Emile zola ve nana



Yüklə 1,8 Mb.
səhifə3/35
tarix30.07.2018
ölçüsü1,8 Mb.
#64278
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   35

Koridor az çok boşalmıştı. Fauchery aşağı ineceği sırada Lucy Stewart kendisine seslendi. Kadın ta dipte, sahneye yakın locasında duruyordu. İçeride insan sıcaktan pişiyor dedi. Annesi ve Caroline Héquet ile birlikte badem şekeri yiyerek, koridora çıkmışlardı. Bir yol gösterici kadın, onlarla yumuşak bir sesle konuşuyordu. Lucy gazeteciye çattı: Çok kibar bir adam olduğunu, başka kadınları görmek için ta yukarılara çıktığını, ama kendilerine susayıp su-samadıklannı sormak zahmetine katlanmadığını söylüyordu. Sonra konuyu bırakarak:

Biliyor musun dostum Nana pek iyiydi; dedi.

Sivry, Fauchery'nin son perdeyi locasından seyretmesini istiyordu; fakat adam, çıkarken gelip onları alacağına söz vererek kendini kurtardı. Fauchery ile la Faloise, aşağıya inip tiyatronun önünde birer sigara yaktılar. İnsan kümeleri kaldırımı kapatmıştı. Bir çok seyirciler bunların gittikçe hafifleyen uğultusu arasında gecenin havasını ciğerine doldurmak için dışarı çıkmışlardı.

O sırada Mignon, Steiner'i Varietes tiyatrosunun kahvesine götürdü. Nana'nın başarısını görerek, coşkunlukla onun sözünü etmeğe başlamıştı. Bir yandan da bankeri göz ucuyla süzüyordu. Onu yakından tanıyordu. İki kere Ro-se'u aldatmasına yardım etmişti; ama hevesi geçince yine pişman olup ona bağlılık göstermişti. Kahveyi dolduran müşteriler mermer masaların etrafında omuz omuza oturmaktaydılar, bazıları ayakta durarak acele acele bir şeyler içiyorlardı. Büyük aynalar, bu bir sürü insan kafasını sayılamayacak kadar çoğaltıyor, pamuklu kadife kaplı sedirleri, dipteki kırmızı yol halısı serili döner merdiveniyle dar salonu son derecede geniş gösteriyordu. Steiner bulvara bakan ön salondaki bir masaya gidip oturdu. Daha mevsimi gelmeden buranın kapıları çıkartılmıştı.

Banker, o sırada oradan geçen Fauchery ile la Falo-ise'i durdurdu.

- Haydi, bizimle birer duble için; dedi.

EMİLE ZOLA

33

Fakat zihnini bir şey kurcalamaktaydı. Nana'ya bir buket atmak istiyordu. Ahbapça, Auguste diye bir garsonu çağırdı. Kendisine dimdik bakan Mignon'un bakışları karşısında biraz bozuldu.



- İki buket yaptırın, Auguste; bunları yol gösteren k'adı-na verin de, münasip bir zamanda sahnedeki iki bayana versin; olmaz mı? dedi.

Salonun öteki ucunda en çok onsekizinde görünen bir genç kız ensesini bir aynaya, dayamış boş bir bardağın karşısında, boş yere uzun süre beklemekten usanmış gibi uyuşuk bir halde oturuyordu. Güzel sandre saçlarının tabii buk-leleriyle çerçevelenen yüzünde, kadife yumuşaklığındaki gözlerinde bezginlik okunuyordu. Arkasında soluk yeşil ipekli bir elbise, başında da yer yer çökmüş yuvarlak bir şapka vardı. Gecenin soğuğunda üşümüş gibi rengi uçmuştu.

Fauchery, kızı göstererek:

- A bak Satın de buradaymış! dedi.

La Faloise kim olduğunu sordu. Bir kaldırım dilberinden başka bir şey değildi bu kız. Ama öyle matrak şeydi ki konuşmak zevk verirdi insana. Gazeteci sesini yükselterek

- Ne yapıyorsun orada Satin? diye sordu. Satın hiç istifini bozmadan :

- Sinek avlıyorum, diye cevap verdi.

Adamlar bayıldılar bu cevaba, gülmeğe başladılar.

Mignon acele etmek gerekmediğini söylüyordu. Üçüncü perdenin dekorları ancak yarım saatte kurulabilirdi. Ama Fauchery ile la Faloise biralarını içip bitirdikleri için yukarı çıkmak istiyorlardı; üşümeye başlamışlardı. Şimdi, Steiner'le yalnız kalmış olan Mignon, dirseğini masaya dayayarak :

- Ne dersiniz? Anlaştık değil mi? Ona beraber gideriz. Sizi tanıtırım... Aramızda kalsın, karımın bilmesi gerek-

mez.

34

NANA



Yerlerine oturan Fauchery ile la Faloise ikinci mevki localardan birinde, sade giyimli güzel bir kadın gördüler. Yanında da ciddi bir adam vardı. La Faloise tanıyordu kendisini: İç işleri bakanlığında büro şefiydi. Muffat'larda görmüştü bir kere. Fauchery kadının adının Bayan Robert olduğunu sanıyordu. Namuslu bir kadındı: daima tek bir âşığı olurdu. Ve bu âşıkları da saygı değer insanlardı.

Başlarını çevirmek zorunda kaldılar. Daguenet kendilerine gülüyordu. Artık Nana başarı kazandıktan sonra kendini gizlemek gereğini duymuyordu. Koridorlarda yüksek perdeden konuşarak zaferini ilân etmekteydi. Yanında, koltuğundan hiç kalkmayan o okul kaçkını delikanlı vardı; hâlâ Nana'ya duyduğu hayranlığın şaşkınlığı içinde gibiydi. Ah; işte kadın dediğin böyle olur, diyordu içinden; yüzü heyecandan kıpkırmızı kesilmişti. Durmadan, eldivenlerini giyip çıkarıyordu. Sonra, Nana'dan söz açınca cesaretlenerek:

- Affedersiniz, bayım, bu kadını tanır mısınız? diye sordu.

Daguenet şaşmış gibiydi, duraksayarak :

- Evet, biraz; dedi.

- Peki, adresini biliyor musunuz?

Bu, o kadar damdan düşercesine sorulmuştu ki Dagu-enet'nin içinden oğlanın yüzüne bir şamar atmak geldi.

Sert bir sesle :

- Hayır; diyerek arkasını döndü. Sarışın delikanlı uygunsuz bir hareket yaptığını anlamıştı. Büsbütün kızararak, büzülüp oturdu.

Sahneden üç tokmak sesi duyuldu. Şakşakçılar dekoru alkışlıyorlardı. Sahnede Etna dağındaki bir mağara görülüyordu. Bir gümüş madeni ocağının içinde açılmıştı bu mağara; yepyeni altın paraların parıltıları saçılıyordu dip tarafta, Vülken'in ocağından batan güneşin ışıkları saçılıyordu. İkinci sahnede Diana, Venüs'le Mars'a meydanı boş bırakmak üzere bir seyahate çıkması için anlaşıyordu. İşte Diana'nın

EMİLE ZOLA

35

tek başına kaldığı an Venüs sahneye girer. Çırcıplaktır. Vücudunun güzelliğinden emin olmanın verdiği bir pervasızlık içindedir. Bütün salon ürperir. Venüs'ün vücuduna sade bir tül sarılmıştır. Yuvarlak omuzları, bir amazon boynunu andıran gergin pembe gerdanı, şehvetli bir sallantı ile yuvarlanan geniş kalçaları, tombul, sarışın butları ile bütün vücudu, bir köpük beyazlığındaki tülün altından görünüyordu. Şimdi o, saçlarından başka örtüsü olmayan yeni doğan Venüs'tü ve kollarını havaya kaldırdığı zaman koltuklarının altındaki altın tüyler görülüyordu. Hiç alkış olmadı. Kimse gülmüyordu artık. Ciddi erkeklerin burunları inceliyor, dudakları titriyor, ağızlan kuruyordu. Gizli tehlikelerle dolu, tatlı, hafif bir rüzgâr esmişti sanki. Birden kadın cinsiyetinin çılgınlığı içinde, isteklerinin gizliliklerini gözlerin önüne seriverdi. Nana hep gülümsüyordu.



Fauchery la Faloise'a: - Vay be! dedi.

Bu sırada Mars, tepesindeki tüyü ile, iki tanrıça arasında randevusuna yetişmek için koşuyordu. Burada Prulli-ere'in büyük bir incelikle oynadığı bir sahne vardı. Kendisini Vülken'e teslim etmeden önce üzerinde son bir etki yapmak isteyen Diana'nın okşayışları, rakibinin orada bulunuşu kendisini büsbütün azdırmış olan Venüs'ün cilveli hareketleri ile içi gıcıklanan Mars, kendinden geçmiş gibiydi. Sonra sahne bir trio ile sona ererken, bir işçi kadın Lucy Stewart'ın locasına girerek iki beyaz leylâk buketini sahneye fırlattı. Seyirciler alkışladılar, Prulliere, buketleri yerden alırken Nana ile Rose Mignon halkı selâmlıyordu. Lükste oturanlardan bir kaç kişi, Mignon'la Steiner'in oturdukları alt kat locasına gülerek bakıyorlardı. Bankerin yüzünü ateş basmıştı, çenesi hafif hafif titriyordu: boğazı tıkanıyordu sanki.

Bundan sonraki sahne salondaki seyircileri mahvetti. Hafifçe bir sıraya ilişen Venüs, Mars'ı yanına çağırdı. Şimdiye kadar bu kadar hararetli bir sevişme sahnesini canlandırmaya kimse cesaret edememiştir. Nana kolunu boynuna

36

NANA



dolayarak Prulliere'i kendine çekerken, Fontan, soytarıca bir öfkeyle yüzünü buruşturarak karısını suçüstü yakaladığı için çileden çıkmış bir koca tavrıyla mağaranın dip tarafında göründü. Elinde o halkaları demirden meşhur ağı tutuyordu. Bir an tıpkı serpmesini atmaya hazırlanan bir balıkçı gibi salladı. Sonra ustaca bir hareketle Mars'la Venüs'ü tuzağa düşürdü, ikisi de ağın içine girdi; ama kendinden geçmiş mutlu iki sevgili gibi öylece birbirlerine sarılmış olarak.

Gittikçe kabaran bir soluk gibi bir mırıltı baştanbaşa salonu dolaştı. Bir kaç el şakırtısı duyuldu. Bütün dürbünler Venüs'e çevrilmişti. Nana yavaş yavaş bütün seyircileri büyülemişti. Azgın bir dişi hayvan gibi vücudundan yayılan şehvet havası seyircilerin başını döndürmeğe başlamıştı. Şimdi en küçük hareketiyle istekleri kamçılıyor, küçük parmağını hafifçe kımıldatsa kendisine bakanların kanlarını tutuşturuyordu. Sanki kaslarının üstünde görünmeyen yaylar dolaşıyormuş gibi sırtlar eğiliyor, Enselerde tüyler, bilinmez hangi kadının ılık soluğu ile ürperiyordu. Fauchery, ön tarafında oturan okul kaçağı delikanlıya baktı. Oğlan, heyecanından yerinde oturamıyor, iki de bir ayağa kalkıyordu. Gazeteci bir aralık merak edip Kont de Vendeuvres'e baktı. Adamın benzi uçmuştu; dudaklarını ısırryordu. Şişko Ste-iner'in pörsük yanakları büsbütün çökmüştü. Labordette, cins bir kısrağı seyreder gibi hayran hayran seyre dalmıştı Nana'yi. Daguenet kan oturan bacaklarını keyifli keyifli oynatıyordu. Sonra bir aralık Muffat'ların locasına bakınca gördüğü manzara karşısında şaşakaldı. Beyazlar içinde ciddiliğini elden bırakmamış olan Kontes'in arkasında duran Kont, o kırmızı çilli mermer gibi donuk yüzüyle ağzı açık, boynunu uzatarak sahnede olup bitenleri seyrediyordu. Yanı başında, gölgede kalan Marki de Chourd'ın o bulanık gözleri yer yer parıltılı, ışık saçan bir kedi gözüne benze-mişti. Herkes soluk soluğa gelmişti; terden saçlar yapış yapış olmuştu: Oyunun sürdüğü üç saat boyunca salonun havası, soluklarla bir insan kokusuna bürünmüştü. Havagazı

