El-Mîzân Tefsiri Allâme Muhammed Hüseyin tabatabai Cilt-1



Yüklə 6,68 Mb.
səhifə33/48
tarix04.01.2019
ölçüsü6,68 Mb.
#90080
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   48

Bakara Sûresi / 130-134 .................................


 

130- Nefsini ahmaklaştırandan başka, kim İbrahim'in dininden

yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada beğenip seçmiştik.

Ahirette de o, iyilerdendir.

 

131- (İbrahim'i seçtik) o zaman ki Rabbi ona, "İslâm ol." demişti.



O da, "Âlemlerin Rabbine teslim oldum." demişti.

 

132- İbrahim de bunu kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da:



"Oğullarım, (dedi) Allah şüphesiz sizin için o dini seçti, sizler de

Müslüman olmayanlar olarak ölmeyin."

 

133- Yoksa Yakub'a ölüm gelip çattığı zaman orda mı idiniz?



O zaman Yakub oğullarına, "Benden sonra neye tapacaksınız?"

dedi. Dediler ki: "Senin Allah'ın, babaların İbrahim, İsmail ve

İshak'ın ilâhı olan tek ilâha tapacağız. Biz, O'na teslim olanlarız."

 

134- Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin,



sizin kazandıklarınız kendinizindir. Siz onların yaptıklarından

sorulmazsınız.

 

464 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

AYETLERİN AÇIKLAMASI


 

"Nefsini ahmaklaştırandan başka, kim İbrahim'in dininden yüz çevirir?"

"Rağbet" mastarından türeyen fiil "an" edatı ile geçişli hâle

getirildiği zaman, "yüz çevirme, nefret etme, kaçınma" anlamını

ifade eder. Bu fiil "fî" edatı ile geçişli hâle getirilince de, "is-teme

ve meyletme" anlamını ifade eder. İfadenin orijinalinde geçen "sefihe"

fiili ise hem geçişli, hem de geçişsiz olarak kullanılabilir. Bu

yüzden bazı tefsir bilginleri, "nefsehu" kelimesini "sefihe" fiilinin

mefulü, bazıları da onun "meful" olmadığını, "temyiz" olduğunu

söylemişlerdir.

 

Her iki durumda da ifadenin anlamı şudur: "İbrahim'in dininden



yüz çevirmek nefsin ahmaklığının, kendisine yararlı ve zararlı

olan şeyleri birbirinden ayırt edemeyişinin göstergesidir." Bu ayete

bakarak şu hadisin verdiği mesajı daha net anlıyoruz: "Akıl, insanı

Rahman'a kulluk sunmaya yöneltir."

 

"Andolsun ki, biz onu dünyada beğenip seçmiştik." İfadenin

orjinalinde geçen "istafâ" fiili bir şeyin özünü almak, onu karıştığı

başka unsurların arasından seçip çıkarmak demektir. Bu anlam,

velâyet makamları göz önünde bulundurularak samimi kullukla

uyuşmaktadır. Yani kul, tüm davranışlarında, kulluğunun gereklerini

yerine ge-tirmelidir. Bütünüyle Rabbine teslim olup, sırf sahibinin

buyrukları doğrultusunda hareket etmelidir. Bu da her işte

dini kuralları uygulamakla gerçekleşir. Çünkü din, dünya ve

ahiretle ilgili meselelerde uyulacak kulluk prensiplerini içerir. Dinin

öngördüğü hayat biçiminde, kulun Rabbinin kendisine emrettiği

ve hoşnut olduğu her hususu eksiksiz yerine getirmesi bir zorunluluktur.

Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: "Allah

katında din, İslâm'dır." (Âl-i İmrân, 19)

 

Açıkça görülüyor ki, seçme (istıfâ) makamı İslâm makamının



aynısıdır. Yüce Allah'ın şu sözü bu tespitimizin tanığıdır: "o zaman

ki Rabbi ona, 'İslâm ol.' demişti. O da, 'Âlemlerin Rabbine teslim

oldum.' demişti." Görüldüğü gibi zarf [iz=o zaman ki], yüce Allah'ın

"is-tefeynâhu=onu seçtik" sözüne taalluk ediyor. Bu durumda şöyle

bir sonuç elde ediliyor: Onun seçilmesi, yüce Allah'ın ona, "İslâm

ol." demesi, onun da, "Âlemlerin Rabbine teslim oldum."

demesi sırasında gerçekleşmiştir. Buna göre, "Rabbi ona, 'İslâm

 

Bakara Sûresi / 130-134 ................................ .. 465

 

ol' demişti. O da 'Âlemlerin Rabbine teslim oldum.' demişti." ifadesi,



"biz onu seçmiştik." ifadesinin açıklaması niteliğindedir.

Ayette birinci şahıs konuşurken birden üçüncü şahıs devreye

giriyor ve o anlatmaya başlıyor: "Rabbi ona, 'İslâm ol.' demişti."

deniyor da, "Biz ona, 'İslâm ol.' demiştik." şeklinde bir ifade

kullanılmıyor. Bu sanatın (iltifat sanatının) bir örneği de Hz. İbrahim'den

aktarılan sözündeki hitaptan üçüncü şahsa yöneliştir. Hz.

İbrahim, "Âlemlerin Rabbine teslim oldum." diyor da, "Sana teslim

oldum." demiyor.

 

Birinci ifade tarzı değişikliğindeki incelik şudur: Bu konu bir



sırdı ve Rabbi ona bu hususu gizlice başbaşa bulundukları bir sırada

açıyordu. Hiç kuşkusuz kendisine hitap edilen dinleyici ile

konuşmacı arasında bir iletişim vardır. Konuşmacının hazır bulunma

niteliği ortadan kalkınca muhatap da onun karşısındaki

konumunu kaybeder. Onunla konuşmacının bulunduğu durum arasına

bir perde gerilmiş olur. Bu da, kıssanın, sıcak bir ortamda

ve halvet anında geliştiğini gösterir.

 

İkinci ifade tarzı değişikliğindeki incelik ise şudur: "Rabbi ona



demişti ki..." ifadesi, ona özgü kılınan lütfu dile getiriyor ve gizlice

sır açma durumunun devam ettiğini gösteriyor. Fakat yüce Rabbin

huzurunda bulunma edebi, Hz. İbrahim gibi üzerinde alçak gönüllülüğün

izlerini, mütevazılık damgasını taşıyan bir kulun kendisini

böyle bir konumda görmemesini gerektiriyor. Hz. İbrahim bu göz

kamaştırıcı makamda kendisini yakınlık şerefine nail olmuş, karşılıklı

konuşma onuruna özgü kılınmış özel biri gibi görmüyor; tersine

kendini başkasının malı, düşkün kullardan biri olarak görüyor

ve tüm âlemlerin sığındığı yüce Rabbe teslim oluyor; "Âlemlerin

Rabbine teslim oldum." diyor.

 

İslâm, istislâm ve teslim kelimeleri, aynı anlamı ifade ederler



ve "silm" kökünden türemişlerdir. İki şeyden biri ötekisine isyan

etmez, onu reddetmez konumda ise ona islâm olmuş/istislâm

etmiş/teslim olmuş demektir. Nitekim ulu Allah şöyle buyuruyor:

"Hayır, kim özünü AIlah'a teslim ederse..." (Bakara, 112) "Ben yüzümü

tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben

müşriklerden değilim." (En'âm, 79) Bir şeyin yüzü, sana yönelen tarafıdır.

Yüce Allah açısından ise, bir şeyin yüzü, onun tüm varlığı-

 

466 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

dır. Dolayısıyla insanın Allah'a İslâm (teslim) oluşu, Allah karşısında



boyun eğmesinin ve O'nun öngördüğü evrensel hükümlerin,

kazâ ve kaderin, emir ve yasak nitelikli yasamaları ve buna benzer

hususları kabul etmesinin niteliğidir. Bu yüzden, İslâm'ın dereceleri,

mertebeleri vardır:

 

Birincisi: İlâhî emir ve yasakları, kelime-i şahadet getirerek



zâhiren kabul etmek anlamında İslâm. Kalbin bu kabulü onaylaması

ya da reddetmesi dış görünüş açısından bir değişiklik

arzetmez. Nitekim ulu Allah şöyle buyuruyor: "Bedeviler, 'İnandık.'

dediler. De ki: Siz inanmadınız, fakat 'İslâm olduk.' deyin. Fakat

henüz iman kalplerinize girmedi." (Hücürât, 14) Bu anlamıyla İslâm'dan

sonra imanın ilk mer-tebesi geliyor. Bu mertebe; şahadet

cümlelerinin gereklerini toplu olarak kalben benimsemeyi ve ayrıntı

niteliğindeki amellerin büyük çoğunluğunu yerine getirmeyi

öngörür.

 

İkincisi: İmanın ilk mertebesinden sonra gelen İslâm. Bu hak



nitelikli inanç prensiplerini tüm ayrıntıları ve buna bağlı salih amelleri

kalben benimseyip uygulamak üzere teslim olmaktır. Bazı

ayetlerde yer alan bu mertebeye ilişkin işaretleri şöylece sıralayabiliriz:

Ulu Allah muttakileri tanımlarken şöyle buyuruyor: "Onlar



ayetlerimize inanmış ve Müslüman olmuş idiler." (Zuhruf, 69) Bir

ayette de şöyle buyuruyor: "Ey inananlar, hepiniz birlikte İslâm'a



girin." (Bakara, 208)

 

Şu hâlde, İslâm'ın imandan sonra gerçekleşen bir mertebesi



vardır ve bu, birinci mertebeden farklı bir konumdur. Bu konumdaki

"İslâm"ın ardından "iman"ın ikinci mertebesi gelir. Bu, dinî

gerçeklere ayrıntılı olarak inanma mertebesidir. Ulu Allah şöyle

buyuruyor: "Müminler onlardır ki, Allah'a ve Resulüne inandılar,



sonra şüphe etmediler; Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaştılar.

İşte doğru olanlar onlardır." (Hücürât, 15) Bir diğer ayette

de şöyle buyuruyor: "Ey inananlar, size, sizi acı azaptan kurtaracak



bir ticaret göstereyim mi? Allah'a ve Resulüne inanırsınız,

mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız." (Saff, 10-

11) Bu ayette müminler inanmaya davet ediliyorlar. Şu hâlde imandan

ayrı bir iman mertebesi vardır.

 

Bakara Sûresi / 130-134 .................................. 467

 

Üçüncüsü: İkinci iman mertebesinin ardından gelen İslâm. İnsan



nefsi, sözünü ettiğimiz imana alışıp bu mertebenin öngördüğü

ahlâkî özellikleri karakteristik özellikler olarak edinince ve iman

kendisinin ayrılmaz bir özelliği hâline gelince, sahip bulunduğu

tüm hayvansal özellikler ve yırtıcı nitelikler, kısacası dünyanın çekici

süslerine, fani ve geçici zevklerine eğilimli tüm güçler imanın

kontrolüne girer ve bu aşamada insan Allah'ı görür gibi O'na ibadet

eder. Çünkü o, her ne kadar Allah'ı göremezse de kuşkusuz Allah

onu görüyordur.

 

Bu aşamada insanın içinde ve zihninde Allah'ın emir ve yasaklarına



uymayan ya da onun kaza ve kaderine rıza göstermeyen

hiçbir duygu, hiçbir eğilim bulunmaz. Yüce Allah şöyle buyuruyor:



"Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklar hususunda

seni hakem kılıp, sonra da senin verdiğin hükmü içlerinde

hiçbir sıkıntı duymaksızın tam anlamıyla kabullenmedikçe

inanmış olmazlar." (Nisâ, 65) İslâm'ın bu mertebesini üçüncü bir

iman mertebesi izler. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Müminler kurtuldular...



Onlar ki, boş şeylerden yüz çevirirler." (Mü'minûn, 1-3)

"Rabbi ona, 'İslâm ol.' demişti. O da, 'Âlemlerin Rabbine teslim

oldum.' demişti." ayeti de bu aşamaya ilişkin bir mesaj içermektedir.

Bunun gibi daha birçok örnek verilebilir. İkinci ve üçüncü

mertebeler, bir mertebe olarak da değerlendirilebilirler.

Rıza, teslimiyet, karşılık beklemeksizin iyilikte bulunma, Allah

uğrunda eziyet çekerken sabretme, tam anlamıyla dünya çekiciliğinden

soyutlanmışlık, arınmışlık, Allah için sevme ve Allah için

buğz-etme gibi üstün nitelikli ahlâkî özellikler, bu mertebenin gerekleridir.

Dördüncüsü: İmanın üçüncü mertebesinden sonra gelen İslâm

mertebesi. Bir önceki aşamada insanın Rabbi karşısındaki durumu,

kölenin sahibi karşısındaki durumu gibidir ve kulluğunun gereklerini,

eksiksiz yerine getirir. Bu, sahibin arzusuna, sevdiğine ya

da buğzet-tiğine katışıksız, itirazsız teslimiyettir. Yüce Allah'ın

mülkü açısından, yaratıklar için durum daha dehşet vericidir. Çünkü

gerçek mülk budur. Hiçbir şey ne zat, ne sıfat, ne de fiil olarak

bu mülkten bağımsız değildir. Zaten yüce Allah'ın ululuğuna yaraşan

da budur.

 

468 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

Bir önceki teslimiyet aşamasında bulunan insan, Rabbanî inayete



kavuşabilir ve çıplak gözle, mülkün ve egemenliğin sırf Allah-

'a ait olduğunu, O'nun dışında hiç kimsenin kendisi hakkında en

ufak bir yetkiye, en ufak bir malikliğe sahip olmadığını, O'nun dışında

bir rabbi olmadığını görür. Bu, ilâhî bağışa, Rabbanî lütfa

bağlı bir mertebedir. Bu hususta insan iradesinin bir etkinliği söz

konusu değildir. Yüce Allah'ın, "Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlar



yap; neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar. Bize ibadetlerimizi

göster." sözünde İslâm'ın bu mertebesine işaret edilmiş

olsa gerektir. Çünkü yüce Allah'ın, "Rabbi ona, 'İslâm ol.' demişti.



O da, 'Âlemlerin Rabbine teslim oldum.' demişti." sözünde

varoluşsal değil, yasamaya ilişkin bir emrin söz konusu olduğu açık

seçik ortadadır. Şu hâlde İbrahim kendi isteğiyle, Rabbinin

çağrısına uyarak, O'nun buyruğunun gereğini yerine getirerek Müslüman

olmuş birisiydi.

 

Yukarıdaki emir, onun ömrünün ilk dönemlerinde kendisine



yöneltilmemişti. Dolayısıyla onun ömrünün son dönemlerinde oğluyla

birlikte İslâm'ı ve ibadetlerinin gösterilmesini istemesi, elinde

olmayan bir şeyi istemesidir ya da sahip olmadığı bir hususa

kalıcılık, süreklilik dilemesidir. Öyleyse, bu ayette Hz. İbrahim'in

istediği İslâm, bu mertebeye tekabül eden İslâm'dır. Bu anlamdaki

bir İslâm'ı dördüncü bir iman mertebesi izler. Bu mertebe, söz

konusu duygunun tüm durumları ve fiilleri kapsamasından ibarettir.

Ulu Allah şöyle buyuruyor: "İyi bil ki, Allah'ın velilerine korku



yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar ki, inandılar ve sakındılar."

(Yûnus, 62-63)

 

Sözünü ettiğimiz bu mertebeye ulaşan müminler hiçbir şeyin



Allah'tan bağımsız olmadığına, Allah'ın izni olmadan hiçbir sebebin

etkili olamayacağına kesin bilgiye dayalı olarak inanmak zorundadırlar

ki, baş gösteren kötülüklerden dolayı üzüntüye kapılmasınlar,

muhtemel bir tehlikeden korkmasınlar. Yoksa, böyle

olmaları bir anlam ifade etmez. Hiçbir şey onları korkutmamalıdır,

hiçbir meseleden dolayı üzülmemelidirler. Bu tür bir iman son olarak

değindiğimiz İslâm mertebesinden sonra gerçekleşir. Artık

konuyu anlamış olmalısın.

 

Bakara Sûresi / 130-134 .................................. 469

 

"Ahirette de o, iyilerdendir." Ayetin orijinal metninde geçen

"salihîn" kelimesinin mastarı olan "salâh" kelimesi, bir çeşit liyakat

anlamını ifade eder. Bu deyim Kur'ân-ı Kerim'de kimi zaman

insanın ameli, kimi zaman da nefsi ve kişiliği için kullanılır. Bu hususla

ilgili olarak şu ayet-i kerimeleri örnek verebiliriz: "...salih



amel işlesin." (Kehf, 110) "İçinizden bekârları ve köle ve cariyelerinizden

salihleri evlendirin." (Nûr, 32)

 

Kur'ân-ı Kerim'de "salih amel"e ilişkin açıklayıcı bir bilgi verilmiş



olmamakla birlikte, bu kavramın anlamını açıklığa kavuşturan

sonuçlar ona izafe edilerek açıklama yönüne gidilmiştir.

Buna göre, bir amel, Allah rızasına yönelik olduğu için salihtir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Rablerinin rızasını arzu ederek sabrederler."

(Ra'd, 22) "Yalnız Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla

infak edersiniz." (Bakara, 272) Bazı ameller sevaba yol açtıkları için

salih amel kategorisine girerler. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İnanan



ve sa-lih amel işleyen kimse için Allah'ın sevabı daha hayırlıdır."

(Kasas, 80)

 

Kimi ameller, Allah'ın katına çıkmakta olan güzel sözü yükselttikleri



için salih amel niteliğini kazanırlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Güzel söz O'na çıkar, salih amel onu yükseltir." (Fâtır, 10)

Söz konusu amele intisap edilen bu sonuçlara göre, amelin

salihliği, onu hazırlayan ve üstünlük kisvesine bürünmesini sağlayan

bir anlamdan, manevî bir unsurdan kaynaklanır. Bu anlam,

güzel sözün yüce Allah'a ulaşması için arkadan bir destek ve yardım

işlevini görür. Yüce Allah şöyle buyuruyor "Fakat sizin takvanız



O'na ulaşır." (Hacc, 37) "Hepsine, onlara da, bunlara da

Rabbinin vergisinden imdat ederiz. Rabbinin ihsanı kesilmiş değildir."

(İsrâ, 20) Buna göre yüce Allah'ın bağışı ve ihsanı biçim ve

salih amel de madde konumundadır.

 

Kişilik ve nefis salihliği ile ilgili olarak da şöyle buyuruyor yüce



Allah: "Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah'ın

nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir.

Onlar ne güzel arkadaştır!" (Nisâ, 69) "Onları rahmetimize

soktuk, çünkü onlar salihlerdendi." (Enbiyâ, 86) Yüce Allah bir ayet-i

kerimede de Hz. Süleyman'ın şu sözlerini aktarır: "Rahmetinle



beni salih kullarının arasına kat." (Neml, 19) "Lut'a da hüküm ve i-

 

470 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

lim verdik... ve onu rahmetimizin içine soktuk. Çünkü o,

salihlerden idi." (Enbiyâ, 74-75)

 

Hiç kuşkusuz, "salâh" kavramından maksat, yüce Allah'ın her



şeyi kuşatan genel rahmeti ile özellikle müminlere özgü olan

rahmeti değildir. Nitekim ulu Allah şöyle buyuruyor: "Rahmetim



ise her şeyi kaplamıştır. Onu, sakınanlara yazacağım." (A'râf, 156)

Şu hâlde sözünü ettiklerimiz, yani salihler, muttaki müminlerden

oluşan özel bir gurupturlar. Rahmetin de bir kısmı vardır ki, genelin

içinde sadece özel bir grubu kapsar. Ulu Allah şöyle buyuruyor:



"Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder." (Bakara, 105)

Burada "velâyet" onuruyla onurlandırma da kast edilmemiştir.

Ki bu, yüce Allah'ın kulunun işlerini doğrudan üstlenmesi demektir.

Eğer salihler bu onura erişirlerse, "Bizi doğru yola ilet." (Fâtiha,

6) ayetinin tefsirinde de vurguladığımız gibi ikram olunmuş evliyalar

kategorisine girerler. İlgili ayetlerin tefsirinde bu hususla ilgili

detaylı bilgi vereceğiz. Fakat, velilik sıfatı salihlerle, peygamberler,

doğrular ve şehitlerin ortak özelliğidir. Şu hâlde salihlerin diğer guruplardan

bağımsız bir topluluk olarak değerlendirilmesi isabetli

olmaz.


Evet, rahmetin kapsamına girmek yani genel anlamda azaba

karşı güvencede olmak "salih"liğin bir sonucudur. Nitekim her iki

durum birlikte cennet için söz konusu edilmiştir: "Rableri onları

rahmetine (yani cennetine) sokar." (Câsiye, 30) Bir ayette de şöyle

buyuruluyor: "Orada (yani cennette) güven içinde her meyveyi isterler."

(Duhân, 55)

"Onu rahmetimizin içine soktuk." (Enbiyâ, 75) ayeti ile "Hepsini

de salihlerden yaptık." (Enbiyâ, 72) ayeti üzerinde düşündüğün zaman,

fiilin yüce Allah'a izafe edildiğini göreceksin, kula değil. Aynı

şekilde, yüce Allah'ın sevap ve şükrü amel ve çabanın karşılığı olarak

gündeme getirdiğini, kişisel salihliğinse bir ilâhî lütuf olduğunu

ve bunun amelle ve istemekle bir ilgisinin bulunmadığını da

anlayacaksın. Böylece "Orada istediklerini bulurlar." (Kaf, 35) ayeti

ile kastedilen anlam açığa kavuşmuş oluyor. Bu ayette vurgulanan

ödül salih amelin karşılığıdır. "Katımızda daha fazla da var."

(Kaf, 35) ifadesinde işaret edilen nimetinse salih amelle bir ilgisi

 

Bakara Sûresi / 130-134 .................................. 471

 

yoktur. İnşaallah bu ayeti ele aldığımız zaman konuya ilişkin ayrıntılı



bilgi vereceğiz.

 

Aynı şekilde Hz. İbrahim'in üstün konumunu düşündüğün zaman



ve onun bir nebi, bir resul, insanlık tarihinde çığır açan (ulu'lazm)

peygamberlerden biri, bir imam, kendisinden sonra gelen

birçok nebi ve resulün öncüsü ve "Hepsini salihlerden yaptık." ayet-

i kerimesinin tanıklığıyla bir salih olduğunu göz önünde bulundurduğun

zaman -ki, o kendisine bahşedilen bu salihlik niteliğinde

birçok peygamberlerden daha ileri, daha üstün bir konumdadır-

göreceksin ki, o, bütün bunlara rağmen salihlere katılma dileğinde

bulunuyor. Görüldüğü gibi, burada ondan daha ileri, daha üstün

bir konuma sahip salih bir topluluk vardır ve Hz. İbrahim kendisinden

ileri olan bu topluluğa katılma isteğini dile getiriyor. Yüce Allah

kitabının üç yerinde vurguladığı gibi onun bu dileğini ahirette

kabul etmiştir. "Biz onu dünyada beğenip seçmiştik; ahirette de



o, salihlerdendir." (Bakara, 130) "Ona dünyada karşılığını verdik.

Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir." (Ankebût, 27) "Ona dünyada

güzellik vermiştik. O, ahirette de salihlerdendir." (Nahl, 122)

Hz. İbrahim'in bu konumu üzerinde gereği gibi düşünecek olursan,

"salihlik" statüsünün de çeşitli mertebelerinin bulunduğunu

ve bazı mertebelerin diğer bazısından daha üstün olduğunu anlarsın.

Bu yüzden Hz. İbrahim'in (a.s) yüce Allah'tan kendisini Hz.

Muhammed (s.a.a) ve tertemiz Ehlibeyti'ne katmasını istediğini,

bu isteğinin dünyada değil de, ahirette kabul edildiğini duyduğun

zaman bunu tuhaf karşılamayacaksın.

 

Dikkat edilirse, Hz. İbrahim salihlere katılma isteğinde bulunuyor;



Hz. Muhammed ise, kendisinin bu niteliğe sahip bulunduğunu

duyuruyor. Ulu Allah buyuruyor ki: "Benim velim, kitabı indiren



Allah'tır. O salihlerin koruyuculuğunu yapar." (A'râf, 196) Bu

ayetten açıkça anlaşıldığı gibi Resulullah Allah'ın velisi olduğunu

dile getiriyor. Dolayısıyla Resulullah'ın (s.a.a) "salihlik" niteliğine

sahipliği ayettin ifadesi ile kesinlik kazanıyor. Hz. İbrahim (a.s) ise

"salihlik" statüsü bakımından kendisini geriye bırakmış bazı salih

kimselere katılma isteğinde bulunuyor. İşte Hz. İbrahim'in istediği

"salihlik" Resulullah efendimizin (s.a.a) sahip bulunduğu bir niteliktir.

 

472 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

"İbrahim de bunu kendi oğullarına vasiyet etti." Yani dini vasiyet



etti.

 

"ölmeyin." İnsanın isteğine bağlı bulunmayan ölüm olgusuna

ilişkin bir nehiy ifadesi. Şu hâlde buradaki teklif, isteğe bağlı bir

hususa ilişkindir. İsteğe bağlı bir meseleye dönüktür. Bu durumda

ayeti şöyle anlamlandırabiliriz: "Ölümün sizi İslâm üzere olmadığınız

bir durumda yakalamasından sakınınız. Yani, her zaman

Müslüman olunuz ve İslâm'ın gereklerini yerine getiriniz ki, ölümünüz

bu hâl üzere olduğunuz bir sırada gerçekleşsin." Bu ayette

de tüm zamanlar için geçerli olan dinin İslâm olduğuna yönelik bir

işaret vardır. Nitekim ulu Allah başka bir ayette de şöyle buyuruyor:

"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i İmrân, 19)

 

"Babaların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı..." Bu ifadenin orijinalinde



geçen "eb=baba" kelimesi dede, amca ve baba için kullanılmıştır

ve bunun babaların çoğunlukta oluşundan ???(306) kaynaklandığına

ilişkin bir işaret de söz konusu değildir. İleride değineceğimiz

gibi, bu ayet, Hz. İbrahim'in Azer'e baba deyişinin nedenini

açıklayıcı niteliktedir.

 

"tek ilâha" Bu kısa ve öz ifadede bazı gerçekler vurgulanmaktadır.



"Senin ilâhın ve babalarının ilâhı" deniyor. Bu ifade onun ilâhının,

babalarının ilâhından ayrı olduğuna ilişkin bir kuruntunun

zihinlerde uyanmasını önleme amacına yöneliktir. Putçuların birçok

tanrı edinmeleri gibi bir durumla benzerlik oluşturmamak içindir.



"Biz ona teslim olanlarız." Bu ifade ibadet sistemini açıklayıcı niteliktedir.

Yani, nasıl uygun düşerse, öyle ibadet edilmez. Tersine,

İslâm sisteminin öngördüğü ölçüler içinde ibadet etmek bir

zorunluluktur. Bu ayetten çıkan sonuca göre, İbrahim'in dini

İslâm'dır ve bu din ondan İshak, Yakup ve İsmail'e, İsrailoğullarına

ve İsmailoğullarına, kısacası tüm İbrahim soyuna miras kalmıştır.

Bu din İslâm'dır, başka değil. Bu, İbrahim'in Rabbinden getirdiği

dindir. Dolayısıyla hiç kimsenin bu dini terk etmesini, bundan

başka bir dine insanları çağırmasını haklı kılacak bir gerekçesi

yoktur.


 

Bakara Sûresi / 130-134 .................................. 473

 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

el-Kâfi'nin bir yerinde Semaa, İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu

rivayet eder: "Harem bölgesi için Kâbe hangi konumda

ise, İslâm açısından iman da o konumdadır. Bir insan Harem'de

olabilir, ama Kâbe'de olmayabilir. Harem'de olması onun Kâbe'de

olduğu anlamına gelmez." [c.2, s.28, h: 2]

 

Yine aynı eserde belirtildiğine göre, Semaa İmam Sadık'tan



(a.s) şu açıklamayı aktarmıştır: "İslâm, Allah'tan başka ilâh olmadığına

şahitlik etmek, Allah'ın Resulünü doğrulamaktır. Bunun

gerçekleşmesi ile birlikte, söz konusu kişinin kanı dokunulmazlık

statüsünü kazanır. Nikah ve miras işlemleri bu esasa dayalı olarak

gerçekleştirilir. İnsan topluluğu bu ifade doğrultusunda tanımlanır.

İman ise, doğru yol üzere olmadır. İslâm'ın kalplere yerleşmiş

yansımasıdır." [c.2, s.25, h: 1]

 

Ben derim ki: Aynı mesajı içeren başka rivayetler de vardır.1



Bunlar, bundan önce İslâm ve imanın birinci mertebesine ilişkin

açıklamalara yönelik birer işaret niteliğindedirler.

 

el-Kâfi'de, el-Barkî'nin Hz. Ali'den (a.s) şu sözleri rivayet ettiği



belirtilir: "İslâm, teslim olmak demektir. Teslim olmak ise, kesin

bilgiye dayalı bir boyun eğme eylemidir." [c.2, s.45, h: 1]

Yine aynı eserin bir yerinde Kahil'in, İmam Sadık'tan (a.s) şu

sözleri rivayet ettiği belirtilir: "Bir topluluk, ortak koşmaksızın sırf

Allah'a kulluk ederse, namaz kılar, zekât verir, hacca gider ve

Ramazan ayında oruç tutarsa, sonra kalkıp yüce Allah'ın ya da

Resulünün yaptığı bir şey için, 'Bunun tersine olan bir şeyi yapsaydı

ya!' derse ya da böyle bir düşünceyi kalbinden geçirirse, bunlar

müşrik olurlar." [c.2, s.398, h: 6]

 

Ben derim ki: Sunduğumuz bu iki rivayet, İslâm ve imanın



üçüncü mertebesine yönelik işaretler içermektedirler.

 

Bihar'ul-Envar adlı eserde İrşad-ı Deylemî'den naklen, iki değişik



rivayet zinciriyle miraçla ilgili olarak şöyle rivayet edilir. "Yüce

Allah şöyle dedi: 'Ey Ahmed, bilir misin hangi yaşayış esenli ve

hangi hayat kalıcıdır?' Peygamberimiz (s:â.a) dedi ki: 'Hayır, Allah-

'ım.' Allah dedi ki: Esenli ve rahat yaşayış odur ki, kişi beni an-

-------

1- [Usûl-i Kâfi, c.2, s.25, bab:15]



 

474 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

maktan geri kalmaz ve hiçbir zaman nimetlerimi unutmaz. Hakkımı



bilmemezlik etmez. Gece gündüz benim hoşnutluğumu ister."

"Kalıcı hayat ise şudur: Kişi kendisi için amel eder. Sonunda

dünya onun yanında önemsizleşir, gözünde değer kaybına uğrar.

Ahiret ise, önem kazanmaya başlar. Benim isteğimi kendi arzusuna

tercih eder. Benim hoşnutluğumu arar. Nimetlerimin hakkını

önemser. Kendisine yaptıklarımı anar. Gece-gündüz, işlediği her

kötülük ve günah esnasında beni gözetler. Kalbini benim hoşlanmadığım

her şeyden arındırır. Şeytandan ve onun vesveselerinden

nefret eder. Kalbi üzerinde İblis'e bir otorite imkânı, bir etkinlik fırsatı

tanımaz. Kişi bu düzeye gelince, kalbine bir sevgi yerleştiririm.

Artık onun kalbi, boş ve dolu zamanı, bütün derdi ve konuşması,

yarattığım canlılar arasında, sevgimin kapsamına aldığım kimselere

yönelik nimetimle ilgili olur."

"Kalbinin gözünü ve kulağını açarım. Artık kalbi aracılığı ile

dinler, ululuğuma ve yüceliğime bakar. Ona dünyayı daraltırım,

dünya zevklerinden nefret etmesini sağlarım. Bir çobanın, sürüsünü

öldürücü otlaklardan sakındırdığı, gibi, onu dünya ve dünyalık

ilgilerden sakındırırım. Böyle olunca da insanlardan kaçar, geçicilik

yurdundan kalıcılık yurduna, şeytanın yurdundan Rahman'ın

yurduna taşınır. Ey Ahmed, hiç kuşkusuz onu etkileyici bir heybet,

göz kamaştırıcı bir azametle süslerim. İşte esenli, rahat yaşayış ve

kalıcı hayat budur. Budur hoşnutların makamı."

"Benim rızam doğrultusunda hareket edene üç karakteristik

özellik bahşederim. Ona cehalet karışmamış bir şükür, unutkanlık

buluşmamış bir zikir ve yaratıklara yönelik sevgiyi bana yönelik

sevginin üstüne çıkarmayan bir sevgi duygusunu veririm. Gecenin

karanlıklarında ve gündüzün aydınlığında onun sırdaşı ben olurum.

O kadar ki, yaratıklarla konuşmaya son verir. Onlarla birlikte

oturmaz."

"Ona kendi sözümü ve meleklerimin sözlerini işittiririm. Bütün

yaratıklarımdan gizlediğim sırrı ona bildiririm. Ona bir hayâ elbisesi

giydiririm ki, bütün yaratıklar ondan utanır. Yeryüzünde günahları

bağışlanmış biri olarak yürür. Kalbini uyanık ve basiretli

yaparım."

 

Bakara Sûresi / 130-134 .................................. 475

 

"Ne cennet, ne de ateş ona gizli kalır. Kıyamet günü insanların



yaşayacakları dehşeti ve korkuyu ona bildiririm. Zenginlerin, yoksulların,

cahillerin ve âlimlerin ne şekilde sorguya çekileceklerini

ona söylerim. Onu kabrinde uyuturum. Onu sorguya çekmek üzere

Münker ve Nekir adlı melekleri kabrine indiririm. Ölüm hüznünü,

kabir ve lahit karanlığını görmez, başını kaldırıp da cehennemi görenlerin

dehşetini yaşamaz. Sonra terazisini kurar, onu teker teker

okumasını sağlarım. Onunla kendim arasında bir tercüman koymam.

İşte sevilenlerin nitelikleri bundan ibarettir. Ey Ahmed, bütün

dertlerin bir tek dert olsun. Dilin tek bir dil olsun ve bedenin

hiçbir zaman gaflet etmeyen diri, yaşayan bir beden olsun. Benden

gafil olanın, hangi vadide helâk olduğuna bakmam." [Bihar'ul-

Envar, c.77, s.21, h: 6]

 

Bihar'ul-Envar adlı eserde belirtildiğine göre, el-Kâfi, el-Meani,



Nevadir'ür-Ravendî adlı eserlerde değişik rivayet zincirleri ile İmam

Sadık ile İmam Kazım'ın (onlara selâm olsun) şöyle dedikleri

rivayet edilir (Buraya aldığımız metin, el-Kâfi'de yer alan metindir):

"Bir gün Resulullah efendimiz (s.a.a) Harise b. Malik b.

Numan el-Ensari'ye rastladı ve ona şöyle dedi: 'Nasılsın, ey Harise

b. Malik b. Ensarî?' 'Ya Resulallah, gerçek bir müminim.' dedi.

Resulullah, 'Her şeyin bir gerçekliği vardır. Senin sözünün gerçekliği

nereden geliyor?' dedi. Harise, 'Ya Resulallah! Nefsimi dünyadan

kopardım, geceleri uyanık kaldım. Gündüzün kavurucu sıcaklığında

susuz kaldım. İnsanların hesabını görmek üzere konulmuş

gibi Rabbimin arşını seyrediyor gibiyim. Cennette birbirlerini ziyaret

eden cennet ehlini görür gibiyim. Cehennem ehlinin ateşteki

çığlıklarını duyuyor gibiyim.' dedi. Bunun üzerine Resulullah buyurdu

ki: İşte, yüce Allah'ın kalbini aydınlattığı bir kul. [Ey Harise,]

basiret gözün açılmış, devamlı bu durum üzere kalmaya gayret

et." [Bihar'ul-Envar, c.67, s.287, h: 9]

 

Ben derim ki: Bu iki rivayet, daha önce sözünü ettiğimiz İslâm



ve imanın dördüncü mertebelerine işaret etmektedir. Bu iki rivayetin

içerdiği anlamın özelliklerini içeren ve değişik kanallardan

aktarılan birçok hadis vardır. İnşaallah bu kitapta zaman zaman

bu hadislerin bir kısmını ele alma imkânını buluruz. Daha sonra

açıklayacağımız gibi, bu tür hadislerin içeriklerini destekleyen ayetler

de vardır.

 

476 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

Bil ki, İslâm ve iman mertebelerinden her birinin karşıtı olarak



bir küfür ve şirk mertebesi vardır. Bilindiği gibi İslâm ve imanın anlamı

zayıfladığı ve bu iki anlamın öngördüğü çizgide hareket etme

çabası azaldığı oranda bu mertebelerin karşıtı olan küfür ve şirkten

kurtulmak o derece güçleşir. Yine bilindiği gibi İslâm ve imanın

tüm aşağı düzeyli mertebeleri, üst mertebelere tekabül eden

küfür ve şirk olgularının ve sonuçlarının görülmesini önleyemezler.

Bu iki temel ilkenin ayrıntısı olmak üzere şunu diyebiliriz: Kur'ân

ayetlerinin batınî anlamları vardır ve bu anlamların ilgili oldukları

hususlarla, bu ayetlerin zahirî anlamları ilgili olmazlar. Şimdilik

bunu bu şekliyle bilmen yeterlidir. İleride ayrıntılı bilgi vereceğiz.

Tefsir'ul-Kummî'de, "katımızda bundan fazlası var." ifadesi ile

ilgili olarak İmam'ın (a.s) şöyle dediği belirtilir: "Yani Allah'ın

rahmetine bakmak vardır."

 

Mecma'ul-Beyan tefsirinde, Resulullah efendimizin (s.a.a) şöyle



dediği belirtilir: "Yüce Allah buyuruyor ki: Salih kullarım için,

hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer

kalbinin hatırına gelmeyeceği nimetler hazırladım."

Ben derim ki: "Salihlik" kavramının anlamını açıklarken, bu iki

rivayetin işaret ettikleri gerçeği de açıklığa kavuşturmuş olduk.

Doğruya ileten Allah'tır.

 

Tefsir'ul-Ayyâşî'de yer alan bir rivayete göre, İmam Bâkır (a.s)



"Yoksa siz, Yakub'a ölüm gelip çattığı zaman orada mı idiniz?" ifadesiyle

ilgili olarak: "Bu ayet, zamanın imamı için de geçerlidir."

demiştir. [c.1, s.61, h: 102]

 

Ben derim ki: es-Safi adlı eserde bu rivayetle ilgili olarak şöyle



deniyor: "Belki de İmam'ın maksadı, Muhammed'in soyundan olan

imamlardır. Çünkü onların her biri, ölüm anında Yakub'un oğullarına

yönelik tavsiyesini kendi oğullarına ederler, onlar da

Yakub'un oğullarının cevaplarını verirler.

 

 


Yüklə 6,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin