El-Mîzân Tefsiri Allâme Muhammed Hüseyin tabatabai Cilt-1


Bakara Sûresi / 21-25 .......................................................... 125



Yüklə 6,68 Mb.
səhifə8/48
tarix04.01.2019
ölçüsü6,68 Mb.
#90080
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   48

Bakara Sûresi / 21-25 .......................................................... 125

 

gisi Meryem'in bakımını üstlenecek diye kalemleriyle kur'a atarlarken

sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin."

(Âl-i İm-rân, 44) "İşte Meryem oğlu İsa! Şüphe edip ayrılığa



düştükleri, gerçek söz budur." (Meryem, 34) Bunlar gibi daha birçok

ayet vardır.

 

Gelecekte yaşanacak olaylara ilişkin haberler de yer alır,



Kur'ân-ı Kerim'de. Şu ayette olduğu gibi: "Rumlar yenildi. En yakın

bir yerde. Onlar, bu yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Birkaç

yıl içinde." (Rûm, 2-4) Şu ayetlerde de Peygamberimizin Medine'ye

hicretinden sonra, Mekke'ye tekrar döneceği önceden haber verilmiştir:



"Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, elbette seni dönülecek

yere döndürecektir." (Kasas, 85) "Allah dilerse güven içinde, başlarınızı

tıraş ederek ve kısaltarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz."

(Fetih, 27) "O geri bırakılanlar, ganimetleri almak için



gittiğiniz zaman, 'Bizi bırakın, sizinle beraber gelelim.' diyeceklerdir."

(Fetih, 15)

 

Şu ayetleri de aynı kategoride değerlendirmeliyiz: "Allah seni



insanlardan korur." (Mâide, 67) "O zikri biz indirdik ve onun koruyucusu

da elbette biziz." (Hicr, 9) Ve bunlar gibi müminlere yönelik

ileriye dönük vaatler ve Mekkeli kâfir ve müşriklere yönelik tehditler

içeren birçok ayet vardır ki, aynen tahakkuk etmişlerdir.

Bunun yanı sıra Kur'ân-ı Kerim'in bazı ayetleri, kimi toplumların

ve kimi gelişmelerin işaretlerini, belirleyici özelliklerini içermektedir:

"Helâk ettiğimiz bir ülkeye artık dünya hayatı haramdır.

Onlar bir daha geri dönemezler. Nihayet Ye'cuc ve Me'cuc

setleri açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği ve gerçek vaadin

yaklaştığı zaman, birden inkâr edenlerin gözleri donup kalır: Vah

bize, biz bundan gaflet içinde idik. Biz gerçekten zalim kimseler

idik.' (Enbiyâ, 95-97) "Allah sizden, inanıp salih amel işleyenlere

vaat etti: Onları yeryüzünde hü-kümran kılacak." (Nûr, 55) "De ki:

O, sizin üzerinize, üstünüzden bir azap göndermeye kadirdir."

(En'âm, 65)

 

Şu ayet-i kerimeler de aynı kategori içinde değerlendirilirler:



"Rüzgarları, aşılayıcı olarak gönderdik." (Hicr, 22) "Orada her şeyden

ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik." (Hicr, 19) "Dağları birer

kazık kılmadık mı?" (Nebe, 7) Bu ayetlerin içerdikleri bilgiler,

Kur'ân'ın indiği dönemlerde bilinmeyen bilimsel gerçeklere da-

 

126 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

yanmaktadır. Söz konusu gerçekler üzerindeki bilinmezlik perdesi



ancak son çağlarda bilim alanındaki gelişmelerden sonra aralanabilmiştir.

Mâide suresinde yer alan şu ayet-i kerime de gayb âlemine ilişkin

bilgiler içermektedir. (Bu yöntem, Kur'ân ayetlerinin bazısını

bazısına uyarlama, bazısını bazısına tanık olarak öngörme esasına

dayanan tefsir anlayışının özelliklerinden biridir.): "Ey inananlar,

sizden kim dininden dönerse, (bilsin ki) Allah, yakında öyle

bir toplum getirecek ki, O onları sever, onlar da onu severler."

(Mâide, 54) Yûnus suresinde yer alan bir ayette de şöyle buyurulur:



"Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri onlara gelince

aralarında adaletle hükmolu-nur ve onlara hiç

zulmedilmez." (Yûnus, 47) "Sen yüzünü Allah'ı birleyici olarak doğruca

dine çevir: Allah'ın yaratışına, ki insanları ona göre yaratmıştır."

(Rûm, 30) Bunlar gibi, gelecekte İslâm ümmetinin veya tüm

dünyanın tanık olacağı olayları haber veren birçok ayet vardır.

Tüm bu haberler, Kur'ân'ın indiriliş döneminden sonrasını ilgilendirmektedir.

İnşaallah, İsrâ suresinin ilgili ayetinde bu konuyu etraflıca

irdeleyeceğiz.

 

Kur'ân'ın, Çelişkilerden Uzak Olduğunu Söyleyerek Meydan



Okuması

 

Kur'ân-ı Kerim, kimi ayetlerde de kendi içinde çelişki barındırma-



dığını vurgulayarak meydan okur: "Hâlâ Kur'ân (ayetleri)

üzerinde düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından

gelmiş olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şeyler bulurlardı." (Nisâ,

82) Evren zorunlu olarak maddî niteliklidir, ona egemen olan yasa

da dönüşüm ve tekâmül yasasıdır. Şu hâlde, bu evrenin bir parçası

olarak varolan her şey, aşamalı bir varoluş süreci yaşar; zayıflıktan

güçlülüğe, eksiklikten olgunluğa yönelir. Bu yöneliş, o şeyin

hem özünde ve hem de özüne bağlı unsurlarda, davranış ve eylemlerinde

söz konusudur. İnsan da bu süreci yaşar; varoluşu, eylemleri

ve eylemlerinin sonuçları itibariyle dönüşüm hâlindedir,

tekâmül etmektedir. Fikir ve kavrayış noktasında da bu kural geçerlidir.

Aramızda hiç kimse yoktur ki, kendisini bugün dünden

daha olgun, daha yeterli görmesin. Yine hepimiz, ikinci anımızda

 

Bakara Sûresi / 21-25 .......................................................... 127

 

birinci anımızdaki söz ve davranışlarımızdaki sürçmelerimizle karşılaşmaktayız.



Bu, bilinçli bir insan olarak kendini tanıyan herkesin

kabul edeceği, inkâr edemeyeceği bir realitedir.

 

Bu kitabı, Peygamberimiz dönem dönem insanlara sunmuş,



yirmi üç yıl boyunca, değişik şartlarda, farklı ortamlarda, Mekke'-

de, Medine'de, zaman zaman gece, zaman zaman da gündüz, yolculukta,

mukimlikte, savaşta, barışta, zor günlerde, zafer günlerinde,

güvenli dönemlerde, korkulu anlarda, ilâhî bilgileri sunmak,

üstün ahlâkın kurallarını öğretmek, ihtiyaç duyulan her konuda

dinî hükümleri yasalaştırmak amacıyla parça parça insanlara okumuştur.

Buna rağmen benzeşen söz diziminde en ufak bir çelişki,

birbirini tutmazlık söz konusu değildir. Nitekim kendisi, kendisini



"(ayetleri) birbirine benzeyen ve tekrarlanan bir kitap"

[Zümer, 23] olarak nitelendirmektedir. Sunduğu bilgiler, koyduğu

temel ilkeler ve ahlâk kuralları açısından tek bir uyuşmazlık, birbirini

çürütme meydana gelmemiştir. Tam tersine, ayetleri birbirlerini

tefsir eder, birbirlerinin kapalı noktalarını açıklar niteliktedir.

Nitekim Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Kur'ân'ın bir kısmı bir



kısmını destekler, bir kısmı bir kısmına tanıklık eder."1 Eğer

Kur'ân Allah'tan başkası tarafından ortaya konulmuş bir eser olsaydı,

ifade tarzının bazı yerleri diğer bazı yerlerinden daha güzel

olacaktı, sözün vurgusu ve etkinliği bakımından bazı yerleri diğer

bazı yerlerinden daha parlak olacaktı. Sunduğu bilgiler, koyduğu

ilkeler ve kurallar da doğruluk ve yanlışlık, sağlamlık ve çürüklük

noktasında farklılık arzedecekti.

 

Denebilir ki: Bu, salt bir iddiadır ve bir kanıta da dayanmıyor.



Çünkü Kur'ân'da birçok çelişkilere ve anlaşılmaz ifadelere rastlanmıştır.

Bunlar bir araya getirilse, ciltler dolusu kitap eder. Bunların

bir kısmı, ifade biçimiyle ilgili ve belâgat açısından birer kusur

sayılan sorunlardır. Bir kısmı da manevî anlamla ilgili ve

Kur'ân'ın görüşleri ve öğretilerinin yanlışlığını ortaya koyan çelişkilerdir.

Gerçi Müslümanlar bunlara cevap vermişlerdir ama, bu cevaplar

gerçekte yorumdan öteye gitmezler, tutarlılık esasına ve orijinalitesi

bozulmamış fıtrat duyarlılığına göre bir değer ifade etmezler.

-------

1- [Nehc'ül-Belâğa, hutbe:133]

 

128 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

Buna karşılık olarak ben de derim ki: İşaret edilen çelişkiler ve



anlaşılmaz ifadeler, açıklamalarıyla ve doyurucu cevaplarıyla birlikte

tefsir kitaplarında yer alırlar. Bu kitapta da yeri geldiğinde bu

sorunlara değinilmiştir. Dolayısıyla bu eleştiri, delili olmayan boş

bir iddiadan öteye gitmemektedir.

 

Kur'ân'da anlaşılmaz şeyler olduğunu ya da onda çelişki bulunduğunu



iddia eden kimselerin, geniş tefsir kitaplarında cevaplarıyla

birlikte değinilmemiş tek bir sorunları bulunmamaktadır.

Ne var ki onlar, sorunları almış, bir araya toplamış, düzene sokmuş,

ama cevaplarına değinmemişlerdir. Ne güzel söylemişler:

"Eğer sevgi gözü (kusurları görememekle) suçlanıyorsa, (erdemleri

görmeme noktasında da) kin gözü daha çok suçlanmaktadır."

Denebilir ki: Peki Kur'ân'daki "nesh" olgusuna ne dersin?

Çünkü bizzat Kur'ân onun geçerliliğinden söz ediyor: "Biz bir ayeti



neshedersek veya unutturursak, ondan daha hayırlısını veya onun

benzerini getiririz." (Bakara, 106) "Biz bir ayetin yerine başka

bir ayet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indirdiğini çok iyi biliyor-..."

(Nahl, 101) Şimdi, ifade tarzı açısından bu değişikliklerin bir

çelişki sayılmayacağını kabul etsek bile, nesih görüş değişikliği

değil de nedir?

 

Buna karşılık olarak ben de derim ki: Kur'ân-ı Kerim'deki nesih



olgusu, ifade tarzı açısından bir çelişki olarak değerlendirilemeyeceği

gibi, bakış açısı ve hüküm değişikliği olarak da

değerlendirilemez. Bunun açıklanması şöyledir: Bakarsın, olumlu

koşullar gereği verilen bir hüküm bir güne uygun düşer de, koşulların

değişmesi sonucu bir başka güne uygun düşmez. Bu durumda,

o günün koşullarına uygun düşen yeni bir hüküm yürürlüğe

konur.

 

Bunun en açık kanıtı, Kur'ân-ı Kerim'de, içerdikleri hükümleri



yürürlükten kaldırılan ayetlerde, sözlü olarak bu ayetlerin içerdikleri

hükümlerin ileride yürürlükten kaldırılacağının ima edilmiş

olmasıdır. Örneğin, hükmü yürürlükten kaldırılan bir ayette şöyle

buyuruluyor: "Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan



dört erkek şahit isteyin; eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm

alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evler-

 

Bakara Sûresi / 21-25 .......................................................... 129

 

de tutun (hapsedin)." (Nisâ, 15) (Son cümlenin içerdiği ima dikkat

çekicidir.) Bir başka ayette de şöyle buyuruluyor: "Ehlikitap'tan



birçoğu, gerçek kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki

kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan sonra vazgeçirip kâfir

olmanızı istediler. Allah emrini getirinceye kadar, affedin, hoş

görün." (Bakara, 109) Görüldüğü gibi, ifadenin son cümlesi, onlara

karşı takınılacak tavra ilişkin hükmün geçici olduğunu ima ediyor.

 

Kur'ân'ın, Belâgatiyle Meydan Okuması



 

Kur'ân-ı Kerim, ifade tarzının belâgat ve etkinlik açısından

erişilmez olduğunu vurgulayarak bu alanda da karşıtlarına meydan

okuyor: "Yoksa, 'Onu uydurdu' mu diyorlar? De ki: 'Eğer doğru



söylüyorsanız, siz de onun benzeri on uydurulmuş sure getirin;

Allah'tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın.' Eğer size cevap

veremedilerse, bilin ki o, Allah'ın bilgisiyle indirilmiştir ve O'ndan

başka ilâh yoktur. Artık Müslüman oluyor musunuz?" (Hûd, 13-14)

Ayetler Mekke'de inmiştir. "Yoksa, 'Onu uydurdu' mu diyorlar? De



ki: 'Eğer doğru söylüyorsanız, siz de onun benzeri bir sure getirin

ve Allah'tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın.' Hayır, bilgisini

kavrayamadıkları, te'vili kendilerine gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar."

(Yûnus, 38-39) Bu ayetler de Mekke'de inmişlerdir.

Bu ayetlerde, Kur'ân ifadelerindeki belâgat ve düzen açısından

bir meydan okuma söz konusudur. Çünkü o dönemde Kur'ân'ın

muhatabı olan öz Arapların en belirgin özellikleri, belâgatte ileri

gitmiş olmalarıdır. Nitekim tarih, belâgat ve fesahat alanında, açık,

anlaşılır ve etkileyici söz söyleme sanatı açısından öz Arapları

geride bırakan eski ve yeni bir ulustan söz etmez. Araplar, güzel,

yeterli, anlaşılır hâl ve makama uygun konuşma sanatı açısından

eski-yeni tüm ulusları geride bırakmışlardı.

 

İşte Kur'ân onları gayretkeşliğe itecek ve içlerindeki asabiyet



damarını kabartacak şekilde, onlarla özdeşleşmiş bir alanda onlara

meydan okuyor. Gururları, başkalarının karşısında eğilmemeleri,

ürünlerinin küçük görülmesini kabullenmemeleri, onların karakteristik

özellikleriydi. Bu meydan okumanın üzerinden uzun

zaman geçmiş, ama onlardan ses çıkmamıştı; gün geçtikçe çaresizlikleri

biraz daha belirginleşmişti. Bu meydan okumanın karşı-

 

130 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

sında sadece saklanıyorlardı, köşe bucak kaçıyorlardı. Nitekim



yüce Allah, onların bu durumlarını şöyle tasvir ediyor: "İyi bilin ki

onlar, ondan (Peygamberden) gizlenmek için göğüslerini bükerler.

İyi bilin ki onlar, örtülerine büründükleri zaman, Allah onların

içlerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir." (Hûd, 5)

Bu meydan okumanın üzerinden bin dört yüzyılı aşkın bir süre

geçmiş olmasına rağmen, kimse onun bir benzerini getirebilmiş

değildir ve kimse ona karşı çıkabilmiş değildir. Çıkanlar da rezil

olmuşlardır, gülünç duruma düşmüşlerdir.

 

Kur'ân'a karşı çıkmaya yönelik bazı girişimlerin olduğu bilinmektedir.



Söz gelimi yalancı Müseyleme "Fil" suresine nazire yaparak

şöyle demiştir: "Fil; nedir fil? Nereden bileceksin ki, nedir

fil? Onun sert bir kuyruğu ve uzun bir hortumu vardır." Yalancı kadın

peygamber Seccah'a hitap olarak da şöyle der: "Onu bir şekilde

siz kadınlara girdiriyoruz ve yine onu bir şekilde siz kadınlardan

çıkarıyoruz." Şu saçmalıklara ve hezeyanlara bakıp da ibret alın.

Şu da bazı Hıristiyanların Fâtiha suresine karşı uydurdukları bir

sözdür: "Rahman'a hamdolsun. O, kâinatın Rabbidir, cezalandıran

meliktir. İbadet sana ve yardım sendendir. Bizi iman yoluna ilet."

Ve bunların benzeri tutarsız bir sürü hezeyan ve söylence ortaya

atılmıştır.

 

Denebilir ki: İnsan zekâsının ortaya koymuş olduğu söz, nasıl



insan açısından mucize düzeyinde olabilir? İnsan zekâsından kendisinin

kavrayamadığı bir şeyin sızması mümkün müdür? Oysa fail

fiilinden daha güçlüdür, bir eseri ortaya koyan, eserini kuşatmış

durumdadır. Başka bir ifadeyle, sözü anlamın alâmeti hâline getiren

insanın kendisidir. Çünkü toplumsal ihtiyaç, insanı içindekini

başkalarına anlatma zorunluluğunu doğurur. Dolayısıyla, sözdeki

anlamı ortaya çıkarma (keşif) özelliği itibarî, sözleşmeli ve anlaşmalı

bir özelliktir. İnsan zekâsının ürünü olan bu özelliğin, insan

zekâsının sınırlarını aşıp zekâ tarafından kavranamayacak bir olağanüstülüğe

ulaşması muhaldir. Şu hâlde, herhangi bir sözün

zekâ tarafından kavranamayacak bir anlamın ortaya çıkarması da

muhaldir. Aksi takdirde söz, itibarî bir alâmet olmaktan çıkar.

Eğer "Sözel terkiplerin arasında, mucize düzeyine ulaşan bir

terkip vardır." dense, bu demektir ki, kastedilen anlamlardan her

 

Bakara Sûresi / 21-25 .......................................................... 131

 

birinin, eksiklik ve mükemmellik, fesahat ve belâgat açısından



farklılık gösteren birçok terkibi vardır. Bu terkiplerin arasında, son

derece etkin, en üst düzeyde bir terkip vardır ki beşer gücünü aşa.

Mucize olan da bu terkiptir işte. Bunun gereği, ifade edilmek istenen

her anlam açısından mucize niteliğine sahip tek bir terkibin

olduğudur. Oysa Kur'ân-ı Kerim'in bir anlamı değişik ifadelerle ve

farklı terkiplerle dile getirdiği çokça görülmektedir. Peygamberler

kıssalarında bu tür sözel değişikliklere rastlamak mümkündür.

Eğer Kur'ân'ın sözel terkipleri mucize nitelikli olsaydı, o zaman ifade

edilmek istenen her anlam için, her zaman aynı sözel terkip

kullanılmalıydı, başkası değil.

 

Ben derim ki: Bu iki şüphe ve benzeri diğer şüpheler, bazı araştırmacıları,



Kur'ân'ın sözel mucizeliğini Allah'ın caydırması, engellemesiyle

açıklamaya itmiştir. Bunu derken şunu kastediyorlar:

Kur'ân-ın ya da bir veya birkaç suresinin bir benzerini getirmek, insan

açısından imkânsız bir şeydir. Kur'ân'da yer alan meydan

okuyucu ayetler ve yüzyıllardır Kur'ân'a karşı çıkanların bu husustaki

çaresizlikleri bunu ortaya koyuyor. Fakat bu demek değildir

ki, Kur'ân-ı Kerim'de yer alan ifadeler insan gücünün üstündedirler.

Bilâkis, Kur'ân'da yer alan tüm ifadeler, insanlarca söylenebilecek

türden ifadelerdir. Meselenin özü şudur:

 

Yüce Allah, insanları Kur'ân'a karşı çıkmaktan, onun bir benzerini



ortaya koymaya kalkışmaktan alıkoyuyor, onları böyle bir girişimde

bulunmaktan caydırıyor. Çünkü ilâhî irade beşer iradesine

egemendir. Amaç, peygamberlik mucizesini korumak ve peygamberlik

misyonunun dokunulmazlığını sağlamaktır.

 

Yukarıdaki iddia yanlıştır ve meydan okumaya ilişkin ayetlerin



ifade ettiği gerçeklerle uyuşmaz: "Yoksa, 'Onu uydurdu' mu

diyorlar? De ki: 'Eğer doğru söylüyorsanız, siz de onun benzeri on

uydurulmuş sure getirin; Allah'tan başka çağırabildiklerinizi de

çağırın.' Eğer size cevap veremedilerse, bilin ki o, Allah'ın bilgisiyle

indirilmiştir." (Hûd, 13-14) Bu son cümleden anlaşılıyor ki, meydan

okuma ile verilmek istenen mesaj, Kur'ân'ın Peygamber tarafından

uydurulmadığı, onun Allah'ın bilgisi dahilinde indiğidir. Onun

şeytanlar tarafından indirilmediğini vurgulamaktır. Nitekim

yüce Allah, bir ayette şöyle buyuruyor: "Yoksa, 'Onu uydurdu' mu

 

132 ................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar. Eğer doğru söylüyorlarsa, onun

gibi bir söz getirsinler." (Tûr, 33-34)

Bir diğer ayette de şöyle buyuruyor: "Onu şeytanlar indirmedi.



Bu, onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da. Çünkü onlar

işitmekten uzaklaştırılmışlardır." (Şuarâ, 210-212) Hâlbuki onların

sözünü ettikleri caydırma ve vazgeçirme, Kur'ân'ın Allah katından

indirilmiş bir kitap oluşuna değil, sadece Peygamberimizin (s.a.a)

peygamberlik mis-yonunun doğruluğuna yönelik bir kanıt oluşturur.

Yukarıda sunduğumuz ayetle aynı mesajı içeren bir ayet de

şudur: "Yoksa, 'Onu uydurdu' mu diyorlar? De ki: 'Eğer doğru



söylüyorsanız, siz de onun benzeri bir sure getirin ve Allah'tan

başka çağırabildiklerinizi de çağırın.' Hayır, bilgisini kavrayamadıkları,

te'vili kendilerine gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar."

(Yûnus, 38-39)

 

Bununla da açıkça anlaşılıyor ki, imkânsızlığı ifade edilen şey,



insanların Kur'ân'a benzer bir kitap getirebilmeleridir, hem kendilerinin

ve hem de kendilerine bu hususta yardım edecek herkesin

buna güç yetirebilmeleridir. Çünkü Kur'ân, bilgisini kuşatmadıkları,

te'vilini bil-medikleri bir kitaptır. Onun bilgisini ancak yüce Allah

kuşatabilir. Bu yüzden de ona karşı çıkmamakta, bir benzerini getirememekteler.

 

Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: "Hâlâ Kur'ân (ayetleri)



üzerinde düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından

gelmiş olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şeyler bulurlardı." (Nisâ,

82) Bu da gösteriyor ki, insanları Kur'ân'ın benzerini ortaya koymaktan

âciz kılan unsur, Allah'ın insanların onda çelişki bulmalarına

engel olması değil, onun kendi içinde birbirini tutmaz şeyler

barındırmasıdır; sözel ve anlamsal olarak bir çelişkinin Kur'ân'da

yer almamasıdır. Bu yüzden Kur'ân'ın mucizeliğini, Allah'ın gönüllerde

tasarruf ederek insanları ona karşı çıkmaktan caydırmasına

bağlanmak kesinlikle yanlıştır, itibar etmemek gerekir.

Bu mukaddime aydınlandıktan sonra söz konusu iki şüphenin

asıl cevabına geçelim. Birinci şüphede şöyle deniyordu: Belâgat

sözün niteliklerindendir. Söz ise insan zekâsının icat ettiği bir şeydir.

Dolayısıyla sözün insan zekâsının kapasitesini aşması mümkün

değildir. Çünkü söz zekânın ürününden başka bir şey değildir.

 

Bakara Sûresi / 21-25 .......................................................... 133

 

Bu yaklaşıma verilecek cevap şudur: Söz açısından insan



zekâsıyla ilgili olan şey, lafızların tek başına ifade ettikleri anlamlardır.

Ancak zihindeki anlamı, zihinde olduğu biçimde, tam veya

eksik olarak, açık veya kapalı olarak anlatabilmek için kelimeleri

sıralayıp cümle kurmak, aynı şekilde, ifade edilmek istenen anlamı,

tüm bağlantılarıyla, öncülleriyle, ilintileriyle ya da bunların

bir kısmıyla realiteye uygun olabilecek şekilde zihinde şekillendirmek,

kelimeleri anlamlar karşılığında vazetmekle, kelimelere

mana yüklemekle ilgisi bulun-mayan bir meseledir. Bu, bir yandan

ifade etme ve belâgat sanatındaki maharete, kelimeleri sıralayıp

güzel cümleler kurma yeteneğine, öte yandan da zihnin dış âlemdeki

anlatılan olguyu tüm yönleriyle, gerekleriyle ve bağlantılarıyla

algılamasındaki inceliğe, dikkatine bağlı olan bir şeydir.

Dolayısıyla meselenin üç yönü vardır. Bunlar, bir varlıkta aynı

anda bulunabildikleri gibi, birbirlerinden ayrı olarak da bulunabilirler.

Örneğin, bir insan herhangi bir dilin istisnasız tüm kelimelerini

bilebilir, ancak konuşma yeteneğine de sahip olmayabilir. Bir insan

da, söz ve ifade sanatında uzmanlaşmış olduğu hâlde, bilgi ve

kültür yönünde yetersiz olabilir. Böyle bir insan, tüm anlamları kuşatıcı,

doyurucu bir konuşma yapamaz. Bir başka insan da, bilgi

ve kültür açısından büyük bir birikime sahip olabilir, keskin bir zekâsı

ve duyarlı bir fıtratı olabilir. Fakat içindeki birikimi açık ve anlaşılır

bir dille insanlara aktarmaktan, gözlemlediği güzellikleri ve

göz alıcı manzaraları verdikleri mesajlarla birlikte, büyüleyici kelimelere

yükleyip anlatmaktan âciz olabilir.

 

Bu üç olgudan yalnızca birincisi, insanın toplumsal zekâsıyla



ortaya koyduğu şeyle ilgilidir. İkincisi ve üçüncüsü ise, insanın

kavrama gücündeki bir tür letafet ve incelikle ilgilidir. Bilindiği gibi,

bizim sahip bulunduğumuz kavrama gücünün kapasitesi sınırlıdır,

ölçülüdür. Dışımızda meydana gelen olayları tüm ayrıntılarıyla

ve dış âlemde yer alan olguları tüm bağlantılarıyla birlikte kuşatamayız.

Dolayısıyla biz, hiçbir zaman hata işlemeye karşı güvencede

değiliz. Bunun yanı sıra varoluşumuzun aşamalılığı, bilgilerimizin

de aşamalı bir farklılığa sahip olmalarını, yani noksandan

tamama doğru bir süreç içinde olmalarını gerektirir.

 


Yüklə 6,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin