Akşam üstü, Kont parktan çıkarken, Georges arkasından kaçtı. Adam Gumieres yolunda giderken o, Chouedan geçerek soluk soluğa, öfkeli ve gözleri yaşla dolu, Nana'nın evine geldi. Ah, çok iyi anlamıştı; şu yoldaki ihtiyar bir randevuya geliyordu. Bu kıskançlık sahnesi karşısında şaşırıp kalan, olayların böyle bir sonuca varması karşısında üzülen
186
NANA
Nana, delikanlıyı kucakladı, elinden geldiği kadar avutmaya çalıştı. Hayır, kimseyi beklediği yoktu, eğer bu adam geliyorsa kendisinin kabahati yoktu bunda. Ah, böyle kendini yiyip bitirmekle ne büyük budalalık ediyordu bu Zizi! Geor-ges'undan başka kimseyi sevmediğine yemin ediyordu çocuğunun başı üzerine. Delikanlıyı öpüyor, gözyaşlarını siliyor-du.
Georges biraz yatıştıktan sonra :
- Dinle beni, her şeyin senin için olduğunu göreceksin. Steiner geldi; yukarıda. Bu adamı kapı dışarı edemeyeceğimi biliyorsun, cicim.
- Evet, biliyorum; onun için bir şey dediğim yok.
- Hasta olduğumu söyleyerek dipteki odaya yerleştirdim onu. Bavulunu açıyor... Kimse görmedi seni. Haydi çabuk odama çıkıp saklan orada. Ben de birazdan geleceğim.
Georges, genç kadının boynuna sarıldı. Demek doğruydu, kendisini seviyordu! Öyleyse dünkü gibi olacak mıydı? Yine lambayı söndürecek, sabaha kadar karanlıkta kalacaklardı demek? Bu sırada çıngırak çalındı; hemen yukarı kaçtı. Odaya girince gürültü etmemek için ayakkabılarını çıkarttı; sonra yere oturup bir perdenin arkasına gizlenerek hiç ses çıkartmadan bekledi.
Nana, hâlâ heyecan içinde sarsılan, biraz da canı sıkılmış gibi görünen Kont Muffat'yı karşıladı. Ona söz vermişti, sözünü tutmak da istiyordu; çünkü ciddi bir adam gibi görünüyordu. Ama aslında bir gün önceki olaylar kimin aklına gelebilirdi? Bu yolculuk, ilk defa gördüğü bu ev, yağmurdan sırsıklam gelen şu çocuk, bütün bunlar ona pek tatlı geliyor ve böyle sürüp gitmesinden zevk duyuyordu. Bu sayın bay ne olursa olsundu! Üç aydır, kendisini saygıdeğer bir kadın gibi satarak bu adamı, her gün, biraz daha ateşlendirerek bekletmişti. Oh, şimdi yine de bekletecekti, hoşuna gitmezse çekip giderdi. Georges'u aldatmaktansa hepsini başından savmaya hazırdı.
Kont, ziyarete gelmiş bir köşk komşusunun resmiliği ile oturmuştu. Ellerinde hafif bir titreme vardı. Sefahatten
EMİLE ZOLA
187
uzak kalmış olan bu kanlı canlı adamın yüreğindeki istek, Nana'nın ustaca taktiği ile her gün biraz daha kuvvetlenerek onu yiyip bitiriyordu. Tuileries sarayının salonlarından vekarlı bir yürüyüşle geçen bu soylu kişi, bu ağır başlı adam, geceleyin Nana'yla yatmak için dayanılmaz bir şefy-vet hayaliyle yanıp tutuşarak, hıçkıra hıçkıra ağlıyor, yastığını ısırıyordu. Ama buna bir son vermeğe kararlıydı, bu sefer. Akşamın sessizliği içinde, gelirken, yol boyunca, zor kullanmayı tasarlamıştı. Şimdi, bir iki kelime konuştuktan sonra Nana'yi iki eliyle yakalamak istedi.
Genç kadın, kızmadı, sadece gülümseyerek :
- Hayır, olmaz; kendinize gelin; dedi.
Kadını tekrar yakaladı, dişlerini sıkıyordu; Nana kendini kurtarmak için çırpınırken, kabaca, kendisiyle yatmaya geldiğini söyledi. Nana, cam sıkılmış olmakla beraber, yine hep gülümseyerek adamın ellerini tutuyordu. Karşı gelişinin etkisini hafifletmek için kontla sen diyerek konuşuyordu.
- Haydi, şekerim rahat dur... Gerçekten olmaz... Stai-ner yukarıda.
Fakat adam çılgına dönmüştü; o zamana kadar hiçbir erkeği bu halde görmemişti. Korkmaya başladı; Muffat'nın bağırmasını önlemek için eliyle ağzını kapatıyordu; sesini alçaltarak kendisini bırakması için yalvardı. Bu sırada Steiner aşağıya iniyordu. Ama saçma bir şeydi bu yaptıkları! Steiner içeri girdiği zaman Nana'nın bir koltuğa uzanmış baygın bir sesle :
- Kırlara bayılıyorum... dediğini duydu.
- Kont Muffat, evde ışık görmüş de, bize hoş geldiniz demek istemiş şekerim; dedi.
İki adam el sıkıştılar. Muffat bir an hiçbir şey söylemeden durdu, yüzü karanlıkta kaldığı için pek görünmüyordu. Steiner'in suratı asıktı. Paris'ten söz edildi; işler iyi gitmiyordu, Borsa'da çirkin dolaplar çevriliyordu. Bir çeyrek saat sonra Muffat gitmek için izin istedi. Kendisini uğurlayan kadından ertesi gece için randevu istedi ama, cevap alama-
188
NANA
di. Steiner, bu kadınların bitmek tükenmek bilmeyen rahatsızlıklarından şikâyet ederek homurdana homurdana yatmak için odasına çıktı. Nihayet iki ihtiyarı da kafese koymuştu! Nana Georges'un yanına geldiği zaman, onu hep öyle perdenin arkasında uslu uslu otururken buldu. Oda kapkaranlıktı. Delikanlı, genç kadını yere düşürdü; yerlerde yuvarlanıyor, gülmelerini önlemek için öpüşüyorlardı. Şimdi, Kont Muffat, şapkası elinde, ateşler içinde yanan başını gecenin ayazı ve sessizliği ile serinleterek, ağır ağır Gumie-res yolunda ilerliyordu.
Sonraki günler pek hoş geçmeye başlamıştı. Nana bu çocuğun kollan arasında, yeniden onbeş yaşını yaşıyordu. Bu çocukça sevişmenin derin hazzı içinde, erkeklere karşı duyduğu nefretin ötesinde, gönlünde taptaze bir sevgi çiçek-leniyordu şimdi. Zaman zaman yüzü kızarıyor, tatlı bir heyecanla ürperiyor, gülmek ve ağlamak geliyordu içinden. Gönlü el değmemiş bir kızlığın heyecanı ve kendisine utanç veren istekleriyle dolup taşıyordu. O zamana kadar hiç hissetmemişti böyle bir şeyi. Küçük bir kız çocuğu iken bir gün bir kırda, bir direğe bağlanmış bir keçi görmüştü de bu istek doğmuştu içinde. Şimdi bu çiftlik, kendisinin olan bu topraklar, özlemlerini öylesine aşmıştı ki yüreği heyecanla dolup taşıyordu. Bir kız çocuğunun taptaze duygularını yaşıyordu yeniden. Akşamları bütün gün açık havada yaşamanın tatlı sersemliği ve yaprak kokularının verdiği sarhoşlukla başı dönerek, Zizi'sine kavuşmak için yukarıya çıkıyor; onu yine hep öyle perdenin arkasında gizlenmiş buluyordu. Bu ona bir yatılı okul öğrencisinin kaçamağı, kendisiyle evlenmeyi tasarladığı akrabası bir çocukla sevişmesi gibi geliyor, en küçük bir gürültü duysa korkudan ürperiyor, sanki annesi babası anlayacaklarmış gibi korkarken, ilk tatlı denemelerin, ilk kabahatin şehvetle karışık korkularını yaşıyordu.
Nana, şimdi duygusal bir genç kızın hülyalarına kaptırmıştı kendini. Saatlerce gözlerini gökyüzüne çevirerek ayı seyrediyordu. Bir gece, bütün ev uykuya daldığı zaman Ge-orges'la bahçeye inmek aklına esti. Kollarını birbirinin beli-
EMILE ZOLA
189
ne dolayarak ağaçların altında gezindiler; otların üstüne uzandılar, vücutları çiğle sırsıklam olmuştu. Bir gün de odadayken, derin bir sessizlikten sonra, çocuğun boynuna sarılarak ölmekten korktuğunu söylüyor, hıçkırarak ağlıyordu. Sık sık da, halasından öğrendiği, çiçeklerden ve kuşlardan söz edilen bir şarkıyı hafif bir sesle söylüyor; sonra, göz yaşları içinde Georges'u kucaklayarak, ölünceye kadar kendisini seveceğine yemin etmesini istiyordu. Sonra, kendisinin de kabul ettiği gibi bir sürü budalaca şeyler yapıyordu: iki arkadaş gibi yatağın kenarına ilişerek sigara tüttürüyor, çıplak bacaklarını sarkıtarak topuklarını döşemenin tahtasına vuruyorlardı.
Ama genç kadının yüreğini coşkun bir sevgiyle doldurup taşıran Louiset'nin gelişi oldu. Analık tutkusu çılgınlığa varacak bir hal aldı. Oğlunu güneşe çıkartıp debelenişini seyrediyor; prensler gibi giydirdikten sonra çocukla birlikte otların üstünde yuvarlanıyor, hemen ardında da Louiset'nin kendisininkine bitişik odada yatmasını istiyordu. Bu oda da, Bayan Lerat kır havasının etkisiyle, sırtüstü yatar yatmaz horlamağa başlamıştı. Bebeğin Zizi'ye hiç zararı dokunma-mıştı. Şimdi Nana iki çocuğu olduğunu söylüyor, ikisini de aynı şefkatle seviyordu. Geceleyin, belki on kere Zizi'den ayrılarak küçük oğlanın iyi uyuyup uyumadığına bakmak için bitişik odaya gidiyordu. Tekrar yanına dönünce de, Zi-zi'yi aynı ana sevgisiyle sevip okşuyordu. Tıpkı uyutulan bir bebek gibi kendini onun kollarına bırakıyordu, bu koca oğlanda. Nana bu yaşantıdan o kadar hoşlanmıştı ki, köyden hiç ayrılmamasını istiyordu. Georges'un. Herkesi başlarından savıp, üçü bir arada yaşayacaklardı. Gün doğuncaya kadar bin bir tasarı kuruyor, kır çiçekleri toplamaktan yorgun düşüp derin bir uykuya dalan Bayan Lerat'nın horultularını duymuyorlardı bile.
Bu tath yaşantı bir hafta kadar böylece sürüp gitti. Kont Muffat her akşam geliyor, yüzü şiş, elleri ateşler içinde yanarak dönüyordu. Bir akşam eve alınmadı da, Steiner Paris'e gitmek zorunda kalmıştı. O gün konta Nana'nın hasta olduğunu söylediler. Georges'u aldatma düşüncesi Na-
190
NANA
na'yı her gün biraz daha fazla isyan ettiriyordu. Nasıl aldatabilirdi bu kadar masum, üstelik de kendisine böylesine inanan bir çocuğu! Bu onu tiksindirirdi kendinden. Bütün bu macerayı, hiç ses çıkarmadan, dudak bükerek seyreden Zoe bizim hanım aklını kaçırmış, diyordu içinden.
Altıncı gün bir sürü misafir bu aşk masalını yarıda bıraktırdı. Nana bir çok kimseleri davet etmişti, ama gelmeyeceklerini umuyordu. Bu yüzden, bir gün öğleden sonra bir otobüsün bahçe kapısının önünde durduğunu görünce hem kızdı hem de şaşakaldı.