EMİLE ZOLA

37

lambasının serptiği ışık içinde, avizenin üstündeki toz bulutu gittikçe yoğunlaşmaktaydı. Şimdi bütün seyirciler; gece yarısı çiftlerin seviştiği yataklarda duyulan isteklerle için için gıcıklanarak yorgun düşmüşlerdi. Ve şimdi Nana bu bitkin seyirci yığınını, bu bir oyun sonunun yorgunluğu ve sinir gerginliği içindeki binbeşyüz insanın karşısında o mermer beyazlığındaki vücudu ve kendisine el değdirtmeden bütün bu kalabalığı mahveden dişiliği ile büyük bir zafer mutluluğu içinde boy gösteriyordu.



Oyun bitmişti. Vülken zafer çağrılarına uyarak bütün Olemp sevgililerinin önünden geçiyordu, şimdi. Ahlar, of-lar, çapkınca lâf atmalar arasında. Jüpiter şöyle diyordu:

«Oğlum, bu manzarayı göstermek için bizi çağırmakla hafiflik etmiş oldun,» Sonra Venüs yararına bir dönüş oldu. . İris'in kılavuzluğunda yeniden sahneye giren boynuzlular korosu, tanrıların en büyüğüne, soruşturmasına devam etmemesi için yalvarıyordu, kadınlar evde oldukça, hayat çekilmez oluyordu erkekler için; aldatılmayı yeğ tutuyorlardı ve memnundular bundan. İşte bu komedinin özündeki ahlâk anlayışı. Bunun üzerine Venüs serbest bırakılıyordu. Vülken karısından ayrı yaşama hakkını kopardı. Mars tekrar Diana ile birleşti. Jüpiter, evinde başının dinç olması için o küçük çamaşırcı kızı bir yıldıza gönderdi. Nihayet Aşk tanrısı da kapatıldığı zindandan çıkartıldı; orada sevmek mastarını çekecek yerde kâğıtlardan tavuklar yapmış-tı. Perde şahane çıplaklığı daha da yüceleşmiş görünen ve gülümseyen Venüs'ün önünde diz çökerek ilâhiler söyleyen boynuzlular korosundan sonra, kapandı.

Ayağa kalkmış olan seyirciler kapılara doğruldular oyunun yazarları sahneye çağırıldı. Bravolar arasında, coşkun «Nana! Nana!» diye bağırmalar ortalığı kapladı. Ama daha salon tamamıyla boşalmamışken karanlığa gömüldü. Sahne ışıkları söndürüldü: avizenin ışığı kısıldı. Sahnenin önünden başlayarak bütün salondaki balkonların ve locaların üstüne gri bezden örtüler indi. Biraz önceki bu sıcak uğultulu salon, şimdi bir küf kokusu içinde uykuya dalmıştı.

38

NANA



Kontes Muffat, kürküne sarılmış dimdik durarak, gözleri karanlığa dikilmiş, kalabalığın çıkmasını bekliyordu.

Koridorlarda itişip kalkışarak kucaklarında elbise yığın-larıyla kendilerine yol açmaya çalışan işçi kadınlara çarpıyorlardı. Fauchery ile la Faloise, çıkışta bulanabilmek için sözleştiler; uzun holü insanlar doldurmuştu; öte yandan çifte merdivenlerden sonu gelmeyen düzenli sıkışık birer kuyruk ağır ağır ilerliyordu. Mignon, Steiner'i sürükleyerek herkesten önce dışarıya çıkarmıştı. Bir aralık Gaga ile kızı sıkılmış gibi: görünmüşlerdi. Labordette, hemen koşup bir araba getirdi ve ana kız bindikten sonra, zarif bir hareketle arabanın, kapısını kapattı. Daguenet'nin geçtiğini gören olmamıştı. Okul kaçağı, yanakları alev alev yanarak, artistlerin kapısında beklemeğe karar vermişti, Panorama geçidine gitti ama, parmaklıklı kapıyı kapalı buldu. Kaldırımda dikilip duran Satin, yanından geçerken eteğiyle delikanlıya sürtündü; ama o, pek üzgün olduğu için kıza öfkeyle sırt çevirdi, sonra gözleri isteğini gerçekleştirememenin, güçsüzlüğünün üzüntüsüyle dolu dolu kalabalığa karışıp kayboldu. Sigaralarını tüttürerek giden seyircilerden bazıları: 'Venüs ak-şamİayin dolaşırken...» diye mırıldanıyorlardı. Variéetes kahvesinde Auguste müşterilerden artan şekerleri Satin'in yemesine izin verdi. Tiyatrodan kam kaynayarak çıkan şişko herifin biri nihayet kızı kolundan tutup gittikçe uykuya dalan bulvarın karanlıklarına doğru götürdü.

Hâlâ akın akın inen seyirciler vardı. La Faloise Claris-se'i bekliyordu. Fauchery, Lucy Stewart'ı ve Caroline He-quet ile annesini götürmeye söz vermişti. Müffat'lar, donuk bir tavırla geçip giderken, bu kadınlar, holün bir köşesinden bağrışıp gülüşerek geldiler. Tam bu sırada Bordena-ve küçük bir kapıyı iterek gelip Fauchery'den bir fıkra yazması için kesin söz aldı. Adam kan ter içindeydi; yüzü zafer neşesiyle parlıyordu.

La Faloise nezaketle:

- İki yüzüncü temsile ulaşacak bir oyun. Bütün Paris tiyatronuza koşacak; dedi.

EMİLE ZOLA

39

Fakat Bordenave içerlemiş gibi, sert bir çene hareketiyle, holü dolduran, bu dudakları kurumuş, gözleri ateş saçan, hepsi de Nana ile yatabilmek için yanıp tutuşan erkek kalabalığını göstererek :



- Ne inatçı şeysin; hâlâ tiyatron, diyorsun; kerhanen diyecek yerde! diye bağırdı.

II

Ertesi gün, saat on olduğu halde Nana hâlâ uyuyordu. Haussmann bulvarındaki bu binanın ikinci katını ona Moskovalı zengin bir tüccar, altı aylık kirasını peşin vererek tutmuştu. Bu yepyeni binanın sahibi dairelerini yalnız kadınlara kiralıyordu. Nana için çok geniş olan daire, tamamıyla döşeli değildi. Evin içinde pek görmemişçesine bir lüks göze çarpmaktaydı. Yaldızlı konsolların ve sandalyelerin yanı sıra, işporta malı bir sürü ıvır zıvır, sonra Akajudan, küçük masalar, floransa bronzu taklidi, çinko şamdanlar. Bütün bunlardan, ilk âşığı olan ciddi kibar adamın kendisini çok çabuk yüzüstü bıraktığı; bundan sonra ne idüğü belirsiz âşıkların eline düştüğü, başlangıçta çok sıkıntı çektiği, borç bile ödeyemeyecek hallere düştüğü, evden kovulacak duruma geldiği anlaşılıyordu.



Nana, yastığını çıplak kollarının arasında sıkıp, yüzünü gömerek yüzü koyun yatıyordu. Yalnız yatak odasıyla tuvalet odası mahalledeki bir döşemecinin gayretiyle düzene girmişti. Kapalı perdelerden sızan hafif bir aydınlıkta pelesenk ağacından mobilyalar duvar kâğıtları ve gri zemin üzerine iri mavi çiçeklerle süslü ipekli kumaşlarla kaplı koltuklar göze çarpıyordu. Nana uyuklayan odanın ılıklığı içinde sıçrayarak uyandı, yanında bir boşluk hissettiği için şaşmış gibiydi. Kendi yastığının yanında uzanan, gipür dantelli yastıkta hâlâ ılık duran baş yerine bakıyordu. Sonra el yordamı ile, yatağının baş ucundaki bir elektrik zilinin düğmesine bastı.

İçeriye giren oda hizmetçisine :

- Demek gitti öyle mi? diye sordu.

- Evet, efendim; Bay Paul, on dakika kadar önce gitti... Yorgun olduğunuz için sizi uyandırmadı. Ama yarın geleceğini size söylememi tembih etti.

EMİLE ZOLA

41

Hâlâ uyuklayan Nana :



- Yarın, yarın! diye tekrarladı. Bakalım yarın onun günü mü?

- Evet, efendim, Bay Paul çarşambaları gelir. Genç kadın: yatağının içinde oturarak :

- Yo! Hayır... diye bağırdı. Hatırladım şimdi. Her şey değişti. Bu sabah bunu ona söylemek istiyordum... Kara adamın üstüne gelecek... Al sana bir kavga, bir kıyamet!

Zoe :


- Bana haber vermemiştiniz. Günlerinizi değiştirdiğiniz zaman bana haber verirseniz iyi olur. Peki, şu ihtiyar pintinin günü salı değil miydi?

İşte böyle aralarında hiç gülmeden, iki müşteriden; tutumlu bir adam olan Saint-Denis mahallesindeki bir tüccardan ihtiyar pinti, kendisine kont süsü veren ve acayip bir kokusu olan Hırvattan da kara adam diye söz ediyorlardı. Daguenet, ihtiyar pintinin ertesi gününü almıştı; tüccar saat sekizde evinde olmak zorunda olduğu için, genç adam Zoe'nin mutfağında onun gitmesini gözlüyordu. Sonra, saat ona kadar, adamın hâlâ sıcak duran yataktaki yerini aldı, sonra o da işine gitti. Nana da, o da bunu çok rahat buluyorlardı.

- Aman, ne yapayım, dedi Nana. Öğleden sonra yazarım kendisine. Mektubumu almamış olursa içeriye sokmazsınız.

Bu sırada Zoe odada gürültü çıkartmadan yürüyordu. Bir gün önceki büyük başarıyı anlatıyordu. Nana'ya çok büyük ^bir istidadı olduğunu ispat ettiğini çok güzel şarkı söylediğini anlatıyordu. Ah! Bayan şu saatte rahat rahat yata-bilseydi!

Dirseğini, yastığa dayayarak oturan Nana sadece başını sallayarak cevap veriyordu. Geceliğinin kurdelesi kop-: muştu. Saçları çözülmüş, dağılmış omuzlarına dökülüyordu.

Dalgın dalgın :

42

NANA


- Elbette; dedi. Ama nasıl yapmalı. Bugün bir sürü can sıkıcı şey olacak... Kapıcı bu sabah da yukarı çıktı mı?

Şimdi ikisi de ciddi ciddi konuşuyorlardı. Üç aylık kira borcu vardı. Mal sahibi eşyasını haczettireceğini söylüyordu. Bundan başka bir sürü alacaklı daha vardı. Bir arabacı, bir çamaşırcı kadın, bir terzi, bir kömürcü ve daha da başkaları. Bütün bunlar her gün gelip kapı aralığındaki bir sedire oturup bekliyorlardı. Hele şu kömürcü pek kötü davranıyor, merdivenlerde avaz avaz bağırıyordu. Nana'nın en büyük derdi, onaltı yaşındayken peydahladığı çocuktu. Küçük Louis'yi Rambouillet yakınındaki bir köyde oturan bir sütni-neye bırakmıştı. Bu kadın Louis'ciği anasına geri vermek için üçyüz frank istiyordu. Çocuğu son görüşünden beri dayanılmaz bir evlât sevgisine tutulan Nana, bu kadının üçyüz frangını verip çocuğu Batirgmolles'da oturan halasına bırakmak istiyordu. O vakit istediği zaman gidip oğlunu görebilirdi. Ama bu tasarısını gerçekleştiremediği için çileden çıkıyordu.

Hizmetçi kadın, Nana'ya sıkıntısını ihtiyar pintiye açmasını söyledi.

Nana bağırarak :

- Her şeyi anlattım ona; diye cevap verdi. Ödeyecek bir çok borcu olduğunu, eline ayda bin frank geçtiğini söyledi... Kara adama gelince o da meteliğe kurşun atıyor bugünlerde. Sonra kumarda kaybetmiş... Şu zavallı Mimi'nin kendisi yardıma muhtaç; borsada değerlerin düşmesi mahvetti onu. Ancak bana çiçek getirebilecek kadar parası var.

Böylece sözünü ettiği adam Daguenet idi. Yeni uyanmış olmanın gevşekliği içinde Zoe'ye sırrını açmıştı. Hizmetçi kadın, onun gizli dertlerini öğrenmeye alışık olduğu için saygıyla karışık bir sevgiyle dinliyordu. Hanımı kendisine, işlerinden söz etmeğe lâyık gördüğüne göre o da düşüncesini söylemek cesaretini gösterecekti. Her şeyden önce Nana'yı çok sevdiğini söylüyordu. Bayan Blanche'dan bu-

EMILE ZOLA

43

nün için ayrılmıştı. Şimdi bu bayan Blanche kendisini tekrar yanına alabilmek için neler yapmıyordu neler! Çalışacak kapı yok değildi. Oldukça tanınmıştı! Ama sıkıntı da olsa bile hanımından ayrılmayacaktı. İlerisinin parlak olduğuna inanıyordu. Sonra da öğütlerini sıralamaya başladı, insan gençken bir takım saçma sapan işler yapardı. Bu sefer dikkatli olmak gerekirdi. Erkekler keyiflerinden başka bir şey düşünmezlerdi. Nana'nın alacaklılarını susturması ve para bulması için bir kelime söylemesi yeterdi.



- Bütün bunlar bana üçyüz frank getirmiyor, diye tekrarladı. Üçyüz frank lâzım bana, bugün hemen... insanın üçyüz frank alabileceği birini tanımaması ne kötü şey.

Kafasını çatlatırcasına düşünüyor; halası bayan Le-rat'yı Ramboauillet'ye göndererek, süt nineye sabahı beklemesini söyletmek istiyordu. İstediğini yerine getirememiş olması, bir gün önce kazandığı başarının zevkini bozmuştu. Kendisini alkışlayan bütün bu erkekler arasında, üçyüz frank verecek biri yok muydu yani? Hem sonra, karşılıksız parada alınamazdı kimseden. Aman yarabbi; ne kadar talihsizim ben! diyordu içinden. Bebeği hiç aklından çıkmıyordu. Cin gibi bakışlı, mavi gözleri vardı yavrucuğun. Hele kekeleyerek, o kadar acayip bir sesle «Anne!» diyişi vardı ki gülmekten katıltırdı insanı!

Bu sırada sokak kapısının elektrikli zili çalındı. Zoe bir sır söylermiş gibi fısıltıyla:

- Bir kadın geldi; dedi. Bu kadını belki yirmi kere görmüştü. Ama hiç tanımıyormuş gibi yapıyor ve bunun sıkıntı içinde bulunan kadınlarla olan ilişkisini bilmezlikten geliyordu. J

Adını söyledi bana... Bayan Tricon'muş. Nana :

- Tricon kadın ha! diye bağırdı. Sahi o mu? Bak unutmuştum. İçeri alın...

Zoe Bn. Tricon'u içeri soktu. Uzun boylu iki uzun saç omuzlarından sarkan ihtiyar bir kadındı bu. Avukat

44

NANA



yazıhaneleri arasında mekik dokuyan bir kontes hali vardı. Zoe hemen odaya bir erkek girdiği zaman yaptığı gibi sessizce çekilip gitti. Kaldı ki durabilirdi de. Tricon kadın, oturmadı bile. Nana ile aralarında kısa bir konuşma geçti:

- Elimde biri var bugün sizin için... îster misiniz?

- Evet... Ne veriyor?

- Dörtyüz frank.

- Peki saat kaçta?

- Üçte... Kabul mü? -Kabul.

Daha sonra Tricon havadan söz açtı. Kuru bir hava vardı. İyi olurdu böyle havalarda yürümek. Daha göreceği dört beş kişi vardı. Küçük bir cep defterine baktıktan sonra çıkıp gitti. Nana yalnız kalmıştı. Yüreği ferahlamıştı şimdi. Omuzlarından hafif bir ürperti geçti. Tekrar, gevşek gevşek, üşümüş bir dişi kedi gibi, yatağının sıcaklığına gömüldü. Yavaş yavaş gözleri kapanıyordu. Ertesi gün Lou-is'ciği nasıl şık giydireceğini düşünerek gülümsüyordu. Biraz sonra büsbütün uykuya daldı. Şimdi rüyasında, bir akşam önceki ateşli saatleri yaşıyor; bas bir sesle uzun uzun yankılanan bravo sesleri arasında yorgunluğunu gideriyor-du. .

Saat onbirde Zoe, Bayan Lerat'yı odaya soktuğu zaman, Nana hâlâ uyuyordu. Ama gürültüden uyandı ve hemen :

- Sen misin... bugün Rambouillet'ye gideceksin; dedi. Halası:

- Bunun için geldim, diye cevap verdi. Onikiyi yirmi geçe bir tren var. Nasıl olsa yetişirim. Genç kadın esneyerek:

- Olmaz... Biraz sonra. Para geçecek elime. Yemek yersin. Sonra düşünürüz.

Zoe hanımının sabahlığını getirdi.

- Berber geldi efendim; diye mırıldandı.

EMİLE ZOLA

45

Fakat Nana tuvalet odasına geçmek istemiyordu.



- Girin içeri Francis; diye bağırdı.

İyi giyinmiş efendiden bir adam içeri girip selâm verdi. Tam bu sırada Nana çıplak ayaklarıyla yataktan çıkıyordu. Hiç telâşlanmamıştı; Zoe'nin, sabahlığı giydirmesi için kollarını uzattı. Francis de, hiç istifini bozmadan ve arkasını dönmeden vekarlı bir tavırla olduğu yerde duruyordu. Nana oturup da saçlarına ilk tarağı vurduğu zaman :

- Her halde gazeteleri görmemiş, olacaksınız dedi... Fi-garo da çok güzel bir yazı var.

Gazeteyi de getirmişti. Bayan Lerat gözlüğünü takıp pencerenin yanında ayakta durarak yüksek sesle okumaya başladı. Sırık gibi boyunu büsbütün uzatıyor, çapkınca bir sıfat geçince burun deliklerini oynatıyordu. Fauchery, bu yazıyı tiyatrodan çıkar çıkmaz sıcağı sıcağına yazmıştı. Nana'nın sanat tarafım ince ince iğnelemiş ama kadınlığı karşısında duyduğu kabaca hayranlığı dile getirmişti.

Francis durmadan :

- Mükemmel! diyordu.

Sesiyle alay edilmesi Nana'yı pek eğlendirmişti Nazik adamdı bu Fauchery. Bu davranışını mükâfatlandıracaktı. Bayan Lerat yazıyı okuyup bitirdikten sonra bu erkeklerin hepsi de azgın şeyler; diye homurdandı; daha fazla bir şey de söylemedi. Yalnız kendisinin anladığı bu lâfından kendisi memnundu. Francis, Nana'nın saçlarını yukarıya kaldırıp bağladıktan sonra selâm vererek:

- Akşam gazetelerinde de bir göz atarım... Her zamanki gibi değil mi? Saat beşte geleyim?

- Bana bir kutu kremle, yarım kilo badem şekeri getirin Boissier'den olsun! Adam kapıyı çekerek giderken Nana salondan, bağırarak söylemişti bunu.

Genç kadın ile halası yalnız kalınca öpüşmediklerini hatırladılar; birbirlerinin yanaklarına şapırtılı birer öpücük Kondurdular. Yazı ikisini de canlandırmıştı. O zamana ka-


Yüklə 1,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin