320
NANA
Kendisinden on yaş büyük olan Philippe'le aralarında pek arkadaşlık kurulmamıştı... Ondan kadınlarla olan ilişkilerini saklıyor, babasıymış gibi çekiniyordu. Bunun için onu Na-na'nın yanında bu kadar serbest, kahkahalarla gülüp keyif ederken, sağlığından gelen neşe ile eğlenirken görmesi rahatsızlıkla karışık bir utanma veriyordu Georges'a. Bununla birlikte ağabeyi her gün gelmeye başlayınca, biraz alıştı. Nana çok neşeliydi. Nana'nın hovardalık hayatının içinde son bir oyun, içi insan ve eşya ile tıklım tıklım dolu olan bu konakta kendisine pervasızca çektiği bir ziyafetti bu.
Bir gün öğleden sonra Hugon kardeşler oradayken, Kont Muffat, önceden hazırlanmış saatin dışında gelmişti. Fakat Zoe, hanımının misafirleri olduğunu söyleyince, kibarca davranıp içeri girmedi. Tekrar geldiği zaman Nana kendisini hakarete uğramış bir kadının soğuk tavrıyla karşıladı.
- Sayın bayım, bana hakaret etmeniz için hiçbir sebep görmüyorum... anlıyor musunuz? Ben evde olduğum zaman herkes gibi girmenizi rica ederim.
Kontun ağzı açık kalmıştı.
- Ama, sevgilim... diye açıklamaya girişmek istedi.
- Çünkü misafirlerim vardı da onun için girmediniz herhalde! Evet, erkekler de vardı. Ama ne yaptığımı sanıyorsunuz bu erkeklerle?... Böyle gizlice kendisine gerinen bir âşık gibi hareket edilerek bir kadın herkesin diline düşürü-lür; ama ben bu duruma gelmek istemiyorum.
Muffat, kendini güçlükle affettirebildi. Aslında pek sevinmişti Nana'nın böyle davranmış olmasına. Genç kadın böyle sahnelerle onun kendisine olan güvenini ve geniş davranmasını sağlamış oluyordu. Çoktandır Georges'un konağa gelmesine alıştırmıştı onu. Kendisini eğlendirdiğini söylüyordu bu çocuğun. Philippe'i de Muffat'nın bulunduğu bir gün yemeğe alıkoydu. Kont genç adama karşı pek nazikçe davrandı, sofradan kalktıktan sonra bir kenara çekerek Bayan Hugon'u sordu. Artık bundan sonra kont, Vandeuvres ve Hugon kardeşler açıkça konağa gidip geliyor dostça el
EMİLE
321
sıkışıyorlardı. Böylesi daha rahat oluyordu. Sadece Muffat, yine çekingen davranarak, ziyarete gelen bir yabancı pozunda görünmekte devam ediyordu.
Geceleyin, Nana, ayı postuna oturarak çoraplarını çıkartırken bu erkeklerden söz ediyor hele Philippe'in çok mert bir genç olduğunu söylüyordu.
Sonra yine hep yerde oturup geceliğini giyerken:
- Doğrusu, çok kibar şeyler... diyordu. Yalnız biliyor musun benim nasıl bir kadın olduğumu anlıyorlar... Bir kelime ile kapı dışarı ederim hepsini... diyordu.