Charles ile Henri'nin ellerinden tutarak arabadan ilk inen Mignon : - •
- İşte geldik! diye bağırdı.
Ardından da, otobüsten inen bir sürü kadının ellerinden tutarak Labordette göründü: Lucy Stewart, Caroline Heqmet, Tatan Nene, Maria Blond da gelmişlerdi. Nana hepsinin bu kadar olduğunu umuyordu. Ama basamaktan atlayan la Faloise, titreyen kollarını açıp Gaga ile kızının inmesine yardım etti. Böylece gelenlerin sayısı onbiri bulmuş oluyordu. Bu kalabalığı yerleştirmek bir mesele oldu. La Mignotte'da beş misafir odası vardı. Birinde Bayan Le-rat ile Louiset yatıyordu. En büyüğünü Gaga ve la Faloise ailesine ayırdılar: yandaki tuvalet odasında Amelie bir sedirin üstünde yatacaktı. Mignon'la çocuklarına üçüncü oda verildi. Labordette dördüncüye yerleşti. Geri kalan tek oda da yatakhane haline getirildi: burada da Lucy, Caroline, Tatan ve Maria yatacaklardı. Steiner de salonundaki divanın üstünde. Misafirleri yerleştikten sonra, bunların gelişlerine çok cam sıkılan Nana şimdi şato sahibi rolünde pek memnun görünüyordu. Kadınlar la Mignotte'un güzelliğini ballandıra ballandıra anlatıyorlar, insanın başını döndüren bir çiftlik bu şekerim! diyorlardı. Ayrıca Paris'in havasından bir şeyler getirmişlerdi; son haftanın dedikodularını da anlatıyorlardı. Gülüşerek, bağrışarak, birbirlerinin dizine vurarak konuşuyorlardı hep bir ağızdan. Nana'nın aklına Bordenave geldi. Kim bilir ne demişti böyle kaçışı için?
EMİLE ZOLA
191
Yo, fazla bir şey söylememişti. Jandarma ile getirteceğim bu Nana'yı filân diye söylendikten sonra, yerine o akşam, başka bir aktrisi, Sarışın Venüs rolüne çıkartmıştı. Şu küçük Violaine'de iyi bir başarı kazanmıştı bu rolde. Bu haber Nana'yı düşündürdü.
Saat ancak dört vardı. Misafirler çıkıp bir dolaşsak, dediler.
Nana :
- Biliyor musunuz, geldiğiniz sırada ben patates toplamağa gidiyordum; dedi.
Bunun üzerine hepsi, elbiselerini bile değiştirmeden patates toplamak istediler. Hoş bir eğlence olmuştu bu onlar için. Bahçıvanla iki yanaşması çiftliğin ta öbür ucundaki tarlaya gitmişlerdi. Kadınlar yere çömelip yüzüklü parmaklarıyla toprağı eşeleyerek patates arıyor bulunca da, en büyük patatesi ben buldum diye övünüyorlardı bağırarak. Onlara bu o kadar eğlenceli gelmişti ki. Ama en büyük başarıyı kazanan Tatan Nene oldu. Gençliğinde o kadar çok patates toplamıştı ki kendinden geçerek yapıyordu bu işi ve ötekileri beceriksiz bularak öğüt vermeye başladı. Erkekler daha gevşek çalışıyorlardı. Mignon, kırda bulunmasından yararlanarak çocuklarının eğitimine vermişti kendini: onlara Parmentier'yi anlatıyordu.
Akşam yemeği çılgınca bir neşe içinde geçti. Bol bol yenilip içiliyordu. Kadınlar kahvelerini içerken birer de sigara tüttürdüler. Bir cümbüş havası içinde salondan taşan gürültüleri, akşamın sessizliği içinde dışarıya taşıyordu. Evlerine dönen köylüler durup başlarını çevirerek ışıklar içindeki köşke bakıyorlardı.
Nana :
- Ah, yarından sonra gideceğinize çok canım sıkılıyor; ama yine de bir eğlence düzenleriz; diyordu.
