El-Mîzân Tefsiri Allâme Muhammed Hüseyin tabatabai Cilt-1



Yüklə 6,68 Mb.
səhifə42/48
tarix04.01.2019
ölçüsü6,68 Mb.
#90080
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   48

Bakara Sûresi / 159-162 ..................................................


 

159- İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti, biz kitapta insanlara

açıkça belirttikten sonra gizleyenler; işte onlara hem Allah lânet

eder ve hem de lânet edenler lânet ederler.

 

160- Ancak tövbe edip, hâllerini düzeltenler ve açıklayanlar



başka. İşte onları bağışlarım ve ben tövbeyi çok kabul edenim, rahimim.

 

161- Kâfir olup küfürlerinde ısrar ederek ölenler; işte Allah'ın,



meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerinedir.

 

162- Ebedî olarak lânette kalırlar. Ne kendilerine azap hafifletilir,



ne de onlara bakılır.

 

AYETLERİN AÇIKLAMASI


 

"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti... gizleyenler." -Doğrusunu Allah

herkesten daha iyi bilir- ama ifadeden anladığımız kadarıyla,

ifadenin orijinalinde geçen "huda" deyiminden maksat, ilâhî dinin

içerdiği ve izleyicisini mutluluğa ulaştıran öğretiler ve hükümler;

açık deliller anlamında kullandığımız "beyyinat" deyiminden maksat

da, hidayetin bir diğer ifadesi olan hakka tanıklık eden belgeler

ve kanıtlar niteliğinde olan ayetler ve delillerdir.

 

590 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

Buna göre yüce Allah'ın kelâmında geçen "beyyinat" kelimesi,



vahiy kanalıyla indirilen ayetlerin bir niteliğidir. Dolayısıyla, bir şeyi

gizleme anlamında kullanılan "yektumûne" fiili, ayetin aslını gizlemekten,

insanlara göstermemekten ya da ayetin ifade ettiği

gerçeği değişik yorumlamaktan ya da yanlış yönlendirme ile gerçeğin

fark edilmesini önlemekten daha geniş kapsamlıdır. Nitekim

Yahudiler, kitaplarında yer alan Peygamberimizin (s.a.a) gelişini

müjdeleyen ifadeleri gizlediler. Şöyle ki, insanların bilmedikleri

gerçekleri gün yüzüne çıkarmıyor, bildikleri bazı gerçekleri ise,

yanlış yorumlayarak doğru biçimde algılanmasını engelliyorlardı.

 

"Biz kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra." Bundan anlaşılıyor

ki, söz konusu gizleme, adı geçen gerçekler sırf kendilerine

değil, tüm insanlara açıklandıktan sonra meydana gelmiştir. Çünkü

bir gerçeği teker teker tüm insanlara açıklamak değil vahiy olayında,

nor-mal doğal sisteminde bile üstesinden gelinebilecek

bir durum değildir. Bu kural, her türlü genel duyuru ve her türlü

mutlak açıklama için geçerlidir. Bir mesaj bazı insanlara aracısız,

bazılarına da bunların aracılığı ile ulaştırılır. Orada bulunanlar bulunmayanlara, bilenler bilmeyenlere anlatır. Neticede âlim de tıpkı

dil ve konuşma gibi duyuru araçlarından biridir.

Böylece bir haber, mecliste bulunan insanlarla ilmiyle ilgili Allah

ile kendi arasında bağlı kalması gereken ahit ve misakı bulanan

bir âlim kişiye bildirilince, bu haber tüm insanlara açıklanmış

demektir. Dolayısıyla âlimin bu bilgisini gizlemesi, insanlara açıklandıktan

sonra bilgiyi onlardan gizlemesi anlamına gelir. İşte yüce

Allah'ın insanlar arasında din hususunda çeşitli görüş ayrılıklarının

baş göstermesinin, insanların sapık ve doğru yol diye ikiye

ayrılmalarının tek nedeni olarak vurguladığı gerekçe budur. Yoksa,

Allah'ın dini, insanın öz yaratılışı, fıtratı ile uyum içindedir. Fıtrat,

bu din ile iletişim kurar kurmaz onu kabul eder; kendisine ayrıntılı

biçimde açıklandıktan sonra insanın öz yaratılışında belirleyici

bir unsur olarak yer alan ayırt edici güç beklemeksizin ona boyun

eğer.

 

Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sen hanif (mutedil) olarak



yüzünü doğruca dine çevir; Allah'ın yaratmada esas aldığı fıtrata

ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması

 

Bakara Sûresi / 159-162 .................................................. 591

 

değiştirilemez. İşte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler."

(Rûm, 30)

 

Demek ki din, fıtrat ile örtüşüyor ve bu yaratılışın bir yasasıdır.



Din gereği gibi açıklığa kavuşturulunca fıtrat, hiçbir zaman dini

reddetmez. Bu açıklığa kavuşma, ya peygamberlerde olduğu gibi

halis kalp ya da sözlü duyuru aracılığı ile gerçekleşir. İkinci hususun

birinci husustan kaynaklanması da bir zorunluluktur. Bunu anlamış

olmalısın.

 

Bu yüzden ayet-i kerimede, dinin yaratılış yasası uyarınca fıtratla



örtüşmesi olayı ile, dini bilmeme durumu aynı kategoride

değerlendirilmiştir. Ulu Allah ayetin evvelinde "...Allah'ın yaratmada



esas aldığı fıtrata ki, insanları ona göre yaratmıştır..." ve sonunda,

"Fakat insanların çoğu bilmezler." buyuruyor.

Bir başka ayette de şöyle buyuruyor: "...anlaşmazlığa düştükleri



şeyler konusunda aralarında hüküm vermek üzere o peygamberlerle

beraber hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık

ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan azgın ve kıskançlıkları

yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, kitap verilenlerden

başkası değildir..." (Ba-kara, 213) Bu ayet-i kerimeye göre, kitabın

içerdiği hak nitelikli mesaj hakkındaki görüş ayrılıkları, kitabı

açıklayıp uygulama misyonunu üstlenen bilginlerin kıskançlıklarından,

çekememezliklerinden kaynaklanıyor.

 

Şu hâlde, din alanındaki görüş ayrılıklarının ve doğru yoldan



sapmanın sebebi, bilginlerin kıskançlıkları, gerçeği saklamaları,

yanlış yorumlamaları, bilgileri tahrif etmeleri ve böylece zulmetmiş

olmalarıdır. Nitekim yüce Allah onların bu konumlarını kıyamet

gününe ilişkin bir sahnede zulüm olarak nitelendirmiştir:



"...Ve aralarında seslenen biri, 'Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine

olsun!' diye seslendi. Onlar ki Allah'ın yolundan men edip, onu

eğriltmek isterler..." (A'râf, 44-45) Bu anlamı içeren pek çok ayet

vardır.


 

Bununla anlaşılıyor ki, ayetlerden biri bir diğer ayete

dayanmaktadır: Yani demek istiyorum ki: "İndirdiğimiz açık

delilleri ve hidayeti biz kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra

gizleyenler..." ayet-i kerimesi, "İnsanlar bir tek ümmet idi. Allah

peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; anlaşmazlığa

düştükleri konularda insanlar arasında hükmetsin

 

592 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

düştükleri konularda insanlar arasında hükmetsin diye o peygamberlerle

beraber hak içerikli kitabı indirdi. Oysa kendilerine

kitap verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra,

sırf aralarındaki kıskançlıktan dolayı onda anlaşmazlığa düştüler..."

(Bakara, 213) ayet-i kerimesine dayalı olarak bir anlam kazanıyor.

Devamında ise, bilginler arasındaki bu kıskançlığın cezası

şu ifadelerle dile getiriliyor: "İşte onlara hem Allah lânet eder,



hem bütün lânet edenler lânet eder."

 

"İşte onlara hem Allah lânet eder, hem bütün lânet edenler lânet



ederler." Bu ifade, Allah'ın indirdiği ayetleri ve doğru yol kılavuzunu

gizleyenlerin uğrayacakları azabı, çarptırılacakları cezayı açıklıyor.

Bu ceza, hem Allah'ın lânetine, hem de lânet eden herkesin lânetine

uğramadır. Bu ayette, lânet kavramı iki kere tekrarlanmıştır.

Çünkü lânet, kaynaklandığı kimse açısından farklı anlamlar ifade

eder. Yüce Allah açısından lânet; rahmet ve mutluluktan uzaklaştırmayı

ifade eder. Diğer lânet eden kimseler açısından ise, bu akıbete

uğramalarını Allah'tan dilemektir.

 

Hem yüce Allah ve hem de lânet eden diğer kimseler ile ilgili



olarak lânet deyimi genel tutulmuştur. Lânet edenler nitelemesi

de öyle. Bu da, lânet edenlerin her türlü lânetlerinin onlara yönelik

olduğunu ifade eder. İfadeye ilişkin değerlendirmeden de bu anlam

çıkıyor. Çünkü lânet edenin lânet etmesi sırasında kastettiği,

mutluluktan uzak olmadır. Gerçekte ise, dinî mutluluktan başka

mutluluk düşünülemez. Bu mutluluk da Allah tarafından açıklandığı

ve fıtrat tarafından da tereddütsüz kabul edildiği için, bir insan

ancak reddetmek ve inkâr etmekten dolayı bu mutluluktan

yoksun olabilir. Bu yoksunluk da bilgisiz ve aydınlatılmayan kimseler

için değil de, bilerek inkâr edip karşı çıkanlar için geçerlidir.

Bilginlerden bildiklerini yaymaları ve öğrendikleri ayet ve doğru

yol kılavuzuna ilişkin prensipleri yaygınlaştırmak üzere söz alınmıştır.

Bunu gizledikleri zaman, ilâhî mesajı yayma misyonunu

yerine getirmedikleri zaman, inkâr etmiş, karşı çıkmış sayılırlar.

İşte böylelerine hem Allah, hem de lânet edenler lânet eder.

Bir sonraki ayet-i kerime, bu söylediklerimizi destekler niteliktedir:



"Kâfir olup küfürlerinde ısrar ederek ölenler, Allah'ın meleklerin

ve bütün insanların lâneti onların üzerinedir." Buradan

 

Bakara Sûresi / 159-162 .............................................. 593

 

anlaşıldığı kadarıyla "inne" edatı, bu ayetin içerdiği anlamın sebebini



açıklamaya ya da anlamını pekiştirmeye dönüktür. Çünkü şu

ifadede içerik ve anlam tekrarlanıyor. "kâfir olup küfürlerinde ısrar



ederek ölenler."

 

"Ancak tövbe edip hâllerini düzeltenler ve açıklayanlar başka..." Bu



ayet, bir önceki ayetten istisna konumundadır. Onların tövbelerinin

"açıklama" fiili ile sınırlandırılmasından (yani "tövbe edenler"

denildikten sonra "açıklayanlar" denilmesinden) amaç, durumlarının

açığa çıkması ve tövbe etmiş olduklarını göstermeleridir.

Bunun gereği de, gizlediklerini insanlara açıklamaları ve bundan

önce gerçeği gizleyenler olduklarını itiraf etmeleridir. Aksi taktirde

tövbe etmiş sayılmazlar. Çünkü daha önce gerçeği gizlediklerini itiraf

etmemeleri hâlâ gerçeği gizledikleri anlamına gelir.

 

"Kâfir olup küfürlerinde ısrar ederek ölenler..." Bu ifade, küfürde



ayak diretmelerini, inatçılıklarını ve gerçeği kabule yanaşmamalarını

kinaye yoluyla anlatmaktadır. Çünkü inatçılıktan ve büyüklük

kompleksinden dolayı değil de sırf kendilerine açıklanmadığı için

hak dini benimsemeyip ona uymayanlar, gerçek anlamda kâfir

değildirler. Onlar müstazaftırlar ve durumları Allah'a kalmıştır.

Bunun şahidi de ayetlerin büyük çoğunluğunda kâfirlerin küfrünün,

yalanlama ile kayıtlandırılmasıdır. Özellikle, insan türüne

yönelik ilk yasamayı içeren, Hz. Âdem'in cennetten indirilişini konu

alan ayetlerde bu husus son derece belirgindir. Ulu Allah şöyle

buyuruyor: "Hepiniz oradan inin" dedik. Yalnız size benden bir hidayet



geldiği zaman, kimler benim hidayetime uyarsa artık onlara

bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. İnkâr edip ayetlerimizi

yalanlayanlar ise, ateş ehlidir, onlar orada ebedi kalacaklardır."

(Bakara, 38-39)

 

Öyleyse bu ayette geçen "kâfirler"den maksat, Allah'ın ayetlerini



yalanlayan, gerçeği kabul etmeye yanaşmayan inatçılardır -

Allah'ın in-dirdiklerini gizleyenler de bunlardır-. Böylelerinin cezasını

yüce Allah şu şekilde belirlemiştir: "İşte Allah'ın, meleklerin

ve bütün insanların lâneti onların üzerinedir." Bu, meleklerin ve

istisnasız tüm insanların dile getirdikleri her türlü lânetin bunlara

yönelik olmasına dair yüce Allah tarafından bırakılan bir hükümdür.

 

594 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

Bu cezayı hakkeden insanların yolu, şeytanın yoludur. Çünkü



yüce Allah onunla ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Ve gerçekten de

tâ ceza gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır." (Hicr, 35) Bu

ayetin ifadesine göre, her türlü lânet şeytana yönelik kılınmıştır.

Dolayısıyla bildiklerini gizleyen bilginler de, genel lânetin muhatabı

olma bakımından şeytana ortaktırlar, onunla aynı konumdadırlar.

Ayet-i kerimenin ne kadar şiddetli bir ifade tarzına sahip olduğunu

ve olayı ne kadar önemseyerek vurguladığını görüyor musunuz?

İnşaallah, şu surede yer alan "Ki, Allah, murdarı temizden

ayıklasın ve bütün murdarları birbiri üzerine koyup yığsın da hepsini

cehenneme atsın..." (Enfâl, 37) ayet-i kerimeyi ele alırken konuya

ilişkin ayrıntılı açıklamalarda bulunacağız.

 

"Ebedi olarak onda kalırlar." Yâni lânet içinde kalırlar. "Ne kendilerine



azap hafifletilir, ne de onlara bakılır." ayetin akışının azabın

lânet yerine konulmasıyla farklılık kazanması, onları kapsamına

alan lânetin azap şekline dönüşeceğini ifade ediyor.

Biliniz ki, bu ayetlerde zaman zaman iltifat sanatına başvurulmuş-

tur. Birinci ayette, "tekellüm mea'l-gayr" (başkası ile konuşma)

sıygasından (indirdiğimiz... biz kitapta... belirttikten...)

gayıp sıygasına geçiş yapılıyor: "İşte böylelerine Allah lânet eder..."

Çünkü konu, öfkenin şiddetini vurgulama ile ilgilidir. Lânetin

şiddeti ise, ancak nispet edildiği ismin ya da sıfatın azameti

oranında belirginleşir. Allah'tan daha büyük hiç kimse yoktur. Lânetin

şiddeti en son noktasına kadar belirginleşsin diye O'nun yüce

adına izafe edilmiştir.

 

İkinci ayette ise, gayıp sıygasından birinci tekil şahıs (mütekellim



vahde) sıygasına geçiş yapılmıştır: "İşte onları bağışlarım ve

ben tövbeyi çok kabul edenim, Rahimim." Bu ifade tarzının seçilmesindeki

amaç, her türlü niteliği ve sıfatı bırakıp konuyu bütünüyle

vasıtasız yüce Allah'a bağlamak suretiyle, eksiksiz bir rahmetin

ve şefkatin söz konusu olduğunu vurgulamaktır. Çünkü yukarıdaki

ifadeden algılanan rahmet ve şefkat, "Allah onların tövbelerini

kabul eder" ya da, "Rableri onların tövbelerini kabul eder"

ifadelerinden algılanmaz. Üçüncü ayette ise, birinci tekil şahıs sıygasından

gayıp sıygasına geçiş yapılıyor: "İşte Allah'ın... lâneti onla-

 

Bakara Sûresi / 159-162 .................................................. 595

 

rın üzerinedir." Birinci ayetteki ifade tarzı değişikliği ile güdülen

amaç, bu ayetteki değişiklik için de geçerlidir.

 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

Tefsir'ul-Ayyâşî, bizim mezhebimize mensup ashabın vasıtasıyla

İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: İmam Sadık'a (a.s) dedim

ki: "Yüce Allah'ın 'İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti...



gizleyenler' sözü hakkında ne buyurursunuz? Dedi ki: Bununla biz

kastediliyoruz -Ancak Allah'tan yardım dilenir-. Bizden biri, İmamet

makamına ulaşınca kendisinden sonraki imamı insanlara

kesinlikle açıklamalıdır. Bu konuda özgür ve yetkili değildir." [c.1,

s.71, h: 139]

 

Bu ayetle ilgili olarak İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet



edilmiştir. "Bu ifadeyle biz kastediliyoruz. Ancak Allah'tan

yardım dilenir." [c.1, s.71, h: 137]

Muhammed b. Müslim'in İmamın (a.s) "Burada kastedilenler

Ehli-kitaptır." dediğini rivayet etmiştir. [c.1, s.71, h: 140]

 

Ben derim ki: Bu rivayetlerin tümü uyarlama niteliğindedirler.



Yoksa ayet-i kerimenin ifadesi geneldir.

Bazı rivayetlerde belirtildiğine göre, Hz. Ali (a.s) bu ifadeyi bozulan

âlimler şeklinde yorumlamıştır. [el-Burhan, c.1, s.171, h: 6]

 

Mecma'ul-Beyan tefsirinde yer alan bir rivayete göre



Resulullah efendimiz (s.a.a) bu ayetle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"Kendisine bildiği bir şey sorulup da onu gizleyen kimsenin

ağzına kıyamet günü ateşten bir gem geçirilir. 'İşte onlara hem Allah

lânet eder, hem bütün lânet edenler lânet ederler.' ifadesinin

anlamı budur."

 

Ben derim ki: Bu iki rivayet, yukarıda sunduğumuz açıklamayı



pekiştirir niteliktedirler.

 

Tefsir'ul-Ayyâşî'de İmam Sadık'ın (a.s) "bütün lânet edenler



lânet ederler." ifadesi ile ilgili olarak "Bazıları burada kastedilenler

canlı hayvanlardır." demişlerdir; ama kastedilenler bizleriz."

dediği rivayet edilir. [c.1, s.72, h: 141]

 

Ben derim ki: Bu ifade, "Şahitler, 'İşte Rablerine karşı yalan



söyleyenler bunlardır!' diyecekler. İyi bilin ki, Allah'ın lâneti za-

 

596 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

limlerin üzerinedir." (Hûd, 18) ayetinin verdiği mesaja yönelik bir

işaret konumundadır. Şu hâlde, burada sözü edilenler, kıyamet

günü konuşmalarına izin verilen ve sadece doğruyu söyleyen şahitlerdir.

İmam'ın, "Bazıları, burada kastedilen canlı yaratıklardır

sözüne gelince; bu söz, Mücahid ve İkrime gibi tefsir bilginlerinden

rivayet edilmiştir. Bazı rivayetlerde, Resulullah efendimize (s.a.a)

dayandırıldığı da görülür.

 

Tefsir'ul-Ayyâşî'de İmam Sadık'ın (a.s): "İndirdiğimiz açık delilleri



ve hidayeti... gizleyenler." ayeti, Hz. Ali'ye ilişkin bilgiler hakkında

inmiştir." dediği rivayet edilir. [c.1, s.71, h: 136]

 

Ben derim ki: İmamın bu yorumu da bir tür uyarlamadır.



 

 


Yüklə 6,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin