650 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
liklerin kalktığına tanıklık edince, o insan, bunların karşıtı olan üstün
ve onur verici niteliklerle nitelenmiş olur. Çünkü insan, bir
ahlâka sahip olacaksa, üstün niteliklerden veya aşağılayıcı niteliklerden
biriyle mutlaka ahlâklanmak durumundadır.
Buna göre, ayette kastedilen bu insanlar, Allah'a gerçekten inanıyorlar,
imanları zulüm kirine bulanmamıştır. Nitekim yüce Allah
bir ayette şöyle buyuruyor: "Inananlar ve imanlarını bir haksızlıkla
bulamayanlar... İşte güven onlarındır ve dogru yolu bulanlar
da onlardır." (En'âm, 82) Buna göre, onlar sapmaya karşı güvencededirler.
Yüce Allah bir ayette bu hususa şöyle işaret etmiştir: "Allah
şaşırttıgını yola getirmez." (Nahl, 37) Bu demektir ki, onlar, her
türlü sapıklığa karşı ilâhî güvencenin kapsamı içindedirler. Ilâhî yol
göstericiliğin önderliğinde Allah'ın dosdoğru yoluna yönelmektedirler.
Onlar, yüce Allah'ın da onayladığı gerçek imanları sayesinde,
Allah'a tam anlamıyla teslim oldukları gibi Elçiye de tabi olmuş,
ona teslim olmuşlardır. Yüce Allah, bir ayette bu hususa şöyle işaret
etmiştir: "Hayır, Rabbine andol-sun ki, aralarında çıkan
anlaşmazlıklar hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdigin
hükmü, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam anlamıyla
kabullenmedikçe inanmış olmazlar." (Nisâ, 65)
Buradan hareketle anlıyoruz ki, bunlar şu ayetin kastettiği
kimseler arasında yer almaktadırlar: "De ki: Eger siz Allah'ı seviyorsanız
bana uyun ki, Allah da sizi sevsin." (Âl-i Imrân, 31) Bu ayetin
içeriğinden anlıyoruz ki, Peygambere uymakla Allah'ı sevmek
arasında zorunlu bir bağıntı vardır. Kim Peygambere uyarsa, Allah
onu sever. Allah bir kulunu, ancak Peygambere (s.a.a) tabi olduğu
zaman sever.
Peygambere (s.a.a) uydukları zaman takva, adalet, ihsan, sabır,
sebat, tevekkül, tövbe ve arınma gibi yüce Allah'ın sevdiği ve
hoşnut olduğu niteliklere de sahip olurlar. Nitekim yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Şüphesiz, Allah da sakınanları sever." (Âl-i Imrân,
76) "Allah iyilik edenleri sever." (Bakara, 195) "Allah sabırlıları sever."
(Âl-i Imrân, 146) "Allah, kendi yolunda kaynatılmış binalar gibi
Mâide Sûresi 51-54 ................................................... 651
saf baglayarak çarpışanları sever." (Saff, 4) "Hiç şüphesiz Allah,
kendisine dayanan-ları sever." (Âl-i Imrân, 159) "Allah tövbe edenleri
sever, temizlenenleri sever." (Bakara, 222) Daha birçok ayet bu
hususa örnek oluşturmaktadır.
Yukarıda işaret edilen niteliklerin sonuçlarını ve bu nitelikleri
izleyen ve üstün meziyetleri şerh edici ayetleri bir bütün olarak incelediğimiz
zaman, iyi karakterlerden oluşan çok sayıda olguyla
karşılaşırız. Bunların tümünün şu sıfatlara sahip olan kimselerin
yeryüzüne varis olan mirasçılar olmasına ve iyi akıbetin de onların
olduğuna gelip dayandıklarını da görürüz. Nitekim üzerinde durduğumuz
ayetten de böy-le bir mesaj algılayabiliyoruz: "Ey inananlar!
Sizden kim dininden dönerse..." Başka bir ayette de -genel ve
kuşatıcı bir ifade olarak- şöy-le buyurulmuştur: "Sonuç takvanındır."
(Tâhâ, 132) Inşallah, akıbetin takvanın olmasının ne anlam ifade
ettiğini uygun bir yerde etraflıca irdeleyeceğiz.
"Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler."
Ayetin orijinalinde geçen "ezillet-un" ve "eizzet-un" kelimeleri
"zelîl" ve "azîz" kelimelerinin çoğuludurlar. Kendilerinin dostu ve
kendileri tarafından dost edinilen Allah'a yönelik saygılarının bir
ifadesi olarak müminlerin üzerine şefkat kanatlarını germelerinden
ve dinin değer vermediği ve önemsemediği kâfirlerin yanında
bulunan sahte üstünlük ve onura ihtiyaçlarının olmadığından kinaye
bir ifadedir bu. Nitekim yüce Allah, Peygamberini (s.a.a) bu hususta
şu şekilde yönlendirip eğitmiştir: "Onlardan bazı çiftlere (sınıflara)
verdigimiz dünyalıga gözlerini dikme ve onlara üzülme,
müminlere kanadını indir." (Hicr, 88) Bazı bilginlerin söyledikleri gibi
"ezille" kelimesinin "alâ" harf-i cerriyle geçişli kılınması, merhamet,
kalp inceliği veya acıma, şefkat gösterme anlamlarını içermesinden
dolayıdır.
"Allah yolunda cihat ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından
korkmazlar." Genel niteliklerinin içerisinden özel olarak "Allah yolunda
cihad etmelerinden" söz edilmesi, yüce Allah'ın onlar aracılığıyla
dinine yardım edeceğinden söz edildiği bir süreçte böyle bir
652 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
vurguya ihtiyaç olmasından dolayıdır.
"Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar." ifadesinin akışından
anlaşıldığı kadarıyla, bu ifade, sadece kendisinden önceki
son cümleyle değil, diğer cümlelerle de ilintilidir. -Gerçi bu tür terkiplerde,
ifadenin genellikle en son cümleyle ilintili olduğu kesin
ve şüphesizdir.- Çünkü Allah yolunda cihat edilirken kınayanların
kınaması önemli bir engel oluşturmaktadır. Onlar insanları, mal ve
can kaybı, zorluklara katlanma durumunda kalma gibi meşakkatleri
göstererek cihattan alıkoymaya çalışırlar. Aynı şekilde
müminler karşısında alçak gönüllü davranıp dünyanın çekici nimetleri
ve arzuyla peşinden koşulan sahte değerleri ve müminlerin
yanında rastlanılmayan dünya nimetleri kâfirlerin yanında bulunurken
onlar karşısında üstün ve onurlu davranmak, kınayanların
kınamasının engel olacağı şeydir.
Ayetten, gelecekte meydana gelecek bir olaya yönelik gaybî
bir işaret de algılanmaktadır. Inşallah, konunun ayetler ve hadisler
ışığında değerlendirildiği ileriki bölümde bu konuya değineceğiz.
AYETLERIN HADISLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, "Ey inananlar! Yahudileri... veli
edinmeyin..." ayetiyle ilgili olarak İbn-i Ishak, İbn-i Cerir, İbn-i
Münzir, İbn-i Ebi Hatem, Ebu Şeyh, İbn-i Mürdeveyh, Beyhaki -ed-
Delalil adlı eserde- ve İbn-i Asakir, Ubade b. Velid'den, Ubade b.
Samit'in şöyle dediğini rivayet ederler: "Kaynukaoğulları Yahudileri
Resulullah'la (s.a.a) savaşmaya kalkışınca, Abdullah b. Übey b.
Selul bunu bahane ederek savaşta Resulullah'ın yanında yer almadı
ve bu konuda tarafsız görünmeye koyuldu. Buna karşın
Ubade b. Samit Resulullah'ın (s.a.a) yanına giderek onlarla kurduğu
ittifakı feshettiğini, onlarla her türlü ilişkisini kestiğini bildirdi.
Ubade, Avf b. Hazreç kabilesinin bir bireyiydi. Kaynukaoğullarıyla
Abdullah b. Ubey b. Selul arasındaki ittifakın bir benzeri de onunla
kurulmuştu. Ama o, bu ittifakı bir yana bırakarak Resulullah efendimizin
(s.a.a) yanında yer aldı ve 'Ben Allah'ı, Resulünü ve mü-
Mâide Sûresi 51-54 ..................................................... 653
minleri dost ediniyorum. Şu kâfirlerin ittifaklarından ve dostluklarından
sıyrılıp Allah'a ve Resulüne doğru geliyorum' dedi."
Yine aynı eserde, Mâide suresindeki şu ayetlerin Abdullah b.
Ubey b. Selul hakkında indikleri rivayet edilir: "Ey inanalar! Yahudileri
ve Hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir...
Galip gelecek olanlar, yalnız Allah'ın taraftarlarıdır." [Mâide, 51-56]
Aynı eserde, İbn-i Ebi Şeybe ve İbn-i Cerir, Atiyye b. Sa'd'dan
şöyle rivayet ederler: "Haris b. Hazreç Oğullarından Ubade b.
Samit Resu-lullah'ın (s.a.a) yanına gelerek şunları söyledi: Benim,
Yahudiler arasında çok sayıda dostum vardır. Ben Yahudilerin
dostluğundan sıyrılıp Allah'a ve Resulüne geliyorum. Allah'ı ve Resulünü
dost ediniyorum."
"Bunun üzerine Abdullah b. Übey şunları söyledi: 'Ben başımıza
bir felâketin gelmesinden korkuyorum. Bu yüzden onların dostluklarından
sıyrılmıyorum.' Resulullah (s.a.a) ona dedi ki: 'Ey Hubab'ın
babası, yoksa sen, Ubade'den ayrı olarak Yahudilerin dostluklarını
sürdürmekle kendinin ondan daha kârlı çıkacağını mı düşünüyorsun?'
Bunun üzerine Abdullah b. Übey: 'Şimdi kabul ediyorum.' dedi.
Ardından şu ayetler nazil oldu: Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları
veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir... Allah
seni insanlardan korur." [Mâide, 51-67]
Aynı eserde, İbn-i Mürdeveyh İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet eder:
"Abdullah b. Übey b. Selul iman ettikten sonra, 'Benimle Kureyza
ve Nadiroğulları Yahudileri arasında dostluk antlaşması vardır.
Ben, başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyorum.' dedi ve
kâfirliğe döndü. Buna karşın Ubade b. Samit, 'Ben Kureyza ve
Nadiroğulları dostluğun-dan Allah'a doğru sıyrılıyorum. Allah'ı, Resulünü
ve müminleri dost ediniyorum.' dedi."
"Bunun üzerine yüce Allah şu ayetleri indirdi: Ey Inananlar!
Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin... Kalplerinde hastalık
bulunanların... onların arasına koşuştuklarını görürsün. -Burada
Abdullah b. Übey kastediliyor.- Sizin veliniz, ancak Allah, O'nun
Resulü ve namazı dosdogru kılan ve rüku ederken zekât veren
müminlerdir. -Burada da Ubade b. Samit ve Resulullah'ın ashabı
654 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
müminlerdir. -Burada da Ubade b. Samit ve Resulullah'ın ashabı
kastediliyor.- Eger Allah'a, Peygambere ve ona indirilene inansalardı,
onları kendilerine veli yapmazlardı. Ama onların çogu yoldan
çıkmış insanlardır." [Mâide, 81]
Ben derim ki: Bu kıssa başka kanallardan da aktarılmıştır.
Daha önce, ayetlerin iniş sebeplerine ilişkin bu tür rivayetlerin gelişmelerin,
ayetlere uyarlama nitelikli içtihatların ürünü olduklarını
belirtmiştik. Nitekim bizzat rivayetlerden hareketle buna ilişkin
somut karineler bulmak mümkündür. Örneğin, Yahudilerle birlikte
Hıristiyanlardan da söz eden ayetlerle ilgili kıssada Müslümanlarla
Kaynuka, Kurayza ve Nadiroğulları Yahudileri arasında geçenlerden
söz edilirken, Hıristiyanlardan ve Müslümanların onlarla olan
ilişkilerinden hiç söz edilmiyor! Kıssanın akışı içinde Hıristiyanların,
hiçbir amaca yönelik olmaksızın sırf iş olsun diye söz konusu edilmelerinin
bir sebebi yoktur.
Öte yandan Kur'ân'da Yahudilerle Müslümanlar arasında yaşanan
olaylara, münafıkların yönlendirmelerine ilişkin olarak sırf
Yahudilerin pozisyonunu ele alan ve Hıristiyanlardan söz etmeyen
ayetler vardır. Haşr suresindeki ayetlerin yanı sıra başka surelerdeki
bazı ayetleri buna örnek gösterebiliriz. Peki neden, tefsirini
sunduğumuz ayetlerde sırf iş olsun diye söz konusu edilirken, yalnızca
Yahudilerden söz eden ayetlerde sırf iş olsun diye Hıristiyanlardan
söz edilmiyor?!
Kaldı ki, rivayetlerde, 51. ayetten 67. ayete kadar toplam on
yedi ayetin Abdullah b. Übey ve Ubade b. Samit hakkında indiği
belirtilir. Öncelikle bu ayetler arasında konu bütünlüğü yoktur ki,
bir kerede indiklerinden söz edilsin. İkincisi; bu ayetler arasında
yer alan "Sizin veliniz, ancak Allah, O'nun Elçisi ve dosdogru namaz
kılan ve rüku ederken zekât veren müminlerdir." ayetinin
Hz. Ali (a.s) hakkında indiğini gösteren rivayetler, gerek Şiî, gerekse
Sünnî kanallardan tevatür derecesinde aktarılmıştır. Üçüncüsü;
"Ey elçi, Rabbinden sana indirileni duyur..." ayetinin kıssayla kesinlikle
hiçbir ilgisi yoktur.
Mâide Sûresi 51-54 ........................................................ 655
Mesele şudur: Ravi önce Ubade ve Abdullah'ın kıssasını ele alıyor.
Sonra bakıyor ki, bu ayetlerle kıssa arasında belli bir ilişki
vardır. Tutup kıssayı bu ayetlere uyarlıyor, ama bunu da doğru
düzgün beceremiyor. Sırf Ehlikitab'ın pratik durumuna değiniyorlar
diye, on yedi ayeti üç ayetin yerine koyuyor.
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde İbn-i Cerir ve İbn-i Münzir Ikrime-
'den şöyle rivayet ederler: "Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları
veli edinmeyin. Onlar, birbirlerinin velileridir." ayeti
Kureyzaoğulla-rı Yahudileri hakkında inmiştir. Bunlar hainlik edip,
Resulullah (s.a.a) ile imzaladıkları antlaşmayı bozmuşlardı. Ebu
Süfyan b. Harb'a haber göndererek onların ve Kreyş'in gelip kalelerine
girmelerini önermişlerdi. Resulullah efendimiz (s.a.a) Ebu
Lübabe b. Abdulmünzir'i onlara göndererek kalelerinden
çıkmalarını istedi. Onlar Ebu Lübabe'yi dinleyerek kalelerinden indiklerinde
o, boyunlarının vurulacağını anlatmak için eliyle gırtlağına
işaret etti. Talha ve Zübeyr de Hıristiyanlarla ve Şamlılarla yazışıyorlardı.
-Ravi der ki: Bana ulaşan haberlere göre- Resulullah'ın
(s.a.a) ashabının arasında yoksulluktan ve kıtlıktan korkan bazı
kimseler Kureyza ve Nadiroğulları Yahudileri ile yazışıyor-lardı.
Peygamberimizin (s.a.a) hareketlerini gizlice onlara haber gönderiyorlardı.
Bunu yaparken de onlardan borç para almayı veya yardım
görmeyi umuyorlardı. İşte bu davranışları yasaklandı."
Ben derim ki: Bu rivayetin bir sakıncası yoktur. Çünkü ayetlerde
işaret edilen velayeti, sevgi ve sempati nitelikli velayet olarak
açıklama esasına dayandırıyor. Daha önce bu açıklamayı destekleyici
yorumlarda bulunduk. Eğer bu rivayet gerçekten ayetlerin iniş
sebebine ilişkin bir olayı içeriyorsa, bu, ayetin mutlak oluşunu
ve bu olayda olduğu gibi başka olaylara uyarlanma özelliğini ortadan
kaldırmaz. Şayet rivayet, uyarlama niteliğinde ise, zaten bu
durum daha belirgindir.
Mecma-ul Beyan tefsirinde, "Ey inananlar! Sizden kim dininden
dönerse, bilsin ki Allah, yakında öyle bir topluluk getirecektir..."
ayetiyle ilgili olarak şöyle deniyor: "Bazıları, 'Burada getirile-
656 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
ceğinden söz edilen topluluk Emir-ül Müminin ve arkadaşlarıdır. Ki
onlara karşı biatlarını bozanlar (nakisin), adaletten sapanlar
(kasitin) ve doğru yoldan çıkanlar (marikin) savaşmışlardır.'
demişlerdir. Bu görüş Ammar b. Yasir'den, Huzeyfe'den ve İbn-i
Abbas'tan rivayet edilmiştir. İmam Bâkır (a.s) ve İmam Cafer'den
(a.s) de bu anlamda görüş aktarılmıştır."
Ben derim ki: Mecma-ul Beyan tefsirinde, söz konusu rivayet
aktarıldıktan sonra şu açıklamaya yer veriliyor: "Bu görüşü
destekleyen bir husus da Resulullah efendimizin Hz. Ali'yi ayette
zikredilen özelliklerle nitelendirmiş olmasıdır. Peygamberimiz
(s.a.a) sancağı taşıyan kişi, birkaç kez girişimde bulunduğu hâlde
Hayber kalesini fethedemeyip geri kaçıp, üstelik insanları
korkutmasından ve insanların da onu korkutmalarından sonra Hz.
Ali'yi Hayber fethi için görevlendirdi-ğinde şunları söylemişti:
'Sancagı yarın öyle bir adama verecegim ki, o, Allah'ı ve
Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever. Döne döne
savaşır, asla cenk meydanından kaçmaz. Allah onun eliyle fethi
nasıp etmedikçe geri dönmez.' Sonra sancağı Hz. Ali'ye vermiştir."
"Müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı sert ve onurlu olması,
Allah yolunda cihat etmesi ve bu hususta hiçbir kınayıcının
kınamasından korkmaması gibi niteliklere gelince; hiç kimse, Hz.
Ali'nin (a.s) bu nitelikleri hakketmediğini ileri süremez. Çünkü onun
şirk ve küfür ehline karşı şiddetli tutumu, onların arasında
meydana getirdiği yıkım o kadar belirgin ki; İslâm milletini himaye
etme ve İslâm dinini destekleme yönündeki kararlılığı ve müminlere
karşı şefkati o kadar açık ki, hiç kimse bunu inkâr edemez."
"Resulullah efendimizin (s.a.a) Kureyşlileri, kendisinden sonra
Ali'nin (a.s) de onlarla savaşacağını söyleyerek tehdit etmesi de bu
görüşü destekleyici bir husustur. Bir gün Süheyl b. Amr Kureyş'ten
bir grupla beraber Resulullah'ın yanına gelir ve şöyle der: 'Ey Muhammed,
bizim bazı kölelerimiz senin tarafına geçmişler, onları
bize geri ver.' Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onlara şu karşılığı
verir: 'Ey Kureyş toplulugu, ya bu tutumunuzdan vazgeçersiniz ya
Mâide Sûresi 51-54 ........................................................... 657
da Allah sizin üzerinize bir adam gönderir ki, bu adam, Kur'ân'ın
tenzili ve inişi için benim sizinle savaştıgım gibi, o da Kur'ân'ın
tevili için sizinle savaşır.' Bunun üzerine ashabından bazıları şöyle
derler: 'Ya Resulallah, kim bu adam? Ebu Bekir mi?' Peygamberimiz,
'Hayır, odasında ayakkabı diken adam' der. O sırada Hz. Ali
(a.s) Peygamber efendimizin (s.a.a) ayakkabılarını dikiyordu."
"Hz. Ali'nin (a.s) Basra savaşının olduğu gün şöyle dediği rivayet
edilir: 'Allah'a andolsun ki, bu güne kadar, bu ayetin kastettiği toplulukla
savaşan kimse çıkmamıştı.' Sonra tefsirini sunduğumuz ayeti
okur."
"Ebu Ishak Salebî kendi tefsirinde, rivayet zincirini de belirterek
Zührî'den, Said b. Müseyyib'den ve Ebu Hüreyre'den Peygamber
efendimizin (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: Kıyamet günü,
ashabımdan bazı kimseler bana doğru gelmek isterler, ama onlar
havuzdan uzaklaştırılırlar. Ben derim ki: Ya Rabbi, ashabım!
Ashabım! Bana şöyle seslenilir: Sen onların senden sonra neler
yaptıklarını bilmiyorsun? Onlar topuklarının üzerine gerisin geri
döndüler." Mecma-ul Beyan tefsirinden alınan alıntı burada sona
erdi.
Evet, işaret edilen bu nitelikler, bütün olarak ancak Hz. Ali (a.s)
için söz konusudur. Hiç kuşkusuz, Hz. Ali (a.s) ayette işaret edilen
niteliklerin en somut göstergesidir, en gerçek temsilcisidir. Fakat
sorun, bu niteliklerin onunla birlikte Cemel ve Sıffin savaşlarına
katılan herkesi kapsayacak şekilde algılanmasındadır. Çünkü bu
savaşlardan sonra, bunların birçoğu değişmişlerdi. Ayette "O, onları
sever, onlar da O'nu severler." buyuruluyor ve bu ifade mutlaktır.
Herhangi bir istisnaya yer verilmiyor. Daha önce bunun ne anlama
geldiğini açıklamıştık.
Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Rivayete göre, bu ayetin anlamıy-
la ilgili olarak Peygamberimize (s.a.a) bir soru sorulur ve o
elini Selman'ın omzuna vurarak, 'Bu adam ve soydaşları kastediliyor.'
karşılığını verir, sonra şunları söyler: Eğer din, Süreyya yıldızına
asılı olsa, Fars kavminden insanlar, ona ulaşırlar."
658 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
Ben derim ki: Bu rivayetle ilgili değerlendirmemiz, bundan
önceki rivayete ilişkin değerlendirmemizden farklı olmayacaktır.
[Çünkü Selman'ın soydaşları bu niteliklere sahip değildiler.] Ancak
burada sözü edilen kişilerin, Selman'ın soydaşları arasından, ileriki
bir zamanda gönderilecekleri kastedilirse, o başka.
Aynı eserde deniliyor ki: "Söylendiğine göre, bu ayette kastedilenler
Yemenlilerdir. Çünkü Yemenliler yumuşak kalpli, yufka yürekli
kimselerdir. Iman Yemenlidir. Hikmet de Yemen menşelidir.
Iyad b. Ğanem el-Eş'arî şöyle der: Bu ayet nazil olunca, Resulullah
(s.a.a) Ebu Musa Eşari'yi işaret etti ve 'Burada kastedilenler bu adamın
soydaşlarıdır.' buyurdu."
Ben derim ki: Bu anlamı içeren bir rivayet, ed-Dürr-ül Mensûr
tefsirinde birçok kanaldan aktarılmıştır. Bundan önceki rivayetle
ilgili olarak söylediklerimiz bu rivayet için de geçerlidir.
Taberî, tefsirinde kendi rivayet zinciriyle Katade'den şöyle rivayet
eder: "Yüce Allah, bu ayeti indirdi. O, bazı insanların dinden
dönecek-lerini biliyordu. Allah, peygamberi Hz. Muhammed'in
(s.a.a) canını alınca, neredeyse Arapların tamamı dinden döndüler.
Sadece Medinelilerin, Mekkelilerin ve Bahreynlilerin mescitlerine
devam eden insanlar irtidat etmediler. Irtidat edenler diyorlardı ki:
'Namaz kılarız, ama zekât vermeyiz. Allah'a andolsun ki, mallarımızın
gasp edilmesine izin vermeyeceğiz.' Ebu Bekir bu hususta
etrafındakilerle istişare etti. Onla-ra (bir nüshada: Ona) denildi ki:
'Eğer onlar, zekâtın önemini kavramış olsalardı, kuşkusuz verirlerdi,
hatta fazlasını da verirlerdi.' Fakat o şunları söyledi: Hayır, vallahi,
Allah'ın birleştirdiği şeyleri birbirinden ayırmayacağım. Eğer
Allah'ın ve Resulünün farz kıldığı şeylerden bir bukağıyı dahi vermeyecek
olurlarsa, onlarla savaşacağız."
"Allah bir grup insanı Ebu Bekir'le birlikte onların üzerine gönder-
di. Böylece Peygamberin (s.a.a) uğruna savaştığı şeyler için savaştı.
Dinden dönen ve zekât vermekten kaçınan insanların bir
kısmını esir aldı, bir kısmını öldürdü, bir kısmını da ateşe atarak
yaktı . Burunları sürterek maunu -yani zekât- vermeyi kabul edin-
Mâide Sûresi 51-54 ......................................................... 659
ceye kadar onlarla savaştı..."
Ben derim ki: ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, müellif bu rivayeti,
Abd b. Hamid, İbn-i Cerir, Ebu Şeyh, Beyhaki ve İbn-i Asakir'in
Kata-de'den naklettiklerini açıklar. Yine müellif bu rivayeti Dahhak
ve Hasan'dan da nakletmiştir.
Bunun teorik bir uyarlama olduğunun en somut kanıtı, rivayetin
kendi ifade tarzıdır. Bu bakımdan, önceki bazı rivayetlere yöneltilen
eleştiriler bunun için de geçerli olur. Çünkü bu gelişmeler
ve seferlerde birtakım olumsuz olaylar yaşanmış, kimi olgularla
karşılaşılmıştır. Sonra bu savaşlarda tarihin birtakım zulümleri ve
günahları nispet ettiği Halid, Muğire b. Şube, Busr b. Ertat ve
Semure b. Cündep gibi şahsiyetler rol oynamışlardır. Ki, onların bu
özelliklerini, "O, onları sever, onlar da Allah'ı severler." ifadesiyle
bağdaştırmak mümkün değildir. Bu ifadeyi onlara uyarlamak, onlarla
ilgili olduğunu söylemek gerçekçi olmaz. Bu durumda
okuyucuya düşen görev, tarihi objektif bir şekilde incelemek, sonra
da ayete ilişkin olarak ortaya koyduğumuz anlam üzerinde durup
düşünmektir.
Bazı müfessirler, o kadar aşırı gitmişler ki, "Bu ayet, içeriği
bakımından, riddet ehliyle savaşanlardan çok, Yemenli Eş'arîlerin
nitelikleriyle örtüşmektedir." diyen bazılarının bu sözlerini bile
garipsemişlerdir. Bu müfessirler şöyle demişlerdir: "Ayet, genel bir
duruma işaret etmektedir. Ayetin içerdiği nitelikleri, üzerinde
taşıyacak şekilde dine yardım eden herkesi kapsamaktadır.
Resulullah (s.a.a) zamanındaki seçkin Müslümanlardan tutun,
ondan sonra gelen ve bu niteliklere uyan tüm Müslümanları
ilgilendirmektedir. Aynı şekilde, bu konuyla ilgili olarak aktarılan
tüm rivayetlerin işaret ettikleri gelişmelere uyarlanabilir. Zayıf bir
rivayet olmasına rağmen ayetin, Selman ve soydaşlarına işaret
ettiğine, Ebu Musa ve soydaşlarını kastettiğine, Ebu Bekir ve
arkadaşlarıyla ilgili olduğuna ilişkin rivayetleri buna örnek gösterebiliriz.
Yalnız, ayetin Ali (a.s) hakkında indiğine ilişkin rivayeti bu
genellemenin dışında tutmak gerekir. Çünkü ayetin lafzı buna
uymamaktadır. Ayette geçen kavim sözcüğü, bir kişi anlamına
Dostları ilə paylaş: |