El-Mîzân Tefsiri Allâme Muhammed Hüseyin tabatabai Cilt-1



Yüklə 6,68 Mb.
səhifə46/48
tarix04.01.2019
ölçüsü6,68 Mb.
#90080
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   48

Bakara Sûresi / 172-176 .......................................................


 

 

172- Ey inananlar, size verdiğimiz temiz rızklardan yiyin. Yalnızca



Allah'a şükredin; eğer sadece O'na kulluk ediyorsanız.

 

173- Allah size leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına



kesileni kesin olarak haram kıldı. Ama kim zulmetmeden ve sınırı

aşmadan mecbur kalırsa, ona bir günah yoktur. Çünkü Allah hiç

şüphesiz bağışlayan ve esirgeyendir.

 

174- Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyenler ve onunla



değeri az bir şeyi satın alanlar; işte onların yedikleri karınlarında

ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve

onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azap vardır.

 

175- Onlar, hidayete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık



azabı satın almışlardır. Ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar!

 

176- Bu, Allah'ın kitabı şüphesiz hak olarak indirmesindendir.



Kitap konusunda anlaşmazlığa düşenler ise, uzak bir ayrılık içindedirler.

 

Bakara Sûresi / 172-176 .............................................. 645

 

AYETLERİN AÇIKLAMASI


 

"Ey inananlar, size verdiğimiz temiz rızklardan yiyin." Daha önce

tüm insanlara yöneltilen genel hitaptan sonra müminlere yöneltilen

özel bir hitaptır bu. Hitabet sanatında, bir hitaptan diğer bir hitaba

geçiş olarak nitelendirilir bu durum. Sanki burada öğüt almayan,

söylenen sözleri dinlemeyen bir gruba hitap etmekten

vazgeçiliyor ve imanından dolayı kendisini çağırana olumlu karşılık

verene yöneltiliyor hitap. İki hitap tarzı arasındaki fark, muhatapların

farklılığından kaynaklanıyor. Allah'a ve onun mesajına inananlar,

çağrıyı kabul edecekleri beklendiği için "Yeryüzündeki



helâl ve temiz şeyler" yerine "size verdiğimiz temiz rızklardan."

ifadesi kullanılmıştır.

 

Bu durum tek ve ortaksız Allah'a şükür sunmalarına bir vesile



olarak gündeme getirilmiştir. Çünkü onlar Allah'tan başkasına kulluk

sunmayan muvahhitlerdir. Bu yüzden "size verdiğimiz temiz



rızklar" deniliyor da "size verilen temiz rızklar" ya da "yeryüzündeki"

şeklinde bir ifade kullanılmıyor. Çünkü kullanılan ifade, onların

yüce Allah'ı tanımalarına, yüce Allah'ın onlara yakın olduğuna,

onlara acıdığına, şefkat beslediğine ilişkin bir ima içermektedir.

"Min tayyibat-i mâ re-zaknakum="size verdiğimiz temiz rızklardan"

ifadesinde, sıfat mevsufa izafe edilmiştir. Yani sıfatın

mevsuf konumuna geçmesi söz konusu değildir.

Çünkü birinci yaklaşım açısından anlam, "Tümü temiz olan rızkımızdan

yiyin." şeklinde olur. Ki bu, ifadenin atmosferinden de

algılanan yakınlaşma ve şefkat gösterme havasına daha uygundur.

İkinci yaklaşım açısından anlam, "Rızkın temizinden yiyin, pis

olanından değil." şeklinde olur ki, ayetlerin akışı ile oluşan ortama

uymamaktadır bu yorum. Çünkü atmosfer kısıtlamaları kaldırmak,

kendi arzuları doğrultusunda yasalar koymak suretiyle Allah-

'ın kendilerine bahşettiği bazı rızkları yemekten kaçınmalarını,

hiçbir ilâhî direktife dayanmaksızın yasak koymalarını önlemek

şeklinde belirginleşiyor.

 

"Yalnızca Allah'a şükredin; eğer sadece O'na kulluk ediyorsanız."

Dikkat edilirse, "bize şükredin" şeklinde bir ifade kullanılmıyor,

tersine "Yalnızca Allah'a şükredin" deniliyor ki, ifade daha net bir

şekilde tevhidi vurgulasın. "eğer sadece O'na kulluk ediyorsanız."