Ertesi gün pazardı. Yedi kilometre ötedeki eski Cha-mont manastırının harabesini görmeye karar verdiler. Öğle yemeğinden sonra Orleans'dan beş araba gelerek misafirleri götürecek, saat yedi de la Mignotte'a dönülecekti.
192 '
NANA
Kont Muffat o akşam da her zamanki gibi tepeyi aşıp bahçe kapısının çıngırağını çalmıştı. Ama pencereden taşan aydınlık ve yankılanan kahkahalar karşısında şaşırıp kaldı. Mignon'un sesini tanıyarak köşkte misafirler bulunduğunu anladı. Bu yeni engel onu büsbütün çileden çıkarttı. Köşkten uzaklaşırken, bir daha sefere her zora baş vurmaya karar vermişti. Georges, küçük bir kapıdan, eve giderek, yavaşça duvarlara sürtüne sürtüne Nana'nın odasına çıktı. Yalnız gece yarısından sonraya kadar bekledi. Nihayet Nana, göründü. İyice sarhoş olmuştu. Her zamankinden daha anaca bir şefkat ve sevgiyle doluydu yüreği. İçtiği zaman âdeta sırnaşıklık derecesinde bir sevgi ihtiyacı duyuyordu. Bunun için Georges'un da Chamont manastırına gelmesini istiyordu. Çocuk, görülmekten korkarak karşı duruyordu buna. Eğer onu Nana ile arabada görürlerse bu iğrenç bir dedikoduya yol açardı. Ama Nana iki gözü iki çeşme ağlayarak, terk edilmiş bir kadın gibi gürültüyle dert yanmaya başlayınca, delikanlı kendisini teselli ederek, gezintiye katılacağına kesinlikle söz verdi.
Nana :
- Demek beni çok seviyorsun öyle mi? Tekrar et bakayım beni çok sevdiğini. Haydi! Sevgili aslanım benim; ölürsem, çok üzülür müsün?
Fondettes'de, Nana'nın komşuluğu evin hayatını alt üst etmişti. Her gün öğle yemeğinde, iyi yürekli Bayan Hu-gon, dönüp dolaşıp sözü hep bu kadına getiriyor ve bahçıvanından duyduklarını anlatıyor; yosmaların pek onurlu burju^ va hatunları üzerindeki etkisine o da kapılarak bu saplantıdan kurtaramıyordu kendini. O kadar hoş görür olduğu halde, bir felâket olacakmış gibi belirsiz bir duyguyla, âdeta isyan ediyor, çileden çıkıyordu. Bu kadının o dolaylarda varlığı, kafesinden kaçmış bir vahşi hayvan tehlikesi varmış gibi her akşam korku veriyordu yüreğine. Bu yüzden de, hepsinin la Mignotte'un etrafında dolaştıklarını söyleyerek misafirlerine çatıyordu. Kont de Vandeuvres'ü, başı açık bir kadınla gülüşerek sokakta gördüklerini anlattı. Ama kont kendini savunarak Nana ile beraber olmadığını söyledi. Çünkü
EMİLE ZOLA
193
Lucy idi bu kadın ve kendisine üçüncü bir prensi nasıl kapı dışarı ettiğini anlatıyordu. Marki de Chouard, doktorunun kendisine yürümeyi salık verdiğini söylüyordu. Bayan Hu-gon Daguenet ile Fauchery'ye karşı haksızca davranmaktaydı. Özellikle bunlardan ilkinin leş Fondettes'ten hiç ayr.il-dığı yoktu; artık Nana ile yeniden ilişki kurma tasarısından vazgeçmiş Estelle'e saygılı bir ilgi göstermeye başlamıştı. Fauchery de Muffat ailesinin kadınlarından ayrılmıyordu. Sadece bir kere, Mignon'a bir patikada rastlamıştı. Adam kucağına çiçek doldurmuş, bitkiler üzerine bilgi veriyordu çocuklarına. El sıkıştıktan sonra birbirlerine Rose hakkında haber vermişlerdi. İkisi de o sabah Rose'den mektup almışlardı; sağlığının iyi olduğunu yazıyordu, ayrıca bir süre daha orada kalarak kır havasından yararlanmalarını rica ediyordu. Bütün misafirleri arasında Bayan Hugon'un çatmadığı Kont Muffat ile oğlu Georges'du. Orleans'da çok önemli işleri olduğunu söyleyen Muffat bu sürtüğün peşin-
Iden gidemezdi. Georges'a gelince, yavrucağı iyice merak etmeye başlamıştı; her gece o kadar çok başı ağrıyordu ki, ancak sabaha doğru uyuyabiliyordu.
Kont her gün öğleden sonra evden gidiyor, Fauchery ide yaverlik ediyordu Kontes Sabin'e. Parkta gezintiye çık-itıkları zaman kadının şemsiyesiyle, açılır kapanır iskemlesi-TIİ taşıyordu. Bundan başka o küçük gazeteci tuhaflıklarıyla da eğlendiriyordu kontesi. Böylece kır hayatının kolaylaştırdığı bir yakınlık havasına sokmuştu genç kadını. Sabine, yeni bir gençliğe kavuşmuş gibi, bu gencin kendisine hiçbir zararı dokunmayan, gürültülü alaylarından pek hoşlanıyordu: Sonra, bir an bir çalılığın ardında yapayalnız kalınca, göz göze geliyor, gülerken birden ciddileşiyor, bakışları durgun-laşıyordu, birbirlerinin duygularını anlamış gibi.
Cuma günü, sofraya bir takım daha koymak gerekmişti. B. Theophile Venot gelmişti. Bn. Hugon, onu, geçen kış Muffat'larda davet ettiğini hatırladı. Sırtını kamburlaştırı-yor, alçak gönüllü bir adam babacanlığı takınarak kendisine gösterilen, üstüne titrenircesine saygıya kayıtsızmış gibi görünüyordu. Kendini unutturmayı başarınca, sofraya so-
194
NANA
ğukluk geldiği zaman ağzına attığı bir şekeri kemirip dururken, bir yandan Estelle'e çilek ikram eden Daguenet'yi süzüyor, bir yandan da Fauchery'nin kontesi pek eğlendiren bir fıkrasına kulak kabartıyordu. Kendisine bakan olduğu zaman da hemen o sakin gülümseyişi beliriyordu yüzünde. Sofradan kalktıktan sonra, koluna girerek kontu parka götürdü. Annesinin ölümünden beri onun üstünde büyük bir etkisi olduğu biliniyordu. Eski noterin, kontun evindeki egemenliği üzerine acayip hikâyeler anlatılırdı. Bu adamın gelişinden canı sıkılmış olan Fauchery, Daguenet ile Geor-ges'a, nasıl zengin olduğunu anlatıyordu: Cizvitler vaktiyle B. Venot'ya büyük bir dava vermişler. Dediğine göre bu tatlı bakışlı iyi yüzlü efendiden adam, papazların her türlü dalavereli işlerine âlet oluyormuş. Bu hikâye, Daguenet'yi de Georges'u da güldürmüştü; çünkü ihtiyarı, böyle işler çevirmeyecek kadar budala buluyorlardı. Venot'nun böyle karışık işlere giren, papaz sınıfının âleti olan bir adam olabileceği düşüncesi pek komik bir şey geliyordu onlara. Ama Kont Muffat ihtiyarın kolunda tekrar döndüğü zaman hepsi sustular. Kontun yüzü sapsarıydı ve gözleri ağlamış gibi kızarmıştı. Fauchery, alaylı alaylı:
- Hiç şüphe yok, cehennemden; söz etmişlerdir; diye fısıldadı.
Bu sözü duymuş olan Kontes Sabine başını çevirdi, Fauchery ile göz göze geldiler; daha ileri gitmeden, uzun uzun bakıştılar.
Genel olarak, öğle yemeklerinden sonra, zemin katının bir ucundaki taraçada oturuluyordu. Ova uzanıp gidiyordu önlerinde. Pazar günü pek tatlı bir hava vardı. Saat ona doğru yağmur yağacak diye korkmuşlardı ama, gökyüzü tamamıyla açılmadan süt rengi bir sisle, güneş ışınlarının ser-pintileriyle altın zerreciklere bürünmüştü. O vakit bayan Hugon, taraçanın küçük kapısından çıkıp, Gumieres taraflarında Choue'ya doğru bir gezintiye çıkmaları fikrini ortaya attı. Altmış yaşında olduğu halde hâlâ pek çevik olduğu için, yürümeyi severdi. Kaldı ki araba isteyen de olmamıştı. Böylece oldukça dağınık bir halde, ırmağın üstündeki
EMİLE ZOLA
195
tahta köprüye kadar gelindi. Fauchery ile Daguenet, Kont Muffat'nın karısı ve kızıyla önden gidiyorlardı; arkalarında da Kont ve Marki Bayan Hugon'la birlikte geliyorlardı. Vandeuvres ise en arkadaydı. Yüzünden can sıkıntısı okunuyordu; bir puro tüttürerek yürüyordu. B. Venot adımını kâh sıklaştırıp kâh yavaşlatarak, her şeyi dinlemek istiyormuş gibi, yüzünden hiç eksik olmayan o gülümseyişiyle bir gruptan ötekine gidiyordu.
Bayan Hugon :
- Zavallı Georges'cuğum Orleans'da şimdi. Artık evin- den çıkmayan şu ihtiyar doktor Tavernier'ye kendini göstermek için gitti... Evet daha siz kalkmamıştınız, saat yediye gelmemişti yola çıktığı zaman. Eh, bu onu avutur hiç olmazsa.
Ama bir an sustuktan sonra :
- A! Neye durdular bizimkiler köprünün üstünde? diye sordu.
Gerçekten de, Daguenet ve Fauchery ile yanındaki kontesle kızı, önlerine bir engel çıkmış gibi duraklamışlardı. Oysa yol açıktı.
Kont :
- Yürüyün! diye bağırdı.
Yerlerinden kımıldanmamışlardı: arkadan gelenlerin göremediği bir şeye bakıyorlardı. İki tarafı sık kavak ağaçlarıyla örtülü yol bir dönemeç meydana getiriyordu. Şimdi, tekerlek gürültüleri, kahkahalar ve kırbaç şaklamaları duyuluyordu. Birdenbire tek sıra halinde beş arabanın gelmekte olduğu görüldü. Arabaların içi, tıklım tıklım doluydu dingiller kırılacaktı nerdeyse. Pembe, mavi, açık renk kaçta elbiseleri neşeli bir hava yaratarak dalgalanıyordu arabaların dışına taşarak.
Bayan Hugon şaşırarak :
- Bu da nesi? dedi.
Sonra yolun böylece kapatılmasına fena halde kızarak,
196
NANA
- Ah! Yine bu kadın, diye mırıldandı. Yürüyün, yürüyün, şunlara aldırış ediyormuş gibi...
Ama, yürümeye vakit bulamadılar. Nana ile ahbaplarını Chamont harabelerine götüren beş araba, tahta köprüye girmişti bile. Fauchery, Daguenet ve kontesle kızı geri giderken ötekiler de yolun kenarına sıralanmışlardı. Bu pek renkli bir geçit oluyordu. Arabalardaki kahkahalar durmuştu; içindekiler, merakla yüzlerini çeviriyorlardı. Yerdekiler-le arabadakiler birbirlerini tanımaya çalışarak yüzlerini süzüyorlardı. Birden ortalığa bir sessizlik çöktü, yalnız atların nal sesleri duyuluyordu. İlk arabada, Maria Blond ile Ta-tan Nene, düşesler gibi kurulmuşlar, etekleri tekerleklerin üstünde uçuşurken, yaya giden şu kibar kadınlara küçümseyerek bakıyorlardı. Arkadaki arabanın bütün bir sırasını Gaga, la Faloise' ı bir köşeye sıkıştırarak doldurmuştu; genç adamın sadece kaygılı burnunun ucu görülüyordu. Sonra da Caroline Hequet, Labordette, Lucy Stewart, Mignon ile iki oğlu geliyordu. En arkadan gelen paytona Nana kurulmuştu Steiner'le birlikte. Karşısında açılır kapanır küçük sıraya Zizi ilişmiş, bacaklarını genç kadının bacaklarının arasına sokmuş oturuyordu yavrucak.
Kontes, Nana'yi hiç tanımamış gibi görünerek :
- Bu son araba değil mi? diye Fauchery'ye sordu.
Faytonun tekerleği nerdeyse elbisesine sürtünecekti eğer bir adım geri çekilmeseydi. Nana ile Kontes gözlerinin içine bakarak, derin derin süzdüler birbirlerini. Erkeklere gelince çok iyi hareket ettiler. Fauchery ile Daguenet, çok soğuk davranarak arabadakilerden hiçbirini tanımamış gibi yaptılar. Marki, arabadaki kadınların bir muziplik yapmasından korkarak yerden kopardığı bir otu parmaklarının arasında ezip duruyordu. Yalnız biraz ayrı duran Vandeuv-res, geçerken kendisine gülümseyen Lucy'ye göz kırpmıştı.
Kont Muffat'nın arkasında duran B. Venot :
- Dikkat! dedi.
Kont şimdi önünden geçip giden Nana'nın ardından üzüntüyle bakakalmıştı. Karısı yavaş yavaş başını çevirerek
EMİLE ZOLA
197
onu süzdü. Adam, sanki uzaklaşan atlar nallarıyla yüreğini söküp götürüyormuş gibi başı önde yere bakıyordu. Kederinden haykıracaktı nerdeyse. Georges'u, Nana'nın eteğinin dibinde görünce her şeyi anlamıştı. Bir çocuktu bu! Nana'nın bir çocuğu kendisine tercih etmiş olması fena halde sarsmıştı adamı. Steiner'e önem verdiği yoktu, ama bu ço- . cuk!
Bayan Hugon önce Georges'u tanımamıştı. Çocuk araba köprüden geçerken, Nana'nın dizleri engel olmasaydı kendini ırmağa atacaktı. Sonra, bütün vücudu buz kesilerek, kazık gibi dimdik olduğu yerde kaldı. Kimseye bakmıyordu. Belki de görmezlerdi onu.
Annesi birden :
- Aman Allahım! diye bağırdı. Bakın Georges bu kadınla!
Arabalar birbirlerini tanıyan fakat selâmlaşmayan bu insanların içine düştükleri can sıkıntılı havayı geride bırakarak geçip gitmişti. Bu kadar kısa süren bu tehlikeli karşılaşma sanki hiç sonu gelmeden sürüp gidecekti. Şimdi tekerlekler daha hızlı dönerek, açık havayla kanları büsbütün kaynayan kadınları uçurup götürüyordu. Elbiselerinin uçları rüzgârda uçuşuyordu; kahkahalar yeniden başlamıştı. Başlarını geriye çevirip yolda somurtup kalan bu kibar insanlarla alay edip gülüşüyorlardı. Nana geriye bakınca, onların köprüyü geçmeyerek geriye döndüklerini görmüştü. Bayan Hugon, Kont Muffat'nın koluna yaslanmıştı. Öyle derin bir keder içindeydiler ki, teselli etmek için kimse bir şey söylemeğe cesaret edemiyordu.
Nana, öteki arabadan sarkan Lucy'ye :
- Baksanıza kuzum, diye seslendi; Fauchery'yi gördünüz mü şekerim? Bana kötü bir oyun oynamak mı istiyor yoksa? Pahalıya ödetirim ona bunu ben! ya Paul'e ne dersiniz? Ne kadar iyi davranırım ona karşı! Doğrusu çok nazik ınsanlarmış! Bu adamların hareketlerini pek dürüst bulduğunu söyleyen Steiner'e fena halde çattı. Demek, şapkalarını çıkarıp selâm vermelerine bile lâyık değildi öyle mi?
198
NANA
Dağdan inen bir yabani bile bunların yaptığı kabalığı yapmazdı? Teşekkürler! Hani Steiner de onlardan geri kalmazdı, bir kadına, her zaman selâm vermek gerekirdi.
Lucy, tekerlek gürültüleri arasında bağırarak sordu :
Dostları ilə paylaş: |