Bununla beraber lüks içindeki bu sarayında Nana can sıkıntısından patlıyordu. Gecenin her dakikasında bir erkek vardı yanında, tuvalet masasının çekmecelerine kadar da para doluydu, fırçalar ve taraklarla karışık olarak. Ama bu doyurmuyordu onu, bir boşluk hissediyordu hayatında, can sıkıntısından esneme veren bir boşluk. Hayatı işsiz güçsüz, hep birbirine benzeyen saatlerle biteviye geçip gidiyordu. Yarını düşünmüyordu. Yani, karşısına çıkan ilk dala tüne-meye hazır bir kuş gibi yaşıyordu. Karnının doyacağından emin oluşu yüzünden bütün güç hiçbir çaba harcamadan uzanıp yatıyor, bu aylaklık içinde uyuklâyarak bir manastır hayatı yaşarcasına, bir kapatma Ömrü sürüyordu. Hep arabayla gezdiği için, bacaklarını kullanma alışkanlığını kaybetmişti. Küçük bir kız çocuğunun gülünç zevklerine kaptırmıştı kendini; mücevherlerini öpüyor, budalaca eğlencelerle vakit öldürüyordu. Bezgin bir cilveyle zevkini yerine getirdiği erkeği beklemekle geçiriyordu gününü. Sonra böylece kendini bırakışı içinde, sadece güzelliğinin üstüne titriyor, sürekli olarak vücuduna bakıyor, yıkanıyor, kokular sürünüyor ve bundan her zaman, kimin karşısında olursa olsun çır-Çiplak soyunmaktan çekinmeyeceğini düşünerek övünç duyuyordu.
Nana, sabahleyin saat onda kalkardı. Minicik İskoçya köpeği Bijou yüzünü yalayarak uyandırırdı onu. O zaman' beş dakika kadar bir oyuncakla oynar gibi oynaşırdı. Küçük köpek kollarından butlarına kadar her yanını koklardı genç
322
NANA
kadının. Bu da Muffat'nın canını sıkıyordu. İlk defa kıskandığı küçük erkek bu köpecik olmuştu. Bir köpeğin burnunu böyle yorganın içine sokması uygunsuz bir şey diyordu.
Sonra Nana tuvalet odasına geçerek yıkanıyordu. Saat onbire doğru François gelip saçlarını düzeltir; asıl tuvalet öğleden sonra yapılırdı. Öğle yemeklerinde sofraya yalnız oturmaktan hiç hoşlanmadığı için, Bayan Maloir her sabah o acayip şapkalarıyla gelir, akşamleyin de esrarlı bir şekilde sıvışıp giderdi. Aslında kimsenin ilgilendiği yoktu bu kadınla. En sıkıcı zaman, öğle yemeğiyle tuvalet arasındaki iki üç saatti. Yaşlı ahbabıyla çok kere bezik oynardı; arada bir de Figaro' yu okuyordu; bu gazetedeki tiyatro ve sosyete haberleri ilgilendiriyordu kendisini, bir kitap açıp okuduğu bile oluyordu. Edebiyatı sever görünmek istiyordu. Tuvaleti saat beşe kadar sürerdi. İşte bundan sonra uyuşukluktan kurtulur, ya arabayla gezintiye çıkar ya da bir sürü erkek misafir kabul ederdi. Sık sik şehirde yemek yer, geç yatar, ertesi gün de yatağından yorgun kalkar ve birbirine benzeyen günleri yaşamaya koyulurdu.
Gönlünü oyalayan en büyük eğlence Batignolles'a gidip halasının evinde küçük Louis'sini görmekti. Onbeş gün kadar çocuğu aklına getirmez; sonra büyük bir özlem duyarak, alçak gönüllükle yaya olarak, iyi bir ana şefkatiyle çocuğunu görmeye koşar, çok pahalı hediyeler alır, halasına tütün, çocuğa da bisküvi ve portakal götürürdü. Orman dönüşü landonuyla, çok şık elbiselerle de geldiği olurdu. O vakit bu ıssız sokak ahalisi onu seyretmek için evlerinden dışarı uğrardı. Yeğeni böylece yüksek bir hayat sürmeye başladığından beri, Bayan Lerat'nın kurumundan geçilmiyordu. Villiers caddesindeki konağa seyrek giderdi. Buna sebep olarak kendisinin böyle yerlere lâyık olmadığını söylerdi. Ama konu komşusuna caka satmaktan da geri kalmazdı. Nana'nın dört-beşbin franklık bir elbise ile geldiğinin ertesi günü, komşularına yeğeninin getirdiği hediyeleri gösterir, dinleyenlerin ağzını açık bırakan rakkamlar sıralayarak böbürlenirdi. Pazarları çok kere ailesinin arasında geçirirdi. O gün Muffat kendisini davet edecek olsa bir küçük bur-
EMILE ZOLA
323
juva kadınının gülüşüyle gülümseyerek, olmaz der, akşam yemeğini halasında yiyeceğini, yavrusunu göreceğini söylerdi. Böyle olduğu halde zavallı Louis'cik hastaydı hep. Üçüne basmıştı. Canlı bir çocuk olmalıydı. Ensesinde ekzama vardı; kulakları tıkanıyordu. Bu da kafatasında iltihap olduğu şüphesini uyandırmaktaydı. Nana çocuğunu böyle soluk* benizli, kansız, derisinde yer yer sarı lekeler ve sarkık etli görerek üzülüyordu, ama daha çok hayret duyuyordu oğlunun bu hali karşısında. Yavrusunun böyle çöküntüye gitmesinin sebebi ne olabilirdi? Kendisinin sağlığı bu kadar iyi olduğu halde?
Çocuğunun yanında olmadığı günler Nana, yine yaşantısının gürültülü biteviyeliğine gömülüyordu: Ormanda gezinti, tiyatrolardaki ilk temsillere gidiş, Maison-d'Orya da Ca-fe Anglaise'de yemek. Sonra halkın akın ettiği bütün eğlence yerleri. Mabille, revüler, yarışlar. Ama yine de hep budalaca bir aylaklıktan doğan boşluktan kurtaramıyordu kendini bir türlü; mide sancısı gibi bir şeydi bu. Gönlünü dolduran birçok isteğe rağmen yalnız kalınca, sonsuz bir yorgunluk içindeymiş gibi geriniyordu. Yalnızlığın verdiği derin bir keder kaplıyordu yüreğini. Çünkü kendini hep o boşluğa ve can sıkıntısına yuvarlanmış hissediyordu. Mesleği ve yaratılışı gereği çok neşeli olan genç İcadın, küskün bir hal alıyor, iki esneme arasında tekrarladığı şu cümle, yaşantısını özetliyordu:
- Oh! Ne kadar canımı sıkıyor şu erkekler!
Bir gün öğleden sonra bir konserden dönerken Mont-mertre sokağının bir kaldırımında Nana'nın gözüne bir kadın ilişti, ayakkabılarının topuğu çarpılmış, elbisesi kir pas içinde, başında yağmurdan biçimi bozulmuş bir şapka vardı bu kadının.
Nana birdenbire onu tanıdı.
- Durun, Charles! Diye arabacısına bağırdı. Sonra :
- Satin, Satin! diye seslendi. Satin arabaya yaklaştı, tekerleklere sürtünerek üstünü biraz daha kirletti.
(*) ikinci İmparatorluk döneminde, Paris'teki ünlü bir dans salonu.
324
NANA
Nana çevredekilere hiç aldırış etmeden : - Bin arabaya kızım; dedi.
Kolundan tutarak bu iğrenç kadını açık mavi landonuna bindirdi; dantellerle süslü açık gri elbisesinin yanına oturttu, bu sırada sokaktan geçenler, arabacının herkese yüksekten bakarcasına dimdik duruşuna gülüyordu.
O günden sonra Nana kendini bir tutkuya kaptırmışça-sına Satin'e bakmaya başladı. Sokak kadını, Villiers caddesindeki konağa yerleşti; yıkandı, tarandı, üç gün durmadan Nana'ya Saint Lazarde'daki yaşantısını, rahibelerle çatışmasını, kendisine polis olacak aşağılık heriflerin nasıl vesika verdiklerini anlattı. Nana onun bu hikâyesi karşısında ona bu kötülükleri yapanlara içerliyor, Satin'i avutmaya çalışıyordu. Doğrudan doğruya bakanı görerek kendisini vesikadan kurtaracağına yemin ediyordu. Ama telâş etmenin de gereği yoktu; gelip burada arayamazlardı kendisini. Daha o gün öğleden sonra iki kadın sarmaş dolaş oldular, öpüşüp gülüşmeye başladılar. Laval sokağında polislerin gelişiyle yarıda kalan o küçük oyun şimdi şaka havasına bürünerek devam ediyordu. Sonra akşamın birinde, bu ciddi bir hal aldı. Laure'un lokantasında o kadar tiksinti duymuş olan Nana bunu fark etti. Bu'onu altüst etmiş, fena halde kızdırmıştı, öyle ki dördüncü günün sabahı Satin ortadan kayboldu. Kimse konaktan çıktığını görmemişti. Kaldırımların özlemini duyarak sırtındaki yeni elbisesiyle sıvışıp gitmişti.
O gün konakta öyle bir kavga kıyamet koptu ki bütün hizmetçiler tek kelime söylemeden, bir kenara çekilip pustular. Kapıda durup Satin'in gitmesine engel olmayan Fran-çois'yi, Nana az kalsın dövecekti. Ama yine de kendini tutmaya çalışıyordu. Satin için pis sokak orospusu diyordu, çamurlar içinde sürünen böyle pis bir yaratığı kurtarmaya , kalkmasının cezasıydı bu. Öğleden sonra hanımının odasına kapandığını anlayan Zoe, hıçkırarak ağladığını duydu. O akşam birdenbire arabayı hazırlamalarını istedi ve doğruca Laure'un lokantasına. Satin'i Martyres sokağındaki tabldotta bulabileceği aklına gelmişti. Onu görmek için değil şama-
EMILE ZOLA
325
rı suratına indirmek için gelmişti buraya. Satin küçük bir masada, Bayan Robert'le birlikte yemek yiyordu. Nana'yı görünce gülmeye başladı. Genç kadını çok derinden yaralamıştı bu; ama çıngar çıkarmadı, aksine çok tatlı ve yumuşak tavır takındı. Çevresindeki beş-altı sofraya şampanya ısmarlayarak buradakileri sarhoş etti, sonra Bayan Robert' helada bulunduğu sırada Satin'i kaldırıp götürdü. Arabaya bindikleri zaman sokak kızını ısırdı, öldürürüm seni diye korkuttu.
Artık, bundan sonra bu macera sürekli olarak tekrarlandı durdu. Belki yirmi kere Nana, aldatılmış bir kadının korkunç öfkesiyle aklına estikçe konağın sıcak rahatlığından canı sıkılarak sıvışan bu aşağılık kadının peşinden koşmuştu. Nana Bayan Robert'i pataklayacağını' söylüyordu; bir seferinde düellodan bile söz etti; ikisinden biri fazlaydı artık. Şimdi Laure'da yemeğe gittiği zaman mücevherlerini takıyor, arada bir de Loui Violaine, Maria Blone, Tatan Nene ile birlikte geliyordu. Hepsi de çok süslü, göz alıcı kıyafetlerle boy gösteriyorlardı bu külüstür lokantada, îç içe üç salonu dolduran yağ ve yemek kokuları arasında bu hatunlar lükslerini sergiliyor, küçük mahalle kızlarının gözlerini kamaştırdıkları için pek keyifleniyor ve çıkarken de bu kızları alıp götürüyorlardı. O günlerde korsesinin içinde dimdik duran ve gözlerinden ışık saçılan Laure, müşterilerini bir ana şefkatiyle uzun uzun öpüyordu. Bütün bu olup bitenler arasında Satin ,yine de, mavi gözleri ve o bakire yüzüyle pek sakin görünüyordu. İki kadın, bir türlü paylaşamadıkları bu kızı ısırıyor, dövüyor saçlarını çekiyorlardı; ama o sadece anlaşırsanız daha iyi olur demekle yetiniyordu. Kendisini tokatlamaları bir işe yaramazdı. İki parçaya bölünemezdi ya! Herkesle iyi geçinmek istediği halde yapamazdı bunu. Sonunda partiyi Nana kazandı. Satin'i sevgiye ve hediyelere boğarak. Bayan Robert'de öcünü almak için, Nana'nın âşıklarına imzasız iğrenç mektuplar yazmıştı.
Bir zamandır Kont Muffat kaygılı görünüyordu. Bir sabah pek üzgün bir halde Nana'nın önüne imzasız bir mek-
326
NANA
tüp koydu. Genç kadının okumaya başladığı bu mektupta, kontu Vandeuvres ve Hugon kardeşlerle aldattığı yazılıydı. Nana şiddetle :
- Yalan, yalan! diye bağırdı. Sesinde büyük bir içtenlik titreyişi vardı. İçi ferahlayan Muffat :
- Yemin ediyor musun, buna? diye sordu.
- Oh! Ne üzerine istersen... bak! Oğlumun başına yemin ederim ki!..
Ama mektup uzundu. Bir yerinde de Satin'le olan ilişkileri iğrenç sözlerle anlatılıyordu. Okuyup bitirdiği zaman Nana gülümsüyordu; sadece :
- Şimdi anladım bu mektubun nereden geldiğini, dedi. Muffat bunu yalanlamasını isteyince çok sakin bir tavırla :
- A, bak canımın için; ne zararı olabilir ki bunun sana? dedi.
Hiçbir şeyi inkâr etmiyordu. Muffat isyan dolu şeyler söyledi; Nana omuz silkti. Nereden çıkmıştı kendisi? Her yerde oluyordu böyle şeyler. Sonra Satin'in seviştiği kadınların adlarını söyledi; bunlar arasında kibar kadınların da bulunduğuna yemin etti. Ona bakılırsa bu hem çok tabii, hem de çok yaygın bir şeydi. Doğru olmayan şuydu; az önce Vandeuvres'le Hugon kardeşler için yazılanlar karşısında nasıl nefretle irkildiğini görmüştü. Evet, eğer bu doğru olsaydı, kont kendisini boğmakta haklı olurdu. Ama hiçbir kötü sonucu olmayan bir konuda neden yalan söylemek'ydi? Sonra sözünü tekrarladı:
- Ne zararı olabilir ki bunun sana?
Aralarındaki çekişme sürüp gidince, sert bir sesle kısa kesti:
- Hem, aziz dostum, bu hoşuna gitmiyorsa, yapılacak şey yok basit... işte kapılar açık... beni olduğum gibi alırsan, alırsın.
Adam başını önüne eğdi. Aslında genç kadının yemin edişi onu derinden sevindirmişti. Nana böylece gücünü denedikten sonra aşağıdan almamaya karar verdi. O günden
EMİLE ZOLA
327
sonra da Satin öteki erkekler gibi konağa yerleşti. Vande-uvres'ün bu işin iç yüzünü anlaması için imzasız mektup alması gerekmemişti. Satin'e takılıyor, kıskançlık kavgaları icat ediyordu; öte yandan Philippe'le Georges, bu kadına arkadaşça davranıyor elini sıkıyor, kaba şakalar yapıyorlardı.
Bu aşağılık kızın elinden kurtulduğu bir akşam Nana Martyres sokağındaki lokantaya yalnız gitmişti. Burada başından bir macera geçti. Tek başına yemeğini yerken Dagu-enet çıkageldi. Düzenli bir yaşantısı olmakla beraber, çok kere kendini bir sefahat isteğine kaptırır Paris'in bu pis ve karanlık köşelerine, kimsenin kendisini görmeyeceğini umarak uğrardı. Bu yüzden Nana'nın burada oluşu önce canını sıkar gibi olmuştu. Ama geri çekilecek yaratılışta bir adam değildi. Gülümseyerek Nana'nın yanına geldi ve sayın bayan, masasına oturmasına izin verir mi diye sordu. Dague-net'nin şaka ettiğini görünce genç kadın yukardan bakan soğuk tavrını takındı; sert bir sesle :
- Canınızın istediği yere oturun. Burası herkesin geldiği bir yer, diye cevap verdi.
Bu tonla başlayan konuşmalar acayip bir biçime girdi. Canı sıkılan Nana, Daguenet'yi ezmek için yanıp tutuşarak dirseklerini masaya dayadı, sonra senli benli konuşarak :
- Ee, nasıl evlilik işin yürüyor mu yavrum? diye sordu.
- Pek o kadar iyi değil, diye Daguenet cevap verdi.
Gerçekten de Muffat'ların kızını isteyeceği sırada kont o kadar soğuk davranmıştı ki, ihtiyatlılık ederek vazgeçmişti bundan. Bu iş artık bozulmuş gibi görünüyordu. Nana çenesini avucunun içine almış, dudaklarında alaylı bir gülüşle adamın gözünün içine bakıyordu berrak bakışlarıyla ağır ağır konuşarak:
- Ah kaltak bir karıyım ben! Kaynatan olacak adamı benim pençemden kurtarman gerekliydi... Eh görüyorsun ya senin kadar akıllı bir çocuktan beklenmeyecek kadar budalaca şeyler yaptın! Hem de nasıl? Bana tapan, her şeyi
328
NANA
anlatan bir adama beni çekiştirerek!... Bana bak yavrum, eğer ben istersem, bu evlilik olur, anlıyor musun?
Daguenet bir anda bunun böyle olduğunu kavramıştı; şimdi Nana'ya boyun eğmeyi tasarlıyordu. Bununla birlikte işi ciddi bir düzene sokmamak için yine sakalı konuşuyordu, eldivenlerini giydikten sonra, gayet resmi bir tavır takınarak Nana'dan bayan Estelle de Beuville'in kendisiyle evlenmesine izin vermesini rica etti. Genç kadın birden gıdıklanmış gibi gülmeye başladı. Oh! İnsan nasıl kin besleyebilirdi bu Mimi'ye! Daguenet'nin kadınlar üzerindeki büyük etkisi sesinin tatlılığından geliyordu, billur gibi temiz, ahenkli bir sesi vardı genç adamın. Bunun için düşüp kalktığı kadınlar Kadife - ağız adını takmışlardı ona. Bu kadınlar, Daguenet'nin sesindeki bu gönül okşayan akıcılığa kaptırıyorlardı kendilerini. Bu gücünü bildiği için, âdeta ninni söyler-cesine durmadan saçma sapan hikâyeler anlatarak uyuşturuyordu Nana'yı. Yemekten kalktıkları zaman, genç kadının yanakları al al olmuştu, Daguenet'nin kolunda giderken bütün vücudu ürperiyordu, genç adam yeniden gönlünü kazanmıştı eski sevgilisinin. Hava güzel olduğu için arabasını gönderdi. Daguenet'nin evine kadar yürüyerek gitti ve yukarı da çıktı elbet. İki saat sonra giyinirken Daguenet'ye :
- Peki, Mimi bu evliliği istiyor musun hâlâ? diye sordu.
- Eh öyle gibi! diye mırıldandı, genç adam hâlâ yapabileceğim en iyi şey bu olacak. Biliyorsun ki hiç mangizim kalmadı.
Nana, potinlerini iliklemesi için genç adamı yanına çağırdı. Bir süre konuşmadılar, sonra genç kadın:
- Vallahi, ben de istiyorum... Destekleyeceğim seni... Fasulye sırığı gibi kupkuru bir şey bu kızcağız... Madem ki hepiniz için olacak bu iş... Oh! İyi yürekliyimdir, bu işi becereceğim senin için.
Sonra gülmeye başladı:
- Yalnız ne vereceksin bana? diye sordu.
Genç adam Nana'yi kucakladı, minnetini anlatmak ister gibi heyecanla omuzlarını öptü. Genç kadın çok neşeliy-
EMILE ZOLA
329
di, ürpertiler içinde çırpınıyor, kendini arkaya deviriyordu. Bu oyunla istekleri yeniden şahlanmıştı:
- Ah, biliyorum, dedi. Bak, ne istiyorum bu hizmetimin karşılığında... Evlendiğin gün bakirliğini bana hediye edeceksin karından önce, anlıyor musun!
Daguenet ondan daha kuvvetle gülerek :
- Oldu, oldu! dedi.
Bu pazarlık ikisini de eğlendirmişti. Bu hikâye pek hoşlarına gitti.
Ertesi gün Nana'nın evinde bir akşam ziyafeti vardı, kaldı ki bu her zamanki Perşembe yemeklerinden biriydi. Sofrada Muffat, Vandeuvres, Hugon kardeşler ve Satin vardı. Kont erkenden gelmişti. Genç kadını iki üç borçtan kurtarmak ve pek bayıldığı safirden bir kolyeyi hediye etmek için seksenbin franga ihtiyacı vardı. Parasını çoktan tükettiği için, çiftliklerden birini satmaya cesaret edemeyerek, ödünç verecek birini arıyordu. Nana'nın öğüdünü tutarak Labordett'e baş vurmuştu, ama o bu işi fazla bularak, berber Français'ye açtı. Berber, müşterilerine böyle hizmetlerde bulunabilmek için can atardı. Bundan kimseye söz etmeyeceklerine kesin olarak söz aldıktan sonra Muffat, kendini bu adamların eline teslim etmişti. İkisi de, kontun imzalayacağı yüzbin franklık senedi, çantada saklayacaklarını söylediler, yirmibin franklık faiz için de parayı tedarik ettiklerini ileri sürdükleri hain tefecilere lanetler yağdırıyorlardı. Muffat geldiğini uşakla ilettiği sırada, França-is, Nana'nın tuvaletini bitirmek üzereydi, Labordette de hiç çekinilmeyen bir dost olarak tuvalet odasında bulunuyordu. Kontu görünce içinde banknotlar bulunan büyücek bir paketi pudra ve krem kutuları arasına koydu. Muffat senedi tuvalet masasının mermeri üzerinde imza etti. Nana, Labordette'i yemeğe alıkoymak istedi, zengin bir yabancıya Paris'i gezdirdiğini söyleyerek kalamayacağım, dedi. Bununla birlikte, Muffat, onu bir kenara çekerek kuyumcu Becker'e gidip safir kolyeyi almasını rica etti, akşama Nana'ya sürpriz yapmak istiyordu. Labordette bu işi
330
NANA
memnunlukla üstüne aldı. Yarım saat sonra Julien mücevher kutusunu gizlice konta verdi.
Yemekte, Nana'nın sinirli bir hali vardı. Seksenbin frangı görünce huylanmıştı. Yani bu kadar para mağaza sahiplerinin cebine gidecekti! Tiksiniyordu bundan! Daha sofraya çorba gelir gelmez, gümüş ve kristal parıltılarıyla aydınlanan bu şahane salonda birden duygusallığı tuttu, yoksullukla geçen günlerinin mutluluğunu aradı. Erkekler, smokinliydiler. Nana'nın sırtında da beyaz satenden işlemeli bir elbise vardı. Satin'inki ise daha alçak gönüllüceydi, siyah bir ipekli elbise giymişti, mücevher olarak da sadece, sevgili arkadaşının hediyesi olan, yürek biçiminde altın bir madalyon takmıştı boynuna. Misafirlerin arkasından, Juli-en'le François hizmet ediyorlar, Zoe de onlara yardım ediyordu; üçü de pek resmi tavırlar takınmışlardı.
- Hiç şüphesiz, dedi Nana, meteliğim yokken daha iyi eğleniyordum.
Sağına Muffat'yı, soluna da Vandeuvres'ü oturtmuştu. Satin de, tam karşısında Hugon kardeşlerin arasına kurulmuştu. Nana yanındaki erkeklere hiç bakmıyor, sadece Sa-tin'le ilgileniyordu. Her cümlede : '
- Öyle değil mi şekerim, diyordu. Polonceau sokağındaki, Josse ananın okuluna gittiğimiz zaman ne kadar gülerdik!
Sofraya kızartma getirmişlerdi. İki kadın anılarına daldılar. Çeneleri açılmıştı artık, gençliklerinin bu pislik içinde geçen yaşantısını anlatmak için dayanılmaz bir istek uyanmıştı içlerinde. Sonra da erkeklerin arasında oldukları zaman, içinde yetiştikleri bataklığı onlara anlatmak için çılgınca bir isteğe kaptırıyorlardı, kendilerini. Bütün bunları dinlerken bu kibar bayların benzi atıyor, can sıkıntısı ile bakışıyorlardı. Hugon kardeşler gülmeğe çalışıyorlardı. Vandeuv-res sakalını kıvırırken Muffat gittikçe daha da ciddileşiyor-du.
- Victor'u hatırladın mı? diye Nana sordu. Ne kötü oğlandı değil mi? Küçük kızları mahzenlere götürürdü!
EMİLE ZOLA
331
- Hatırlamaz olur muyum, diye Satin cevap verdi. Sizin evdeki büyük avluyu da çok iyi hatırlıyorum. Hani bir kapıcı kadın vardı. Süpürgesiyle...
- Boche ana, ölmüş.
- Sizin dükkân da gözümün önüne geliyor şimdi. Hani, bir akşam ikimiz oynarken baban gelmişti. Fitil gibiydi... tam küfelik .olmuştu!
Bu sırada Vandeuvres konuyu değiştirmek için kadınları anıları arasına girerek :
- Baksanıza, aziz dostum, mantar yemeğine bayıldım... Tekrar alabilirim... Pek nefis... Dün Dük de Corbreuse'ler-de de yemiştim ama sizinki daha güzel! dedi.
Nana dik bir sesle :
- Julien, mantar getirin, diye seslendi. Sonra tekrar hikâyesine dönerek :
- Vallahi babam da hiç akıllıca hareket etmezdi... Bu yüzden boyuna çıngar çıkardı evin içinde... Mangiz nanay!... Hani gebermediğime şükür... annem babam gibi.
Bu sefer bir bıçakla oynayan Muffat, sinirlenerek, karışmak gereğini duydu:
- Bu anlattıklarınız pek hoş şeyler değil, dedi.
- Ha? Ne? Hoş değilmiş! diye genç kadın gözlerinden şimşekler saçılarak bağırdı. Ben de biliyorum hoş olmadığını!... Eve ekmek getirmek lâzımdı dostum. Biliyor musunuz doğru sözlü bir kızım ben.. Olduğu gibi söylüyorum her-Şeyi. Annem çamaşırcıydı, babam durmadan kafayı çekerdi, öldü bu yüzden. İşte böyle! Eğer hoşunuza gitmiyorsa bu, eğer ailemden utanıyorsanız...
Sofradakiler karşı çıktılar bu sözlere... Neler söylüyordu. Herkes saygılıydı onun ailesine. Ama Nana susmamış-
- Eğer utanıyorsan ailemden, eh öyleyse bırak beni... Çünkü anasını babasını inkâr eden kadınlardan değilim ben... Beni onlarla birlikte kabul etmek gerek... anlıyor musunuz?
332
NANA
Adamlar onun, babası, annesi ve geçmişiyle ne isterse onunla kabul ettiklerini söylediler... çünkü, erkeklerin dördü de gözlerini masaya dikmişler, küçülmüşlerdi. Oysa Nana onlara sağladığı büyük üstünlüğün verdiği güçle hepsini o Gouttes-d'Or sokağındaki çamurlu pabuçlarının altında eziyordu şimdi. Palavraydı bu para denilen saçma şey! Satıcıların cebine girmek için yapılmıştı. Şimdi tutulduğu nöbet sade bir yaşantı özlemine dönüş özlemiydi. Elini kalbinin üstüne koymuş, bütün dünyanın iyiliğini istiyordu.
Ama bu sırada Julien'in kollarını yanına sarkıtıp beklediğini gördü.
- Ee, ne oluyor? Şampanya versenize! Öyle kaz gibi ne bakıp duruyorsunuz yüzüme!
Nana bütün o eski anılarını anlatırken hizmetçiler gülümsemeden oldukları yerde durmuşlardı. Hiçbir şey duymamış gibi bir halleri vardı. Julien istifini bozmadan bardaklara şampanya akıttı. Bir talihsizlik oldu, François meyve dağıtırken kâseyi fazlaca eğmişti, elmalar, armutlar, üzümler sofranın üstüne döküldü.
Dostları ilə paylaş: |