 

646 ................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

ifadesi de bu ilkeyi vurgulama amacına yöneliktir. Bu ifade de sınırlandırmayı ve bir noktaya özgü kılmayı dile getirir. Bu yüzden



"eğer ona kulluk ediyorsanız." denilmiyor.

 

"Allah size leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesileni



kesin olarak haram kıldı." Allah'tan başkası adına kesilenden maksat,

put ve benzeri düzmece ilâhlar adına kesilen hayvanlardır.

"Ama kim zulmetmeden ve sınırı aşmadan mecbur kalırsa" yani

haksızlık etmeden ve haddini aşmadan. Bunlar zor durumda kalmaktan

kaynaklanan durumlardır. Bu durumda ayeti şu şekilde

anlamlandırabiliriz: Kim yasaklanan bu yiyecekleri haksızlık ve aşırılık

pozisyonunda olmaksızın bir şekilde yemek zorunda kalırsa,

bundan dolayı bir günah kazanmaz. Ama haksızlık ve aşırılık pozisyonundayken ve bu iki durum zorlanmanın etkin unsuru durumunda

iseler, onlara bunları yemesi caiz olmaz. "Çünkü Allah hiç

şüphesiz bağışlayandır, esirgeyendir." ifadesi gösteriyor ki, bu cevaz

yüce Allah'tan mümin kullarına yönelik bir hafifletme ve ruhsattır.

Yoksa yasaklamanın felsefesi ve hükmün hikmeti zorlanma

ortamında bile mevcuttur.

 

"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyenler..." Ehlikitab'a yönelik



bir kınamadır bu. Onların ibadet ve başka hususlarla ilgili helâl

ve temiz bildikleri birçok şey vardı ki, ileri gelenleri ve başkanları

bunları haram kılmıştı. Oysa yanlarında bulunan kitap söz konusu

şeylerin haramlığını öngörmüyordu. Bunların kitapta helâl oldukları



vurgulanan bu hususları gizlemelerinin tek nedeni, başkanlardan

sağladıkları çıkarı korumak, liderler nezdindeki makam,

mevki ve mali statülerini devam ettirmekti.

 

Bu ayeti kerime, son derece belirgin bir şekilde amellerin somutlaştırılmasını, sonuçlarının gerçekleşeceğini ifade ediyor. Yüce



Allah öncelikle onların Allah'ın ayetlerini az bir para karşılığı satmalarını,

karınlarını ateşle doldurmak şeklinde nitelendiriyor. Sonra

Allah'ın hükümlerini gizlemeyi tercih edip, Allah'ın ayetlerini açıklama

karşılığında az bir para almayı tercih etmelerini, hidayete

karşılık sapıklığı tercih etme şeklinde dile getiriyor. Daha sonra

bunu, bağışlanma yerine azaba çarptırılmayı seçme olarak nitelendiriyor.

Daha sonra tüm değerlendirmeyi şu çarpıcı ifadeyle

noktalıyor: "Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar!" Bu ce-

 

Bakara Sûresi / 172-176 ................................................. 647

 

zaya çarptırılmalarını gerektirecek suçları ise, Allah'ın hükümlerini



gizlemeye devam etme ve bu tutumlarını sürdürme olarak ön plana

çıkıyor. Bu konuya iyice dikkat et.

 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

el-Kâfi'de "ama kim zulmetmeden ve sınırı aşmadan mecbur



kalırsa..." ayeti ile ilgili olarak İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu

rivayet edilir: "[Ayetin orijinalinde geçen] 'el-bağiy', av peşinde

olandır, 'el-adiy' ise, hırsızdır. Zor durumda kalsalar dahi bunlar leş

yiyemezler. Bu, onlara haramdır ve Müslümanlara yönelik bu izin

onları kapsamaz. Onların sefer sırasında namazı kısaltmaları da

caiz değildir." [c.3, s.438, h: 7]

 

Tefsir'ul-Ayyâşî'de İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet



edilir: "el-Bağiy, zalim demektir. 'el-Adiy' ise, gasıp, [yani başkalarının

hakkına zorla el koyan) demektir." [c.3, s.74, h: 151]

Hammad da onun (a.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "el-

Bağiy, imama başkaldıran, 'el-adiy' de, hırsız demektir." [c.3, s.74, h:

154]

 

Mecma'ul-Beyan tefsirinde, İmam Bâkır ve İmam Sadık'ın (her



ikisine selâm olsun) şöyle buyurdukları belirtilmiştir: "Yani Müslümanların imamına baş kaldırmaksızın (el-bağiy) ve günah işleyerek hak ehlinin yolundan sapmaksızın (el-adiy)."

 

Ben derim ki: Bu rivayetlerde işaret edilen hususlar, bu kavramların



somut belirtileri türündendirler ve bunlar bizim ifadeden

çıkardığımız sonucu da pekiştirir niteliktedirler.

 

el-Kâfi ve Tefsir'ul-Ayyâşî'de İmam Sadık'ın (a.s) "Onlar ateşe



karşı ne kadar da dayanıklıdırlar!" ifadesi ile ilgili olarak, "Yani

onlar kendilerini ateşe sürükleyeceğini bildikleri fiilleri işlemeye

ne kadar dayanıklıdırlar!" şeklinde bir açıklamada bulunduğu rivayet

edilir. [el-Kâfi, c.2, s.268, h: 2; Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.75, h: 157]

 

Mecm'ul-Beyan tefsirinde, Ali b. İbrahim, İmam Sadık'tan (s.a.)



şöyle rivayet eder: "Onlar ateşe karşı ne kadar da cesurdurlar!"

Yine İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Ateş ehlinin amellerini ne kadar da çok yapıyorlar!"

 

648 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

Ben derim ki: Bu rivayetler yakın anlamlıdırlar. Birinci rivayette



"ateşe karşı dayanıklılık" ifadesi, ateşin sebebine karşı dayanıklılık

şeklinde yorumlanmıştır. İkinci rivayette "ateşe karşı dayanıklılık"

ifadesi, ateşe karşı cesur olmak -cesaret dayanıklılığın temel

koşuludur-" şeklinde açıklanmıştır. Üçüncü rivayette ise, "ateşe

karşı dayanıklılık" ifadesi, "ateş ehlinin amellerini işleme" şeklinde

yorumlanıyor. Buradaki anlam birinci rivayetin anlamına dönüktür.

 

 

Bakara Sûresi / 177 ............................................................. 649



 

177- Yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir.

Ama iyilik o kimsedir ki Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba

ve peygamberlere inandı. Mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara,

yetimlere, yoksunlara, yolda kalmışlara, dilencilere ve kölelere

verdi. Namazı dosdoğru kıldı, zekât verdi. (Onlar) ahitleştikleri

zaman ahitlerini yerine getirenler, sıkıntı, hastalık, savaş zamanlarında

sabredenler(dir). İşte, bunlar doğru olanlardır, muttakiler

de bunlardır.

 

AYETİN AÇIKLAMASI



 

Deniliyor ki: Kıblenin Kudüs kentindeki Beyt'ül-Mukaddes yerine

Mekke'deki Kâbe olarak değiştirilmesi insanlar arasında bir

tartışmaya, sert münakaşalara yol açtı. Bu tartışmalar aldı başını

gitti. Bunun üzerine yüce Allah tarafından yukarıya aldığımız ayet-i

kerime indi.

 

"Yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir." İfadenin



orijinalinde geçen "birr" bol hayır ve ihsan demektir. Bu kelimenin

"berr" şeklindeki okunuşu sıfat-ı müşebbehedir. (yani bol hayırlı ve

ihsan sahibi olan kimse). Yine ifadede geçen "kibel" kelimesi de

yön anlamına gelir. Kıble kelimesi de bundan türemiş ve bir tür

yön ifade eder. İfadenin orijinalinde geçen "zevi'l-kurba", "yakın-

 

650............................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

lar" demektir. "Yetama" kelimesi, yetimin çoğuludur ve babası



olmayan çocuğa denir. "Mesakîn" kelimesi, "miskîn"in çoğuludur

ve yoksullukta durumu fakirden daha kötü olan kimsedir. "İbni'ssebil"

ailesinden uzakta bulunan kimse demektir. "er-Rikab" kelimesi,

"rekabe"-nin çoğuludur ve kölelik anlamını ifade eder.

"Be'sâ" kelimesi, tıpkı "bu's" gibi mastardır ve felaket ve yoksulluk

demektir. "Zarrâ" kelimesi de tıpkı "zurr" gibi mastardır ve bir insanın

hastalık, yaralanma, malını yitirme ya da evladının ölmesi

şeklinde zarara uğramasını ifade eder. "Be's" ise, savaşın kızıştığı

zaman demektir.

 

"Ama iyilik o kimsedir ki, Allah'a ve ahiret gününe... inandı." Burada

"birr" kelimesinin tanımlanmasından vazgeçilip "berr"-in tanımlanması

tercih ediliyor ki, amaç, bu işi yapan adamları niteliklerine

ilişkin ayrıntılı açıklamalarla birlikte etraflıca tanımlamaktır.

Somut örnekten yoksun bir kavramın etkisiz olacağını ve bir fayda

sağlamayacağını ima etmektir. Bu, Kur'ân-ı Kerim'in öteden beri

uyguladığı bir anlatım tarzıdır. Kur'ân-ı Kerim konumları ve durumları

açıklamak istediği zaman, öncelikle işte rol oynayan kişileri

tanımlama yolunu seçer. Sadece kavramı açıklamakla yetinmez.

Kısacası: "Ama iyilik o kimsedir ki, Allah'a ve ahiret gününe...

inandı." ifadesi iyileri tanımlamaya, onların durumlarını açıklamaya

yöneliktir. Ayet-i kerime, onları üç mertebenin, yani inanç, amel

ve ahlâk mertebelerinin tümünü göz önünde bulundurarak

tanımlıyor. Başlangıçta "Allah'a inanan...", ardından "İşte bunlar



doğru olanlardır.", sonra "muttakiler de bunlardır." buyurarak onları

tüm yönleriyle tanımlıyor.

 

Yüce Allah'ın iyileri tanımlarken ön plâna çıkardığı niteliklere



gelince; öncelikle onların inançlarını gözler önüne seriyor: "Allah'a,

ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inandı." Bu

ifade yüce Allah'ın kullarının inanmalarını istediği tüm hak prensipleri

ve öğretileri kapsamaktadır. Bu imandan maksat, tüm olumlu

sonuçlarını beraberinde doğuran eksiksiz imandır. Yani

kalpte en ufak bir kuşku kırıntısı, bir kararsızlık, bir itiraz, ya da

hoşa gitmeyen bir durumun baş göstermesi anında en ufak bir

kızgınlık bulunmayacaktır. Yine ahlâkî davranışlarda ve pratik hayatta

imanla çelişen bir tavır sergilenmeyecektir. Bu hususun kas-

 

Bakara Sûresi / 177 ................................................... 651

 

tedildiğinin kanıtı da şu ifadedir: "İşte bunlar doğru olanlardır." Bu



ifadede doğruluk kavramı genel olarak dile getirilmiş ve kalp ya

da bedensel organların bir hareketiyle kayıtlandırılmamıştır. Şu

hâlde onlar gerçek müminlerdir, imanlarında doğrudurlar, tavırlarıyla

imanlarını doğrulamaktadırlar.

 

Nitekim ulu Allah iman-tavır uyumunun zorunluluğunu şu şekilde



dile getirmektedir: "Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında

çıkan anlaşmazlıklar hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin

hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam anlamıyla

kabullenmedikçe inanmış olmazlar." (Nisâ, 65) Bu durumda onlar,

imanın dördüncü mertebesine ilişkin niteliklere sahip olurlar.



"Rabbi ona, 'Teslim ol' demişti. (O da)'Âlemlerin Rabbine teslim

oldum.' dedi." (Bakara, 131) ayetini incelerken söz konusu iman

mertebesinin karakteristik özelliklerini okuyucuların dikkatine

sunmuştuk.

 

Ardından yüce Allah iyilerin bazı amellerinden söz ediyor: "Mala



olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara,

yolda kalmışlara, dilencilere ve kölelere verdi; namazı dosdoğru

kıldı, zekâtı verdi." Burada namazdan söz ediliyor ki o, ibadetle ilgili

bir hükümdür Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de namazı şu şekilde

tanımlıyor: "Namaz kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir." (Ankebût,

45) "Beni anmak için namaz kıl." (Tâhâ, 14) Bunun yanı sıra, maddî

hayatın ıslahına yönelik malî bir yükümlülük olan zekâttan söz ediliyor.

Bu iki ibadetten önce de mal vermekten söz edilmişti. Bununla

da zorunlu bir yükümlülük olmaksızın, muhtaçların ihtiyaçlarını

gidermek ve açıklarını kapatmak amacıyla tamamen gönüllü

olarak hayır amaçlı harcamada bulunmak, yoksullara ihsan

etmek kastedilmiştir.

 

Bunun ardından yüce Allah onların kimi ahlâkî özelliklerini



gündeme getiriyor: "Ahitleştikleri zaman ahitlerini yerine getirenler,

sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler." İfadenin

orijinalinde geçen "ahid" kavramı bir şeye devamlı sarılmak ve

kalben ona bağlı kalmak anlamını ifade eder. -Görüldüğü gibi yüce

Allah bu kavramı da genel tutmuştur.- Bununla beraber bu kavram,

bazılarının sandığı gibi imanı ve imanın hükümlerine uymayı

kapsamına almıyor. "Ahitleştikleri zaman ahitlerini" ifadesi ima-

 

652 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

nın kapsam dışı kalmasını gerektirir. Çünkü inanmak, inanmanın



gereklerini yerine getirmek, herhangi bir zamanla sınırlandırılmaz.

Nitekim ifadede zaman sınırlandırılması son derece belirgindir.

Ancak bu ifade genelliği itibariyle insanın gerçekleştirdiği her

türlü antlaşmayı, verdiği her türlü vaadi ve yapmaya söz verdiği

her hususu ve söylediği her sözü kapsar. "Falanca şeyi muhakkak

yapacağım, kesinlikle şu şeyi terk edeceğim" dememiz gibi. İnsanlar

arası ilişkilerde, davranış kuralları içinde bağlanan her türlü

akit de bu ifadenin kapsamı içindedir.

 

Sabır, musibetlerin dört bir yandan saldırıya geçtiği, felaketlerin



kapıyı çaldığı zorluk dönemlerinde ve savaşta acılara karşı direnebilme

gücüdür. Ayet-i kerimede ön plana çıkarılan bu iki karakter,

iyi ahlâkın tümünü ifade etmeseler de, ancak bunlar gerçekleşti

mi diğerleri de gerçekleşirler. Antlaşmaya bağlı kalmak

ve zorluklara karşı sabretme karakterlerinden biri durma ile, biri

de hareket ile ilintilidir. Hareketle ilintili olan, ahde bağlı kalma

hareketidir. Onların bu iki karakterlerinin gündeme getirilmesi ile

şu mesaj verilmek isteniyor. Onlar bir söz söyledikleri zaman, hemen

onu yapmaya kalkarlar ve kendilerini bir köşeye çekmezler.

Yüce Allah iyileri tanımlarken kullandığı ikinci ifade şudur: "İşte



bunlar doğru olanlardır." Hiç kuşkusuz bu, bilmeye ve uygulamaya

ilişkin tüm iyi nitelikleri kapsayıcı bir nitelemedir. Çünkü

doğruluk beraberinde iffetlilik, cesaret, hikmet, adalet ve bunların

ayrıntılarını doğuran temel bir karakterdir. Çünkü bir insanın yapabileceği

inanmak, söylemek ve amel etmektir. Doğru karakterli

bir insan olduğu zaman bu üç nitelik birbirleriyle uyuşurlar. Yani

dediğinden başkasını yapmaz, inandığından başkasını da demez.

İnsanoğlu içten gelen bir duyguyla yaratılışı itibariyle gerçeği kabul

etme ve gerçeğe boyun eğme eğilimindedir, bunun aksi bir tavır

içinde olsa da... Gerçeği kabul ettiği zaman ve bu hususta da

doğru bir tutum içinde olduğu zaman, inandığı şeyi söylemeye ve

söylediğini yapmaya başlar. Bu den-klem tanımlandığı zaman, katışıksız

iman, üstün ahlâk ve salih amel gerçekleşmiş olur. Nitekim

yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey inananlar, Allah'tan korkun

ve doğrularla beraber olun." (Tevbe, 119) Tefsirini sunduğumuz ayeti

kerimedeki "İşte bunlar doğru olanlardır" şeklindeki sınırlandırı-

 

Bakara Sûresi / 177 ........................................................ 653

 

cı ifade, sınırlandırmayı pekiştirme, sınırı açık biçimde belirleme



amacına yöneliktir. Allah doğrusunu herkesten daha iyi bilir, ama

şu anlamın belirginleşmesi kastedilmiştir: Doğruların kim olduğunu

öğrenmek istiyorsan, işte onlar iyiler (ebrar)dir.

İyilerin üçüncü ayırıcı özellikleri ise, şudur: "Muttakiler de bunlardır."

Buradaki sınırlayıcı ifade de erdemin tamamlandığını vurgulamaya

dönüktür. Çünkü iyilik ve doğruluk gerçekleşmese, takva

da gerçekleşmez.

 

Yüce Allah, bu ayet-i kerimede iyilere ilişkin olarak söz konusu



ettiği karakteristik özellikleri başka ayetlerde de dile getirmiştir:

"İyiler de, karışımı kafûr olan bir kadehten içerler. Bir kaynak ki,

Allah'ın kulları ondan içerler, fışkırtarak akıtırlar. Adaklarını yerine

getirirler ve kötülüğü salgın olan bir günden korkarlar. Ona

olan sevgilerine rağmen, yoksula, yetime ve esire yemek yedirirler.

Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. ...sabrettiklerinden

dolayı onları cennet ve ipekle mükâfatlandırmıştır." (İnsân, 5-12)

Bu ayetlerde onların karakteristik özellikleri Allah'a ve ahiret gününe

inanmak, Allah rızası için malî harcamada bulunmak, sözünde

durmak ve sabretmek şeklinde dile getirilmiştir.

 

Bir başka yerde de şöyle buyuruyor: "Hayır, iyilerin kitabı



İlliyyîn'dedir. İlliyyîn'in ne olduğunu sana öğreten nedir? Yazılmış

bir kitaptır, yaklaştırılmış olanlar onu görürler. İyiler elbette nimet

içindedirler... Onlara mühürlü, halis bir şaraptan içirilir. ...Bir

çeşme ki yaklaştırılanlar ondan içerler." (Mutaffifîn, 18-28) Bu ayetlerle,

bundan önce sunulan ayetler arasında bir karşılaştırma yapıldığı

zaman iyilerin temel özellikleri ve sonuçta uğrayacakları

akıbet belirginleşir. Ayetler iyileri "Allah'ın kulları ve mukarrebler

(yaklaştırılmışlar)" olarak nitelendiriyor.

 

Bir ayette yüce Allah "kulları"nı şöyle tanımlıyor: "Benim kullarıma



karşı sen (Şeytan)in bir gücün yoktur." (Hicr, 42) Yaklaştırılmışları

da şu şekilde tanıtıyor: "Ve o sabıklar, o önde gidenler, işte



o yaklaştırılanlar. Nimet cennetlerindedirler." (Vâkıa, 10-12)

Dünyada onlar herkesten önce Rablerine koşanlardır ve ahirette

de herkesten önce nimet cennetlerine konanlardır. Şayet ayet-i

kerimelerin işaretleri doğrultusunda durumları incelenecek olursa

ilginç şeylere rastlanacaktır.

 

654 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

Şimdiye kadar ki açıklamalardan çıkan sonuca göre, iyiler



yüksek bir iman mertebesine sahiptirler. Daha önce değindiğimiz

gibi, bu mertebe, dördüncü iman mertebesidir. Yüce Allah bu mertebeye

erişenleri şu ifadeyle tanımlıyor: "İnananlar ve imanlarını

bir zulümle karıştırmayanlar... İşte güven onlarındır ve doğru yolu

bulanlar da onlardır." (En'âm, 82)

 

"Sıkıntı... zamanlarında sabredenler." Sabır olgusunun önemini



vurgulamaya dönük olarak, övgü amacı ile "es-sabirîn" kelimesi

irab açısından mensup olmuştur. Bazılarına göre, ifade peş peşe

vasıfları sıralamak suretiyle uzayınca, Araplar övgü ya da yergi ifade

eden cümleciklerle vasıflan birbirinden ayırırlar. Bunun için

bazen sözün bir kısmının irabını ref, bir kısmının irabını da nasb

yaparlar.

 

AYETİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki: "Kim bu ayete göre amel ederse,

eksiksiz imana sahip olur." [Tefsir'us-Safi, c.1, s.161]

Ben derim ki: Resulullah efendimizin vurguladığı husus, yaptığımız

açıklamalarda son derece belirgindir. Zeccac ve Ferra'nın

şöyle dedikleri nakledilir: "Bu ayetin içerdiği nitelikler Allah tarafından

korunan (masum) peygamberlere özgüdür. Çünkü bunları

ancak peygamberler noksansız yerine getirebilirler..." Onların bu

yaklaşımları ayetlerin ifade ettiği anlam üzerinde gereği gibi düşünememekten ve manevî makamları birbirine karıştırmaktan

kaynaklanıyor. İnsan suresindeki ayetler Resulullah'ın Ehlibeyt'i

hakkında inmiştir. Bu ayetlerde yüce Allah onları "ebrar=iyiler" olarak

nitelendiriyor ki, onların peygamber olmadıklarını da biliyoruz.

Evet, iyilerin mertebeleri çok yüksektir. Bir ayet-i kerimede

yüce Allah, Allah'ı ayakta, otururken ve yanı üzerinde uzanırken

anan, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünen sağduyu sahiplerinin

durumlarını tasvir ettikten sonra, onların Allah'tan, kendilerini

iyilere/ebrara katmalarını istediklerini dile getiriyor: "İyilerle

beraber canımızı al." (Âl-i İmrân, 193)

 

ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde, Hakim et-Tirmizî, Ebu Amir el-



Eş'arî'den şöyle tahric eder: "Ya Resulullah, birr'in (iyiliğin) tamamı

nedir? dedim. Buyurdu ki: Açıkta yaptığını gizlide de yapmandır."

 

Bakara Sûresi / 177 ...................................................... 655

 

Mecma'ul-Beyan tefsirinde İmam Bâkır ve İman Sadık'ın (her



ikisine de selâm olsun): "Yakınlardan maksat, Hz. Peygamber'in

akrabalarıdır." buyurdukları rivayet edilir.

 

Ben derim ki: Bu rivayetin içeriği akrabalara ilişkin ayeti göz



önünde bulundurarak mısdak belirlemek niteliğindedir.

 

el-Kâfi adlı eserde belirtildiğine göre İmam Sadık (a.s) şöyle



buyurmuştur: "Fakir, insanlardan dilenmeyen yoksuldur. Miskin,

fakirden daha fazla geçimini sağlama çabası içinde olan kimsedir.

el-Bais ise, durumu her ikisinden de daha kötü olan kimsedir." [c.3,

s.501, h: 16]

 

Mecma'ul-Beyan tefsirinde, İmam Bâkır'ın (a.s) "İbn-i sebil,



yolda kalmış kimsedir." buyurduğu rivayet edilir.

 

et-Tehzîb adlı eserde belirtildiğine göre, efendisiyle mal karşılığı



azatlık sözleşmesi imzaladığı hâlde, taahhüt ettiği malın bir

kısmını ödeyip de gerisini ödeyemeyen kölenin durumu İmam Sadık'tan

(a.s) sorulmuş o da şöyle buyurmuştur: "Söz konusu kölenin

açığı zekât gelirlerinden kapatılır. Çünkü yüce Allah, 've

kölelere' buyuruyor." [c.8, h: 102]

 

Tefsir'ul-Kummî'de, İmam Sadık'ın (a.s) "sıkıntı ve hastalık



zamanlarında sabredenler" ifadesiyle ilgili olarak "Açlıkta, susuzlukta

ve korkulu durumlarda sabredenler" dediği, ayrıca "hîn'elba's"

ifadesi için de "savaşın kızıştığı anlarda" buyurduğu belirtilir.

[c.1, s.64]

 

 

656 .................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1



 


Yüklə 6,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin