
genel güvenliğin yerine etkin kılmak suretiyle bozulur. Genellikle
550 ............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
ve doğal olarak böyle bir durum, ancak doğaları gereği ölüm tehdidini
ifade eden silâhlar aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Nitekim,
bundan dolayı hadislerde yeryüzünde bozgunculuk yapma "kılıç
çekme" gibi nitelemelerle anılmıştır. Inşallah bundan sonraki
hadisler bölümünde buna değineceğiz.
"ancak öldürülmeleri ya asılmaları..." "et-Taktil, et-taslib ve ettakti'"
kelimeleri "el-katl, es-salb ve el-kat'" kelimelerinin tef'il kalıbına
uyarlanmış şekilleridir. Bu kalıbın özelliği, kök anlamda şiddeti
veya artışı ifade etmesidir. Ayetin orijinalinde "ya" anlamını
verdiğimiz "ev" edatı, sayılan cezaların tümüne karşılık bunlardan
sadece birinin uygulanacağını anlatmaya yöneliktir. Sıralama veya
sayılan cezalardan birinin tercihi, tavır veya söylem nitelikli dışsal
bir karineye göre belirlenir. Çünkü ayet, bu açıdan bir ölçüde
mücmel bir anlatıma sahiptir ve ancak hadisler bu kapalılığı giderebilir.
Ileride göreceğimiz gibi, Ehlibeytİmamlarından (a.s) aktarılan
hadislerde ayette sayılan bu dört cezanın bozgunculuğun derecesine
göre düzenlenmiş olduğu belirtilmiştir. Birinin kılıç çekerek,
bir cana kıyıp bir malı gasp etmesi veya sadece bir adamı öldürmesi
ya da sadece bir malı gasp etmesi yahut sadece kılıç çekmesi
gibi. Inşallah gelecek ha-disler bölümünde bu ayrıntıları ele
alacağız.
"Ya elleri ve ayaklarının çapraz kesilmesi" Çapraz kesmekten
maksat, ellerden kesilenin ayaklardan kesilenin karşıtı olmasıdır.
Sağ el ve sol ayak gibi. Bu da gösteriyor ki, ellerin ve ayakların kesilmesinden maksat, tümünün değil, bir kısmının kesilmesidir.
Çapraz olmaları gözetilerek bir elin ve bir ayağın kesilmesi yani.
"Veya bulundukları yerden sürülmeleridir." Sürmek, kovmak
ve gözden kaybolmasını sağlamaktır. Hadislerde, bir beldeden
başka bir beldeye kovmak şeklinde açıklanmıştır.
Ayetle ilgili olarak başka fıkhî meseleler de ele alınmıştır. Fıkıh
kitaplarında bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler edinilebilir.
"Bu, onların dünyada çekecekleri rezilliktir. Ahirette ise, onlara bü-
Mâide Sûresi 33-40 ........................................... 551
yük bir azap vardır." Rezillik, utanç verici, yüz kızartıcı bir duruma
düşmektir. Dolayısıyla kastedilen anlam açıktır.
Bu ayetten hareketle, suçlu bir kimseye ceza uygulamanın,
ahiret azabının ortadan kalkmasını gerektirmediği
çıkarsamasında bulunulmuştur. Ki bir yere kadar doğru bir çıkarsamadır
bu.
"Ancak sizin kendilerini ele geçirmenizden önce tövbe edenler başka..."
Bu gibi suçlular yakalanıp suçu işlediklerine dair kesin kanıtlar
ortaya konduktan sonra, cezanın düşmesi söz konusu olmaz.
"Bilin ki Allah, bagışlayandır, esirgeyendir." ifadesi, onlara yönelik
cezanın kaldırılmasına ilişkin bir kinayedir. Dolayısıyla bu ayet, uhrevî
olmayan hususlarla ilgili olarak bağışlamayı ele alan
açıklamaların bir örneğidir.
"Ey inananlar! Allah'tan korkun, O'na yol arayın..." Ragıp elIsfahanî
"el-Müfredat" adlı eserinde der ki: "Vesîle, bir şeye istekle
ulaşma demektir. Istek anlamını da içermesinden dolayı
"vasîle"den daha özel bir anlamsal alanı kapsamaktadır. Yüce Allah:
"Ona yol (vesile) arayın." buyurmuştur. Allah'a yol aramak,
gerçek anlamıyla, bilgi ve ibadet aracılığıyla O'nun yolunu
gözetmek, şeriatın değerleriyle bezenmektir. Dolayısıyla O'na yol
(vesile) aramak, O'na yaklaşmak gibi bir anlam ifade etmektedir".
Buna göre "vesile" bir tür ulaşma anlamına gelir. Ki kastedilen,
Rab ile kulu birbirine bağlayan manevî bir ulaşma ve kavuşmadır.
Kul-luk kastı taşıyan boyun eğmeden başka kulu Rabbine bağlayan
her-hangi bir bağ söz konusu olmadığına göre de vesile, kulluk
gerçeğini yerine getirmek, zayıflık ve fakirlik nitelikleriyle ulu Allah'a
yönelmek demektir. Kulu Rabbine bağlayan rabıta anlamındaki
vesile budur. Ilim ve amele gelince, bunlar vesilenin gerekleri
ve araçlarıdır. Ki bu husus gayet açıktır. Ancak ilim ve amel bu durumu
ifade etmek için kullanılırsa başka.
Buradan hareketle anlıyoruz ki: "O'nun yolunda cihat edin..."
ifadesiyle, hem nefse karşı, hem de kâfirlere karşı verilen mücadeleyi
kapsayan genel cihat kastedilmiştir. Cümle kendisinden ön-
552 ............................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
ceki vesile arama meselesiyle bağlantılı olduğundan, "vesile arama"
nın da ne anlama geldiğini öğrenmiş bulunduktan sonra onu
sırf kâfirlere karşı verilen cihatla sınırlandırmak dayanaksız, kanıtsız
bir yorum olur. Kaldı ki, bundan sonraki iki ayetin içerdiği gerekçe,
ancak "O'nun yolunda cihat edin" ifadesiyle mutlak cihadın
kastedilmesi durumunda amacına ulaşmış olabilir.
Bununla beraber, ayette geçen "cihat" ile kâfirlerle savaşmanın
kastedilmiş olması ihtimalini de büsbütün göz ardı edemeyiz.
Çünkü "cihad"ın "Allah yolunda..." nitelemesiyle kayıtlandırılması,
özellikle savaş anlamında "cihad"ı emreden ayetlerde rastlanan
bir olgudur. Genel kullanımlarda ise, böyle bir kayıtlamaya
rastlanmıyor. "Ama bizim ugrumuzda cihat edenleri, biz, elbette
yollarımıza iletiriz. Muhakkak ki Allah, iyilik edenlerle beraberdir."
(Ankebût, 69) ayetinde olduğu gibi. Bu bakımdan "Allah'a yaklaşmaya
yol arama"ya ilişkin emirden sonra "Allah yolunda
cihad"ın emredilmesi, önemine binaen, daha özel olanın daha genel
olandan sonra zikredilmesine ilişkin bir örnek konumundadır.
Büyük bir ihtimalle, "takvanın, Allah'tan korkmanın" emredilmesinden
sonra "vesile aramanın" emredilmesi de böyle bir amaca
yöneliktir.
"Şüphe yok ki inkâr edenler, eğer yeryüzünde olanların hepsi...
Onlar için sürekli bir azap vardır." Bu ifade yukarıda da işaret edildiği
gibi, önceki ayetin içerdiği açıklamanın gerekçesi konumundadır.
Özetle verilen mesaj şudur: Allah'tan korkmanız, O'na yaklaşmaya
yol aramanız ve O'nun yolunda cihat etmeniz gerekir. Bu, sizi elem
verici ve kalıcı bir azaptan koruyacak önemli bir husustur. Bunun
yerine sarılacağınız başka bir vesile de yoktur. Çünkü Allah'tan
korkmayan, O'na yaklaşmaya yol aramayan ve O'nun yolunda
cihat etmeyen kâfirler, yeryüzünde bulunan her şeye sahip olsalar,
ki Âdemoğlunun dünyada isteyebileceği en son şey budur, sonra
buna bir kat fazlası eklense ve yeryüzündeki her şeyin bir katı daha
kendilerine verilse de bunların tümünü verip kıyamet gününün
o korkunç azabından kurtulmak isteseler, yine de kabul edilmeye-
Mâide Sûresi 33-40 ............................................................553
cektir ve onlar için acı veren bir azap vardır. Ateşten, yani azaptan
çıkmak isterler, ama çıkamazlar. Çünkü bu, sonsuz bir azaptır,
ebediyen onlardan ayrılmayacak kalıcı bir işkencedir.
Ayetten, öncelikle azabın özü itibariyle insana yakın olduğunu
ve ancak iman ve takvanın onu insandan uzaklaştırdığını
anlıyoruz. Nitekim şu ayetlerden de bu yönde bir mesaj algılıyoruz:
"İçinizden oraya (cehenneme) girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu,
Rabbinin üzerine aldıgı kesin borçtur. Sonra korunanları
kurtarırız ve zalimleri orada öyle diz üstü çökmüş olarak
bırakırız." (Meryem, 72), "İnsan kesinlikle ziyandadır; ancak inanıp
iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine
sabrı tavsiye edenler hariç." (Asr, 2-3)
İkinci olarak da ayetten, insanın temel fıtratı ve öz doğasının
değişmeyeceğini, geçersiz olmayacağını ve
olumsuzlanmayacağını anlı-yoruz. Aksi takdirde onlar acı duymaz,
azabı hissetmez ve oradan çıkmayı istemezlerdi.
"Hırsızlık eden erkek ve kadının... ellerini kesin..." Ayetin orijinalinin
başındaki "vav" harfi, yeni bir cümleye başlanıldığını gösteren
başlangıç edatıdır ve ifade ayrıntılandırma amacına yöneliktir. Bu
bakımdan ifade: "Hırsızlık eden erkek ve kadına gelince..." anlamındadır.
Haber cümlesinin, yani "ellerini kesin" ifadesinin orijinalinin
başında "fa" harfinin yer alması da bu yüzdendir. Çünkü cümle,
ayrıntılandırma amacına yönelik "emma" edatının cevabı konumundadır.
Nitekim başka müfessirler de buna işaret etmişlerdir.
Maksat, iki el olduğu hâlde ayette "ellerini" şeklinde çoğul bir
ifadenin kullanılmış olmasına gelince, bazılarına göre, bu Araplar
arasında yaygın olan bir kullanımdır. Şöyle ki: İnsan bedeninde bulunan
organların bir kısmı ya da çoğu çifttir. İki şakak, iki göz, iki
kulak, iki el, iki bacak ve iki ayak gibi. Bunlar iki kişiye izafe edildikleri
zaman sayı dörde çıkar, dolayısıyla çoğul ifadenin kullanılması
zorunlu olur. O ikisinin gözleri, elleri ve ayakları gibi.
Sonra, çift olmayan bir organ da iki kişiye izafe edildiğinde,
554 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
çoğul ifadeyle kullanılır oldu. Araplar, "O ikisinin sırtlarını ve karınlarını
dayakla doldurdum." derler. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur:
"Eger ikiniz de kalplerinizin sapmış olmasından dolayı Allah'a
tövbe ederseniz..." (Tahrîm, 4) "Yed=el"den maksat, omuzdan başlayıp
parmak uçlarında son bulan organdır. Sünnetten algıladığımız
kadarıyla, kastedilen sağ eldir. Elin kesilmesi, elin bir kısmının
veya tümünün kesici bir aletle bedenden ayrılmasıyla
gerçekleşmiş olur.
"Elde ettiklerine karşılık Allah tarafından ibret verici bir ceza
olarak." Öyle anlaşılıyor ki, bu ifade, "ellerini kesin" emrinden anlaşılan
kesme eyleminden hâl konumundadır. Yani bu el kesme,
onların yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak uygulanmaktadır.
Ayette geçen "nekal", suçlunun suçundan vazgeçmesi ve diğer
insanların da ibret almaları için uygulanan ceza demektir.
El kesmenin suçlunun suçundan vazgeçmesi ve diğer insanların
da ibret almaları için bir ceza oluşu, şu tür bir değerlendirme
yapmaya anlam kazandırmaktadır: "Kim yaptıgı haksızlıktan sonra
tövbe eder, durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah rahmetiyle
ona dönüp tövbesini kabul eder." Demek isteniyor ki: El kesme,
cezaya uğrayanın günahından dönmesi için uygulanan caydırıcı ve
ibret verici bir ceza olduğuna göre, kim işlediği zulümden sonra
tövbe ederse ve tövbe ettiğinin belirtisi olarak ardından durumunu
düzeltip hırsızlıkla ilgisini keserse, hiç kuşkusuz yüce Allah, onun
tövbesini kabul eder, bağışlaması ve esirgemesiyle ona döner.
Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir: "Eger şükreder ve inanırsanız,
Allah size niçin azap etsin? Allah şükrün karşılıgını veren
ve (her şeyi) bilendir." (Nisâ, 147)
Bu ayetle ilgili olarak, fıkıh biliminin kapsamında olmak üzere
çeşitli meseleler üzerinde durulmuştur. Daha detaylı bilgi için fıkıh
kitaplarına baş vurulabilir.
"Göklerin ve yerin egemenliğinin Allah'a ait olduğunu bilmedin
mi?..." Bu ifade, önceki ayette işaret edilen tövbe etmeleri ve işledikleri
zulmün ardından durumlarını düzeltmeleri durumunda hır-
Mâide Sûresi 33-40 ........................................................ 555
sızlık eden erkek ve kadının tövbesinin kabul edileceğine ilişkin
hükmün gerekçesini bildirme amacına yöneliktir. Buna göre, göklerin
ve yerin egemenliği yüce Allah'a aittir. Bir hakimiyet sahibi de
mülkü üzerinde ve tâbileri arasında dilediği gibi hükmetme hakkına
sahiptir. İsterse azap eder isterse merhamet eder. Dolayısıyla
ulu Allah da hikmet ve maslahat uyarınca dilediğine azap etme,
dilediğini bağışlama yetkisine sahiptir. Tövbe etmezlerse hırsızlık
eden erkek ve kadınlara azap edebilir. Tövbe ederlerse de bağışlayabilir.
"Allah'ın her şeye gücü yeter." ifadesi, "Göklerin ve yerin egemenligi
Allah'a aittir." ifadesinin gerekçesi konumundadır. Çünkü
egemenlik, gücün, kudretin belirtisidir. Nitekim mülkiyet de yaratmanın
ve var etmenin detayıdır. Her şeyin O'na dayanır olması
ve O'nun her şeyi ayakta tutuyor ve koruyor olması yani.
Açıklayacak olursak: Yüce Allah, varlıkların yaratıcısı ve var edicisidir.
Hiçbir şey yoktur ki, hem kendisi, hem de etkinlikleri Allah'ın
mülkü olmasın. Bahşettiğinin bahşedicisi, vermediğinin alıkoyucusu
O'dur. O, her şey üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine
sahiptir. Işte mülkiyet sahibi olmak budur: "De ki: Her şeyin yaratıcısı
Allah'tır; O tektir, kahredendir." (Ra'd, 16) "Allah ki, O'ndan
başka tanrı yoktur, daima diri ve yaratıklarını koruyup yöneticidir.
Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve
yerde olanların hepsi O'-nundur." (Bakara, 255)
Bunun yanında yüce Allah, dilediği her tasarrufta bulunma gücüne
sahiptir. Çünkü varsayılan her şey O'ndandır. Dolayısıyla
hükmünü yürütmek ve iradesini etkin kılmak O'nun yetkisi
dâhilindedir. Işte her şey üzerinde egemenlik ve saltanatın sahibi
olmak da budur. Böylece ulu Allah hem maliktir, çünkü her şey
üzerinde sınırsız tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir; hem de
meliktir, hükümrandır, çünkü güçlüdür, âciz değildir, iradesini, dileğini
etkin kılmasına engel olunamaz.
556 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
el-Kâfi'de, müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Salih'ten, o da
İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Dabbeoğullarından
bir hastalığa yakalanmış bir topluluk Resulullah'ın (s.a.a) yanına
gelir. Resulullah onlara, 'Yanımda kalın. İyileştiğinizde sizi bir
müfrezeyle birlikte devriye görevine gönderirim.' dedi. Onlar: 'Bizi
Medine'den çıkar.' dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onları
zekât develerinin bulunduğu bölgeye gönderdi, orada develerin sidiklerini
(ilaç niyetine) içiyor, sütleriyle besleniyorlardı. İyileşip güçlerini
toparlayınca, çobanlardan üçünü öldürdüler."
"Peygamberimiz (s.a.a) bu gelişmeyi haber alınca, Hz. Ali'yi
(a.s) onları yakalamak üzere görevlendirdi. Hz. Ali, onları bir vadide
yollarını şaşırmış bir hâlde yakaladı. Yemen sınırına yakın bu vadiden
yollarını bulup çıkamıyorlardı. Hz. Ali (a.s) onları tutsak aldı ve
Resulullah'ın (s.a.a) yanına getirdi. Bunun üzerine, 'Allah ve
Elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların
cezası an-cak, öldürülmeleri ya asılmaları ya elleri ve
ayaklarının çapraz kesilmesidir.' ayeti indi." [Füru-u Kâfi, c.7, s.245,
h:1]
Ben derim ki: Bu hadisi "et-Tehzib" adlı eserde, müellif kendi
rivayet zinciriyle Ebu Salih'ten, o da İmam Cafer Sadık'tan (a.s)
bazı küçük değişikliklerle rivayet eder.1 Ayyâşî de, kendi tefsirinde
İmam Cafer Sadık'tan rivayet eder. Sonuna da şu eklemede bulunur:
"Resulullah (s.a.a), onların ellerini ve ayaklarını çapraz kesmeyi
tercih etti."2
Bu olay, başta Kütüb-i Sitte olmak üzere Ehlisünnet
kaynaklarında, çeşitli kanallardan rivayet edilmiştir. Fakat bunlar
arasında özellik farklılıkları vardır. Bunların bazısına göre,
Resulullah (s.a.a) onları ele geçirdikten sonra ellerini ve ayaklarını
çapraz kesmiş, sonra da gözlerini oymuştur. Bazısında şöyle
deniyor: "Resulullah (s.a.a) onların bir kısmını öldürdü, bir kısmını
------
1- [et-Tehzib, c.10, s.134, h:150.]
2- [Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.314, h:90.]
Mâide Sûresi 33-40 ......................................................... 557
(s.a.a) onların bir kısmını öldürdü, bir kısmını astı, bir kısmının ellerini
ve ayaklarını çapraz kesti ve gözlerini oydu." Bazısında da
şöyle deniyor: "Resulullah (s.a.a) onların gözlerini oydu, çünkü onlar
da çobanların gözlerini oymuşlardı." Diğer bazısında şöyle deniyor:
"Yüce Allah, gözleri oymasını yasakladı. Ayet de bu tarz bir
işkence uygulayan Peygamberi azarlamak için inmiştir." Bazısında
deniyor ki: "Hz. Peygamber (s.a.a) onların gözlerini oymak istedi,
fakat yapmadı." Ehlisünnet kaynaklarında konuya ilişkin bunlar
gibi farklı değerlendirmeler içeren rivayetler vardır.
Ehlibeytİmamlarından (a.s) aktarılan konuya ilişkin rivayetlerde,
gözlerin oyulmasından söz edilmiyor.
el-Kâfi'de, müellif kendi rivayet zinciriyle Amr b. Osman b. Abdullah
el-Medainî'den, o daİmam Ebu-l Hasan er-Rıza'dan (a.s)
şöyle rivayet eder: "İmama, 'Allah ve Elçisiyle savaşanların ve
yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası ancak, öldürülmeleri...'
ayetiyle ilgili olarak şöyle soruldu: 'Hangi suçu işlemek,
ayette işaret edilen dört cezadan birinin uygulanmasını gerektirir?'
Buyurdu ki: Bir kimse Allah'a ve Elçisine (s.a.a) savaş
açar ve yeryüzünde bozgunculuk yapar da adam öldürürse, öldürülür.
Eğer adam öldürür ve mal gasp ederse, asılarak öldürülür. Eğer
mal gasp eder, ama kimseyi öldürmezse, elleri ve ayakları
çapraz kesilir. Eğer kılıcını çeker, Allah'a ve Elçisine savaş açar ve
yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışır da kimseyi öldürmezse
ve herhangi bir malı gasp etmezse, bulunduğu yerden sürgün edilir."
"Dedim ki: 'Nasıl sürgün edilir, sürgün edilişinin süresi ne
kadardır?' Buyurdu ki: 'Suçu işlediği yerleşim biriminden başka bir
yerleşim birimine sürgün edilir ve yerleşim biriminin halkına, bu
adam sürgündür, onunla oturmayın, ona bir şey satmayın, kadınlarınızı
onunla evlendirmeyin, onunla birlikte bir şey yemeyin, bir şey
içmeyin, ona ortak olmayın, diye bildirimde bulunulur. Bir yıl boyunca
bu muamele devam eder. Şayet o beldeden çıkıp başka bir
yere giderse, o beldenin halkına da benzeri bir yazıyla bildirimde
558 .......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
bulunulur. Ta ki bir yıl doluncaya kadar.' Dedim ki: 'Şirk yurduna
gitmek isterse ne yapılır?' Buyurdu ki: Şirk yurduna gitse oranın
halkına savaş açılır." [Füru-u Kâfi, c.7, s.246-247]
Ben derim ki: Şeyh Tusî, "et-Tehzib" adlı eserinde1, Ayyâşî de
kendi tefsirinde2 Ebu Ishak el-Medainî'den, o da Resulullah'tan
(s.a.a) aynı hadisi rivayet etmişlerdir. Bu anlamda Ehlibeyt
İmamlarından aktarılan hadislerin sayısı oldukça fazladır. Aynı şekilde,
bazı Ehlisün- net kanallarında da bu tür rivayetler aktarılmıştır.
Bazı Ehlisünnet rivayetlerinde, imamın serbest olduğu, dilerse
öldüreceği, dilerse asacağı, dilerse elleri ve ayakları çapraz keseceği
ya da dilerse sürgün edeceği belirtilir.
Şiî kanallarda da imamın bu hususta serbest olduğuna ilişkin
bazı rivayetlere rastlanmaktadır. Söz gelimi el-Kâfi'de Cemil b.
Derrac'dan o daİmam Sadık'tan (a.s) ayetle ilgili olarak şöyle rivayet
eder: "Dedim ki: 'Yüce Allah'ın teker teker saydığı bu cezaların
hangisi onlara uygulanır?' Buyurdu ki: 'Bu tercihi yapmak imama
kalmıştır. Dilerse elleri ve ayakları çapraz keser, dilerse sürgün
eder, dilerse asar, dilerse öldürür.' Dedim ki: 'Nereye sürer?' Buyurdu
ki: 'Bir yerleşim biriminden başkasına.' Sonra şunu ekledi:
Hz. Ali (a.s) iki kişiyi Kufe'den Basra'ya sürmüştür." [Füru-u Kâfi, c.7,
s.245-246, h:3]
Bu konunun devamı, fıkıh bilimini ilgilendirir. Şu kadarı var ki,
ayetten bozgunculukların derecesine göre, cezaların sıralandığını
algılamak mümkündür. Çünkü, birbirleriyle denk ve eşit olmayan,
bilâkis şiddet ve zayıflık bakımından farklılık arz eden öldürme,
asma, kesme, ve sürme cezaları arasında tercihli bir üslûp kullanılması
aklen, buna ilişkin somut bir karine olarak algılanabilir.
Nitekim ayet, bunların Allah ve elçisine karşı savaşmanın ve
yeryüzünde bozgunculuk yapmanın cezaları olduklarını vurgulayıcı
bir ifade tarzına sahiptir. Dolayısıyla bir kimse kılıcını çekip yeryü-
-------
1- [et-Tehzib, c.10, s.132-133, h:143]
2- [Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.317]
Mâide Sûresi 33-40 ....................................................... 559
zünde bozgunculuk yapsa veya bir kimseyi öldürse, onu öldürmek
gerekir. Çünkü o bu tavrıyla savaş açan ve bozgunculuk yapan bir
kimse konumundadır. Bu ceza, saygın olan bir cana kıymasına
karşılık olarak kısas uygulanması şeklinde algılanamaz.
Dolayısıyla maktulün yakınları diyete razı olsalar da böyle bir kimse
için öngörülen öldürme cezası düşmez.
Nitekim bu yönde bir açıklamayı Ayyâşî tefsirinde Muhammed
b. Müslim'den, o daİmam Bâkır'dan (a.s) rivayet etmiştir. Bu rivayetin
kapsamında deniliyor ki: "Ebu Ubeyde şöyle dedi: 'Allah senin
işlerini yoluna koysun! Maktulün yakınları katili affetseler, ne olacak?'
İmam Bâkır (a.s) buyurdu ki: 'Maktulün yakınları, onu affetseler
de, imamın onu öldürmesi gerekir. Çünkü o, savaş açmış,
adam öldürmüş ve hırsızlık yapmıştır.' Ebu Ubeyde şöyle dedi:
'Maktulün yakınları ondan diyet almak isteyip serbest bıraksalar,
bunu yapmaya hakları var mıdır?' İmam, hayır dedi. Onun öldürülmesi
gerekir." [c.1, s.314, h:89]
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, İbn-i Ebi Şeybe, Abd b. Hamîd,
İbn-i Ebi Dünya -Kitab-ul Eşraf'ta-, İbn-i Cerir ve İbn-i Ebi Hatem Şa'-
bi'den şöyle rivayet ederler: "Basralı Harise b. Bedr et-Temimî,
yeryüzünde bozgunculuk yapmış, genel güvenliğe karşı savaş
açmıştı. [Sonra pişman olmuş] ve Kureyş'ten bazı adamlarla
konuşarak onun için Ali'den güvence almalarını istemişti. Ama
onlar, bu işi üstlenmeyi kabul etmemişlerdi. Bunun üzerine Said b.
Kays el-Hemedanî'ye gidip onu Ali'nin yanına gönderdi. Said b.
Kays şöyle dedi: 'Ey Müminlerin emiri, Allah'a ve Elçisine savaş
açan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerin cezası nedir?'
Dedi ki: 'Öldürülmeleri veya asılmaları ya da elleri ve ayaklarının
çapraz kesilmesi yahut bulundukları yerden sürülmeleridir.'
Sonra şöyle dedi: Ancak sizin kendilerini ele geçirmenizden önce
tövbe edenler başka."
"Bunun üzerine Said şöyle dedi: 'Bu, Harise b. Bedr de olsa!'
Sonra Said şöyle dedi: 'Harise b. Bedr, tövbe edip gelmiştir, acaba
ona güvence var mıdır?' Hz. Ali: 'Evet.' dedi. Bunun üzerine Said,
560 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
Harise'yi getirdi. O da Ali'ye biat etti. Hz. Ali de biatini kabul etti ve
canının bağışlandığına dair kendisine bir yazı verdi."
Ben derim ki: Rivayetin akışı içinde Said'in: 'Bu, Harise b. Bedr
de olsa!' şeklindeki sözü, ayetin akışının oluşturduğu havaya uygun
olarak söylenmiştir. Çünkü ayetin mutlak ifadesi, savaşma ve
bozgunculuk yapmaktan sonra tövbe eden herkesi kapsayacak niteliktedir.
Normal konuşmalarda da bunun örnekleri çoktur.
el-Kâfi'de, müellif kendi rivayet zinciriyle Sevre b. Küleyb'den
şöyle rivayet eder: "İmam Cafer Sadık'a (a.s) sordum: 'Bir adam
evinden çıkıp mescide gitmek ister ya da bir ihtiyacını gidermeyi
amaçlar. Bu sırada bir adam karşısına çıkıp onu durdurur, döver ve
elbiselerini gasp eder. Bunun için ne lâzım gelir?'İmam buyurdu
ki: 'Sizin yanındakiler (Sünni âlimler) bu konuda ne diyorlar?' Dedim
ki: 'Onlar diyorlar ki 'Bu, korku ve dehşet salmadır. Savaş
açan ise, ancak müşriklerin beldelerinde olur.' Buyurdu ki: 'Hangisinin
saygınlığı daha büyüktür: İslâm yurdunun mu, şirk yurdunun
mu?' Dedim ki: 'İslâm yurdunun.' Bunun üzerine şöyle dedi: Bu gibi
adamlar, 'Allah ve Elçisiyle savaşanlar...' ayetinin kapsamındaki
kimselerdendirler." [Füru-u Kâfi, c.7, s.245, h:2]
Ben derim ki: Ravinin sözünü ettiği görüş, Ehlisünnet
kanallarında yer alan rivayetlerin bir kısmında dile getirilmiştir.
Nitekim, ayetin iniş sebebiyle ilgili olarak Dahhak'tan şöyle rivayet
edilir: "Bu ayet, müşrikler hakkında inmiştir." Taberî tefsirinde
şöyle bir olay anlatılır: "Abdulmelik b. Mervan, Enes'e bir mektup
yazarak bu ayetle ilgili fikrini sordu. Enes ona ayetin iniş nedenini
içeren bir yazı gönderdi: 'Bu ayet, Becile soyundan gelen Uranîler
grubu hakkında inmiştir. Bunlar Islâm'dan döndüler, çobanı
öldürdüler, develeri önlerine katıp götürdüler, yollara korku
saldılar ve haram olan ırza tecavüz ettiler. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.a) Cebrail'den bu şekilde kamu düzenine savaş
açanların hükmünü sordu. O da dedi ki: 'Hırsızlık yapıp yollara
korku salanları, haram olan ırza tecavüz edenleri as.'" Bunun gibi
daha birçok rivayet örnek gösterilebilir. Ayet, mutlak ifadesi itibariyle el-Kâfi'deki rivayeti destekler
Mâide Sûresi 33-40 .................................................... 561
mahiyettedir. Bilindiği gibi, bir ayetin iniş sebebi, o ayetten
anlaşılan anlamı kayıtlandırma, sınırlandırma sebebi olmaz.
Tefsir-ul Kummî'de, "Ey İnananlar! Allah'tan korkun. O'na yol
arayın." ayetiyle ilgili olarak şöyle deniyor: "Demek isteniyor ki:
İmam aracılığıyla Allah'a yaklaşın." [c.1, s.168]
Ben derim ki: Yani, imama itaat ederek Allah'a yaklaşın.
Rivayetteki bu yaklaşım, genel bir anlamın somut bir örneğe uyarlanması
kabilindendir.
Bunun bir benzerini de İbn-i Şehraşub rivayet eder: "Emir-ül Müminin, 'O'na yol arayın' ayeti hakkında dedi ki: Ben Allah'a yaklaştıran yolum." [Menakıb, c.3, s.75]
Buna yakın bir rivayet de "Besair-ud Derecat" adlı eserde yer
alır. Müellif kendi rivayet zinciriyle Selman'dan, o da Ali'den (a.s)
rivayet eder.1 Bu iki rivayetin, tevil olmaları da muhtemeldir. Rivayetleri
bir de bu gözle incelemek gerekir.
Mecma-ul Beyan tefsirinde, Peygamber efendimizden (s.a.a)
şöyle rivayet edilir: "Allah'tan benim için vesile isteyin. Çünkü vesile
cennette bir derecedir ve oraya sadece bir kul ulaşacaktır. Ben o
kul olmayı ümit ediyorum."
el-Maani'de, müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Said el-
Hudrî'den şöyle rivayet eder: "Resulullah (s.a.a) efendimiz buyurdu
ki: 'Allah'a dua edip bir şeyler istediğiniz zaman, benim için de vesile
isteyin.' Bunun üzerine Resulullah'a "vesile"nin ne olduğunu
sorduk. Buyurdu ki: O, cennette bir derecedir..."2 Bu, "vesile hadisi"
adıyla bilinen uzun bir hadistir.
Hadis üzerinde düşünüp ayetin anlamıyla karşılaştırdığımız
zaman "vesile"nin, yüce Allah tarafından Peygamberine (s.a.a)
bahşedilen bir makam olduğunu görürüz. Peygamberimiz (s.a.a)
bunu Allah'a yaklaşmak için bir yol olarak kullanır. Tertemiz
Ehlibeyti, ardından ümmetinden salih olanlar da onu izlerler.
Ehlibeytİmamlarından (a.s) şöyle rivayet edilir: "Resulullah (s.a.a)
------
1- [Besair-ud Derecat, s.216, h:21]
2- [el-Maâni, s.116]
562 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
Rabbinin eteğine, biz onun eteğine, siz de bizim eteğimize yapışırsınız."
[el-Mehasin, c.1, s.182-183, h:179-180-181]
Kummî ve İbn-i Şehraşub'un rivayetleriyle ilgili olarak, bunların
te'vil olmaları muhtemeldir, derken maksadımız bu noktaya işaret
etmekti. Inşallah ileriki bölümlerde bu anlamı açıklama fırsatını
buluruz.
Ayyâşî'nin Ebu Basir'den aktardığı rivayeti de bu kategoride
incelemek gerekir. Diyor ki:İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle dediğini duydum:
"Ali'nin düşmanları, ateşte sonsuza dek kalacaklardır. Allah
buyuruyor ki: Onlar oradan çıkacak degillerdir." [c.1, s.317, h:100]
el-Burhan tefsirinde, "Hırsızlık eden erkek ve kadının... ellerini
kesin." ayetiyle ilgili olarak et-Tezhib adlı eserden naklenİmam
Musa Kâzım'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Hırsızın eli kesilir,
fakat baş parmağı ve avucu bırakılır. Ayağı kesilir, ama yürüyebilmesi
için topuğu bırakılır." [c.1, s.470, h:2]
Yine et-Tehzib adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed
b. Müslüm'den şöyle rivayet eder: "İmam Cafer Sadık'a
(a.s) sordum: 'Hırsızın elinin kesilmesi için çalınan malın miktarı
en az ne kadar olmalıdır?' Buyurdu ki: 'Çeyrek dinar.' 'Ya iki dirhem
çalarsa?' diye sordum. Buyurdu ki: 'Çeyrek dinarın kaç dirhem
ettiğine bakılır.' Dedim ki: 'Çeyrek dinar etmeyen bir şey çalan
insana hırsız denir mi? O, bu durumda Allah katında hırsız mıdır?'
Buyurdu ki: Bir Müslümanın koruyup sakladığı bir şeyi çalan
herkes için hırsız adı geçerlidir. O, Allah katında hırsızdır. Fakat bir
hırsızın eli ancak çeyrek dinar ve daha fazla bir değere haiz bir şey
çalması durumunda kesilir. Eğer çeyrek dinardan daha az bir şeye
karşılık hırsızın eli kesilecek olsaydı, insanların çoğunun eli kesilmiş
olacaktı." [c.10, s.99, h:2]
Ben derim ki:İmam (a.s), "Eğer... hırsızın eli kesilecek
olsaydı..." sözüyle şunu demek istiyor: El kesme hükmünde bir hafifletme
söz konusudur. Bu, yüce Allah'ın kullarına yönelik rahmetinin
göstergesidir. Bu anlam, yani hırsızın elinin çaldığı malın değerinin
çeyrek dinar ve daha fazla tutması durumunda kesilmesi
Mâide Sûresi 33-40 ........................................................ 563
gerektiği hususu, Ehlisünnet kanallarında da aktarılmıştır. Örneğin,
Buharî ve Müslim Sahihlerinde Aişe'den şöyle rivayet edilir:
Resulullah efendimiz (s.a.a) buyurdu ki: "Hırsızın eli ancak çeyrek
dinar ve daha yukarısı için kesilir." [Sahih-i Buharî, c.8, s.199. Sahih-i
Müslim, c.5, s.112]
Tefsir-ul Ayyâşî'de Sümaa'dan, o daİmam Cafer Sadık'tan
(a.s) şöyle rivayet eder: "Hırsız yakalandığında avucunun ortasından
eli kesilir, tekrar çalarsa tabanının ortasından ayağı kesilir,
tekrar çalarsa hapse atılır. Hapiste de hırsızlık yaparsa öldürülür."
[c.1, s.318, h:105]
Aynı eserde, Züurare'den şöyle rivayet edilir:İmam Bâkır'a
(a.s) hırsızlık yapan, bu yüzden sağ eli kesilen, sonra tekrar hırsızlık
yapan ve bundan dolayı sol ayağı kesilen, ardından üçüncü kez
hırsızlık yapan adam için hangi hükmün uygulanacağı soruldu. Buyurdu
ki: "Emir-ül Müminin (a.s) böyle kimseleri müebbet hapse
mahkûm ederdi ve şöyle derdi: Temizlenmek için kullanılacak eli
ve ihtiyacını gidermek amacıyla yürümek için ayağı olmadan onu
dışarı salmak hususunda Rabbimden utanırım."
İmam devamla şunları söyledi: "Hz. Ali (a.s) hırsızın elini kestiği
zaman mafsalın aşağısından keserdi. Ayakları kestiğinde de iki
topu-ğun aşağısından keserdi. Şeriatın öngördüğü cezalardan gafil
olunmasını da hoş karşılamazdı." [c.1, s.318, h:104]
Aynı eserde, İbn-i Ebu Davud'un arkadaşı ve yakın dostu
Zurkan'dan şöyle rivayet edilir: "Bir gün İbn-i Ebu Davud halife
Mu'tasım'ın yanından canı sıkkın bir hâlde döndü. Bunun sebebini
sordum. Dedi ki: 'Bugün, bundan yirmi yıl önce ölmüş olmayı istedim.'
'Niçin?' diye sordum. Dedi ki: 'Ebu Cafer Muhammed b. Ali b.
Musa [İmam Muhammed Taki] denen şu siyah adamın Emir-ül
Müminin Mu'tasım'ın yanında olduğu sırada meydana gelen bir
olaydan dolayı.' 'Nasıl oldu?' diye sordum. Dedi ki: 'Bir hırsız birinin
malını çaldığını itiraf etti ve Halife'den hakkında şer'î hükmü uygulamak
suretiyle kendisini arındırmasını istedi. Bunun üzerine halife
fıkıh bilginlerini meclisinde topladı. Muhammed b. Ali'yi de
çağırmıştı. Halife bizden elin nereden kesilmesi gerektiğini sordu.
564 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
çağırmıştı. Halife bizden elin nereden kesilmesi gerektiğini sordu.
Ben dedim ki: 'Bilekten kesilmesi gerekir. Çünkü yüce Allah, teyemmümle
ilgili olarak, 'Yüzlerinizin ve ellerinizin bir kısmını
meshedin.' buyurmuştur.' Orada bulunanlardan bazıları da benim
görüşümü benimsediler."
"Başkaları da dediler ki: 'Bilâkis, elin dirsekten kesilmesi
gerekir.' Halife 'Buna ilişkin kanıtınız nedir?' diye sordu. Dediler ki:
Çünkü yüce Allah abdestle ilgili olarak, "...ve ellerinizi dirseklere
kadar" buyurmuştur. Bu da, elin sınırının dirseklere kadar olduğunu
gösterir."
"Sonra halife, Muhammed b. Ali'ye döndü ve şöyle dedi: 'Bu
konuda sen ne dersin, ey Ebu Cafer?' Dedi ki: 'Bu zatlar, konu
hakkında konuştular, ey Emir-ül Müminin.' Halife, 'Onların dediklerini
bırak, sen ne diyorsun?' dedi. O, 'Beni bu hususta muaf tut, ey
Emir-ül Mü-minin.' dedi. Halife, 'Görüşünü belirtmen için seni Allah
adına yemine veriyorum.' diye diretince, o şöyle dedi: Madem ki,
beni Allah adına yemine veriyorsun, ben de görüşümü açıklayacağım.
Ben diyorum ki: Bu zatlar, sünnete aykırı görüşler ortaya koydular.
Çünkü elin parmakların mafsallarından kesilmesi ve avucun
bırakılması gerekir."
"Halife, 'Buna ilişkin kanıtın nedir?' diye sordu. Dedi ki:
'Resulullah'ın (s.a.a) şu sözü, 'Secde yedi organla yapılır: Yüz, iki
el, iki diz ve iki ayak.' Eğer adamın elini bilekten veya dirsekten
kesersen secde edeceği bir eli olmaz. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
'Secde yerleri Allah'ındır.' Burada secde edilirken yere konulan
bu yedi organ kastedilmiştir. 'O hâlde Allah'la beraber, bir
başkasını çagırmayın.' Dolayısıyla Allah'ın olan bir şey kesilmez.
Mu'tasım bu cevabı çok beğendi ve hırsızın elinin parmak mafsallarından
kesilmesini ve avucun bırakılmasını emretti. İbn-i Ebu
Davud dedi ki: Işte o zaman benim için kıyamet koptu ve keşke
yaşıyor olmasaydım, diye temenni ettim."
İbn-i Ebu Zurkan devamla şunları söyledi: İbn-i Ebu Davud dedi
ki: 'Üç gün sonra kalktım, Mu'tasım'ın yanına gittim ve dedim ki:
Mâide Sûresi 33-40 ............................................................. 565
'Emir-ül Müminin'e öğüt vermek benim için vaciptir. Bundan dolayı
cehenneme gireceğimi bilmeme rağmen kendisine bir şey söyleyeceğim.'
Mu'tasım, 'Nedir o?' diye sordu. Dedim ki: 'Emir-ül
Müminin, meclisine tebasının fukahasını ve ulemasını dinî bir meseleden
dolayı toplayıp, buna ilişkin hükmü onlara soruyor. Onlar
da konuya ilişkin görüşlerini belirtiyorlar. Mecliste Emir-ül Mümininin
oğulları, komutanları, vezirleri ve kâtipleri de hazır. Diğer insanlar
da kapı arkasından konuşulanları dinliyorlar. Sonra Emir-ül
Müminin kalkıp onca fukaha ve ulemanın sözünü bir yana bırakarak,
ümmetin bir kısmının imam olduğunu ve hilâfet makamına
daha lâyık olduğunu savunduğu bir adamın görüşünü benimsiyor,
diğerlerinin görüşlerini dikkate almıyor!' İbn-i Davud dedi ki: 'Benim
bu sözlerim üzerine Mu'tasım'ın yüzünün rengi değişti. Yaptığım
uyarının önemini kavradı ve bana, 'Allah, bu hayırlı uyarından
dolayı seni hayırla ödüllendirsin.' dedi."
"Sonra dördüncü gün, vezirlerinin kâtiplerinden birini, onu (Muhammed
b. Ali'yi) evine davet etmek üzere görevlendirdi. Adam
onu davet etti, fakat o daveti kabul etmedi ve: 'Biliyorsun ki, ben
sizin toplantılarınıza katılmam.' dedi. Adam: 'Ben seni yemeğe
davet ediyorum. Sergilerime ayak basmanı ve evime girmeni, böylece
evimi bereketlendirmeni istiyorum. Ayrıca Halifenin vezirlerinden
falan oğlu falan da seninle karşılaşmak istiyor.' dedi. Ebu
Cafer adamın evine gitti. Yemeği yiyince, zehirin acısını hissetti.
Binek hayvanının getirilmesini istedi. Ev sahibi kalmasını isteyince:
Gitmem, senin için evinde kalmamdan daha iyidir.' dedi. Ve
üzerinden o gün ve o gece geçmeden vefat etti." [c.1, s.319-320,
h:109]
Ben derim ki: Bu olay başka kanallardan da aktarılmıştır. Daha
önce tekrarlanan bazı rivayetler gibi bu rivayeti uzun olmasına
rağmen aktarmamızın sebebi, bazı Kur'ânî incelikleri içermesidir.
Ki ayetlerin anlaşılmasında bunlardan yararlanılabilir.
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Ahmed, İbn-i Cerir ve İbn-i Ebu
Hatem, Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet ederler: "Resulullah
566 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
(s.a.a) zamanında bir kadın hırsızlık yaptı. Kadının sağ eli kesildi.
Ardından kadın: 'Ya Resulullah, benim tövbem kabul olur mu?'
diye sordu. Resulullah (s.a.a)buyurdu ki: 'Evet, sen bu gün, annenden
doğduğun günkü gibi, günahından berisin.' Bunun üzerine Mâide
suresindeki şu ayet indi: Kim yaptıgı haksızlıktan sonra tövbe eder
ve durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah rahmetiyle ona dönüp
tövbesini kabul eder. Çünkü Allah bagışlayandır,
esirgeyendir."
Ben derim ki: Bu rivayet, bir tür uyarlamadır. Çünkü ayetin
önceki ayetle bağlantılı olduğu ve her iki ayetinde birlikte indiği
apaçık ortadadır.
Dostları ilə paylaş: |